Tanrı Korkusu ve Allah Sevgisi
Bütün korkulardan kurtulmak isteyen insan, Allah’tan korkmayı bilen insandır.
Korkularımızın kaynağı, ölüm korkusudur. Bedenimizin yok olması korkusu dallanır budaklanır da bin bir başlı bir korku sistemi haline gelir. Ölüm korkusunun temeli de, inançsızlık ya da inanç zayıflığıdır. Öteye inanmamak, yok olup gitmek tedirginliğini getirir. Ancak Tanrı’ya inanan, O’nu seven ve O’ndan korkan insandır ki, öte âleme, hesaba inanır. Ölüm korkusunu yener. Ölüm korkusu yıldızsa, öte âlem korkusu güneştir. Güneşin kalbde doğuşuyla yıldız kaybolur, görünmez olur.
Sevgi, coşku getirir; korku, tedbir ve temkin. Allah’ı sevmek inancın temeli ise de, bu aşkta cezbelerin son derecesiyle yanıp kül olmamak için, terazinin öbür kefesine bakmak, kuş gibi uçuşta öbür kanadı, Allah’dan korkmak, haddi aşmamak, tevazu- i dan ayrılmamak kanadını kullanmak gerekir. Terazinin tek kefesini, aşk kefesini doldurur da, öbür kefesini boş tutarsanız, denge bozulur, terazi devrilir.
Kuşu sadece sevgi kanadıyla uçurursanız, sonsuzluklara dalıp kaybolur.
Tanrı korkusu, fiziğimizden gelen ya da psikolojimizde oluşan tüm korkuların kafasını uçuran keskin Tanrı kılıcıdır. Onunladır ki, insan, temkin ve tedbirle birlikte, tüm lüzumsuz korkulardan azad olur.
Allah korkusu eğitimini almamış ruh, sevgilerin en yücesine batmış olsa da, sınırını bilmeyen ruh olacaktır. Kâinatta insanın bir bakıma yüceler yücesi bir yeri vardır ve insan bunu görür ve görmelidir ama madalyonun öbür yüzünü, insanın, diğer tüm yaratıklann Allah’ın varlığı ve kudreti önünde bir hiç mesabesinde olduğu gerçeğini unutmamalıdır.
Tanrı korkusu, her an dalıp gidecek olan inşam kendine getirir. Tarihin ve hayatın tüm acılı görünümleri onun için bir büyük ibret levhasıdır. Her an Tanrı’nın varlığını ve tek hakiki tasarruf sahibinin O olduğunu hatırlamak lâzımdır. Böylece adımlar bin defa düşünülerek atılır ve geri dönmeğe gerek kalmaz. Ve zaten atılan adımların çoğu geri dönülecek cinsten değildir.
Tanrı’dan korkmak, O’nu sevmeğe engel değil, gerçekte O’nu sevmenin şartıdır. Şuurlu sevmenin şartı. Sevgi dokusunu dirençlendiren damarlar, Allah korkusu çizgileridir.
Allah’tan utanma (haya), bu korkunun temel taşıdır. Kötülüklerin, yoz eğilimlerin yolunu tıkayan Tanrı taşlarıdır Allah korkusu ve Allah’tan haya etme düşüncesi.
Tanrı’yı insan gibi düşünen, tahayyül eden yirminci yüzyılın aldatıcı etkisine kapılmış Batı aydınlan, korkunun her türünü insan onurunu kinci gibi görürler. Oysa, fani ve bin bir kusurla dolu insandan korkmakla, ebedî ve ezeli, sonsuz kudret sahibi, bütün doğruluk, iyilik ve güzelliklerin kaynağı Allah’tan korkma, aynı anlama gelmez ve aynı cinsten değildir. Allah’ın büyüklüğü, kudreti karşısında hayrete düşme, hayran olma ve kendini bir kudret sanmaktan dolayı utanç duyma, Allah korkusunun dayanaklarıdır.
Allah sevgisini İlâhî bir kılıç ve Allah korkusunu rahmani bir kalkan gibi kuşanan mü’mindir ki, kâinatta, bütün olumsuz güç saldırılarına karşı mânen ve maddeten tam silâhlanmış ve mükemmel donanmış olur.
Bu yolun büyük önderleri, bazı bilginlerin korkuya, bazı aşk insanlarının da sevgiye ağırlık vermesi yanında, iki duyarlığın dengeli haline, (zülcenaheyn- iki kanatlı) olma durumuna çağırmışlardır inanan- ’ lan. Bazı büyüklerde sadece birinin zikredilir gibi olması bizi aldatmamalıdır. Zikredilmeyen duygu zikredilenin içinde erimiş durumdadır. İlâcın şekerle kaplanıp hap yapılması gibi. Mevlâna’nın sevgi çağrısı da tabii ki Allah’tan korkmayı zaten ve kendiliğinden içermektedir.
