Maturidilikte Akıl mı Esastır?
1-GİRİŞ
Son zamanlarda, Fazlurrahman ve tarihsellik eleştirileriyle yıpranan “diyalogcu” ve“ılımlı İslam”cı modernistler, kendi bidat veya batıl görüşlerini Müslüman kitleye benimsetmek için, akla hayale gelmedik yöntemlere başvurmaktadırlar. Başvurdukları yöntemlerden birisi de Müslümanların gönlünde taht kurmuş muteber alimler üzerinden kendi batıl fikirlerini pazarlamak şeklindedir. Kendi fikirlerini muteber alimlerin fikri gibi göstererek, Müslümanları yanlış inanca sevk etmeye çalışmaktadırlar. Bu suiistimalde evveliyetle, Fıkıh imamız İmam Azam (rahmetullahi aleyh) ile, Ehl-i Sünnet itikat imamız İmam Maturidi (rahmetullahi aleyh) hazretlerinin tercih edilmesi, son derece manidardır. Bu seçimle Müslüman toplum, itikat ve amel yönünden en etkili alimler aracılığıyla kendi kalesinden vurulmak istenmektedir. İmam Gazzali, Şah Veliyyullah Dehlevi, Âmidi gibi büyük ehli sünnet alimleri de suiistimal edilen alimlerimizdendir.
Bu hainliğe alet edilen alimlerimizin başında hiç şüphesiz İmam Maturidi hazretleri gelmektedir. Modernist bidat ehli, koca imamın, akılcı olduğunu iddia ederek, akla uymayan nassları reddettiğini ileri sürmektedirler. Bu yöntem, son derece tehlikeli bir hainliği içermektedir. Zira batıl bir düşüncenin, çağlara önder olmuş bir zata yüklenip, sonra da o zat üzerinden kitleye sunulması, muhataptaki etkiyi doğrudan artıracaktır. Asıl hedeflenen de budur. Esasen onlar, İmam Maturidi’nin veya başka bir alimin, kendi fikirleriyle ters yapıda olduklarını pekâlâ bilmektedirler.
Biz bu yazımızda, İmam Maturidi hazretlerine atfedilen “akılcılık” iddiasının nedenli bir iftira olduğunu ortaya koymaya çalıştık.
2-MATURİDİLİKTE DİNİ ANLAMA YÖNTEMİ
İmam Maturidi, akla dayalı din anlayışını savunan Mutezile’ye aksülamel olarak çıkmış ve “kelâmi metot”u kullanmıştır. Kelamî metod, akla önem vermekle birlikte vahyi hareket noktası kabul eder.[2] Bu bakımdan İmam Maturidi, aklı, naklin kontrolünde kullanmıştır. Bu metotta akıl hâkim değildir. Yani aklın yanında nakil ikinci plana alınmaz, akla uymayan nakil/vahiy inkâr edilmez. Akıl sadece istidlal için kullanılır, nakli anlamaya vasıtadır, Nitekim, analiz, sentez, kavrayış akılla mümkün olduğu gibi, icihad da akıl aracılığıyla yapılır. Aklı olmayanın zaten dini sorumluluğu da yoktur.[3] Dolayısıyla İmam Maturidi’de dini bilgide akıl, dinin kaynağı değil, düşünme akletme ve istidlal aracıdır. Nassın olduğu yerde akıl asla bilginin temel kaynağı değildir.
