Kemalist Yazar Kadınlarımıza ‘aman çarşafı ve peçeyi çıkarmayın’ demişti
Niçin onlardan müşteki (şikayetçi) gibisiniz? O mazrûfa (bedene), bu zarftan daha muvafık (uygun) ne olabilir? Sizi böyle gördükçe bir kadının başka türlü nasıl giyinebileceğini düşünüyorum ve çarşafsız, peçesiz bir kadın tahayyül edemiyorum. Siz bizim aşkımızın, hürmetimizin, siz bizim kıskançlığımızın muti mahbûseleri (itaatkâr mahpuslan) değil misiniz? Vücudunuzun şeklini alan bu dil-firîb (cazibeli) mahbesi (hapishane) sizin etrafınıza, sizin yüzünüz üstüne biz örttük; bizim ihtimamımız, bizim muhabbetimiz ördü. Sizi güneşten, havadan, sizi kem nazardan sakındık da böyle yaptık.
Yazık değil mi ki o saçlara güneş vursun, o yüzü havalar, tozlar hırpalasın!..
Düşündük ki, belki bilmeyerek, belki farkına varmayarak birine güvenebilirsiniz. Nazarlarınız belki, bilâ’ihtiyar (irade dışı), birinin üstünde fazlaca tevakkuf ediverir (duruverir) Onun için yüzünüzü örttük. Zira tebessümlerinizin, bakışlarınızın kıymetini biz anlıyor, biz biliyorduk. Gönlümüz onların öyle lüzumsuz yere heder olmasına acıdı da, bir ipek mahfaza içinde muhafazalarına lüzum gördü…
İnsanlar, kadınlara tahakküm ettikleri gündür ki tabiata galip geldiler.
Cemiyetlerin ve medeniyetlerin esasını bir erkeğin kıskançlığı kurdu. Memleketlerden, vatanlardan evvel, ilk müdafaa edilen kadındı. Bana inanınız, bütün bu evler, bu mâbedler ve bu şehirler sizin için yapıldı ve sizin açıldığınız ve sizin kıskançlık mahbesini yıktığınız yerlerde derhal evler yıkıldı, mâbedler harap oldu, şehirler çöktü.
Niçin başka cinsten (milletten) kadınlara bakıp da başınızda garip mütalaalara meydan açıyorsunuz? Onlardan size ne? Siz başlı başınıza bir âlemsiniz. (…) Hâlbuki benim ruhumu sadece bu kanaat dolduruyor: Peçeniz ve çarşafınız… Bunlardır ki, bana muhabbeti öğretiyor, hayata muhabbeti, aşka muhabbeti, memlekete muhabbeti öğretiyor, bahusus (özellikle) memlekete muhabbeti… Zira sizin bu örtüleriniz, bu süsleriniz değil midir ki, minarelerden ve o al râyetten (bayraktan) sonra bu serseri ruha bir râz-âşinâ melce (dost sığınak) ve bir emin mersâ (güvenli liman) saadeti veriyor.
Sakın onları çıkarmayınız, sakın onları atmayınız. Bu çirkin asrın, bu çirkin muhitin ortasında, asalet ve zerâfete yegâne dâl (işaret) olarak, bunlar, sade bunlar kaldı. İnsanlar senelerden beri, insanlığı terzil (küçük düşürme) için ve cemiyetlere manzaraların en fenasını vermek için sevimsiz bir cinnetle her şeyi devirdiler.
Bu güruha peyrev olmak (peşinden gitmek) size yakışır mı? Ben sizi zamanların ve insanların fevkinde, onların haricinde biliyorum. Dünya yüzünde tek başına kalan ulvî bir dinin İlâhı, sizi bu sıfatla sâir mahlûkat arasında mümtaz kılmamış mıydı? Siz O’nun halkettiği cennet-âsâ (cennetimsi) âlemin meleklerisiniz. O, “Kitabında sizin isminizi zikretti, O vakitten beri siz, mukaddesat meyânına girdiniz. Attık ne hâle (bugüne), ne mâziye (geçmişe), ne de Atîye (geleceğe) mensupsunuz…
[alert color=”yellow”]Yakup Kadri 1915’te kaleme aldığı yazısında çarşafı ve peçeyi savunur, Türk kadınının batılılaşmasını kıyasıya eleştirir. Kısa bir süre sonra görüşlerini tamamen değiştirip yeni rejimin en sıkı destekçilerinden kesilecek olan Yakup Kadri o tarihte Türk kadınlarına “Sakın onları (örtülerinizi) çıkarmayınız” derken çıkar karşımıza. Bir Kemalist’in çarşaf ve peçeye bu güzellemesi, iktidarlara göre kalem oynatan aydınların Devlet-i Aliyye’den Cumhuriyet’e geçişte ne denli savrulduğunu keskin hatlarla göstermesi bakımından önemli. Tabii nereden nereye geldiğimizi göstermesi bakımından da.[/alert]
Derin Tarih Dergisi Mart 2014