Kalplerin Makamları
Ebu Hüseyin Nuri(ö.908)
(Makâmâtü’l-kulûb)
Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla,
Hamd âlemlerin Rabbi Allah’a aittir. Onun selamı seçilmiş kullarının üzerine, salâtı ise Efendimiz Muhammed’e ve bütün ailesine olsun.
Allah kendisine rahmetiyle muamele etsin Muhakkik Şeyh Ebû Hüseyin Nûrî şöyle demiştir: Kalplerin makamları dörttür. Zira Allah (cc) kalbi dört isimle anmıştır: sadr, kalp, fuâd, lübb. Sadr, Allah’ın “O hâlde Allah kimin sadrım İslama açmışsa…” (Zümer 39/22) buyruğu gereği İslâm’ın kaynağıdır. Kalp, “Fakat Allah imam size sevdirdi, onu kalplerinizde güzelleştirdi…” (Hucurât 49/7) ayet-i kerimesi gereği imanın kaynağıdır. Fuâd, “Gözün gördüğünü fuâd yalanlamadı” (Necm 53/11) ayet-i kerimesi gereği marifetin kaynağıdır. Lübb ise “… derin kavrayış sahipleri (lübb sahipleri) için deliller vardır” (Âl- i Imrân 3/190) ayet-i kerimesi gereği tevhidin kaynağıdır. O hâlde lübb birlemenin, fuâd bilmenin, kalp inancın, sadr ise İslâm’ın mahallidir.
Bu durumda tevhid, Hakkın düşük niteliklerden tenzih edilmesi; marifet, Hakkın yüce niteliklerinin ve en güzel isimlerinin olumlanması; iman, Hakktan gayrı, zarar ve fayda türünden kalplerin endişe duyup çılgına döndüğü şeylerin hepsini reddetmek suretiyle kalbin (Hakka) bağlanmasıdır. İslâm ise gizli ve açık (davranışların hepsinde) Allah Teâlâ’nın bütün emirlerine teslim olmaktır. İşte bu nurlar, (Hakk’ı) bir- leyenlerin gönüllerinde yer edinmiştir. O hâlde marifet ancak birlemekle, iman ancak marifetle, İslâm da ancak imanla geçerli olur. Dolayısıyla tevhidi olmayanın marifeti, marifeti olmayanın imanı, imanı olmayanın da İslâm’ı yoktur. İslâm’ı olmayan kişi ise ameller, fiiller ve ahlâk türünden Müslümanlara fayda veren şeyden yararlanamaz. Nitekim İslâm nuru âkıbetlerin hatırlanmasıyla, iman nuru felaketlere (tavârık) karşı uyanık olmakla, marifet nuru kişinin evvelini hatırlamasıyla, tevhid nuru ise hakikatlerin açığa çıkmasıyla parlar.
Akıbetlerin hatırlanması nefislerin yönetilmesini (siyaset), felaketlere karşı uyanık olmak nefisleri eğitmeyi (riyazet), kişinin evvelini hatırlaması kalbin korunmasını (hiraset) ve hakikatleri görmek de hakları yerine getirmeyi (riayet) gerektirir. Burada kul, siyasetle tasdike, hirasetle tahkike, riyazetle tevfıke, riayetle de Hakka ulaşır. Siyaset, nefsin korunması ve bilinmesidir. Riyazet nefsi terbiye edip ona söz geçirebilmektir. Hiraset, Allah’ın kalplerde olanı bildiğinin farkında olmaktır. Riayet ise en gizli duygu ve niyetlerde bile hakları gözetmektir. Bu durumda riayet, ahitlere vefalı olmayı; hiraset, sınırların korunmasını; riyazet, elde bulunana rıza göstermeyi; siyaset ise elden kaçıp gidene sabrı gerektirir. İşte bu hasletler, Allah’ın insanları gizliden, açıktan, zâhirde ve bâtında kulluk etmekle mükellef kıldığı özelliklerin tümüdür.
