1-Sünnet’in Delil Oluşuna Kuranı Kerim’den Deliller
Allah Teâlâ’mn Kitabı, sünnetin delil oluşunu kesin olarak ifade eden pek çok âyet-i kerîmeyle doludur.
Bu âyet-i kerîmeler, birkaç gruba ayrılmaktadır. Bazen bir âyet-i kerîme, birden fazla gruba ait olabilmektedir. Biz, burada beş grubu zikretmekle yetineceğiz.
Birinci Grup Âyetler:
Hz. Peygamber (s.a.v)’e iman etmenin vâcib olduğunu gösteren âyet-i kerîmelerdir.
Burada Hz. Peygamber’e imanla anlatılmak istenen, O’nun peygamberliğini ve Kur’ân’da zikri geçsin veya geçmesin, O’nun Allah katından getirdiği bütün şeyleri tasdik ve kabul etmektir. Yine Hz. Peygamber’e uymamanın ve hükmüne rıza göstermemenin imanla bağdaşamayacağını ifade eden âyet-i kerîmeler de bu gruba girer.
Şimdi ilgili âyet-i kerîmeleri ve ulemânın yaptığı bazı açıklamaları sunuyoruz:
Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Allah’a, Pey-gamberi’ne, indirdiği Kitab’a ve daha önce indirdiği Kitab’a (tam manâsıyla) iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını ve kıyamet gününü inkâr ederse, tam manâsıyla sapıtmıştır.”[1]
“Artık Allah’a, Rasûlü’ne ve indirdiğimiz nâra (Kur’ân’a) iman edin, Allah, yaptıklarınızdan tamamen haber dardır,’[2]
“Rasûlüm de ki: Ey insanlar! Gerçekten ben, sizin hepinize gelen, Allah’ın peygamberiyim. O Allah ki, yer ve göklerin tasarrufu O’nundur. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, diriltir ve öldürür. Onun için Allah’a ve O’nun bütün kelimelerine iman eden o ümmî Peygambere iman edin ve o Peygambere uyun ki, doğru yolu bulasınız.’[3]
Kâd-ı Iyâz (544/1149), demiştir ki: “Allah’ın peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v)’e iman, kesin bir farzdır. İman ancak O’nunla tamam olur ve İslâm ancak O’nunla sıhhat bulur,”[4] Allah Teâlâ, buyurmuştur ki: “Kim Allah’a ve Rasûlü’ne iman etmezse bilsin ki muhakkak biz, kâfirler için tutuşmuş bir ateş hazırladık.”[5]
Allah Teâlâ, yine buyurur ki: “(Ey Rasûlüm) Gerçekten biz, seni (ümmetine) şâhid (Cennetle) müjdeleyici (Cehennemle) korkutucu bir peygamber olarak gönderdik ki siz insanlar, Allah’a ve Peygamberine iman edesiniz. Rasûlü’ne yardım edip O’nu yüceliksiniz ve sabah aksam Allah’ı teşbih edesiniz.”[6]
Allah Teâlâ, buyurur: “Mü’minler ancak Allah’a ve Rasûlü’ne iman eden, sonra imanlarında asla şüpheye düşmeyen ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerdir. İşte onlar, gerçekten sâdık kimselerdir.”[7]
Bir başka âyet: “Mü’minler ancak Allah’a ve Rasûlü’ne gönülden iman etmiş kimselerdir. Onlar, o Peygamber’le toplu bir iş üzerinde bulundukları vakit, O’ndan izin isteyip O da izin vermedikçe bırakıp gitmezler. (Rasûlüm) Şu, senden izin isteyenler, hakikaten Allah’a ve Rasûlü’ne iman etmiş kimselerdir. Öyle ise bazı işleri için senden izin istediklerinde, sen de onlardan dilediğine izin ver; onlar için Allah’tan bağış dile; Allah çok mağfiret edici ve merhametlidir.”[8]
İmam Şafiî (204/819), demiştir ki: “Allah Teâlâ, kendisine ve Rasûlü’ne imanı, diğer bütün amellerin başlangıcı ve kâmil imanın kaynağı yapmıştır. Bir kul, Allah’a iman edip de Rasûlü’ne iman etmese, imanı tamam ve sahih olmaz. Hatta kabul görmez. “[9]
İbn Kayyım el-Cevziyye (751/1350) ise şöyle demektedir: “Allah Teâlâ, Ashâb-ı Kirâm’ın, Hz. Peygamber’le toplu bir işteyken ondan izin almadan herhangi bir yola ve yere gitmemelerini, imanın gereklerinden kılınca, O’nun izni olmaksızın, ilmî bir mezhebe ve hükme gitmemeleri, daha öncelikli olarak imanın bir gereği olmaktadır. Hz. Peygamber (s.a.v)’in böyle bir konudaki izni ise getirdiği vahiy ve sünnetin o şeye izin verdiğini göstermesi ile bilinmektedir.”[10]
Allah Teâlâ, buyurur: “Güçsüz durumda bulunanlar, hasta olanlar ve infak edecek bir şey bulamayanlar, Allah ve Rasûlü’ne sadâkatlerini korudukları takdirde kendilerine, cihaddan geri kaldıkları için bir günah yoktur. İyilik sahiplerini ayıplamaya bir yol yoktur. Allah Gafur ve Rahim’dir.”[11]
Ebû Süleyman el-Hattâbî (388/998), demiştir ki: “Âyet ve hadislerde geçen nasihat, kendisi için nasihat yapılan ve samimiyet gösterilen kimse için hayır düşünüldüğünü ifade eden bir kelimedir. Nasihata tek bir mânâ vermek, doğru ve mümkün değildir. Nasihatın lügat mânâsı, ihlâs ve samimiyettir.
Buna göre Allah Teâlâ için nasihat, O’nun birliğine doğru bir şekilde itikad etmek, O’nu lâyık sıfatlarla vasfetmek, hakkında caiz olmayan şeylerden tenzih etmek, sevdiği şeylere rağbet, gazablandığı şeylerden nefret ve ibâdetinde ihlâs üzere hareket etmektir.
Allah’ın Kitabı için nasihat; ona iman, onunla amel, güzel okumak, kıraati anında huşu üzere olmak, onu yüceltmek, onu anlamak ve hükümlerine vâkıf olmak, haddi aşanların hevâlarına göre yorumlarından ve dinsizlerin hücumlarından onu korumaktır. Allah’ın Rasûlü için nasihat ise O’nun peygamberliğini tasdik etmek, emir ve yasaklarında kendisine var güçle itaat etmektir.”
Ebû Bekir el-Acurî, demiştir ki: ‘Allah’ın Rasûlü için nasihat, O’nu desteklemek, kendisine yardım etmek, hayatta ve vefat ettikten sonra himaye etmek; sünneti öğrenip savunarak, halk arasında yayarak, yüce ahlâkı ve güzel edebiyle ahlâklanarak O’na ait şeyleri ihya etmektir.”