Bundan dolayı, İmam Maturidi’nin genel olarak duyuları, sahih haberi ve istidlâl/nazar/akıl yürütmeyi bilginin genel kaynağı kabul etmesi,[4] onun salt akılcı olduğu anlamına gelmez. Nitekim o, duyularla ve akılla ulaşılamayan bilgiye, ancak doğru haberle ulaşılabileceğini açıkça ifade etmiş, nassları ihmal etmeden, itikadi esasları ve ana ilkeleri akılla izah etmeye çalışmıştır.[5] O halde İmam Maturidi, günümüz modernistlerinin iftira ettiği gibi, akla uymayan nassları asla reddetmemiştir. Bu bağlamda Ehl-i sünnetin aklı kullanması ile, Mutezilenin aklı kullanması arasında çok büyük fark vardır. Mutezile, Ehl-i Sünnet’in aksine, akla çok fazla ehemmiyet vermiş, neredeyse meselelerde aklı hakem kabul etmiştir.[6]
İslam öğreti usulünde “kıyas”ın kabul edilmiş olması, akılcılğa delil teşkil etmez. Zira, “kıyas”, “asıl”, “aslın hükmü”, “fer’” ve “ortak illet” olmak üzere 4 unsurdan oluşur.[7] Bu rükunlar arasında aklın yer almadığı aşikardır. Şu kadar var ki kıyas, akıl aracılığıyla yapılır. Hani, Rasülüllah (s.a.v.) Efendimiz Muaz b. Cebel’i Yemen’e vali olarak gönderirken, “orada ne ile hükmedeceksin?” diye sorduğunda Muaz, “Allah’ın kitabıyla” diye cevap vermişti. Rasülüllah Efendimiz “onda bulamazsan”diye sorunca, Muaz (r.a.), “Rasülünün sünnetiyle” şeklinde; “Onda da bulamazsan” diye üçüncü kez sorduğunda ise “kendi görüşümle ictihad ederim” diye cevap vermişti. Bunun üzerine elini Muaz’ın göğsü üzerine koyan Rasüllah (s.a.v.) Efendimiz, “Rasülünün elçisini muvaffak kılan Allah’a hamd ü senalar olsun” buyurmuştu.[8]
Akılcıların, bu hadis-i şerifte, Muaz’ (r.a.)’in 3. merhalede verdiği cevabı ön plana çıkartıp, 1.ve 2. merhaledeki cevaplarını göz ardı etmeleri, Bektaşî’nin namaz hikayesine benzemektedir! Nitekim hadis-i şerife bakarsak, kitap ve sünnette hüküm varken, kıyasa sıra bile gelmemektedir. Muaz (r.a.)’in, üçüncü sualde verdiği cevapta yer alan “kendi görüşümle içtihat ederim” sözünden murad, aklın doğrudan kaynak oluşu değil, kıyas yoluyla yapılan içtihattır. İçtihadın ise çok önemli şartları ve kuralları vardır.[9]
İmam Maturidi, sünnet’e büyük önem vermiş, ayet-i kerimelerde belirtildiği gibi, Peygamber’e itaatı Allah’a itaatla aynı mahiyette tutmuştur.[10] Bu bağlamda mütevatir haberi, mutlak bağlayıcı ve onunla ameli zorunlu kabul etmiştir.[11]Allah’ın, ümmete büyük bir lütfu olarak kabul ettiği icma’yı da mütevatir haber değerinde saymıştır.[12] Dolayısıyla ona göre, icma ile ortaya konan hükümler de mutlak bağlayıcıdır.[13]
İmam Maturidi, “zann-ı galib” olarak değerlendirdiği “haber-i vahid”in belirttiği hükümle amel etmeyi de gerekli kabul etmiştir.[14] Kur’an’da kapalı bir şekilde işaret edilen itikadi konulara, sahih olması şartıyle, ahad haberlerle istidlal olunabileceğine inanmıştır.[15] Fıkha ve fıkıh usulüne sıkı sıkıya bağlı kalan[16]İmam Maturidi, Maveraünnehir’de Hanefi fıkhının temsilcisi olmuş, fıkıh ve fıkıh usulü alanında eserler vermiştir.[17] Kelamullah olan Kur’an ayetlerinin mutlak kabul edilmesi gerektiği hususu ise izahtan varestedir.