Mümin’in gönül hanesinin nitelikleri
Bilmelisin ki Allah, müminin vücudunun tam ortasında bir ev yaratmış, onu kalp diye isimlendirmiş ve cömertliğinin eseri olarak ona bir esinti göndermiştir. Ardından bu evi ortaklık koşmaktan, bozgunculuk yapmaktan, kuşkudan ve kötü niyetten temizlemiştir. Sonra lütuf olarak bu eve bir bulut göndermiş, yağmur yağdırmış ve orada kesin inanç (yakîn), tevekkül, ihlâs, korku (havf), ümit (reca) ve sevgi (muhabbet) gibi rengârenk çiçekler bitirmiştir. Ardından bu evin ön (sadr) kısmına tevhid tahtım koymuş ve üzerine rıza yaygısını sermiştir. Sonra evin karşısına kökleri müminin kalbinde, dalları ise arşa kadar göğe uzanan bir ağaç dikmiştir. Tahtın sağına ve soluna su kanallarından (şeriatlar) dayanaklar yerleştirmiştir. Ardından bu evde, rahmet bahçesine geçişi sağlayan bir kapı açmıştır. Allah bu bahçede teşbih, övgü, yüceltme ve zikir türünden rengârenk kokulu bitkiler yetiştirmiş ve kurtuluş denizinden gelen suları lütuf nehrine yönlendirerek bu bitkileri sulamıştır. Sonra bu eve üstünlük kandilini asıp takva nuru sayesinde bu en büyük ateşin parladığı kandilin ışığını yakmış ve sönmesin diye bu evin kapısını kilitlemiştir. Anahtarı eline almış ve ne Cebrail’i ne Mikail’i ne İsrafil’i ne de yaratılmışlardan kimseyi (bu anahtarla ilgili) görevlendirmiştir.
Bir zaman sonra Allah (cc) herkese şöyle hitap etti: “Burası benim yeryüzündeki hâzinem, nazarımın kaynağı, birliğimin yurdudur. Ben burada oturuyorum. Ne güzel bir ev sahibi ve ne güzel bir ev!”
Kalbe yönelik lütuflar
Bilesin ki Allah, müminin kalbinin beraberinde yedi şeyi de yaratmıştır. Bunlardan ilki kalbin yumuşama (leyn) özelliğidir. Allah şöyle buyurur: “Sonra onların bedenleri ve kalpleri Allah’ı anmakla ısınıp yumuşar” (Zümer 39/23). Yumuşamanın ardından İkincisi açılıp-genişle- medir (tevassu). Allah şöyle buyurur: “O hâlde Allah kimin sadrını İslama açmışsa…” (Zümer 39/22). Burada, göklerin, yerin ve dağların yüklenmekte aciz kaldığı marifeti taşıyabilmesi için bir kimsenin sadrının Allah tarafından açılıp genişletilmesinden bahsedilmektedir. Bundan sonraki özellik kalbin hastalığa karşı şifa hâlidir. Allah şöyle buyurur: “…ki müminler topluluğunun sadırlarına şifa versin…” (Tevbe 9/14). Ardından kalbin doğru yola erişebilme özelliği (hidâyet) gelir. Allah şöyle buyurur: “Fakat Allah imanı size sevdirdi, onu kalplerinizde güzelleştirdi…” (Hucurât 49/7). Bundan sonra ise dinginlik (sekînet) ve gönül rahatlığı (tüma’nîne) özellikleri gelir ki bu sayede kalp sadece Allah ile beraber olmaktan huzur duyar ve başka hiç kimse orada yer edinemez. Allah şöyle buyurmaktadır: “Allah dilediği kimseyi nuruyla hidâyete iletir” (Nûr 24/35).