Ebû İbrahim İshak et-Tûcîbî (Ö.352 h.), demiştir ki: “Rasû-lullah (s.a.v) için nasihat, getirdiklerini tasdik, sünnetini tatbik, onu yaymak ve buna teşvik, Allah’a, Kitabı’na, Rasûlü’ne, O’nun sünnetine ve onunla amele davet etmektir.”[12]
Allah Teâlâ, buyurur ki: “Onlara: Allah’ın indirdiğine ve Rasûlü’ne gelin,’ denildiği zaman, münafıkların, kibirlenerek senden yüz çevirdiklerini görürsün.”‘[13]
Yine Allah Teâlâ, buyurur: “(Bazı İnsanlar) Allah’a ve Rasûlü’ne inandık ve itaat ettik diyorlar, sonra da içlerinden bir grup yüz çeviriyor. Onlar gerçekten mü’min değillerdir.”
“Onlar, aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Rasûlü’ne çağrıldıklarında, içlerinden bir kısmının yüz çevirip döndüğünü görürsün!”
“Ama eğer (Allah ve Rasûlü’nün hükmettiği) hak kendi lehlerine ise itaat içinde gelip boyun eğerler.”
“Bunların kalplerinde bir hastalık mı var, yoksa şüphe içinde midirler, yahut Allah ve Rasûlü’nün kendilerine zulüm ve haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar1? Hayır, gerçekten onlar zâlim kimselerdir.”
“Aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Rasûlü’ne çağrıldıkları vakit, mü’minlerin sözü, ancak: ‘Dinledik ve itaat ettik,’ demeleridir. İşte bunlar kurtuluşa erenlerdir.”
“Kim Allah’a ve Rasûlü’ne itaat eder, Allah’tan içtenlikle korkar ve O’na isyandan sakınırsa, işte onlar, saadeti ele geçiren kimselerdir.”
“Bir de münafıklar, kendilerine emrettiğin zaman, muhakkak (savaşa ve hicrete) çıkacaklarına dair en kuvvetli yeminler ettiler. (Ey Rasûlüm, onlara) de ki: Yalan yere yemin etmeyin. Sizden istenen hâlis bir itaattir. Muhakkak Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır. ”
“(Ey Rasûlüm) de ki: Allah’a itaat edin, Peygambere de itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz Peygambere düşen tebliğ, size düşen de itaat etmektir. Eğer O’na itaat ederseniz hidâyete erersiniz; Peygambere düşen, sadece hakkı açıkça tebliğ etmektir.”[14]
İmam Şafiî (204/819), demiştir ki: “Allah Teâlâ, bu âyet-i kerîmelerde insanlara, onların aralarında hüküm vermesi için Rasûlullah (s.a.v)’a davet edilmelerinin, aslında, Allah’ın hükmüne bir davet olduğunu bildirmiştir. Çünkü aralarında hakem, Allah’ın Rasûlü’dür. Allah farz kıldığı için O’nun Rasûlü’nün hükmüne teslim oldukları zaman hakikatte onlar, Allah’ın hükmüne teslim olmuş olacaklardır.”[15]
Allah Teâlâ, buyurur: “Allah ve Rasûlü bir işe hüküm verdiği zaman, mü’min bir erkek ve kadına, kendi işlerinden dolayı Allah’ın ve Peygamberin hükmüne aykırı olanı seçme hakkı yoktur. Kim, Allah’a ve Rasûlü’ne isyan ederse açık bir şekilde sapıtmış olur.”[16]
İbn Kayyım (751/1350), demiştir ki: “Allah Teâlâ, bir mü’min için Allah ve Rasûlü’nün hükmünden sonra başka şeyi seçme hakkının bulunmadığını, böyle bir tutum içine girenin, apaçık sapıtacağını haber vermiştir.”[17]
Allah Teâlâ, buyurur: “Hayır, Rabbine yemin olsun ki, aralarında çıkan bir anlaşmazlıkta seni hakem yapıp sonra da verdiğin hükümden, içlerinden hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manâsıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.”[18]
İbn Kayyım el-Cevziyye, demiştir ki: “Allah Teâlâ, kullarının (büyük-küçük) aralarında çıkan her anlaşmazlıkta, Rasûlü’nü hakem yapmadıkça mü’min olamayacaklarına zâtı üzerine yemin etti.
İmanlarının kabulü için sadece O’nu hakem seçmeyi yeterli bulmayıp verdiği karar ve hükümlerden, içlerinde herhangi bir darlık ve sıkıntının bulunmamasını ileri sürdü. Bununla da yetinmeyip verilen hükme tam teslimiyetle boyun eğmelerini istedi.”[19]
İmanı Şafiî (r.h) demiştir ki: “En doğrusunu Allah bilir, bize ulaşan haberlere göre bu âyet-i kerîme, Zübeyr b. Avvam (r.a) ile arazi konusunda çekişmeye giren bir adam hakkında nazil olmuştur. Davayı, Hz. Peygamber’e götürdüklerinde, Allah Rasûlü, Zübeyr’in (r.h) lehine hüküm vermiştir. Verilen hüküm, Rasûlullah’a ait bir uygulama olup Kur’ân’da, buna dair bir âyet yoktur, Allah en iyisini bilir, Kur’ân da bu anlattığıma delâlet etmektedir. Çünkü bu konuda Kur’ân’da bir hüküm olsaydı, ilgili âyetler bulunurdu.”[20]
İmam Şafiî (r.h), özetle şunu demek istiyor: Âyet-i kerîme’nin nüzulüne sebep olan hadisedeki hüküm, Allah’ın Kitabı’nda açıkça mevcut değildir. Hüküm, Allah Rasûlü’ne aittir. Çünkü bulunmuş olsaydı imansızlık, Kitab’m hükmünü reddedişlerinden ve ona teslim olmayışlarından olur, Rasûlullah’m hakem seçilmeyişinden, hükmüne teslim olmayışından ve karara karşı iç sıkıntısından kaynaklanmazdı. Bu durumda zahiren şöyle denilirdi: “Rabbine yemin olsun ki onlar, Kitab’ın hükmünü kabul edip ona teslim olmadıkça, iman etmiş olmazlar.” Böyle bir ifade bulunmadığına göre bu hükmün, Rasûlullah’a ait olduğu anlaşılır.
İkinci Grup Ayetler:
Bu gruptaki âyetler, Rasûlullah (a.s)’ın, Kitab’ı (Kur’ân’ı) açıklayıcı -Allah’ın hükmüne uygun olarak-, Allah Teâlâ katında makbul olacak şekilde şerh edici olduğunu ve Hz. Pey-gamber’in ümmetine Kitab’ı ve hikmeti (sünneti) öğrettiğini gösteren âyet-i kerîmelerdir.