İmam Maturidi, özellikle “sem’iyyât” denilen ve ancak nakille/vahiyle bilinebilecek konularda nakli/nassı en çok kullanan kişi kabul edilmektedir.[18] “Kitâbu’t-Tevhid” de, “Akıl ve Sem’ (nakil), dinin anlaşıldığı iki asıldır”[19] dedikten sonra, duyularla elde edilen bilgiyi olsun, haber-i sadıkla gelen bilgiyi olsun, reddetmeyi, inkarcılık ve muannitlik/inatçılık olarak nitelemektedir. Bunun yanında gerek vahiy dışı haberle olsun gerekse duyularla ve akılla olsun, “iyi” ve “kötü” nün idrak edilemeyeceğini belirtmesi,[20] yine vahyi asıl aldığının işaretidir.
Rasüllerin/peygamberlerin haberi (vahiy/menkul) ile ilgili olarak da İmam Maturidi şunları söylemektedir:
“Rasüllerin/peygamberlerin haberini kabul etmek, aklın zorunlu bir sonucu olarak gereklidir. Zira, peygamberlerin haberinden doğruluğu daha güçlü ve daha açık bir haber olamaz. Onlar kendilerini tasdik eden mucizelerle gelirler. Onların haberi, kalbin en mutmain olduğu bilgidir. Aksi halde onların haberini kabul etmeyen, yukarıda açıkladığımız üzere, aklî zorunluluk gereği inkârcı olur. O halde, peygamberlerin haberini inkâr eden kimse, inatçılık ve kibirle suçlanmaya en layık kişidir.”[21]
Bu ifadelerde görüldüğü üzere İmam Maturidi, genel olarak doğrunun kaynaklarından söz ettiği için, “rasüller” (peygamberler) çoğul lafzını getirdi. Ahir zaman ümmeti hakkında bunu düşündüğümüzde elbette resullerin sonuncusu, Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) olacaktır. Dolayısıyla ona göre, doğruluğunda şüphe olmayan hadis-i şeriflerle birlikte Kur’an-ı Kerim, iyilik ve kötülüğü belirleyen yegâne kaynaktır.
İmam Maturidi’nin, dinde akla uyanı kabul ettiği ve uymayanı da reddettiği veya akılla nakil karşı karşıya geldiğinde aklı tercih ettiği iddialarının ne kadar asılsız olduğu, yukarıda ifadelerde olanca açıklığıyla ortadadır. Ne yazık ki birileri, makbul alimlerimize utanmadan iftira atarak, onlar üzerinden kendi batıl görüşlerini pazarlama yoluna gidebilmektedirler. Biz bu yöntemin müsteşrik yöntemi olduğunu da İmam Azam hazretleri üzerinde de aynı oyunun çevrildiğini biliyoruz. Dolayısıyla bu günlerde, “ben İmam Azam ve İmam Maturidi yolundayım” diyen çok sayıda mealci, akılcı, Fazlurrahmancı ve modernist bidat ehline rastlayabilirsiniz…
3-MATURİDİLİKLE EŞARİLİĞİ KAVGA ETTİRMEYE ÇALIŞAN ART NİYETLİLER
Ehl-i Sünnet inancını bozmayı hedefleyen art niyetli çevrelerin başvurdukları yöntemlerden birisi de Maturdilikle Eşariliğin arasına üstünlük yarışı sokarak kavga ettirme çabasıdır.