Kalbe düşman eylemler
Bunlar da yedi tanedir. Birincisi marifet ve tevhidin sığamayacağı derecede darlıktır. Allah şöyle buyurur: “Allah kimi saptırmak isterse sanki göğe yükselip de zorlanıyormuşçasına onun gönlünü sıkıştırıp daraltır” (En’âm 6/125). Bir başka durum, kalbin, peygamberlerin ve âlimlerin sözlerine karşı boyun eğmez derecede katılaşmasıdır. Allah şöyle buyurur: “Fakat bunlardan sonra kalpleriniz yine katılaştı” (Bakara 2/74). Bir diğeri kalbin kararmasıdır. Allah şöyle buyurur: “Hayır, tam aksine onların kazandıkları kalplerini paslandırıp köreltmiştir” (Mutaffifîn 83/14). Kalbin bir başka durumu karanlık bir örtüyle kaplanmasıdır. Allah şöyle buyurur: “… kalplerimiz örtülüdür…” (Bakara 2/88). Bir diğeri kalbin asla açılamayacak şekilde mühürlenmiş olmasıdır. Allah şöyle buyurur: “Allah onların kalplerini mühürlemiştir” (Bakara 2/7). Bir başka durum ise kalbin kapısına kilit vurulmasıdır. Allah şöyle buyurur: “Kalpleri vardır, anlayıp kavrayamazlar…” (A’râf 7/179). Bu durumların ardından kalp Hakk’ın bilinmesini ancak inkâr eder. Nitekim Allah şöyle buyurur: “Ama ahirete inanmayanların kalpleri inkâradır” (Nahl 16/22). Bunu takiben kalp Hakk’ın birliğini, rablığını, elçilerini, vaat ve tehditlerini de inkâr eder.
Kalpler üç türlüdür: Birincisi isyankârların kalpleridir. Bunlar, şeytanın konakladığı pislik ve kir yurdudur. İkincisi itaatkârların kalpleridir ki âlimlerin, ihlas sahiplerinin ve ilmiyle âmil olanların evidir. Allah bu kalplerde nice sırlar gizlemiş ve bunları koruması için muhafızlar var etmiştir. Üçüncüsü ise âriflerin kalpleridir. Burası, içerisinde mücevherler, inciler ve yakutlar bulunan bir hazine odasıdır. Hükümdar onu korur, gözetir ve başka hiç kimsenin sahip olmaması için sürekli başında durur. Bu bakımdan âriflerin kalplerinin durumu şuna benzer: Kuşkusuz Allah’ın yeryüzünde bahçeleri vardır. Arifler bu bahçelerin kokusunu almıştır. Bu yüzden artık cennete özlem duymazlar.
Kalb-i selim
Selim bir kalbin altı vefayı, üstü rızayı, sağı İlâhî hediyeleri, solu İlâhî vergileri, ön tarafı kavuşup buluşmayı, arka kısmı ise kalıcılığı ve sürekliliği ifade eder. (Ebû Hüseyin Nûrî) şöyle dedi: Selim bir kalbin dört menzili vardır: Birincisi kalbin kuşkudan kurtulması, İkincisi yoldan çıkaran hevese tâbi olmaktan uzaklaşması, üçüncüsü gösteriş ve kendini beğenmekten kurtulması, dördüncüsü de Allah’ın zikrinden başka her şeyin zikrinden uzaklaşıp selamette olmasıdır.
Üstün muhakkiklerden Şah Kirmânî (ra) şöyle demiştir: Üç şey kalbin selim olduğunu gösterir: Herkese güvenmek, insanların iyi yönlerini dikkate almak ve her bir insan için Allah’a özür beyan edip af dilemek.
Allah’ı sevenlerin kalbi
Vehb b. Münebbih’ten şöyle rivayet edilir:
Allah Hz. Musa’ya “Beni sevmek için kalbinde yer aç” demiş ve şöyle devam etmiş: “Kalbini sevgimin meydanı kıldım. Beni bilmen sayesinde kalbinin zeminini uzatıp genişlettim. Bana olan imanınla kalbinde bir ev inşa ettim. Kalbinde özlemimden bir güneş, sevgimden bir ay var ettim. Benden gelen mevhibelerle seni yıldızlarda gece yolculuğuna çıkardım. Beni tefekkür etmenin neticesinde bulutlar yarattım. Başarıya ve neticeye ulaşmanı temin edecek rüzgârlar gönderdim. Lütfumun eseri olarak kalbini yağmurlarla bereketlendirdim. Sadakat ve itaatinden ötürü kalbini ağaçlar yetişen mümbit bir arazi kıldım. Bu ağaçların yaprakları vefam, meyveleri hikmetimdir. Kalbinde ezeli oluşuma dair hassas bilgilerin akıp durduğu bir nehir yarattım ve bana kesin bir inançla bağlanman vesilesiyle sevgimi kalbine yerleştirdim.”