Biz, hikmete, İmam Şafiî ve başkalarının dediği gibi sünnet mânâsını verdik. Hikmetin de Kur’ân mânâsına geldiğini kabul etme durumunda, Rasûlullah’m (s.a.v) onu ümmetine öğretmesinden anlaşılması gereken, Kur’ân’ı şerh, mücmelini beyân ve müşkilini tavzih etmesidir. Bu da O’nun Kitab’a getirdiği sözlü, fîîlî ve takriri açıklamalarının delil olmasını gerektirir. Şimdi ilgili âyetleri görelim:
Allah Teâlâ, buyurur ki: “İnsanlara kendilerine indirileni açıklaman için sana Kur’ân’ı indirdik. Belki düşünüp anlarlar.”[21]
“Biz bu Kitab’ı sana, sırf hakkında ihtilâfa düştükleri şeyi insanlara açıklayasın ve iman eden bir topluma da hidâyet ve rahmet olsun diye indifdik.”[22]
“Nitekim kendi içinizden size, âyetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden temizleyen, size Kitab’ı ve hikmeti ta’lim edip bilmediklerinizi öğreten bir Rasûl gönderdik.”[23]
“And olsun ki, içlerinden, kendilerine Allah’ın âyetlerini okuyan (kötülük ve küfür kirinden) kendilerini temizleyen, kendilerine Kitab ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle Allah, mü’minlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Halbuki onlar, daha Önce apaçık bir sapıklık içinde idiler.”[24]
“(Okuma yazma bilmeyen) ümmîlere, içlerinden, kendilerine âyetlerini okuyan, onları küfür ve isyan kirlerinden temizleyen, onlara Kitab’ı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O’dur. Şüphesiz onlar, Önceden apaçık bir sapıklık içindeydiler.”[25]
“Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini, size öğüt vermek üzere indirdiği Kitab’ı ve hikmeti hatırlayın. Allah’tan korkun. Bilin ki Allah, herşeyi hakkıyla bilmektedir,”[26]
“Allah, sana, Kitab’ı ve hikmeti indirdi ve sana bilmediklerini öğretti, Allah’ın sana ihsanı çok büyüktür.”[27]
“(Ey Peygamber hanımları!) Evlerinizde okunan Allah’ın âyetlerini ve hikmeti hatırlayın. Şüphesiz Allah, herşeyin iç yüzünü bilen ve herşeyden haberdar olandır.”[28]
İmam Şafiî (r.h) (204/819), demiştir ki: “Allah Teâlâ, ‘Kitab’ deyince Kur’ân’ı, ‘hikmet’ ile de -görüşlerine katıldığım ehl-i Kur’ân âlimlerin dediği gibi- Rasûlullah’ın sünnetini kasdetmiştir. Bu görüş, Kur’ân’ın ifadesine uymaktadır. Allah, en iyisini bilir. Çünkü Kur’ân, Önce Kitab’ı, peşinden hikmeti zikretmiştir. Allah Teâlâ da kendilerine, Kitab ve hikmeti öğretmekle kullarına yaptığı ihsanı zikretmektedir. Allah, en doğrusunu bilir. Buradaki hikmetin, Rasûlullah’ın sünnetinden başka bir şey olduğunu söylemek de uygun değildir. Sebebi şudur: Allah Teâlâ, hikmeti, Kitab’la yanyana zikretmiştir. Ayrıca Peygamberine itaati ve herkese onun emrine uymayı farz kılmıştır. Allah’ın Kitabı ve Rasûlü’nün sünnetinden başka hiçbir söz için ‘farz’ denilmesi caiz değildir. Bunun sebebi de Allah Teâlâ’nın, Rasûlü’ne imanı, kendisine iman ile beraber zikr ve emretmesidir.”[29]
İmam Şafiî (r.h), bu ifadeleriyle şunu açıklamak istiyor: Allah Teâlâ, bütün bu âyetlerde hikmeti, Kitab üzerine atfederek zikretmiştir. Atıfla, yanyana zikredilen iki şey aynı olmayacağı için buradaki hikmet, sünnettir. Ayrıca hikmetin, Kitab ve sünnetin dışında başka bir şey olması da sahih değildir. Çünkü Allah Teâlâ, bize hikmeti öğreterek ihsanda bulunduğunu bildirmiştir. Böyle bir ihsan, ancak doğru, gerçek ve katındaki ilmine uygun bir şeyle olabilir. Şu halde hikmet, Kitab (Kur’ân) gibi uyulması gereken bir şeydir. Özellikle Allah Teâlâ’nın, hikmetle Kitab’ı beraber zikrettiğini düşünürsek, söylediğimiz daha rahat anlaşılır. Hem Allah Teâlâ, bize, ancak Kitabı’na ve Rasûlü’nün sünnetine uymamızı emretmiştir. Şu halde hikmetin sünnet olduğu ortaya çıkmaktadır.
Üçüncü Grup Ayetler:
Bu gruptaki âyetler, Hz. Peygamber (s.a.v)’e emir ve nehiylerinde mutlak olarak uymanın vâcib, O’na itaatin Allah’a itaat olduğunu gösteren, kendisine muhalefetten ve sünnetini değiştirmekten sakındıran âyet-i kerîmelerdir.
Allah Teâîâ, buyurmuştur ki: “Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin ki, merhamet olunasınız.”[30]
“De ki: Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin. Eğer itaatten yüz çevirirseniz (şüphesiz bilin ki) Allah kâfirleri sevmez.”[31]
“Ey iman edenler! Allah ve Rasûlü’ne itaat edin. Dinlediğiniz halde O’ndan yüz çevirmeyin. İşitmedikleri halde, işittik diyenler gibi olmayın.”[32]
“Allah’a itaat edin. Peygambere itaat edin. İsyandan sakının. Eğer itaatten yüz çevirirseniz, biliniz ki, Rasûlümüze düşen, sadece apaçık tebliğdir.”[33]
“Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; yoksa dağılırsınız ve gücünüz gider. Sabredin; şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.”[34]
“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin ve Peygambere de itaat edin. (İnkâr ve isyanlarla) amellerinizi boşa çıkarmayın.”[35]
“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygambere ve sizden olan ulü’l-emre (idarecilere) de itaat edin. Herhangi bir konuda ihtilâfa düştüğünüzde, eğer Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız, onu Allah’a ve Rasûlü’ne götürün. Böyle yapmanız, sizin için daha hayırlı ve sonuç olarak daha güzeldir.”[36]
Kâd-ı Iyâz (544)1149), Atâ’dan, İbn Abdilberr (463/1071) Beyâni’l-İlim’de ve Beyhakî (458/1066) el-Medhal’de Meymun b. Mihran’dan, şunu rivayet etmişlerdir: “Bir dâvayı Allah’a götürmek, onu Kitabı’na arzetmektir.”