Halbuki Maturidiye ile Eş’arilik arasında, temel noktalarda bir ayrılık yoktur, sadece bazı izah farklılıkları vardır.[22] Zaten itikadın farklılığı da olmaz. İmam Maturidi ile İmam Eşari arasındaki bazı görüş ayrılıkları, her iki imamın yaşadığı kültürel çevre ve mücadele alanlarıyla da ilgilidir. Her ikisinin mücadele ettiği gruplar da göz önüne alınırsa, bazı konularda farklı düşüncelere sahip olmaları normal karşılanır.[23]Maveraünnehir (Semerkand) gibi kapalı bir havzada ortaya çıkması dolaysıyla Maturidilik, Eş’arilik kadar meşhur olmamıştır. Eş’arilik ise, Basra ve Bağdat gibi ilim merkezlerinde ortaya çıkması nedeniyle İslam dünyasında daha çok alana yayılmıştır.[24] Maturidi ve Eşari mezheplerinin her ikisi de “kelâm metodu”nu kullanmışlardır. Kelam metodu, felsefe metodundan farklı olarak, ayet ve hadisleri asıl kabul eder, dinin anlaşılması ve izahında da akıldan yararlanır ama aklı hakem kabul etmez.[25] Gerek Maturidilikte ve gerekse Eş’arilikte, akıl naklin hizmetinde, onu te’yit edici, açıklayıcı ve tamamlayıcı bir unsurdur.[26] Her iki ekol de Rasülüllah (s.a.v.) ve onun Ashabının yolunda Ehl-i Sünnet itikadını temsil etmektedir.[27]
Maturidi ve Eş’ari kaynaklardaki bilgiler de çoğu kere iç içe girmiştir. Bazen Maturidiler Eşarilerin, bazen de Eşariler Maturidilerin görüşlerini almışlardır. Maturidi alimlerin kendilerine en yakın bulduğu alimler, Eş’ari alimlerdir.[28] Bu konuda bir örnek verecek olursak: İmam Maturidi, yeis/ümitsizlik halinde imanın/tövbenin makbul olduğu görüşünde olduğu halde, Maturidi kaynaklarda, kendi görüşlerinin aksine olarak Eş’arilerin görüşü alınmıştır.[29] Eşari kelamcıların eserlerinde de Maturidilerin görüş ve istidlallerine sıkça yer verilmiştir.[30] Bu bağlamda, her iki mezhebin görüşüne de yer veren “memzuç” eserler de te’lif edilmiştir. Örneğin, Adudiddin Îcî’nin “Mevakıf”ı ve buna şerh yazan Cürcânî’nin “Şerhu’l-Mevakıf”ı, Sadeddin Tetâzâni’nin “Şerhu’l-Makâsıd”ı ve Nesefi Akadi’nin şerhi olan “Şerhu’l-Akâid”i, memzuç eserlerdir.[31] Bu kaynakların, Memzuç eser olmalarına rağmen Maturidiler tarafından en çok okunan akaid kaynakları olduklarını da belirtelim. Nitekim “Şerhu’l-Akâid”in Osmanlı medreselerinde okutulması gelenek haline gelmiştir.
Tarihte olduğu gibi günümüzde de her iki ekol, birbirlerini kendinden kabul etmektedirler. Maturidiliğin Eş’arilikten farkı, Eş’ariliğe göre aklın rolünün biraz daha fazla olmasıdır.[32] Genel kanaat budur. Ancak, Eş’arilikteki aklın rolünün Maturidilikten daha fazla olduğunu ve Maturidiliğin, selefiliğe daha yakın olduğunu ileri süren görüşler de yok değildir.[33]
4-MATURİDİ KAYNAKLARINDAN YARARLANMA USULÜ
Bir mezhebin görüşü ortaya konulmak istendiğinde, mezhebin ilk imamı da olsa, doğrudan onun görüşü esas alınmayabilir. Zira o mezhebin sonraki dönemlerde gelişimi ve gerekirse açıklama ve tashihleri söz konusu olabilir. Bazen de çok ünlü bir alimin kitaplarına maksatlı yanlış bilgiler sokuşturulabilmektedir. Bunun sağlamasını yapmanın yolu, imamın talebelerinin veya onların yolunu izleyen alimlerin yazdığı kitaplardan ve onların görüşlerinden istifade etmektir.