Mümin kalbinin muhkem kaleleri
İbrahim b. Edhem (ra) şöyle demiştir: Allah müminlerin kalbinde iç içe yedi kale yaratmış ve müminlere bu kalelere girmelerini emretmiştir. Şeytanı ise bütün bu kalelerin dışına yerleştirmiştir. Şeytan burada müminlere seslenip durur ve köpeğin havlaması gibi duvarların arkasından sürekli onlara bağırır.
Şimdi, ilk kale altından yapılmıştır ve bu Allah’ı bilmektir (marifetullah). Bunun çevresinde gümüşten yapılan Allaha iman kalesi bulunur. Bunun çevresinde safirden yapılan Allaha tevekkül kalesi vardır. Bunun çevresinde demirden yapılan ihlâs kalesi bulunur. Sözde ve davranışta ihlâs… Bunun çevresinde bakırdan yapılan Allahın hükmüne rıza kalesi bulunur. Bunun çevresindeki pirinçten kale, Allah’ın emir ve ne- hiy türünden farz kıldıklarını yerine getirmektir. Nihayet bunun çevresinde de kerpiçten yapılan kale bulunur. O da müminin her türlü davranışında nefsin edebini yerine getirmesidir. Allah şöyle buyurur: “Benim kullarım üzerinde senin (şeytanın) hiçbir hâkimiyetin yoktur” (İsrâ 17/65). İşte mümin, bu kalelerin içinde altından inşa edilene girmiş olan kişidir. Kul, nefsin edebini yerine getirmeye devam ettiği sürece şeytan bu kalelere asla giremez. Fakat kul bu hususta gevşeklik gösterdiği an, şeytanın kerpiçten yapılan ilk kaleyi ele geçirip bir sonrakine yönelmesi içten bile değildir.
Böylece kul ne zaman Allah’ın emir ve nehiy türünden farzlarını yerine getirmeye son verirse şeytan pirinçten yapılan kaleyi ele geçirir ve üçüncüsüne yönelir. Ardından kul Allah’ın hükmüne rıza göstermeyi terk ettiği vakit şeytan bakırdan yapılan kaleyi ele geçirip dördüncüsüne yönelir ve sonuna kadar böyle devam eder. Ârif bir müminin kalbinde dört tür ateş bulunur: Korku (havf), sevgi (muhabbet), bilgi (marifet) ve özlem ateşi (şevk). Korku ateşi günahtan haz alma duygusunu; sevgi ateşi itaatten haz alma duygusunu; marifet ateşi varlıklar üzerinde hâkimiyet kurmaktan haz alma duygusunu ve özlem ateşi de Sevilen in hoşnutluğu ile ruhu yakar.
Ârif bir müminin kalbi üç tür bahçede gezinip durur: gizlilik, vefa ve nimet bahçeleri. Vefa bahçesindeyken ümit hâline bürünür. Nimetler bahçesindeyken vefa hâline bürünür. Gizlilik bahçesindeyken dupduru olur.
Ârif bir müminin kalbinde üç tür nur bulunur: marifet, akıl ve ilim nurları. Marifet güneş, akıl ay, ilim ise yıldızlar gibidir. Marifet nuru hevâyı, akıl nuru şehveti, ilim nuru ise bilgisizliği örter. Marifet nuru Rabb Teâlâ’ya ait nurdur. Akıl nuru gerçeği kabul etmeyi, ilim nuru ise gerçek bilgiye göre davranmayı temin eder.
