Türkler Neden İslamı Seçti ?
Ankara Üniversitesinde Türk-İslâm Edebiyatı Kürsüsü başkanlığı yapmış olan Prof. Dr. M. Es’ad Coşan anlatıyor:
“Ben askerlik yaparken bir general beni makamına çağırmıştı. Bir asteğmen olarak değil de ilâhiyât fakültesinden doçentlik payesini almış bir kimse olarak iltifat gösterdi, oturttu karşısına, bana; “Hocam çok merak ediyorum. Türkler İslâm dinine niçin girmişler?” diye sordu.
Baktım paşa hazretleri müteessif. Niye müslüman olduğumuzu anlayamıyor ve teessüf ediyor buna. Öyle bir edâ ile söyledi. Demek istedi ki; mesela ne olurdu hıristiyan olsaydık. Ne güzel(!) İşte batıda görüyoruz içki içiyorlar, kadın erkek münasebetlerinde meşrepleri son derece geniş… gibi bir his içinde. “Nereden de bulmuşlar bu Müslümanlığı? Bula bula bunu mu bulmuşlar?” demek gibi söyledi. Ben de;
“Bizim ecdadımız Müslümanlığı sosyal ve coğrafî şartlar dolayısıyla tesadüfen karşılaştıkları bir inanca girmek tarzında benimsemediler. Peki nasıl? O zaman mevcut bütün inançları tanıyıp tadıp tercih ederek girdiler. Bir kere Tibet’i Dalaylamalar’ı, Brahmanizm’i, Budizm’i biliyorlardı. Çin’de hakimiyet sürmüşlerdi; onların inançlarına vakıflardı. Şamanizm atalarından kalma bir din olarak malumlarıydı. Hazar denizinin Kara Denizin kuzeyinde Hıristiyanlığı görmüşlerdi.
Hodeskus-homanikus gibi çok eski devirlerden kalma Hıristiyanlık metinleri elimizde. Bir kısım kabileler hıristiyan olmuş. Hatta şimdi Gagavuzlar onlardan kalıntı diye gazetelerde bahis konusu ediliyorlar. Hazar Türkleri Yahudiliğe girmişler; yahudileri görmüşler, tanımışlar, tâbî olmuşlar. Bunların hepsini denedikten sonra devletler milletler yöneten bir makul yönetici kadro olarak İslâm’ı beğenmişler, İslâm’ı seçmişlerdir. Çünkü hayata en iyi intibak eden din İslâm; devleti yönetmekte en olumlu hükümlere sahip olan din İslâm; toplumun içindeki insanların birbirleri ile olan münasebetlerini en iyi düzenleyen din İslâm; toplumun yapısı olan aileleri ve ailelerin temel taşı olan fertleri bedenen sıhhatli yapan, rûhen güçlü ve kuvvetli yapan İslâm.” dedim.
Tabi asker olduğu için; “Askerlik bakımından da İslâm’dan daha güzel bir din bulamazsınız.” dedim. “Yani askerlik mesleğini bir mübarek ve mukaddes meslek haline getiren İslâm; nöbeti bir ibadet haline getiren İslâm. Allah yolunda başkalarının sınırlarının arkasında huzur içinde yaşaması için canından geçmeyi bir ideal olarak insanlara aşılayan İslâm. Bunları hangi dinde bulacaksınız? Bulamazsınız ki bulamazdınız ki Paşam!” dedim.
Tabii ben sözü bu tarafa getirince bizim Roma’da askerî ateşelik yapmış alay komutanı da; “Doğru Paşam! Roma’da bulundum, onların hiç akla mantığa uygun tarafı yoktur.” dedi. Paşa hazretleri çok takdir etmiş, verdiğim cevaptan memnun olmuş anlaşılan. Ben emekli olduktan sonra hâlâ bayramlarda bana tebrik gönderirdi.
İşin gerçeği de budur. Bizim ecdadımız, büyüklerimiz bu dini sosyal birtakım hadiselerin sürüklemesi sonunda rüzgarın önünde yaprak misali, “Eh ne yapalım bizim de kısmetimiz buymuş. Bu inanç da bizim olsun.” diye seçmediler. Her zaman yoklama ve irdeleme, kontrol ve tenkit süzgeçleri, mantık ve muhakemeleri çalıştı. İslâm’a daha çok âşık olarak sımsıkı bağlandılar.
Mesela Hindistan’a gittiler; buradaki 400 kadar mezhebi gördüler, yönettiler ve onların hepsini bir noktaya getirmek için çalıştılar. İran’a hakim oldular; buradaki şiiler ile sünnilerin arasındaki anlaşmazlığı halletmek için hakem rolünde oldular. Tarafları karşılarına getirip, hangisi haklıysa diğeri ona tâbî olsun diye münazara yaptırdılar. Devamlı bir ilmî araştırma, tenkit ve basiret üzere bu dine sarıldılar; severek bağlandılar.
Zaten severek bağlanılmayan bir dine insanoğlu asırlarca bu kadar fedakârca hizmet etmez. Bu kadar baskı ve düşmana rağmen bu kadar fedakârca bağlanmaz…
—
Prof. Dr. M. Es’ad Coşan’ın “İSLÂM” adlı eserinden alıntıdır…