Maturidiliğin meşhur kaynakları genelde, İmam Maturidi’nin eserleri yerine, mezhepte sonraki alimlerin kitapları olmuştur. Tabii ki bunun muhtelif sebepleri vardır. İmam Maturidi kendisi, -ağırlıklı görüşe göre- Türk olduğundan eserlerindeki Arapça, bazen tam olarak anlaşılamamaktadır. Ebu Yusr el-Pezdevi başta olmak üzere pek çok alim bu duruma işaret etmiştir.[34] Ayrıca İmam Maturidi’nin eserlerinin tamamı ne yazık ki bize kadar gelmemiştir. Basılmış eseri ise bugün itibariyle dahi üçü beşi geçmemektedir. Basılan bazı eserlerde dahi bazı sorunlardan söz edilmektedir. Örneğin, 1988’li yıllarda Konya İlahiyat’taki Kelam derslerinde Muhterem Hocamız Prof. Dr. Süleyman Toprak Beyefendi, Kitabu’t-Tevhid’in, Dr. Fetullah Huleyf tarafından neşredilen ilk basımında (Beyrut, 1970, İstanbul, 1979) eksiklerin ve kitapta bazı boş yerlerin olduğunu belirtmişti.[35] O tarihlerde çıkan tercümesinin de sorunlu olduğundan söz etmişti.
Bekir Topaloğlu ve Muhammed Ârûşî tarafından tahkik edilerek neşredilen kitabın önsözünde ise, Dr. Fetullah Huleyf tarafından neşredilen kitapta, yanlış okumalar neticesinde bazı kelime ve metinlerde hata yapıldığı, bazı şüpheli ibarelerin de “Te’vil’atu’l-Kur’an” daki metinlerle irtibatlandırılmadığından söz edilmektedir.[36] Şükrü Özen de Fetullah Huleyf’in neşrettiği nüshada yanlışların bulunduğuna temas etmiştir.[37]“Te’vilâtü’l-Kur’an” ise, İmam Maturidi’nin öğrencilerine yaptığı ders takrirlerinden toparlanmıştır.[38] Asıl olarak onun görüşleri de vefatından sonra öğrencileri tarafından yayılmış, Ebu’l-Muîn en-Nesefî’nin “Tabsıratü’l-Edille” adlı eseriyle mezheb belirginleşmiştir.[39]
O yüzden, İmam Maturidi’nin herhangi bir eserinden alınan bir cümle, fikir veya hüküm, yanlış sonuçlara götürebilir. Belki İmam, onu başka bir vasatta söylemiş veya aktarılırken o söz bağlamından koparılmış olabilir. Yahut o sözlerin şerhe ve haşiyeye ihtiyacı olabilir. İmam o görüşünden dönmüş olabilir. Son zamanlarda birilerinin, Te’vilat’ın veya Kitâbü’t-Tevhid’in bir baskısına hatta Türkçesine müracaat ederek bilinenlere aykırı hükümler çıkarmaları ve akide belirlemeye çalışmaları oldukça yanlıştır. Özellikle alan uzmanlığı olmayan kimselerin bu çalışmalara koyulması hiç de doğru değildir. Bu ümmetin alimlerinin çok olması, Cenâb-ı Hakkın bahşettiği en büyük lütuflardandır. O nedenle biz, gerektiğinde bir alimin söylediklerini başka alimlerin söyledikleriyle kıyaslarız ve bu konuda çoğunluk varsa onu tercih ederiz.