O hâlde ârifin ve Allah’tan saadet dileyen bir kimsenin kalbinde bulunması gereken ilk şey nurdur. Sonra bu nur ziyâya, sonra parıltıya, sonra aya ve güneşe dönüşür. Nur ortaya çıkınca kalp dünya ve içindekilere karşı soğur. Bu nur aya dönüştüğünde kalp, ahirete yönelik beklentilerinden uzaklaşır (zühd fi’l-âhiret). Nur güneş hâlini aldığında kişi ne dünyayı ne ahireti ne de bunların barındırdıklarını görür. Sadece Rabbini bilir. Bu kişinin vücudu, kalbi ve sözleri nurdur. “Allah dilediği kimseyi nuruyla hidâyete iletir* (Nûr 24/35).
Ârif kalbinin seferleri
Ârif şu üç denizi aşmadıkça Rabbinin büyüklüğünün farkına varamaz. Bunlar, rablık (rubûbiyyet), koruyuculuk (müheyminiyyet) ve ilahlık (lâhûtiyyet) denizleridir. Rablık denizinin aşılması, ârif bu denize daldığında Onun terbiye eden (rabb), kendisinin ise terbiye edilen (merbûb) olduğunu bilmesidir. Böylece ârifin kalbi düşünce, dili yücelikleri zikir, gözü ibret alma (itibar) ve nimetleri görme, nefsi ise hizmet ve rızayı talep etme denizlerine dalabilir. Bu durumda ârif, itaati bir deniz olarak görmeli, hizmeti gemi edinmeli, nimetler üzerinde düşünmeyi denizde ilerlemek olarak kabul etmelidir. Hakk’ın yüceliklerini zikretmek gemiyi ilerleten rüzgâr mesabesindedir. İbret almak ise rüzgârı yönlendirmesini ve doğru yolu bulmasını sağlayan bir rehberdir. Böylece gemi onu Koruyuculuk denizine ulaştırır. Fakat burada gemi işe yaramaz, özlem, sevgi ve inâbetten (gizli ve açık günahlardan vazgeçip Hakka dönmek) kurulu bir köprüden geçmesi gerekir. Ancak bu yolla İlahlık denizine ulaşabilmesi mümkündür. Burada ise artık ne gemi ne de köprü işe yarar. Ârifin yapması gereken, teslim olup kendini denize bırakmaktır. Böylece ülfet rüzgârı ve ikram dalgalan onu götürüp sahile bırakır. îşte, ârif burada Rabbinin büyüklüğünü anlar. Ardından Hakk’ın büyüklüğü ve celâli, ârifın kalbini dört bir yandan aydınlatır: ortada marifet kandili ışıldarken sağ tarafta büyüklük (azamet), ön tarafta yücelik (celâlet) ve arka kısımda ise kudret ve saygınlık (izzet) vasıfları aşikâr olur.
Böylece kul düşünce yolunda ilerlerken marifet nuruyla sağ tarafına baktığında korku ve haşyet kapısını görür. Sol tarafına baktığında azamet, huşu ve rehbet (korku) kapışım görür, önüne baktığında yücelik, derinlerde kayboluş (gark) ve ürkme (vecel) kapısını görür. Ârif kalbinin arkasına baktığında ise saygınlık, zelillik ve miskinlik kapısını görür ve Allah Teâlâ’nın cömertlik ve iyiliğinin farkına varır. Bu sayede korku (havf) onun diline iyice yerleşir ve Hakk’tan başkasını konuşmaz. Aynı şekilde haşyet gözünün bir melekesi hâline gelir ve Hakk’tan başkasına bakmaz. (Bir başka korku türü olan) rehbet ellerine bağ olur ve Hakk’tan başkasından bir şey almaz. Derinlere gark olma, ayaklarının bağı hâline gelir ve Hakk’tan başkasına doğru yürümez. Böylece göğün perdelerini açar ve melekler onunla övünür durur.
Arifin kalbindeki marifet ağacı
Ârifm kalbine yağan ilk yağmur, ikram yağmurudur ve bu sayede orada beş dalı bulunan marifet ağacı yeşerir. Dallardan ilki arşa, İkincisi doğuya, üçüncüsü batıya, dördüncüsü sağ ufka, beşincisi ise sol ufka dek uzanır. Arşa kadar uzanan dalın suyu mutluluk, meyvesi ise münâcattır. Doğuya kadar uzanan dalın suyu ikram, meyvesi hizmettir. Batıya kadar uzanan dalın suyu rahmet, meyvesi ilim ve ibret, ibretin altında ise düşünce ve itaattir. Sağ ufka kadar uzanan dalın suyu sevgi, meyvesi zikirdir. Sol ufka kadar uzanan dalın suyu inâbe, meyvesi günahları telafi etmektir (rubef). Bütün bunlar, arifin kalp dilinden süzülen sözleri, fiilleri ve belirtileridir.