İmam Şafiî (204/819), demiştir ki: “Alimlerin bir kısmı, âyette geçen ulü’l-emirden maksadın, Rasûlullah’ın düşmanı takibe gönderdiği seriyyelerin başındaki insanlar olduğunu söylemiştir. En doğrusunu Allah bilir. Bize verilen haber böyle. Allah daha iyisini bilir; bu, şöyle diyenin sözüne benziyor: ‘Mekke civarında yaşayan Araplar, disiplinli yönetim bilmezlerdi. Bir idarî disiplin içinde, bazısının diğerlerine itaat etmesini gururlarına yediremezlerdi. Allah Rasûlü’ne itaatle boyun eğdiklerinde, bu itaati, Rasûlullah’tan başkası için uygun görmüyorlardı. Bunun için Rasûlullah’ın başlarına tayin ettiği idarecilere itaat etmeleri emredildi. Bu, mutlak mânâda bir itaat değildir. Kendileri ve idareciler için istisnaları vardır. Bunun için: ‘Herhangi bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz,, onu, Allah’a ve Rasûlü’ne götürün (onların talimatına göre halledin)’ buyurdu.” Allah, en doğrusunu bilir. Ulü’l-emre itaatten sonra böyle emir verilmesi, onlarla halk arasında bazı anlaşmazlıkların olacağını ve bunun hâl çaresinin, Allah ve Rasûlü’ne götürmek olduğunu gösteriyor ve âyet şunu da ifade ediyor: İhtilâfa düştüğünüz zaman, bu konuda Allah ve Rasûlü’nün hükmünü biliyorsanız, onlara arzedin; eğer bilmiyorsanız, yanına vardığınızda Rasûlullah’a veya sizden onunla buluşan birisine sorun. Çünkü bu, kimsenin itiraz etmediği bir farzdır. Ayet-i kerîme’de: “Allah ve Rasûlü, herhangi bir işe hüküm verdiği zaman, mü’min bir erkek ve kadın için o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur.”[37] buyuruhnuştur.
Rasûlullah (s.a.v)’ın vefatından sonra, bu şekil bir çekişmeye düşen kimse, meseleyi, önce Allah’m (Kitabı’nda getirdiği) hükmüne, sonra da Rasûlü’nün (sünnetiyle ortaya koyduğu) kararma götürür. Eğer o konuda, Kitab ve sünnette veya herhangi birinde bir hüküm ve açıklama yoksa, başka âyet-i kerîmelerde belirtildiği gibi Kitab ve sünnete dayanarak kıyasa gider.[38]
Hafız İbn Hâcer (852/1448), Fethu’l-Bâri adlı eserinde, önce ulemânın, âyette bahsedilen ulül-emrin kimler olduğu hakkındaki ihtilâflarını açıklıyor ve ulü’l-emr, idareciler mi yoksa âlimler midir? görüşleri içerisinden birinci gurubun tercihe şayan olduğunu belirtip bir önceki âyetin de buna delâlet ettiğini söylüyor. Bu âyet şudur: “Allah size, mutlaka, emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde, adaletle hükmetmenizi emreder.”[39]
Daha sonra şunları naklediyor: Âyet-i kerîme’de, hakikatte itaat edilen sadece Allah Teâlâ olmakla birlikte ”Allah’a itaat edin,” şeklinde itaat fiilinin tekrar edilmesi ve bunun ulü’î-emr için ayrıca kullanılmaması, mükellef olunan şeylerin kaynağının sadece Kur’ân ve sünnet olduğunu göstermek içindir. Sanki şöyle denilmiş oluyor:
“Kur’ân’ın size emrettiği konularda, Allah’a itaat edin. Ayrıca Kur’ân’dan açıkladığı konularda ve sünnetiyle ortaya koyduğu hususlarda Peygambere de itaat edin.”
Yahut âyetin mânâsı şöyle olur:
“Tilâvetiyle ibâdet yapılan vahiyle (Kur’ân’la), size emrettiği şeylerde Allah’a itaat edin ve Kur’ân olmayan vahiyle (sünnetle), size emrettiği şeylerde de Peygambere itaat edin…”
Tâbiîn’den bir zâtın, Benî Ümeyye idarecilerinden birine verdiği cevap ne kadar güzeldir. İdareci, kendisine: “Allah Teâlâ, ‘ve sizden olan idarecilere itaat edin,’ âyetinde sizin bize itaat etmenizi emretmiyor mu?” diye sorunca, o zât:
“Hayır, siz, hakka muhalefet ettiğiniz için size itaat ortadan kalkmıştır. Çünkü, aynı âyetin devamında: ‘Herhangi bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz -eğer Allah’a ve âhiret gününe inanıyorsanız-onu Allah’a ve Rasûlü’ne götürün,’ buyurulmaktadır.[40] Sizse bunu yapmadınız,” demiştir.[41]
Şerefüddîn et-Tayyîbî (743 h.), demiştir ki:[42] “Allah Teâlâ: ‘Peygambere itaat ediniz/ buyururken, itaat ediniz fiilini ikinci kez zikretti ki, Hz, Peygambere mutlak ve müstakil olarak itaatin vâcib olduğu anlaşılsın. Fakat ulü’l-emir’de aynı emir tekrarlanmadı. Allah Teâlâ, bununla, idareciler içinde kendisine itaatin vâcib olmayacağı kimselerin de bulunabileceğine işaret etmiş ve bu: Aranızda herhangi bir konuda anlaşmazlığa düştüğünüz zaman, onu, Allah ve Rasûlü’ne götürünüz,’âyetiyle açıklamıştır.”
Âyette, sanki şöyle denilmiş oluyor: “Eğer idarecileriniz, hakka uymazlarsa, onlara itaat etmeyin ve ihtilâfa düştüğünüz şeyi (halletmek için) Allah’ın ve Rasûlü’nün hükmüne müracaat edin.”
Îbnu’l-Kayyım (751/1350), demiştir ki: “Allah Teâlâ, kendisine ve Rasûlü’ne itaati emretti. Peygambere emrettiklerini, Kitab’a (Kur’ân’a) arzetmeksizin, bizatihi kendisine itaatin vâcib olduğunu bildirmek için ‘Peygambere de itaat ediniz,’ buyurarak ‘itaat’ emrini tekrarladı. Hz. Peygamber (s.a.v), bir emir verdiği zaman, o emir Kur’ân’da bulunsun bulunmasın, mutlak ve müstakil olarak kendisine itaatin vâcib olduğunu bildirdi. Çünkü O’na Kitab ve beraberinde benzeri değerde sünnet verilmiştir.
