İyi (Muhsin) Kimdir?
Şüphe yok ki iyi hareket edenlere Allah’ın rahmeti çok yakındır”(A’raf 57)
Mutezile şöyle demiştir: “Bu âyet, Allah’ın rahmetinin iyi kimselere yakın olduğuna delâlet eder. İşte bu mahiyetin tamamı (yani rahmetin yakın oluşu), muhsinler için söz konusu olunca, muhsin olmayanlar için, bundan en ufak bir payın bile meydana gelmemesi, böylece de kâfirler hakkında Allah’ın rahmetinden hiçbir şeyin hâsıl olmaması gerekir. Azabı affetmek, bir rahmettir.
İçine düştükten sonra cehennemden kurtulmak da bir rahmettir. Öyleyse, bu rahmetin “muhsin” olmayan kimseler için söz konusu olmaması gerekir. Günahkârlar ve büyük günah sahipleri ise “muhsin” (iyi hareket eden kimse) değildir. Öyle ise onlar için, cezanın affolunmasının ve cehennemden kurtulmanın söz konusu olmaması gerekir.”
Cevap: Allah’a iman eden ve tevhid ile nübüvveti ikrar eden (kabul eden) herkes, “muhsin”dir. Bunun delili şudur: Çocuk bir kuşluk vakti buluğa erdiğinde Allah’a, peygamberine ve ahiret gününe iman etse, ama öğle (namazı) vaktine ulaşamadan ölse, ümmet-i Muhammed, onun, “İyi iş, güzel amel yapanlara (muh-sin olanlara), daha güzel iyilik vardır” {Yunus, 26) âyetinin hükmüne girdiği hususunda ittifak etmişlerdir. Malumdur ki, bu şahıs marifet ve ikrarın dışında, başka bir tâat işlememiştir. Çünkü o, sabah vaktinden sonra buluğa erdiği için, ona sabah namazı farz olmamıştır. Öğlen vaktinden önce de öldüğü için, ona öğle namazı da farz olmamıştır. Görünen odur ki, diğer ibadetler de ona vacib olmamıştır.
Böylece sabit olmuştur ki, o muhsindir ve yine sabit olmuştur ki, ondan marifet ve ikrardan başka bir şey sudur etmemiştir. Buna göre, bu kadar miktarın bir “ihsan”; ve onu yapanın da “muhsin” olması vacib olur.
Bu kesinleşince biz deriz ki: Marifet ve ikrarı bulunan herkes, muhsinlerden-dir. Bu âyet-i kerime de, Allah’ın rahmetinin muhsin olanlara yakın olduğuna delâlet etmektedir. Öyleyse, bu âyetin hükmüne göre, ehl-i salât olan büyük günah sahiplerine de, Allah’ın rahmetinin ulaşması vacib olur. O zaman bu âyet, onların aleyhine olan bir delil olur.
Eğer onlar, “muhsin olan kimseler, bütün ihsanları (iyi işleri) yapmış olan kimselerdir” derlerse,
biz deriz ki, “Bu yanlıştır. Çünkü “muhsin”, kendisinden “ihsan” kelimesinin delâlet ettiği şey sâdır olmuş olan kimsedir. Nasıl kendisinde ilim olan kimseye “âlim” deniliyor ise ve onun âlim olmasının şartı da bütün ilimlerin (o kimsede) bulunması değil ise, aynı şekilde o insanın muhsin olmasının şartı da, onun bütün “ihsan” çeşitlerini yapması değildir.
İşte böylece, onların ileri sürdüğü bu sorunun geçersiz, bizim benimsediğimiz görüşün ise doğruluğu sabit olur.
Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 10/448-449