Şecaat,İffet ve Adalet
Şecâat itidal üzere olursa atılganlık ve çekingenlik yerli yerinde meydana gelir. İşte Övülen ve güzel ahlâk budur. “Kafirlere karşı şiddetli, birbirine karşı merhametlidirler.’’âyetiyle anlatılmak istenilen bu hakikattir.
Şiddet ve merhamet her yerde ve her zaman iyi değildir. Bilakis iyi ve güzel olan, aklın ve şeriatın ölçülerine uygun olandır. Bir kişi kendini kritik ettiğinde kendisinin gazab kuvvetinin noksanlık tarafı olan cebine meylettiğini gözlemlerse cesur olmak için çalışmalı ve bu hal üzere bir müddet —cesaret o kimsenin tabiatına işleyinceye kadar— devam etmelidir. Eğer bir kimse tabiatının tehevvüre meylettiğini gözlemlerse, o kişi giriştiği işin tehlikesini ve akıbetini düşünüp, kendini zaptederek gazab kuvvetini mutedil bir hale getirmeye çalışsın. Zira itidal çizgisine ulaşmak hayli güçtür. İtidal çizgisine ulaşmak ciddi bir şekilde tasavvur edilse idi ruh bedenden ayrılırdı. Onunla tüm alakasını keserdi. Ayrıca kaçırdığı fırsatlara asla üzülmezdi. Hakken cemâl ve celâlinden tecellî azalırsa: “Sizden oraya (cehenneme) uğramayacak yoktur. Bu, rabbinin üstlendiği kesinleşmiş bir hükümdür.’’ denilir.
Peygamber Efendimiz: “Hûd Sûresi ve kardeşleri beni kocalttı’’ hadisi ile: “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol’’âyetini kasdetmiştir. Zira, iki tarafın ortasında, yani sırat—ı müstakimde olmak çok güç bir iştir. Çünkü o kıldan ince, kılıçtan keskindir. Tıpkı ahiretteki sırat köprüsü gibi.
Dünyadaki sıratta müstakim olan kimse ahirette de müstakimdir. Çünkü bir kimse nasıl yaşamış ise öylece ölür. Nasıl ölmüş ise öylece haşrolur. Bunun için namazın her rekâtında Fatiha Sûresinin okunması vacibtir: ‘Bizi sırat—ı müstakime ilet.’ Çünkü sırat-i müstakimi talep eden kimse için en mühim iş ona ulaşmaktır.
Bizler hulk-i vahid üzere bulunsaydık ve sadece onunla mükellef sayıdaydık, bu durumda dahi işimiz bir hayli güçtü. Çünkü her huy ayrı ayrı ifrat, tefrit ve itidal gibi birtakım hallerde bulunur. Bizler tüm huyları itidal üzere kılmakla mükellefiz. İfrat ve tefritten kurtulmak ancak Allah’ın tevfıki ve rahmetiyle mümkündür İşte bu sebeple Peygamber Efendimiz: “Alimlerin haricindeki tüm insanlar helak oldu. Âmil olanların dışındaki tüm âlimler de helâk oldu. Muhlis olanların haricindeki tüm âmiller de helâk oldu. Muhlis olanlar ise büyük bir tehlikededirler” buyurmuştur.
Bu dünyadaki tehlikeleri atlatmak ve gurura kapılmamak için Allah-u Tealâ’dan tevfıkini bize ulaştırmasını diliyoruz. Yegâne amacımız ve isteğimiz budur.
Şunu da ilave edelim ki, şecaatin fazileti (itidal) altında kerem, vakar, izzet-i nefis, metanet, hilm, sebat, mülâyemet; tehevvürde kabihlik, cür’et, tekebbür, ucub, gurur; cebinde ise hasislik, alçaklık, hamiyetsizlik, korkaklık, harislik, hakirlik gibi huylar yatar.
İffet:
İffet şehevî kuvvetin faziletidir. Şehevî kuvvetin fazileti ise bu kuvvetin inkıbaz ve inbisatta aklî kuvvete itaat etmesi ve onun işaretiyle hareket etmesidir. Şehevî kuvvetin içinde de iki rezîlet gizlidir.
Bunlardan birincisi hırs (şereh)
İkincisi şehevî durgunluk(hamû- du’ş~şehve)tur.
Hırs (şereh) aklî kuvvetin kabih gördüğü ve tasvib etmediği zevk ve lezzetlere şehevî kuvvetin ifrat derecedeki meylidir. Şehevî durgunluk ise aldın yapılmasını ve elde edilmesini istediği şeylere karşı isteksizlik ve şehvet eksikliğidir. Her iki hal de mezmumdur. İffetin vasat olanı mahmûddur. İnsanın şehvetini murakabe etmesi lâzımdır.