Allah Teâlâ, ulü’l-emre müstakil olarak itaati emretmedi. Aksine fiili hazfedip onlara itaati, Peygambere itaatin içinde emretti. Bununla onlara, ancak Peygamberin itaatine bağlı olarak itaat edileceğini, onlardan, Peygamberin taatine uygun emir verene itaatin vâcib; onun getirdiği hükümlerin tersine emir verenlere hiçbir şekilde itaat etmenin gerekmeyeceğini bildirmiştir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v), sahih hadislerinde şöyle buyurmuştur:
Yaratana isyanda, kula itaat yoktur:’[43] ‘İtaat ancak hayırda olur.’[44]
İdareciler hakkında: ‘Sizden kim, bir günahı emrederse, asla kendisine kulak verilmez ve itaat edilmez,’[45] buyurmuştur.
Hz. Peygamber (s.a.v)’e, başlarındaki komutan ateşe girmelerini emretmiş, ona girmek isteyen bazı kimseler kendisine haber verilince:
‘Eğer ona girselerdi, bir daha ondan çıkamaz, Cehennemde de ondan kurtulamazlardı,’[46] buyurmuştur.
Halbuki onlar, ateşe, komutanlarına bir itaat olarak giriyorlardı ve bu emre uymanın, kendilerine vâcib olduğunu zannediyorlardı.
Fakat onlar, yanlış ve noksan içtihad yaptılar, Allah’a isyan olan bir emre uymaya kalktılar, Rasûlullah (s.a.v)’tan o konuda bir emir gelmemesine ve dinde de bu iş yasak olmasına rağmen onlar, her konuda emre itaat gerekir, fikrine vardılar; böylece içtihadların-da hata ve acze düştüler. ‘Bu yaptığımız, Allah ve Rasûlü’ne bir itaat midir, yoksa değil midir?’ diye hiç araştırmaksızın, nefislerine azap etmeye ve onu helake kalkıştılar. Onlar, bunu bilmediklerinden de olsa, emre itaat ediyoruz diye yaptılar. Sonunda, yukarıdaki tehditle karşılaştılar. Bunun yanında bir de Allah’ın, Peygamberiyle gönderdiklerine apaçık ters düşen konularda, bir başkasına itaat eden kimsenin hâlini düşün!..
‘Sonra Allah Teâlâ, rnü’minlere -eğer imanlarında sâdık iseler-anlaşmazlığâ düştükleri şeyleri, Allah ve Rasûlü’ne götürmelerini emretti ve böyle yapmalarının, dünyada kendileri için daha hayırlı, âhirette de sonucun daha güzel olacağını bildirdi.’
‘Bu âyet-i kerime, birçok şeye işaret etmektedir:
1- Mü’minler, bazen muhtelif konularda ihtilâf ve anlaşmazlığa düşebilirler; ancak bununla, imandan çıkmış olmazlar.
. 2- Âyet-i kerîme’de: ‘Herhangi bir şeyde çekişmeye düşerseniz…’ şeklindeki şartın, umumîlik ifade eden bir kelime ile zikredilmesi, küçük-büyük, açık-gizli, mü’minlerin anlaşmazlığa düştüğü herşeyi içine almaktadır. Şayet anlaşmazlığa düşülen şeylerin hükmü, Allah’ın Kitabı’nda ve Rasûlü’nün sünnetinde açıklanmasaydı veya bunlar kâfi gelmeseydi Allah, onlara götürme emrini vermezdi. Çünkü Allah Teâlâ’nın, bir anlaşmazlık olunca, onu bu çekişmeyi halledemeyecek bir mercie götürmeyi emretmesi mümkün değildir.
3- Ümmet, dâvayı Allah’a götürmenin, O’nun Kitabı’na arzet-mek, Rasûlullah (s.a.v)’a götürmenin ise hayatta iken kendisine, vefatından sonra da sünnetine arzetmek olduğuna icmâ etmişlerdir.
4- Allah Teâlâ, herhangi bir anlaşmazlık hâlinde, meseleyi Allah ve Rasûlü’ne götürmeyi, imanın bir gereği ve zarureti yapmıştır. Öyle ki, bu arz yapılmayınca iman da ortadan kalkacaktır. Bir şeyi gerektiren sebebin yok olmasıyla, ona bağlı olanın da yok olması gibi. Özellikle bu iki şey arasındaki mülâzemet ve gereklilik daha kuvvetlidir. Çünkü bu, iki taraflıdır. Onlardan birisi yok olursa, diğeri de ortadan kalkacak durumdadır.
Sonra Allah Teâlâ, meseleyi, Allah ve Rasûlü’ne arzetmenin, kendileri için daha hayırlı ve sonuç olarak da daha güzel olduğunu bildirmiştir.”[47]
Allah, kendisine rahmet etsin; müellif, kitabında çok güzel pit ve çok doğru izahlarda bulunmuştur. Rasûlullah (s.a.v)’a itaati emreden âyetleri sunmaya devam edelim:
Allah Teâlâ, buyurmuştur ki: “Ey iman edenler! Sizi hayat veren şeye çağırdıklarında, Allah’a ve Rasûlü’ne icabet edin. Biliniz ki, muhakkak Allah, kişi ile kalbi arasına girer. Şüphesiz O’nun huzurunda hasredileceksiniz.”[48]
“Biz, her peygamberi, -Allah’ın izniyle- ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik. Eğer onlar, kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah’tan bağışlanmayı dileseler, Rasûl de onlar için istiğfar etseydi Allah’ı çok fazla affedici, esirgeyici bulurlardı.”[49]
“Peygamber size neyi verdi ise onu alıp yapın; sizi neden sakındırdı ise ondan da sakınıp kaçın.”[50]
“Kim, Allah’a ve Rasûlü’ne itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine lütûflarda bulunduğu peygamberler, sıddîkler, şehidler ve sâlih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır.”[51]
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin ki Allah, işlerinizi düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim, Allah ve Rasûlü’ne itaat ederse, büyük bir kurtuluşa ermiş olur.”[52]
“Muhakkak ki sana bîat edenler, ancak Allah’a biat etmektedirler. Allah’ın eli, onların ellerinin üzerindedir. Artık kim ahdini bozarsa, kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah ile olan ahdine vefa gösterirse Allah, ona büyük bir mükâfat verecektir.”[53]
“Biz, seni insanlara Peygamber olarak gönderdik, şahid olarak Allah yeter. Kim, Peygambere itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına koruyucu ve gözetici göndermedik.”[54]
