Ruhlar berzah aleminde nerede kalmaktadır?
Alimler ruhların berzah aleminde nerede kaldığında ihtilaf etmişlerdir. -Ancak şehitlerin ruhları bunun dışındadır. Çünkü Yüce Allah onları yeşil bir kuşun içine yerleştirmiştir. Bu kuş cennet meyvelerinden yer, cennet nehirlerinden içer, arşa asılı kandillerde barınır. Bir gruba göre ruhlar kabirlerin içinde bulunurlar. Bu sebeple Hz. Peygamber (s.a.v.) onlara selam vermiş ve bizim de selam vermemizi emretmiştir. O şöyle selam vermiştir: “Müminler ve müslümanlardan olan bu diyar ehline selam olsun”.[71]
Diyar ehli insanların kullanımında bir evde veya evin avlusunda oturana denir. Hz. Peygamber kabir azabından sığınmayı emretmiş,[72] iki kabre uğramış ve onlar hakkında şöyle buyurmuştur: “Burada bulunan iki kişi azap görüyorlar. Ancak büyük bir günahtan dolayı azap görmüyorlar”.[73] Bu hadis, ölülerin kabrin avlusunda değil içinde olduğunu göstermektedir. Tercih edilen görüş budur. Bu yüzden hz. Peygamber mümin hakkında şöyle demiştir: “(müminin) kabri genişletilir, insanların yeniden diriltilecekleri güne kadar kabri yeşillikle doldurulur”[74]
“Peygamberlerin bedenleri göğe yükseltilir” denmişse de bu sabit bir rivayet değildir.
Bir grup, kâfirlerin ruhunun Yemen’de bir kuyu olan Beyrehut’ta olduğunu söylemişlerse de sünnetin zahiri onları reddetmektedir. Zira Hz. Peygamber (s.a.v.) kabir azabından sığınmayı emrederek şöyle demiştir: “Ölülerin kabirlerde uğradığı azabı size işittirmesi için Allah’a dua ederdim ancak bu durumda birbirinizi gömmeyi bırakırdınız”.[75]
Tüm ruhlar kıyamet günü dünyadakinden başka bedenlere intikal edecektir. Çünkü kâfirin bir dişi Uhud dağı kadar, derisinin kalınlığı üç günlük yol mesafesi kadar, makadı Mekke ve Medine şehirlerinin arası kadar olacaktır. Müminlerin bedenleri ise Hz. Adem’in şeklinde göğe doğru altmış arşın olacaktır.
Şair şöyle demiştir:
O diyar bilinen bir diyar değil, o çadır bilinen bir çadır değil.
Özetle söyleyecek olursak: O ne büyük bir haberdir! Oysa biz ondan yüz çevirmişiz. En mutlu insan ahiret maslahatlarını dünya maslahatlarına tercih edendir. Çünkü ahiret maslahatları hem daha hayırlı hem daha kalıcıdır. Yine o ahiret mefsedetlerini def etmeyi dünya mefsedetlerini def etmeye tercih eder, çünkü ahiret mefsedetleri hem daha kötü hem daha kalıcıdır.
Ahiretin mefsedet ve maslahatları dünya mefsedet ve maslahatları ile Ölçülemez. Maslahatları celbetme ve mefsedetleri def etme konusunda dünya-ahirete tercih eden zarardadır, aldanmıştır. Çünkü ahiret maslahatları katıksızdır, ona hiçbir mefsedet bulaşmaz. Mefsedetleri de katıksızdır, ona hiçbir maslahat bulaşmaz. Dünyaya gelince, mefsedetlerden arınmış maslahatlar çok azdır. Dünya üzüntü, keder, tasa diyarıdır. Bu dünyada, însan ve cinlerin isyankârlarının ahirette uğrayacakları gibi bir bedbahtlığa uğrayan veya insan ve cinlerden mümin olanların ahiretteki mutluluğu gibi mutlu olan bir kimseyi hiç duymadık. Öyleyse amel edenler böyle bir mutluluğu elde etmek için amel etsinler, yarış yapanlar bu konuda yarış yapsınlar!