Tekraren söyleyelim ki, Maturidiliğin görüşleri objektif olarak öğrenilmek isteniyorsa, İmam Maturdi’nin eserleri yanında, diğer Maturidi alimlerin eserlerine de müracaat edilmeli, gerekirse kıyaslamalar yapılmalıdır. Bu hususta müracaat edilmesi gereken kitapların başında, Ebu’l Muin en -Nesefi’nin, “Tabsıratü’l-Edille’si gelir. Nesefî’ bu eserinde, Ehl-i Sünnet kelamının lideri gördüğü İmam Mâturidi’nin görüşlerini merkeze almıştır.[40] Bunların yanında, Ebu Yusr el-Pezdevî’nin “Usûlü’d-Dîn’i, Nureddin es- Sâbânî’nin “el Bidâye fi Usuli’d-Din”i, Maturidi itikadı tanıtan kaynaklardır.[41] Ayrıca, yine Ebu’l Muin en -Nesefi’nin “Bahru’l-Kelam”ı, Ömer Nesefî (veya Burhaneddin en- Nesefi’nin) “Akâidü’n-Nesefiyye”si, Kestelli Muslihiddin Mustafa’nın ve Hayalî Ahmed Efendi’nin ayrı ayrı “Hâşiye alâ Şerhı’l-Akâid” isimli eserleri, Aliyyülkâri’nin “Şerhu Fıkhi’l-Ekber”i ve “Dav’ü’l-Meâli”si, Kemaleddin Beyâdî’nin “İşaratü’l-Meram”ı, Kemal b. Ebi Şerif’in “el-Müsâmere”si (İbn Hümam’ın el Müsayere’sinin şerhi) gibi kaynaklar, Maturidi itikadında öne çıkan ana kaynaklarıdır.[42]
SONUÇ
İmam Maturidi (r.a.), iki büyük Ehli Sünnet İtikad mezhebinden Maturidiliğin imamı, fıkıh, fıkıh usülü ve tefsirde de önemli eserler vermiş[43] keramet sahibi büyük bir âlimdir.[44] Fıkıhta Hanefi mezhebine bağlıdır. Akaidde de İmam Azam (r.a.)’in “Fıkh-ı Ekber” ini esas almıştır.[45] Bu bakımdan, İmam Maturidi’yi ve Maturidiliği, fıkıhtan, İmam Azam’dan ve Hanefi mezhebinden bağımsız düşünmek yanılgıya götürür. Bu gerçeğin göz önüne alarak, “Maturidilik” ve “Hanefilik” sahtekarlığı ile “mealcilik”, “Kur’an İslamcılığı” ve “akılcılık” yapanların hilelerine karşı uyanık olmak gerekir.
Öte yandan, muteber bir alime dahi ait olsa, herhangi bir kitaptaki bilgi çoğunluk ulemanın görüşüyle örtüşmezse, bu noktada çoğunluğun kabul ettiği bilgi tercihe şayandır. Esasen kitaplardaki bilgileri, Kur’an, Sünnet ve icma’ya dayalı bilgiler istikametinde değerlendiririz. Malumdur ki icma ile sabit olan hüküm, kesin olarak bağlayıcı kabul edilmiştir.[46]
Özellikle Kur’an, sünnet ve icma’ya uymayan, şaz denebilecek görüşlere karşı daha çok dikkatli olmak gerekir. Bu tür bilgileri, doğruluğu onaylanmış müsellem bilgilerle karşılaştırıp değerlendirmeden ulu orta paylaşmak veballi bir iştir. Ayet-i kerimede, “Dillerinizin, yalan yanlış nitelendirmesiyle (kafanıza göre) Allah’a karşı yalan uydurmak için, ‘şu helâldir’, ‘şu haramdır’, demeyin. Şüphesiz, Allah’a karşı yalan uyduranlar, kurtuluşa eremezler”[47] buyurulmaktadır.
Herhangi bir İslam alimine ait olmayan bir görüşü, ona aitmiş gibi ortaya koymak hem o alime hem topluma hem de Allah’a karşı bir ihanettir. İmam Maturidi olsun, İmam Azam olsun, dini tedrisatlarında asla aklı naklin önünde tutmamışlar, nassların mantıki yönden izahlarını yapmışlardır. Bu imamlara böyle bir isnad, kesinlikle vebalı ödenemez bir iftira olur.
Unutmayalım ki mutlak doğru, “Kitabullah” ve Sünnet-i Rasülüllah”tır. Dolayısıyla İmam Maturidi’nin, tercüme edilmiş olan kitaplarından din belirleyenlere şunu da hatırlatmak isteriz: Mütercim kim olursa olsun, Türk usulü Arapça sorunundan dolayı İmam Maturidi’nin eserleri bazı yerlerde tam olarak tercüme edilemeyebilir. İşbu durumda, ümmetin muteber alimleri ve bunlara ait eserler ortada iken, şüpheli ibarelerle veya şaz görüşlerle ahkam kesmek, akılla, izanla ve sorumluluk bilinciyle örtüşmez.