Ârif bir müminin kalbinin üç tür alameti vardır: Bütün günahları tevbeyle, bütün iyilikleri hatırlayıp anmakla, her şeyi de Allah’ın sevgisiyle örter. Böylelikle arifin kalbinde Allaha yönelik sevgiden başka hiçbir durum bulunmaz. Bu durumda sözleri sadece Hakk’ın yüceliklerini, nimetlerini ve kendisini koruduğunu zikretmekten ibaret olur. Marifet bakımından Rabbiyle şu dört yolla konuşur: Övgü, şükür, şikâyet ve mazeret dili.
Övgü dili ârif ile Hakkın verdiği nimetler arasında gerçekleşir. Şükür dili, ârif ile Hakk’ın yaratması arasında gerçekleşir ki bu durumda ârif, kendisini yarattığı için Rabbine şükreder. Şikâyet diliyle konuşurken kendisini Rabbine şikâyet eder. Mazeret diliyle konuşurken günahlarından ötürü Rabbinden bağışlanma talep eder.
Arif üç şeye kulak verir: Tenzil, tefsir ve tevil. Tenzih (Kuranı) duyduğunda iman eder, tefsiri duyduğunda onu davranışlarına yansıtır, tevili duyduğunda ise bu bilgiyi ilk hâline döndürür.
Müminin kalp evi ve içindekiler
Müminin kalbi iki kapısı bulunan bir eve benzer. Bunlardan birisi dünyaya, diğeri ise âhirete açılan iki kapıdır. Dünya kapısı ibret (alma kapışıyken), ahiret kapısı fikret (düşünce, tefekkür) kapısıdır. Ayrıca bu evde dört sütun üzerinde bulunan bir taht vardır. Sütunlardan ilki korkunun büyüklüğünden, İkincisi itaatteki huşu duygusundan, üçüncüsü günahları terk etmekten, dördüncüsü ise akıbetin ne olacağına dair korkudan inşa edilmiştir. Bu tahtta iki veziri bulunan bir hükümdar oturmuştur. Burada hükümdar kesin bilgi ve inanç (yakîtı), sağındaki vezir korku, solundaki vezir ise ümittir.
Tahtın önünde bir meydan ve bu meydanda on iki vekil (nakîb) bulunur: Bunlar sırasıyla İslâm’ın başı olan şehadet, dinin direği olan namaz, amellerin temizleyicisi olan zekât, İslâm’ı tamamlayan oruç, İslâm’ın bir şartı olan hac, İslâm’ın denizi olan örf, İslâm’ın koruyucusu olan iyiliği emretmek ve kötülükten sakın- dırmaktır ki bu İslâm’ın delilidir. Daha sonra İslâm’ın süsü olan cemaat, İslâm’ın cevheri olan sadaka, İslâm’ın şefkati olan akrabalık ilişkilerini diri tutmak ve son olarak güzel bir sondur ki bu da İslâm’ın korunması/korumasıdır. Müminin kalbindeki marifet ağacı, yedi dalı bulunan bir ağaca benzer. Bu dallardan ilki gözlerine, İkincisi diline, üçüncüsü kalbine, dördüncüsü nefsine, beşincisi yaratılış anma, akıncısı ahirete ve yedincisi de Rabbine dek uzanır. Bu dallardan her birinin iki meyvesi vardır. Gözlerine uzanan dalların meyveleri ağlamak ve ibret nazarıyla bakmaktır. Diline uzanan dalın meyveleri bilgi ve hikmettir. Kalp dalının meyveleri Allah’a özlem duymak (şevk) ve O’na dönmektir (inâbe). Nefs daimin meyveleri zühd ve ibadettir. Mahlûkata uzanan dalın meyveleri vefa ve sadakattir. Ahiret dalının meyveleri cennetteki nimetler, Mevla’ya uzanan dalın meyveleri ise O’nu görmek ve O’na yakınlıktır (rü’yet ve kurbet).
