Sünnetin Kur’ân’a Nisbetle Yeri
Allah, Kur’an-ı Kerimi, takva sahibi olanlara hidayet, müslümanlara kanun ve gönüllere bir şifa, kurtuluşa ermelerini diledikleri için de bir kurtuluş olsun diye Resulüyle gönderdi. Allah’ın, Resullerini gönderdiği tüm amaçları kapsayıcı bir özellik taşımaktadır. Kur’an’da yasama, ahlak, teşvik, sakındırma, hikaye ve tevhid bulunmakta ve bu özellikleriyle de genelde ve ayntıda sağlıklı oluşu kesinlik arzetmiştir. Bir tek ayet kelime veya harfinde kuşkuya düşen müslüman kalmaz. Allah’ın dininde fakih olan bilgini en çok ilgilendiren husus, Allah’ın Kur’an’da kullan için öngördüğü yasa, üke ve kaideleri bilmiş olmasıdır.
Müslümanlar, Kuranı Rasulullah’tan sözlü olarak almış ve sahabeler çağından sonra da aynı şekilde ve mütevatir olarak iletmişlerdir. Allah’ın kitabını insanlara iletmenin dışında Rasulullah’ın bir önemi bulunmaktadır. O da bu kitabın açıklanması, ayetlerini yorumlaması, ahkamlarından mücmel olanı anlatmak ve Allah’ın kitabında belirttiği genel ve mücmel ahkamları açıklamaktır.
Müslümanlar Allah’ın kitabını bilmelerinin yanısıra Rasulullah’ın açıklama ve öğretmelerine ihtiyaç içindeydiler. Kuran’ı açıklamak üzere gönderilmiş olan Rasulullah’ın tefsir ve öğretmelerine ihtiyaç içindeydiler. Kur’an’ı açıklamak üzere gönderilmiş olan Rasulullah’ın açıklama ve yorumlarına başvurulmadan Kur’an’ın gerçek hakikatini ve Allah’ın ahkamlarla ne anlatmak istediğini kavramak mümkün değildir.
Bundan ötürüdür ki, geçmişte veya günümüzde bir takım gruplar dışında, müsllimanların tümü, Rasulullah’ın söz,fiil veya ikrar biçimindeki sünnetinin her müteşerinin helal ve haramı belirleme konusunda başvurması gereken yasama kaynaklarından biri olduğunda birliktirler.
Geçtiğimiz bölümlerde, Kur’an ve Rasulullah’ın sözlerinde buna delalet eden naslan göstermiştik. Ne var ki, şimdi üzerinde durmaya çalıştığımız bu değil. Konumuz, sünnetin Kur’an’a nisbetle konumunun ne olduğudur .kur’anla aynı mertebede midir, yoksa ondan bir basamak aşağıda mıdır ?
Hiç kuşkuşuz Kur an metin bakımından kesinlikle sabit olmuştur. Öte yandan Kur’an’da kat’i delalet ifade eden, diğer taraftan zanni ifade eden nasslar bulunmaktadır
Sünnete gelince, mütevatir türü kesinlikle sabit olurken, mütevatir olmayan ise özelde kat’i olsa bile, genelde zannidir. Dolayısıyla her iki bakımdan subutu zannı ifade eden, subutu kati ifade edene oranla ikinci mertebede bulunmaktadır. Bu bakımdan sünnet, Kur ana karşı ikinci basamakta yer almaktadır.
Aynı doğrultuda sünnet ister Kur’an’a bir açıklama, isterse de bir ilave olarak değerlendirilsin, açıklama açıklanana nisbetle bir açıklayıcı olarak ikinci mertebededir. Yani temel nas Kur’an olurken, sünnet tefsir anlamındadır ve bu bakımdan da ikinci derecede rolü vardır. Eğer bir ilave olarak değerlendirilecek olursa bu durumda da kitabta bulunması durumunda geçerliliği bulunmaktadır ve bu yönüyle yine ikinci sırada kalmış olmaktadir.
Bu, mantıki açıdan varılan sonuçtur. Nass ve kaynaklarda bu yaklaşımı pekiştiren deliller bulunmaktadır. Ebu Davud ve Tirmizi’ni rivayet ettikleri hadis buna örnek olmaktadır:
’‘Sana bir mesele getirildiği zaman, nasıl hüküm verirsin? Allah’ın ki tabıyla,Peki Allah’ın kitabında bulamazsan? Rasulullah’ın sünnetiyle. Peki anda da bulamazsan? Kendi görüşüme göre yargıda bulunurum.” Ömer’in, Kadi Şüreyh’e gönderdiği de aynı örnek içinde mütalaa edilebi- linir. “Sana bir mesele getirildiği zaman, o meseleyle ilgili olarak Allah’ın kitabıyla hükmet, eğer Allah’ın kitabında olmayan bir meseleyle karşılaırsan Rasullah’ın sünnetiyle yargı ver.” Bir başka rivayette de: Herhangi bir meseleyle karşılaştığında Allah’ın kitabına bak ve başkasına yönelme.