İmam Şafiî (204/819), demiştir ki: “Allah Teâlâ, yukarıdaki son iki âyette, onların Hz. Peygamber (s.a.v)’e bey’atlarının kendine yapılan bey’at, ona itaatlerinin de kendine yapılan itaat olduğunu bildirmiştir.”[55]
Yine Allah Teâlâ, buyurmuştur ki: “Kim, Allah’a ve Peygambe-ri’ne itaat ederse, Allah onu, altından ırmaklar akan cennetlere koyacaktır. Onlar, orada devamlı kalacaklardır. İşte en büyük kurtuluş budur. Kim de Allah ve Peygamberi’ne isyan eder ve Allah’ın koyduğu sınırları aşarsa, Allah onu, devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun için alçaltıcı bir azap vardır.”[56]
“(Ey müzminleri) Peygamberi, kendi aranızda birbirinizi çağırır gibi çağırmayın. İçinizden, birini siper edinerek (savaştan veya başka bir işten) sıvışıp gidenleri, muhakkak ki Allah bilmektedir. Bu sebeple, O’nun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir belâ gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar.”[57]
“Kendisine doğru yol belli olduktan sonra, kim, Peygambere karşı çıkar ve mü’minlerin yolundan başka bir yola girerse, onu, girdiği yolda ve sapıklıkta bırakırız; âhirette de Cehenneme sokarız. O, ne kötü bir yerdir.”[58]
“Kim, Allah’a ve Peygamberi’ne karşı gelirse, bilsin ki Allah, azabı şiddetli olandır.”[59]
“Şu muhakkak ki Allah, kâfirleri rahmetinden kovmuş ve onlara çılgın bir azap hazırlamıştır. Onlar, orada ebedî olarak kalacaklar, kendilerini koruyacak ne bir dost ne de bir yardımcı bulacaklardır. Yüzleri ateşte eurilip çevrildiği gün, ‘Eyvah bize! Keşke, Allah’a itaat etseydik. Peygambere de itaat etseydik,’ derler.”[60]
“inkâr edenler, Allah yolundan alıkoyanlar ve kendilerine doğ ru yol belli olduktan sonra Peygambere karşı gelenler, Allah’a hiçbir zarar veremezler. Allah, onların yaptıklarını boşa çıkaracaktır. Ey iman edenler, Allah’a itaat edin. Peygambere itaat edin. (İnkâr ve isyanla) amellerinizi boşa çıkarmayın.”[61]
Dördüncü Grup Ayetler:
Burada vereceğimiz âyetler, Hz. Peygamber’den sâdır olan bütün söz ve fiillerde Ö’na tâbi olmanın ve kendisini örnek almanın vâcib olduğunu, Allah’ın muhabbetinin tahsili için O’na uymanın gerekli bulunduğunu gösteren âyet-i kerîmelerdir.
Allah Teâlâ, buyurmuştur ki: “Rasûlüm, onlara de ki: Eğer siz, Allah’ı seviyor (ve sevdiğinizi iddia ediyor)sanız; derhal bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah, çok affedici ve çok merhametlidir.”[62]
Kâd-ı Iyâz (554/1149), Şifâ’da, Hasan el-Basrî’nin (110/728), şöyle dediğini nakletmiştir: Bazıları Hz. Peygamber (s.a.v)’e gelerek, “Ya Rasûlallah! Biz, gerçekten Allah’ı seviyoruz,” dediler. Bunun üzerine: “De ki: Eğer siz Allah’ı seviyor (ve sevdiğinizi iddia ediyorsanız; hemen bana uyun ki, Allah da sizi sevsin.”[63] âyeti nazil oldu.
Lâlckâî, es-Sünnet adlı eserinde, Hasan el-Basrî’nin şöyle dediğini rivayet etmektedir: “Onların Allah’ı sevmelerinin alâmeti, Rasûlullah (s.a.v)’ın sünnetine uymaları oldu.”
Allah Teâlâ, buyurdu ki: “Andolsun ki, sizden Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı arzulayanlar ve Allah’ı çok zikredenler için Rasûlullah’ta (takip edeceğiniz) pek güzel bir örnek vardır.”[64]
Muhammed b. Ali Hâkim et-Tirmizî (285/898), demiştir ki: “Peygamber (s.a.v)’i örnek almak, O’na uymak, sünnetine tâbi olmak ve sözde veya fiilde kendisine muhalefet etmemektir.”
Kâd-ı Iyâz da müfessirlerden pek çoğunun, âyetteki “üsve”ye (örneğe) bu mânâyı verdiğini nakletmektedir.[65]
Yine aynı konuyla ilgili olarak Cenâb-ı Hakk, şöyle buyurmuştur: “(Mûsâ duasına devamla): ‘Rabbim, bize bu dünyada ve âhirette iyilik ver. Şüphesiz biz sana döndük.’ Allah, buyurdu ki: Dilediğime azabımı isabet ettiririm. Rahmetim ise herşeyi kuşatmıştır (Dünyada mü’mine de kâfire de şâmildir). Fakat âhirette onu, küfürden sakınanlara, zekâtı verenlere ve âyetlerimizi iman etmiş olanlara has kılacağım.”
“Onlar ki, yanlarında bulunan Tevrat ve incil’de ismini yazılı buldukları ümmî peygambere ve Rasûle tâbi olurlar. O (Rasûl), kendilerine iyiliği emrediyor, onları fenalıklardan alıkoyuyor; onlara, (nefislerine) haram ettikleri temiz şeyleri helâl kılıyor, murdar şeyleri de haram kılıyor, onların ağır yüklerini, üzerlerindeki bağları indiriyor. Onlar, O’na iman ederler, kendisine ta’zim ve yardım ederler, onunla gönderilen nûr’a (Kur’ân’a) uyarlar. İşte bunlar, kurtuluşa eren kimselerdir.”m)
Örnek almakla ilgili başka bir âyet: “(Rasûlüm), Hani, Allah’ın nimet verdiği, senin de kendisine iyilik ettiğin kimseye: ‘Eşini yanında tut, Allah’tan kork!’ diyordun. Allah’ın açığa vuracağı şeyi, insanlardan çekinerek içinde gizliyordun. Halbuki asıl korkmana lâyık olan Allah’tır. Zeyd, o kadından ilişiğini kesince, biz onu sana nikahladık ki, evlâtlıkları, kanlarıyla ilişkilerini kestiklerinde (o kadınlarla evlenmek isterlerse) mü’minlere bir güçlük olmasın. Allah’ın emri yerine getirilmiştir.”[66]
Beşinci Grup Âyetler:
Burada zikredeceğimiz âyetler, Allah Teâlâ’mn, Hz. Peygamber (s.a.v)’i kendisine vahy-i metlûv yoluyla veya vahy-i metlûv dışındaki vahyettiği şeylere uymakla ve kendisine indirilen bütün şeyleri tebliğ etmekle mükellef tuttuğunu, kendisine indirilen şeyleri değiştirmek, bozmak veya herhangi bir şeyi noksanlaştırmaktan nehyettiğini ifade eden âyet-i kerîmelerdir.