Hanefi mezhebinde tek başına İmam Azam’a ait rivayetler nasıl ki Hanefi Mezhebi olarak kabul edilmiyorsa, Şafii Mezhebi adına tek başına İmam Şafii’nin görüşleri de Şafiilik kabul edilmiyorsa, Maturidilik adına da tek başına İmam Maturidi’nin görüşleri Maturidilik kabul edilmez. Bu yüzden herhangi bir meselede, doğru ya da yanlış anlaşılan bir konuda, sadece İmam Maturidi’nin eserindeki bir görüşle yetinilmeyip, mezhepte sonradan gelen eserlere de bakılmalıdır. İlimlerin tedvininde ilkler, genellikle şerh ve haşiyeye ihtiyaç duymuştur. Özellikle halk için, Maturidiye mezhebine ait sonraki dönem kaynakları esas alınmalıdır. Biz bu tercihin, ulemada ve Osmanlı ilim anlayışında uygulandığını görüyoruz.
Çok kitapla ve çok kaynaklı çalışmak, araştırmacılar, yazıp çizenler ve İslami ilimlerde derinleşmek isteyenler için bir gerekliliktir. Ancak salt kulluk görevini ifa etmesi gereken halk için durum farklı olmak zorundadır. Ormanda yönlerini kaybetmemeleri için bu grup Müslümanlara, akaid el kitapları yanında dini hükümleri pratize eden ilmihal kitapları önerilir. İtikad ve ahkam dışında ise halk seviyesine uygun tefsir, hadis, siyer-i nebi ve ahlak konularını içeren vaaz ve irşad mahiyetli kitaplar tavsiye olunur.
Cenab-ı Hakk bizleri, hakkı tutanlardan eylesin; ilmiyle de cehaletiyle de sapıtanlardan eylemesin!
28.03.2018
Dr. Ahmet GELİŞGEN
www.ahmetgelisgen.com
Aldığım yer:http://www.medyamit.com/yazarlar/drahmet-gelisgen/maturidilikte-akil-mi-esastir/555
NOT:
Maturidilikte aklın yeri konusuyla ilgili olarak ayrıca, “TRT AVAZ’IN, “İMAM MATURİDİ” BELGESELİNDEKİ SKANDAL” adlı makalemize de bakabilirsiniz.
[1] Maturidilikte aklın yeri konusuyla ilgili olarak, “TRT AVAZ’IN “İMAM MATURİDİ” BELGESELİNDEKİ SKANDAL” başlıklı makalemize de bakınız.
[2] Şerafettin Gölcük, Süleyman Toprak, Kelam, s. 37, 38, 44.
[3] Ebû Mansur Muhammed el-Maturîdî, Kitâbü’t-Tevhîd, (Tahkik: Bekir Topaloğlu, Muhammed Arûşî), Mektebetü’l-İrşâd, Beyrut, 2010, s. 457.
[4] Bekir Topaloğlu, “Maturidi”, İSAM Ansiklopedisi, XXVIII/151; Şükrü Özen, “Maturidi”, İSAM Ansiklopedisi, XXVIII/161; Yusuf Şevki Yavuz, “Maturidi”, İSAM Ansiklopedisi, XXVIII/168.
[5] Yusuf Şevki Yavuz, “Maturidi”, İSAM Ansiklopedisi, XXVIII/165.
[6] Şerafettin Gölcük-Süleyman Toprak, Kelam, s. 37.
[7] Abdülkerim Zeydan, el-Vecîz, s. 195.
[8] Ebu Davud, Akdiye, 11; Ahmed, V/230, 236, 242.
[9] Bkz. Fahrettin Atar, Fıkıh Usulü, 306-309.
[10] Şükrü Özen, “Maturidi”, İSAM Ansiklopedisi, XXVIII/161.
[11] Yusuf Şevki Yavuz, “Maturidi”, İSAM Ansiklopedisi, XXVIII/168.
[12] Bekir Topaloğlu, “Maturidi”, İSAM Ansiklopedisi, XXVIII/151. Bk. XXVIII/162.
[13] Bekir Topaloğlu, a.g.e, XXVIII/156.