Oysa ki insanların çoğu bilhassa fere, karın (batn), mal, riyaset, övünme gibi hususlarda ifrat derecededirler. İfrat ise insan için bir noksanlıktır. İnsan için kemâl itidaldedir. İtidalin ölçüsü de akıl ve şeriattır. Ancak bu şekilde insan şehvet ve gazab kuvvetinin yaratılış gayesini idrak eder.
Mesela yeme (taam) şehvetinin yaratılışının hikmeti şu şekilde izah edilebilir: Malumdur ki beden devamlı olarak enerjiye ihtiyaç duyar. İnsan alınan gıdayı vücuttaki hararetle yakar, işe yaramayan kısımlarını da dışarı atar. İşte sarfedilen enerjinin yeniden sağlanabilmesi, bedenin canlılığını sürdürmesi, organların vazifelerini yapabilmeleri için besinlere ihtiyaç vardır. İlim tahsil etmek ve eşyanın hakikatlerini kavramak içinse vücudun sağlam olması gerekir. Ancak bu şekilde insan ulvî bir mertebeye yani melekler mertebesine ulaşıp kâmil insan olabilir. Bu hakikati kavrayan kişi yemekleri onların lezzeti için değil, ibadetleri takviye etmek için yer. Şüphesiz böyle hareket eden kişi aynı zamanda ihtiyacı kadar yemeli, ölçüyü kaçırmamalıdır. Bu prensiplere uyan kimseye yeme zarar vermez.
Demek ki yeme şehvetinin yaratılış hikmeti ebedî saadete ulaşmaktadır. Yine aynı şekilde cima (cinsel ilişkide bulunma) şehveti insan nevinin (tür) devamı için bir sebep teşkil eden cimaya karşı istek ve arzunun uyanması içindir. Nikâhta amaç oyun ve eğlence değil, çocuk edinmek ve zinadan korunmaktır. Eşlerin birbiriyle oynaşması ise eşler arasında ülfet peyda eder, hüsn-ü sohbete sebep olur, evliliğin yürümesini sağlar.
Evlilikte diğer bir önemli nokta da çok eşle evliliktir. Çok eşle evlilikte erkeğin eşlerinin hukukunu korumaktan aciz kalmaması gerekir. Eğer onların hukukunu koruyamayacaksa böyle bir harekete girişmemelidir. Bu, evliliğin kolayca yürümesini sağlar. Bu hususta kişinin kendisini Peygamber Efendimizle mukayese etmemesi lâzımdır. Çünkü onun çok evliliği onu Allah’ın zikrinden alıkoymuyor, bu evliliğin yürümesi için dünyalık kazanması gerekmiyordu. Resûlullahı etkilemeyen, ona zarar vermeyen bu halin kendisine de zarar vermeyeceğini zanneden kimse, denize düşen pislik nasıl onu kirletmiyorsa, ondan alman bir bardak suya da bu pisliğin düşmesiyle bardaktaki suyun kirlenmeyeceğini vehmeden kimseye benzer. Kendilerini peygamberle, melekleri de kapıcılarla (haddâ- din) mukayese ederek helâke sürüklenen nice ahmaklar vardır. Biz böyle basiretin körelmesinden Allah’a sığınırız.İşte tüm bu söylenenler iffetin hükümleridir.
İffetin itidal üzere oluşunun altında, haya, müsamaha, sabır, cömertlik (seha), hüsn-ü takdir, inbısât, intizam, kanaat, kalbi ferahlık, takva, dil açıklığı ve güleryüzlülük (talakat) gibi güzel huylar vardır. İffetin ifrat ve tefrit üzere oluşunun altında ise şereh, bitkinlik, hayasızlık, kötülük, arsızlık, müsriflik, pintilik, riya, korkaklık, huysuzluk, hased, ikiyüzlülük gibi huylar vardır.
Adalet:
Adâlet; hikmet, şecâat ve iffet kuvvetlerinin itidal üzere olmaları demektir. Yani bu kuvvetlerin intizam halidir. Adalet faziletlerden bir cüz olmayıp, bilakis faziletler topluluğudur, örneğin bir hükümdar ile onun askerlerini ve de raiyesini ele alalım. Eğer hükümdar basiretli ve kudretli; askerler kuvvetli ve itaatkâr, raiye de hükümdara bağlı ise bu ülkede dirlik ve düzen yani adâlet var demektir. Bir yerde adâletin olabilmesi için sayılan vasıfların hiçbiri eksik olmamak üzere —birarada bulunması gerekir. Bu beden ülkesi için de aynıdır.