Bununla anlatılmak istenen şey bir başka rivayetle açıklanmıştır.Şöyle ki;
“Allah’ın kitabında gördüğün şeye bak ve hiç kimseye onunla ilgili bir- şey sorma; Allah’ın kitabında görmediklerinle ilgili olarak Rasulullah’ın sünnetini izle . ’’
İbn-i Mes’ud’un şöyle dediği rivayet edilmiştir. “Biriniz herhangi bir meseleyle karşılaştığında onunla ilgili olarak Allah’ın kitabıyla hükmetsin, Allah’ın kitabında olmayan bir meseleyle karşılaştığında ise Rasulullah’ın sünnetiyle hükmetsin.”
Daha Önce belirttiğimiz gibi Şeyheyn Ebu Bekir ve Ömer, herhangi bir sorunla karşılaştıklarında ilk önce o sorunu, Allah’ın kitabıyla çözüme kavuşturma yoluna giderdi: Aksi durumlarda da Rasulullah’ın sünnetine başvururlardı. Aynı doğrultuda bu husus birçok sahabi, tabiin ve müçtehid imamların sözlerinde ifadesini bulmuştur.
Öte yandan bu anlattıklarımıza karşı çıkan bazı bilginler olmuştur. Amm olan nass mutlak olanı tahsis ve mücmelini açıklaması bakımından Kurana oranla yargıda bulunabileceği belirtilmiştir. Bu durumda sünnete başvurularak, Kur an ahkamının dış görünümünden çıkarılan hüküm den vazgeçilir. Çoğunlukla Kur’an ahkamı görünürdeki özelliğiyle iki hüküm çıkarırken sünnet bunlardan birisini belirler. Böylece de sünnetle amel edilerek, Kur’an’ın öngördüklerinden vazgeçilir. Kur’an’da hırsızlıkla ilgili ayetlerin, her hırsızın elinin kesilmesini gerektirdiği görülmüyor mu? Ne var ki sünnet onu, korunmasını gerektirecek nisap seviyesinde hırsızlık yapmış olanla sınırlamıştır. Kur’an’ın öngördüğü hüküm elin kesilmesi şeklindedir. El ise, parmak ile dirsek arasım kapsamaktadır. Sünnet ise bunu bileklerden olmak üzere geçerli kılmıştır. Yine aynı doğrultuda zekatla ilgili ayetler her türlü malı kapsarken, sünnet bazı mallardan zekat alınabileceği şeklinde açıklama getirdi. Allah-u Teala: “Ve bundan sonrakileri nikah etmeniz için helal kıldı.” Sünnet, bu genellemeyi kadının üzerine hala ve teyzesinin nikahlanamayacağı biçiminde ortaya koydu.
Bu sözüyle sünnetin Kur’an’a oranla ilk sırayı aldığı veya eşit şartlarda olduğu söylenebilir.
Bu durumlarda da sünnetle amel etmek, Allah’ın ayetlerdeki buyruğunu yerine getirmek anlamındadır. Hırsızlıkla ilgili ayette amaç, elin dirseklere kadar uzanan kısmınının değil, bilekten geçerli olmak üzere olan kısmınin kesilmesidir. Hırsızdan kasıt, korunması gereken nisab seviyesinde hırsızlık yapmış olandır. Sünnet, bu durumda yeni bir hüküm belirtmezken, ihtimal dahilinde olan birşeyi açıklamıştır. Bu da bir kısım bilginlerin görüşünce, sünnetin Kur’an’a oranla öncelikli bir durumda olduğu hususudur. Yani daha ön sırada bulunması dolayısıyla, Kur’an’ı açıklayıcı bir konumdadır.
Öte yandan, Muaz’dan rivayet edilen hadisle ilgili değişik görüşler bulunmaktadır. Tirmizi bu rivayet hususunda şunları söylemektedir: “Bu rivayeti ancak bu yolla biliyoruz. Senedi de muttasıl değildir. Cevzani bu hadisi uydurulmuş hadisler arasında değerlendirerek şunları söylemektedir. “Bu hadis, şeriatın usullerinden birini belirlemek üzere itimad edilmeyecek bir isnadla gelmesi bakımından batıldır.”
Ne var ki, Ebu Bekir, Ömer, İbn-i Mes’ud, îbn-i/Abbas ve diğer sahabe büyüklerinin ve onlardan sonra gelen selef bilginlerinin konuya örnek olacak uygulamaları düşüncemizin belirlenmesi açısından yeterlidir. Hiç şüphesiz sübut yollan bakımından ifade edişim dolayısıyla Kur’an’a nisbetle ikinci derecede bir anlam ifade etmektedirler, öte yandan ietihad ve naslara anlaşılır olması için. Kur’an ahkamını uygulamadan önce sünnete başvurmak kaçınılmazdır. Sünnetin Kur’an anlamını tahsis veya takyid ettiğinden veya sünnetin yapageldiği açıklama ve yorum ihtimallerinden dolayıdır bu. Bu durumlarda da sünnet Kur’anla eşit şartlarda bulunmaktadır.
Mustafa Sıbai, İslam Hukukunda Sünnet