[14] Şükrü Özen, a.g.e., XXVIII/162. Bkz. XXVIII/168.
[15] Yusuf Şevki Yavuz, “Maturidi”, İSAM Ansiklopedisi, XXVIII/168. (Kitabu’t-Tevhid, s. 15; Tabsıra, I/131, 279, II/803-804; Beyâzızade Ahmed Efendi, s. 46, 47, 239’dan naklen).
[16] Şükrü Özen, a.g.e., XXVIII/159.
[17] Şükrü Özen, a.g.e., XXVIII/159, 160.
[18] Bekir Topaloğlu, a.g.e., XXVIII/156.
[19] İmam Maturidi, Kitâbu’t-Tevhid, s. 66.
[20] İmam Maturidi, Kitâbu’t-Tevhid, s. 70.
[21] İmam Maturidi, Kitâbu’t-Tevhid, s. 71
[22] Gölcük-Toprak, a.g.e, s. 39.
[23] Gölcük-Toprak, a.g.e, s. 41.
[24] Gölcük-Toprak, a.g.e, s. 38.
[25] Gölcük-Toprak, a.g.e, s. 38, 44.
[26] Gölcük-Toprak, a.g.e, s. 38.
[27] Gölcük-Toprak, a.g.e, s. 41; Şükrü Özen, “Maturidi”, İSAM Ansiklopedisi, XXVIII/148.
[28] Yusuf Şevki Yavuz, a.g.e., XXVIII/174.
[29] Bkz. Gölcük-Toprak, a.g.e, s. 41, 103.
[30] Bekir Topaloğlu, a.g.e., XXVIII/156.
[31] Gölcük-Toprak, a.g.e, s. 50.
[32] Yusuf Şevki Yavuz, a.g.e., XXVIII/174.
[33] İsmail Hakkı İzmirli, Yeni İlmi Kelam, s. 100, 101; Şerafettin Gölcük, Süleyman Toprak, Kelam, s. 40.
[34] Ebu Yusr el-Pezdevi, Usûü’d-Dîn, el-Mektebetü’l-Ezheriyye, Kahire, 2003, s. 14 vd. Bkz. Şükrü Özen, a.g.e., XXVIII/149.
[35] Bkz. Gölcük-Toprak, a.g..e, s. 39.
[36] Bekir Topaloğlu, Muhammed Ârûtşî, “Takdîm”, s. 5. (İmam Maturidi, Kitâbu’t-Tevhid, Mektebetü’l-İrşâd, Beyrut, 2010 kitabının başında).
[37] Şükrü Özen, a.g.e., XXVIII/149.
[38] Şükrü Özen, a.g.e., XXVIII/149.
[39] Yusuf Şevki Yavuz, a.g.e., XXVIII/166.
[40] Şükrü Özen, a.g.e, XXVIII/160.
[41] Bekir Topaloğlu, a.g.e., XXVIII/156.
[42] Bkz. Gölcük-Toprak, a.g.e, s. 51, 52.
[43] Şükrü Özen, a.g.e, XXVIII/148.
[44] Ebu Yusr el-Pezdevi, Usûü’d-Dîn, el-Mektebetü’l-Ezheriyye, Kahire, 2003, s. 14.
[45] Bekir Topaloğlu, a.g.e, XXVIII/156.
[46] Serahsî, Bülûğu’s-Sûl fi’l-Usûl, I/296; Gazzâlî, Mustasfâ, I/329, 338; Şâtıbî, el-İ’timâd, s. 479; İbrahim Muhammed Selkînî, el-Müyesser fi Usuli’l-Fıkhi’l-İslamî, s. 101.102; Mola Hüsrev, Mir’âtü’l-Usül, s. 320; Bilmen, Hukuku İslamiyye Kamusu, I/66; Abdülkerim Zeydan, el-Veciz fî Usûli’l-Fıkh, s. 182. Bkz Serahsî, Bülûğu’s-Sûl fi’l-Usûl, I/296.
[47] Nahl, 16/116