Muâmelelerdekive siyasetteki adalet nefsin ahlâkına bağlıdır. Yani insanlar nefislerinde ne derece adaletli iseler siyaset ve muamelâtta da o derece adaletli olurlar. İnsanlar ferdî olarak nefislerinde adaleti kurmadıkça cemiyette adâleti kurmak mümkün değildir. Adaleti nefislerde, muamelâtta ve siyasette olmak üzere üç sahada kurmak lâzımdır.
Muâmelâttaki adâlet gabn ve tegâbünün ortasmdadır. Muâmelelerinde âdil olan bir kimse birşey alırken hakkı olanı alır, verirken de vermesi gerekeni verir. Gabn kişinin kendi hakkı olmayanı almasıdır. Tegâbün ise Allah’ın razı olmayacağı şekilde vermektir.
Siyasetteki adâlet ise nefsin cüzlerinde olduğu gibi cemiyetin cüzleri arasında da dayanışma, yardımlaşma, kaynaşma meydana gelmesi ve bunların birbiriyle uyum içinde çalışması için gereken tertip ve düzenin bulunmasıdır. Yani toplumun tek vücut olmasıdır. Böylece herşey yerli yerine konmuş olur.İnsandaki kuvvetler muhtelif kısımlara ayrılırlar.
Bunlardan bazısı hiçbir şeye hizmet etmez, ancak diğerleri ona hizmet eder. Akl-ı müstafad bu gruba girer. Bazısı da sürekli hizmet eder ama ona hizmet edilmez. Artıkları dışarı atan kuvve-i dafia bunlardandır. Bazıları da hem hizmet eder, hem hizmet edilirler. Meşâir-i batına buna örnek olarak gösterilebilir. İşte cemiyette de böyle bir sistem kurulursa adâlet sağlanabilir.
İfrat ve tefrit halinde adalet değil, bilakis onun karşıtı olan cevr zuhur eder. Tertiblilik ve tertibsizliğin ortası yoktur. Yani birşey ya âdildir, ya da âdil değildir. Bu iki şıkkın haricinde üçüncü bir ihtimal yoktur.
Semâvat ve arz adaletle ayakta durur. Tüm âlem tertib ve düzen bakımından birtek insan gibidir. Bütün kuvvetler ve cüzler azâmet ve kudreti yüce olan Allah’ın koyduğu düzen üzere hareket ederler ve birbiriyle yardımlaşırlar. Bu tertib mutlak ruhanîde, mutlak cismanîde ve ruhanî ile cismanî arasında olanlarda da mevcuttur.
Âlemlerin de arasında birtakım taksimât mevcuttur. Meselâ akıllar (ukûl) sırf müessirdir, müteessir değildir. Cisimler sırf müteessirdir, müessir değildir. Ruhlar ise hem müessir, hem de müteessirdir. Zira ruhlar akıllardan almaları bakımından müteessir, semavâta ulaştırmaları bakımından müessirdirler. Bütün bunlar sultanı tam, bürhanı azim, azîz ve alîm olan Allah’ındı takdiri iledir.
Adalet tüm faziletleri kendisinde toplar. Onun karşıtı olan cevr ise tüm rezîletlerin toplayıcısıdır, ifrat ve tefritin ortasında bulunan sırat-ı müstakime ulaştıracak olan, tevfıkin sahibi Allah-u Tealâ’dır. Âdil insan kemâle ermiş, Allah’a yaklaşmış demektir. Bu yakınlık, melâike-i mukarribînin Allah-u Teala ya yakınlığının derecesine göre olur. Bahâ-i azam ve kemâl-i etemm Allah’a mahsustur. Tüm mevcudat kendisine mümkün olan kemâle müştaktır. Onun arzu ettiği gaye budur. Eğer bu gayeye ulaşabilirse fevkindeki âlemin ufkuna iltihak eder. Yok eğer ona ulaşamamış ondan mahrum kalmışsa tahtındaki hadıyde (uzak ve alçak yer, boşluk) atılmış demektir.
İnsan ya kemale erip,Allahın yakinine,melaikenin ufkuna iltihak ederek saadete kavuşur ya da kendisiyle hayvanlar arasında ortak olan şehvet ve gazab kuvvetlerinin rezâletlerine yönelerek havyanlar derecesine inip, ebedî helâka uğrayarak, şekavete düçar olur. Allah-u Tealâ fazlıyla bizi bu duruma düşmekten korusun.
İmam Gazali,Mearicu-l Kuds