Vereceğimiz bu âyetler, aynı zamanda Allah Teâlâ’mn, Rasûlü’nü, kendisine indirilen bazı şeyleri gizlemesini veya değiştirmesini isteyen kimselerden koruduğunu, Hz. Peygamber (s.a.v)’in, tebliğ emrine tamamen uyduğunu, peygamberlik vazifesini hakkıyla yerine getirdiğini, onu en mükemmel şekilde îfâ ettiğini ve insanları sırat-ı müstakime götürdüğünü ifade etmektedir. Bu âyetler, ayrıca Allah Teâlâ’mn, Hz. Peygamber (s.a.v)’in kendisine indirilen bütün şeyleri tebliği vasıtasıyla, ümmet için İslâm dinini tamamladığını, Hz. Peygamber (s.a.v)’in büyük bir ahlâk üzere olduğunu göstermektedir. Ahlâk, bütün ihtiyarî söz ve fiillerin kaynağıdır. Hz. Peygamber (s.a.v), büyüklük ve güzellikte Allah katında en son noktada olunca, kendisinden meydana gelen söz ve fiiller de aynı şekilde en güzel hâlde olmaktadır.
Şayet Hz. Peygamber (s.a.v), Allah Teâlâ’mn emrettiklerinin hilâfına bir hüküm bildirseydi ve fiilî uygulamada bulunsaydı yahut yasak olan bir şeyi emredip, helâl ve hayır olandan nehyetseydi; tebliğ emrine uymuş ve sırat-ı müstakime sevketmiş olmaz, bilakis ümmetini sapıtmış ve yukarıda zikrettiğimiz bütün sıfatlarda, Allah Teâlâ’mn hüsn-i şehâdetini kaybetmiş olurdu.
Bütün bunlar, sünnetin gerçek bir delil ve ona yapışmanın vâcib olduğunu göstermektedir.
İşte ilâhî emir ve şahidleri:
Allah Teâîâ, buyurmuştur ki: “Ey Peygamber! Allah’tan kork, kâfirlere ve münafıklara itaat etme. Şüphesiz Allah, herşeyi bilici ve her hükümde hikmet sahibidir. Rabbinden sana vahyedilene uy. Muhakkak Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır.”[67]
“Sana Rabbin tarafından vahdeyilene tâbi ol. Ondan başka ilâh yoktur. Müşriklerden yüz çevir.”[68]
“Sonra, (ey Rasûlüm) seni dinden bir yol (şeriat) üzere görevli kıldık. Onun için sen, o şeriata uy da ilmi olmayanların arzu ve isteklerine uyma.” Câsiye, 18.
“Ey Rasûlüm, sana da bu hak Kitab’ı (Kur’ân’ı), kendisinden önceki kitabları hem tasdikçi, hem onların üzerine bir şahid olarak indirdik. O halde sen, ehl-i kitab arasında Allah’ın gönderdiği hükümlerle hüküm ver. Sana gelen bu haktan ayrılıp da onların arzuları arkasından gitme. Ey insanlar! Sizden her bir peygamber için bir şeriat ve bir yol tayin ettik. Eğer Allah dileseydi hepinizi tek şeriata bağlı bir ümmet yapardı. Fakat sizi, size verdiği dinle imtihan edip iyiyi kötüden seçmek için sizi serbest bıraktı. O halde siz, hayırlı işler yapmakta birbirinizle yarışın. Sonunda hepinizin dönüşü Allah’adır. O gün, din hakkında düştüğünüz ihtilâfları, Allah size haber verecektir.”
“Ve şu emri de indirdik; Aralarında, Allah’ın indirdiği hükümlerle hüküm ver. Onların arzularına uyma ve Allah’ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından, seni şaşırtırlar diye, kendilerinden sakın. Eğer onlar, hükümleri kabulden yüz çevirirlerse, bil ki Allah, onların bazı günahları sebebiyle, başlarına mutlaka bir musibet getirmek diliyor. Şüphesiz insanların çoğu fâşıktırlar.”[69]
“Ey şanlı Peygamber! Rabbin tarafından sana indirilen şeyleri tamamen tebliğ et. Eğer tebliği tam yapmazsan, Allah’ın peygamberlik görevini yerine getirmiş olmazsın. Allah, seni insanların zararlarından koruyacaktır. Şüphe yok ki Allah, kâfirler topluluğuna muvaffakiyet vermeyecektir.”[70]
Bir başka ilâhî mesaj:
“Ey Rasûlüm! İşte sana, böylece emrimizden bir ruh (Kur’ân) vahyettik. (Halbuki daha önce) Sen kitab nedir, iman nedir bilmiyor-dun. Fakat biz, o Kitab’ı bir nûr yaptık. Onunla kullarımızdan dilediğimize hidâyet vereceğiz ve muhakkak sen, doğru bir yola (islâm’a) çağırıyorsun. O Allah’ın yoluna ki, göklerde ve yerde ne varsa hep onundur.”[71]
“(Ey Rasûlüm!) Eğer senin üzerinde Allah’ın lütfü ve rahmeti olmasaydı, onlardan bir topluluk, seni haktan kesin şaşırtmaya azmetmişti. Aslında onlar, kendilerinden başkalarını saptıramazlar ve sana hiçbir şekilde zarar da veremezler. Hem nasıl zarar verebilirler ki; Allah, sana Kitab’ı ve hikmeti indirdi, daha önce bilmediklerini öğretti. Allah’ın senin üzerindeki lütfü ve ihsanı çok büyüktür.”[72]
Bir başka uyarı:
“Artık yemin ederim, gördüklerinize ve görmediklerinize! Şüphesiz o Kur’ân, şerefli bir Peygamber’in (Allah’tan) getirdiği sözdür. O bir şâir sözü değildir. Siz, pek az inanıp tasdik ediyorsunuz. Bir kâhin sözü de değildir. Siz, pek az düşünüyorsunuz. O, âlemlerin Rabbinden indirilmedir. Eğer o Peygamber, bazı sözler uydurup bize isnad etmeye kalkışsaydı, elbet onu kuvvetle yakalar ve kendisinden intikam alırdık. Sonra da onun hayat damarlarını kesip atardık. O vakit, sizden kimse buna mâni de olamazdı.”[73]
Bir başka tasdik:
“Ey Rasûlüm de ki: ‘İşte benim yolum (vazifem) budur (Allah’ın dinine davettir). Ben, bir görüş ve anlayış üzere, insanları, Allah’a davet ediyorum. Ben ve bana tâbi olanlar, böyleyiz. Allah’ı bütün noksanlıklardan tenzih ederim. Ben, müşriklerden değilim.”[74] Diğer ilâhî tasdik ve şahidlikler:
“Rasûl, kendilerine iyiliği emrediyor, kötülükten nehyediyor; onlara (nefislerine) haram ettikleri şeyleri helâl kılıyor, murdar şeyleri de haram kılıyor, onların ağır yüklerini, üzerlerindeki bağlarını in-diriyor.”[75]
“Şüphesiz sen, onları, sırât-ı müstakime çağırıyorsun.” Mü’minûn, 73.