Buna mukabil, insanoğlunun kalbindeki hevâ ağacının da yedi dalı vardır. Bu dallardan ilki gözlerine, İkincisi diline, üçüncüsü kalbine, dördüncüsü nefsine, beşincisi yaratılış anına, akıncısı dünyaya ve yedincisi ise (ancak) ahirete dek uzanır. Gözlerine uzanan dalların meyveleri merak ve şehvet; diline uzanan daim meyveleri gereksiz konuşmak ve gıybet etmek; kalp dalının meyveleri öfke ve düşmanlık; nefs dalının meyveleri haram ve şüpheli şeylerden kazanç sağlayıp geçinmek; mahlûkata uzanan daim meyveleri tuzak ve hileye başvurmak; dünya dalının meyveleri aldanış ve riya; ahiret dalının meyveleri ise hasret ve pişmanlıktır.
Arifin kalbindeki bahçeler
Arifin kalbinde on bahçe vardır. Bunlar birleme (tevhid), yol (sebil), kesin bilgi ve inanç (yakîn), alçakgönüllülük (tevâzu), helal, büyüklük ve keremden kaynaklanan yumuşak huyluluk (hilm), cömertlik, rıza, ihlâs ve yine rıza bahçeleridir. Mümin işte bu bahçelerin bekçisidir. Her zaman bu bahçelerde dolaşır durur. Eğer tevhid bahçesinde Allah’a ortak koşma ve bozgunculuk yapmaya dair bir arzunun yeşerdiğini görürse derhal onu söküp atar. Yol bahçesinde hevese uyma ve bidate rastlarsa bunları söküp atar. Yakîn bahçesinde kuşkuya rastlarsa söküp atar. Tevazu bahçesinde kendini beğenmişlik ve büyüklenmeye rastlarsa bunları söküp atar. Helal bahçesinde haram ve şüpheli bir şey bulursa bunları söküp atar. Hilm bahçesinde öfke ve kahır bulursa bunları söküp atar. Cömertlik bahçesinde cimrilik ve açgözlülüğe rastlarsa bunları söküp atar. İhlas bahçesinde yapmacıklığa rastlarsa bunu söküp atar. Rıza bahçelerinde endişe ve şikâyete rastlarsa bunları da söküp atar.
Allah dostlarının ve düşmanlarının kalplerine yağan yağmurlar
Yağmur iki türlüdür: Rahmet ve gazap yağmurları. Rahmet yağmuru saadete erişmenin neti- cesiyken gazap yağmurlan isyankâr olmanın sonucudur. Bu durumda üç şey rahmet yağmurlarını engeller: Riyanın huy hâline gelmesi, iddia ve gösterişin eylemlerin karakterine dönüşmesi ve gönlün bozgunculukla dolması. Üç şey de gazap yağmurlarının kalbe yağmasına neden olur: Haram yemek, helali terk etmek, kötü niyet beslemek.
Rahmet yağmurunda dört unsur bulunur: Korkuya işaret eden gök gürültüsü, özlem şimşeği, ikram yağmuru ve ruh rüzgârı. Korkuya işaret eden gök gürültüsü tevbe edenlerin, özlem şimşeği zahitlerin, ikram yağmurları sevenlerin, ruh rüzgârları ise âriflerin kalplerinde görülür. Aynı şekilde gazap yağmurlarında da dört unsur bulunur: Yabancılaşma ve husumete işaret eden gök gürültüsü, öfke şimşeği, düşmanlık yağmuru ve perde rüzgârı. Yabancılaşma ve husumete işaret eden gök gürültüsü kâfirlerin, öfke şimşeği münafıkların, düşmanlık yağmuru zalimlerin ve perde rüzgârı da isyankârların kalplerinde görülür.
Kalplerin Makamları (Büyük Sufilerden Seçme Metinler), hayykitap,syf.123-138