Şu sorulabilir: Hz. Cebrail Peygamberimiz’e (s.a.v.) sahabeden Dıhye’nin (r.a.) suretinde geldiğinde onun ruhu nerede olur? Dıhye’nin bedenine benzeyen bedende mi yoksa kendisi için yaratılan altı yüz kanadı bulunan bedende mi? Eğer ruh büyük olan bedende ise o zaman Hz. Peygambere gelen ne ruh ne de beden bakımından Cibril değildir. Eğer ruh Dıhye’ye benzeyen bedende ise bu durumda altı yüz kanadı olan beden, insanlardan birinin ruhu bedenden ayrıldığı zaman bedenin ölmesi gibi Ölür mü? Yoksa ruhsuz olarak yaşamaya devam eder mi?
Buna şu şekilde cevap veririz: İlk bedenden ayrılması o bedenin ölmesini gerektirmez. Bu uzak bir ihtimal değildir. Çünkü ruhların ayrılmasıyla bedenlerin ölmesi aklî bir zorunluluk değildir. Bu yalnızca Allah’ın insanların ruhunda uyguladığı genel geçer bir adetidir. Cibrilin bedeni hayatta kalır, bu durumda onun marifet ve taatlerinden bir şey de eksilmez. Onun ruhunun ikinci bir bedene intikali şehitlerin ruhlarının yeşil kuşların ruhlarına intikali gibi olmaz. Şehitlerin ruhlarının intikali tenasüh ehlinin görüşlerine benzer.
Şu söylenebilir: insan, suretinin güzelliğinden dolayı sevap almaz. Çünkü bu insanın kendi yapısı değildir. Duyu organlarının güzelliği sebebiyle de sevap almaz, çünkü bunlar da insanın fiili değildir. Aklı ve kendisini hayırlı şeyler yapmaya, şerli şeylerden uzak durmaya yönlendiren fıtrat özellikleri sebebiyle de sevap almaz. Çünkü sevap ancak kişinin kendi fiili olarak yaptığı şeylerde söz konusudur. Nitekim ayette “siz ancak yaptıklarınızın karşılığını görürsünüz”[76] buyurulmuştur. Bu nitelikler ise insanın ameli değildir. Bunlarda bir sorumluluk da söz konusu değildir. Çünkü insanın kudreti dışındadır. Şu halde peygamberler nübüvvet ve risalet nitelikleri dolayısıyla sevap kazanırlar mı?
Buna şu şekilde cevap veririz: Risalet, sevap söz konusu olmayan şerefli niteliklerdendir. Ancak peygamber kendisine yüklenilen elçilik vazifesini yerine getirmekten dolayı sevap alır.
Nübüvvete gelince; alimler bunda ihtilaf etmişlerdir: “Nebi, Allah’tan aldığı şeyleri insanlara bildirendir” görüşünde olanlara göre nebi, bundan dolayı sevap alır. Çünkü bu onun fiilidir. Eş’ârî mezhebinin görüşünde olup “nebi, Allah’ın kendisine bazı şeyleri bildirdiği kişidir” diyenlere göre nebi, Allah’ın kendisine bir şeyler bildirmesinden dolayı sevap almaz. Çünkü bu nebinin fiili değildir. Nice şerefli nitelikler vardır ki kişi bundan dolayı sevap almaz. Örneğin kişinin kendi çabasının sonucu olmayan ilhamlar ve sıfatların en yücesi olan, Yüce Allah’ın yüzüne bakmak gibi, ki kişi bunlardan dolayı sevap almaz.
İzzeddin Ibn Abdüsselam – Islami Hükümlerin Hikmet ve Esasları,syf.689-692
Ilimdunyasi.com