“Yasin! Kur’an-ı Hakîm’e yemin olsun ki, şüphesiz sen, dosdoğru bir yol üzerinde (tarafımızca) gönderilmiş peygamberlerdensin. O Kur’ân, Azız ve Rahim olan Allah tarafından indirilmiştir.”[76]
“Sen, Allah’a tevekkül et. Şüphesiz sen, apaçık bir hak üzeresın.[77]
“Bugün size, dininizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım. Size din olarak İslâm’ı seçtim ve razı oldum.”[78]
“Nün! Kaleme ve yazdıklarına yemin olsun ki, muhakkak sen, Rabbinin nimet ve himayesiyle, mecnun değilsin. Ve sana hiç bitmeyen bir sevap var. Gerçekten sen, pek büyük bir ahlâk üzerindesin.”[79]
Sonra Allah Teâlâ, kıyamet gününde ümmetine karşı O’nun şehâdetini kabul edeceğim haber vermiş ve şöyle buyurmuştur: “Ey müslümanlar, böylece sizi seçkin ve şerefli bir ümmet kıldık ki, bütün insanlar üzerine adalet örneği ve hak şahidleri olasınız. Peygamber de sizin üzerinize şahid olsun.”[80]
Şüphesiz Allah Teâlâ, ancak içi ve dışıyla adalet ve hak üzere olan, kendisinden tebliğ veya başka konularda adaleti ortadan kaldıran söz ve fiiller çıkmayan kimsenin şahidliğini kabul eder. Çünkü Allah (c.c), O’nun (s.a.v) gizli, açık, bütün hâllerini bilmektedir.
Bu bahsi, Allah Teâlâ’nm, Hz. Peygamber (s.a.v) hakkındaki şu övgüsüyle bitiriyoruz:
“Rasûlüm! Biz, seni ancak âlemlere bir rahmet olasın diye gönderdik.”[81]
“Ey Peygamber! Şüphesiz biz, seni (ümmetinden tasdik edip etmeyenler üzerine) bir şahid, (iman edenlere Cenneti) bir müjdeleyici, (kâfirleri Cehennemle) bir korkutucu olarak, hem Allah’a, O’nun izniyle bir davetçi ve insanlara nûr saçan bir kandil olarak gönderdik.”[82]
Aslında düşünen ve anlayanlar için şu iki âyette anlatılanlar, bu konunun halledilmesi için yeterlidir.
——————————–
[1]-Nisa, 136.
[2] Teğâbün, 8.
[3] A’raf, 158.
[4] Kâd-ı lyad.,Şifâ, II. 1.
[5] Fetih, 13.
[6] Fetih, 8-9.
[7] Hucurât, 15.
[8] Nûr, 62.
[9] Şafiî, flisâZe, 75.
[10] İbn Kayyım, İ’l&mu’l-Muvakkiîn, I, 58.
[11] Tevbe, 91.
[12] Bu rivayetler için bkz.Şifu, tahkikli baskı, II. 71 vd.
[13] Nisa, 61.
[14] Nûr, 47-54.
[15] Şafiî, Risale, 84.
[16] Ahzab, 36.
[17] İbn Kayyım, Î’lâmu’l-Muvakkiîn, I. 57.
[18] Nisa, 65.
[19] İbn Kayyım, a.g.e., I. 57.
[20] Şafiî, Risale, 83.
[21] Nahl, 44.
[22] Nahl,64.
[23] Bakara, 151.
[24] Âl-i İmrân, 164.
[25] Cura’a, 2.
[26] Bakara, 231.
[27] Nisa, 113.
[28] Ahzâb, 34.
[29] İmam Şafiî, Risale, 78.
[30] Âl-iİmran, 132.
[31] Âl-iİmran, 32.
[32] Enfal, 20-21.
[33] Mâide, 92.
[34] Enfal, 46.
[35] Muhammed, 33.
[36] Nisa, 58.
[37] Ahzâb, 36.
[38] Şafiî, Risale, 78-81.
[39] Nisa, 58.
[40] Nisa, 59.
[41] Keşşaf, I, 535 (Bahsedilen Tâbiî’nin Ebû Hazim, idarecinin de Mesieme b. Abdilmelik olduğu zikredilmektedir. Müt.)
[42] Bu zat, Keşşafa yazdığı Fütûhu’l-Gayb fi’l-Keşfi an Gınâî’r-Rayb adlı altı ciltlik haşiyesi ile meşhur bir ehl-i sünnet âlimidir. (Bkz. Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, II, 549. Müt.)
[43] Müslim, îmâret, 39; Ebû Dâvud, Cihad, 87; Nesâî, Bey’ât, 34.
[44] Buhârî, Ahkâm, 4; Müslim, İmaret, 40.
[45] Buhârî, Ahkâm, 4;SEbû Dâvud, 87.
[46] Nesâî,Bey’âf:,34.
[47] İbn Kayyım, İ’lâmu’l-Muvakkiîn, I. 54.
[48] Enfal, 24.
[49] Nisa, 64.
[50] Haşr, 7.
[51] Nisa, 69.
[52] Ahzâb, 70-71.
[53] Fetih, 10.
[54] Nisa, 79-80.
[55] Şâm, Risale, 82.
[56] Nisa, 13, 14.
[57] Nûr, 63.
[58] Nisa, 115.
[59] Enfal, 13.
[60] Ahzab, 64-65.
[61] Muhammed, 32-33.
[62] Âli İmran, 31.
[63] ÂI-İ İmran, 31.
[64] Ahzâb, 21.
[65] Kâd-ı Iyâz, Şi/a, II. 7.
[66] A’raf, 156-157. (98)Ahzâb, 137.
[67] Ahzâb, 1-2.
[68] En’âm, 106.
[69] Mâide, 48-49.
[70] Mâide, 67.
[71] Şûra, 52-53.
[72] Nisa, 113.
[73] Hakka, 38-47.
[74] Yusuf, 108.
[75] A’raf, 157.
[76] Yasin, 1-5. (11-1)
[77] Nemi, 79.
[78] Mâide, 3.
[79] Kalem, 1-4.
[80] Bakara, 143.
[81] Enbiya, 107.
[82] Ahzâb, 45-46.
Abdülgani Abdülhalık, Sünnetin Delil Oluşu