Zafer
Gönülleri kahredici kahkahaların göklere yükseldiği ve ümitlere perde indiren çanların çalındığı şenlikte zafer mi arıyorsunuz? Kalabalıktan alkış toplayarak ve kılıç şakırtılarına tempo tutarak birçok insanları matemlere gömen zaferlerden tarih bugünümüze bir neşeli sada mı bıraktı sanki? Ramses, Sardanapal ve Daryüs zafer kahramanı idiler. İskender de muzafferdi öyle mi? Sezar’la Napolyon da zaferlere kanmış serdarlardı.
Ne kaldı onların zaferlerinden? Toprak, kendisine atılan bir tohumdan bir tutam başak çıkarıyor. Bunlar insanlığın kalbine hangi tohumu attılar acaba? Gayz ve kin tohumlarını, düşmanlık ve intikam duygularını. Su fidana hayat verir. Hain bir çene onu sömürür. Hangisi muzafferdir dersiniz? Kesici diş ve koparıcı pençe olmak gerçek zafere ulaştırmıyor. Toprağa süzülen, varlığın derinlerine nüfuz ederek su olmasını bilen, zafere ulaşacaktır. Sultan İkinci Mehmet ancak bu beldede gönüllerin fatihi olduktan sonra gerçek zafere kavuşmuştu.
Zaferin yolu gönüllerdir, sonsuzluğa götürücü gönüller. Bir gönül, binlerce kılıcın fethedemeyeceği bir millet kalbini fetheder. Asıl zafer onundur. Sokrat zindanda. Hallaç darağacında muzaffer oldular. Onların şehadeti, gönüllerde ebedî meyva verecek olan ağacı yeşertti. Mevlâna ve Âkif kıyamete kadar gönüllerde gazâ yaparak zaferden zafere koşacak birer kılıcı bize bıraktılar.
Ruhlarımıza varlıkta ebedî kalmak, gerçekte ölmemek sırlarını üfleyen nefesler, onların son nefesi idi.
Biz onların emaneti olan kılıçlarla çarpışarak muzaffer olacağız.
Ümidin kanatlarına sığındık.
İmanımız,kuvvetimizdir.Düşmanlarımız bizden korkmasa bile âleme güneş olan ümit ve imanımızdan korkacak, teslim olacaklar. Ümidimiz bir gibi onları da ısıtıp erittiği gün biz muzaffer olacağız. Zira hakiki zafer bir tarafın kazanması ile öbür tarafın felâkete uğratıldığı zafer değildir.Gerçek zafer içinde taraflar birlikte muzafferdir. Hüsrana uğratılan, ancak garazlar ve kinlerle intikam emelleridir.
Düşmanlarını da affedebilirsen muzaffer olursun. Ancak o zaman Rabbin rahmet kapıları sana açılacaktır. İlâhî Elçi’ye muhabbetin varsa kendine bir elçilik ara. Cemaatin gazabı önünde elleri bağlı durma, Gel, kinleri uzak bir kenara atalım. Muhabbet bağına iman tohumları ile girelim. Dikenleri budayalım ve mukaddes toprağa ümit suyunu durmadan karıştıralım. Öyle dolaşalım ki, ayağımız yerde benlik izleri bırakmasın ve hayat getirici rüzgâr dualarımızı düşündürsün, Bu havaya dal budak salmış gürbüz fidanlarını hoyratça baltalayan darbeler, seni Öldürmesin. Bu toprak ezel bezminden kalmadır. Üstünde bugüne dek nice hayatlar, nice fidanlar filizlendi. Yeni yeni fidanlar, umulmadık hayatlar da canlanacak. Sabahın solmayan ümitlerini getiren sesler, minareden şöyle serpiliyordu: “Yerdeki ve sizdeki her varlığın, ümitsizliğiniz gibi ümitlerinizin de sahibi ve yaratanı olduğunu ne zaman unuttunuz? Niçin benden uzaklaşıp da kendinize sığındınız?”
Biz ölmeyen, öldürmeyen, bir zerrede bile kin doğurmayan gerçek ve ebedî zaferler istiyoruz. Varsın cüceler zafer taklarından geçsin ve sağır gönülleri esir sürüleri alkış tufanına boğsun. Harp meydanlarında kılıçlar şakırdasın ve insanlar kirli derilerinin altında saklanan hastalıklı şehvetlerini bir de böyle gidersinler. Sen âşkın tahtına oturarak, daracık hücrenin içinde bile olsa, muzaffer planlara gıpta et.
Ruhların dünyası zafer neşvelerile dolarken fâni bedenlerde ne arıyorsun? Gerçek zafer eseri olan bedenler bile, bize ruh dünyasından selâm ve müjde getirenlerdir. Mesnevî ile Süleymaniye birer zafer âbidesidir. Yavuz Selim’in tabutuna örtülü, üzerinde âlimin atının ayağından sıçrayan çamur bulunan kaftanı da bir zafer bayrağı değil midir? O, gençliğimizin ziyaretgâhı olmalı.
Orada mazinin destanları okunuyor. Alemdeki binbir mânayı okuyabilen, zafere hak kazanmış gönüllerdir. Kitap karşısında duruyor, okuyamadıktan sonra. Yol önünde açılmış, sen yürüyemedikten sonra. Talihin varsa kitap da, yol da seni gayeye götürür. Ama hiç hatırdan çıkarma ki ümit ile imanın seni yalnız bıraktığı anda perişan olursun. Eğer Hirâ dağındaki büyük talihliye “Rabb’inin ismini oku!” diyenle bu çölde karşılaşmadınsa yazık sana.
Biliyorsun ki göz de gönül de birer merdiven. Tırmanacağın yer, hem senden çok uzak, hem de şendedir. Oraya gitmek için çile çekmek, yaş akıtmak da yetmiyor. Bekle ki büyük kapı kendiliğinden açılsın. Ama toprağa konan ölü gibi sabretme sakın; toprağa süzülen su gibi sabret. O su, toprak altındaki ölülerden de diri bedenler fışkırtacaktır. Hem sabrederken de hiç, ama hiç uyumamak şarttır. Sabırsız yorgunlar uyurlar, öyle sabret ki kendisine sığman ölülerden bile hayat fışkırtan toprak gibi olasın. Toprağın zaferlerini yok etmek, toprağı ölüme kalbetmek kabil mi?
O daima muzaffer olacaktır. Tane, sabırla başak verdi. Güneş, aydınlığın yoludur. Bütünüyle âlem olan bu aydınlıkta ümidin tanesini serperek bekliyelim; zafer mutlaka bizimdir.
Var Olmak, Nurettin Topçu