ALLAH SEVGİSİ
İnsanoğlu iyi düşünse, gerçek anlamda dünyada hiç bir şeyinin bulunmadığım idrak eder. Gören gözümüz, işiten kulağımız, düşünen dimağımız bile günü gelince bizi terk edip gider. Neye sahibiz ki? Sahipliğimiz, malikliğimiz hep geçicidir. Bir bahçemiz vardır. Onu kendimizin sanırız. Ama kimbilir belki onun içinde dolaşan kedi de kendinin sanmaktadır onu. Kuş da, yılan da, kirpi de kendinin sanmaktadır şu bizim sandığımız bahçeyi. Kuş, şarkısını söylerken bizden haberdar mıdır? Ağaç, köküyle toprağın karanlıklığını karıştırırken ve güneşe, ışığa doğru dallarını, çiçeklerini ve meyvelerini uzatırken bizden haberdar mıdır? Bizden haberdar olsa bile kendini bize ait kabul eder mi? “Ben ağacım” demez de “ben insanın ağacıyım” der mi? “Ben kuşum” demez de “ben insanın kuşuyum” der mi? Hayır, ne kuş, ne ağaç, ne taş, ne yer, ne gök kendini bize ait sayar.
İnsanoğlu dahil, her yaratık kendini ancak Allah’a ait sayar. Bununla mutlu olur, bununla tesellisini bulur. Dayanılmaz acılara, en dayanılmaz acılardan bir acı olan varoluş acısına bunun için dayanır. Hatta bu acıyı en büyük sevince çevirmeğe çalışır. Kendisini yaratan Allah’ı bilince, varoluş acısının yaşama sevincine döndüğünü görür insanoğlu.
Bize kalan, bizim olan, ebediyyen bizim olan, tek varlık Allah’tır. Hatta kendi varlığımız bile bizim değildir, bize ait değildir. Bir gölgedir. Ama, en parlak güneşten daha parlak olan Allah’ın varlığı, bizi aydınlatır, yaşatır, öte âleme taşır.
Severiz Tanrı’yı. Tanrı sevgisi, hayatın, varoluşun tek temeli. O sevgi olmadan tek yaprak bile kımıldamaz kâinatta. Kâinattaki ahenk, o sevginin ahengi, barış o sevginin barışı, uyum o sevginin uyumudur.
Tanrı sevgisi, en yakıcı ateşten daha şiddetli bir hararete sahiptir. Ondandır ki, bunca engel, bunca perde yığdı aramıza kader. Yine de gün gelince mermer erir, taş delinir, perdeler yırtılır ve biz Tanrı’ya gideriz.
Mutlak güzelliğin kaynağı Tanrı’ya gideriz. O’nun varlığında yok olmaya ya da daha doğrusu O’nun varlığıyla varolmaya gideriz.
Tanrı’dan korkma, Tanrı’dan utanma, Tanrı’ya güvenme, Tanrı’ya inanma, bizi o uçsuz bucaksız, sonsuz sevgiye, Tanrı sevgisine götürür. Bu çevre duygularıyladır ki Tanrı sevgisine daha güçlü ve donanmış olarak gideriz.
Allah sevgisi, insan maneviyatının esasıdır. Onsuz, ruhun manevi çöküntüsü mukadderdir. Ruhun manevi hastalıklarının tek ilâcı Allah sevgisidir.
Bütün sevgiler, Allah sevgisini aramadır. Onun provasıdır. Denemesi ve karalamasıdır.
Birdenbire bulunur bu aşk. Birdenbire erilir ona. Şairin dediği gibi: “birdenbire bul aşkı, bu tuhfe bulanındır”. Bu armağan, bu hediye sana gelmiştir En değerli armağan: Tanrı sevgisi.
Tanrı sevgisi, Tanrı’nın merhametini, rahmetini coşturur. Ve Tanrı merhameti, bütün pürüzleri, bütün gazaplan örten bir sel olur.
Birbirinden kopuk tüm varoluş ve hareketleri, teşbih taneleri gibi anlam ipine dizen kimya, Tanrı sevgisidir. Tanrı sevgisi, bakın altın yapan simyadır. Bakır ruhları altın ruhlar haline getiren simya.
Tanrı sevgisi ne çok pencereli, ne çok ışıklı İlahî bir yapıdır ki, bir yandan an duru, tertemiz bir metafiziğe, Allah’ın birliğine açılırken, öte taraftan ahlâkın en yücesine, estetiğin en kalıcı olanına ardına kadar açılır.
İnsanoğlu varlık bozkırında dolaşır durur hayat boyu. Bir bozkır ki kimi tarafi orman, kimi yanı çöldür. Sulan geçerken, tepeleri aşarken, bir dağ ucunda güneşi bulur, bir başka dağ eteğinde yitirirken, birdenbire Allah sevgisinin avı olur. Ava gitmişken avlanılmaktır, ulvi bir avlanılmaktır bu. Ama aynı zamanda avlanılmışken en büyük avlamadır da bu.
Allah sevgisi, Allah’ın insanı kendine çekmesidir. Îlâhî cezbeden ileri gelmektedir sevgi. Biz yöneldikçe bize yönelişidir Tanrı’nın.
Ölüm, tüm dünya iniş çıkışlarına bir toplam çizgisi çekince., bu sevginin değerini asıl o zaman anlarız.
O zaman anlarız, öteye ancak İlahî aşk bizi sağlıklı ve diri olarak götürür.
Ve orada ancak İlâhî aşkla varolduğumuzu bilir ve fark ederiz.
Yeşil sükunet vâdilerine ancak İlâhî aşkla varırız. Ve orada ebedî olarak yine ancak onunla kalırız.
Sezai Karakoç – Fizikötesi Açısından Ufuklar ve Daha Ötesi 2,syf:112-118