İslam’da insan nedir?

bodrum-butik-otel-manzara-insan-1 İslam’da insan nedir?

İnsan, özgür düşünceye sahip, -bazı maddi zorlamaların hege­monyasını dahil etmezsek- kendi iradesi ile kudretini kullanabilen bir varlıktır. O, kendi iradesiyle ve olasılıklar arasında dengeyi sağ­lamak arzusuyla bilinçli bir şekilde hareket etmektedir. O nedenle içgüdü baskısının ve fizik kanunlarının boyunduruğu altına gir­miş atom mekanizmasının esir aldığı hayvanlardan daha üstündür.

Onun hem ihsana hem de ifsada gücü yeter. İsterse bir şey­ler ortaya koyar, isterse pasif kalır. Allah Teâlâ’nın kendisi için ya­rattığı hudutlar doğrultusunda bir duruma müdahale de edebilir ama aynı zamanda sırt da çevirebilir.

İman ile küfür arasında muhayyerdir. İşte bu seçim, varolu­şundaki en büyük karardır. Zira emrihak vaki olduğunda söz ko­nusu karar lehinde veya aleyhinde delil olacaktır.

îbn Teymiyye, tercih ve cebr problemine dair sünni paradig­mayı arz ederken şöyle söyler: “Bil ki kul, hakiki bir faildir. Sa­bit bir meşieti, keskin iradesi ve salih kudreti mevcuttur. Nitekim Kur’an-ı Kerim, birçok ayette kulların iradesinden bahsetmiştir:

‘O, herkes için, sizden doğru yolda gitmek isteyenler için bir öğüttür. Alemlerin Rabbi Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz.’ (Tekvîr, 81:28-29)

İşte bu bir öğüttür. Dileyen, Rabbine ulaştıran bir yol tutar.’ (İnsan, 76:29)

‘Dileyen ondan öğüt alır/ (Abese, 80:12)

‘Bununla beraber, Allah dilemeksizin onlar öğüt alamazlar. Sakınılmaya layık olan da O’dur, mağfiret sahibi de O’dur.* (Müd- desir, 74:56)

Kulların fillerini ispat eden daha nice ayetler vardır. Amel edi­yorlar, yapıyorlar, iman ederler, küfre düşüyorlar, tefekkür ediyor­lar, muhafaza ederler, takvalıdırlar.”[2]

Müslüman, karar verme ve seçme ameliyesinin beyindeki atomların hareketinden daha büyük olduğunun bilincindedir. Ni­tekim o, nefs-i levvame ile nefs-i emmareyt inanmaktadır. Bunlar ise nefsin iki farklı hâlidir, îlki insanı şerden alıkoyar ve onu hayra sevk eder. İkincisi ise hayra set çekip şerre teşvik eder. Ayrıca nefis, hem meleklerin ilhamına hem de şeytanların vesvesesine açıktır.

Peki… Ateist materyalist paradigma içerisinde insamn irade­si ve meşieti nerede?

DİLEDİĞİNİ SEÇEMEMEK… ATEİZM

Ateizmin o efsunlu hâli, ateistlerin söylevlerine göre karan­lıklar vadisinden aydınlığın eteğine, aklını kullanarak geçmeyi ba­şarmaktır. Nitekim ateist, aydın bilinci sayesinde, samimiyet ve kardeşlik ile yoğrulmuş basiretsiz sürülerin dindarlık saçmalığın­dan çıkarak özgür iradesiyle Tanrının varlığını inkâr etmeyi seç­mektedir. O nedenle ateist, seçiminin doğruluğunu ve epistemo- lojik olarak temellendirdiği üstünlüğünü özgür iradeye borçludur.

Müslüman da özgür iradeye borçludur. Zira onun sayesinde inanç tercihinde bulunmakta, hakikati bilinçli bir şekilde seçme erdemine sahip olabilmektedir. Ayrıca imtihan dünyasındaki ahlaki ter­cihlerine doğruluk ve saflık kazandırmaktadır. Buna ek olarak kıya­met gününde yaptıklarının bir karşılığı olacağı düşüncesini, zihinde­ki inana ve azaların ameline uygun olarak makul bir zemine oturtur.

Hepimiz -bazı istisnalar haricinde- neyi yapacağımızı seçtiği­mize, hiçbir zaman ve hiçbir durumda bunlara mecbur olmadığı­mıza inanırız. Lokantada kendi isteğimizle kahve ısmarlayabiliriz yahut da yine tamamen kendi seçimimiz ile bunu yapmayabiliriz, internette dilediğimiz sayfayı açar dilediğimiz yerde geziniriz. Aynı şekilde elimizdeki kitabın herhangi bir bölümünü okumayı da seçebiliriz. Burada bizi yönlendirmesi muhtemel birtakım etken­leri -örneğin yorgunken okuyamamak gibi- inkâr etmiyoruz. Yi­ne kimyanın insan davranışları üzerindeki tesirleri ve bipolar bo­zukluktan muzdarip insanlara verilen ilaçların düşüncelerle etki­leşimini de kabul ediyoruz. Bizim burada karşı çıktığımız husus, kimyayı ve diğer fiziksel etkenleri; insan düşüncelerini, mizacım, iradesini ve eylemlerini açıklayan yegâne unsurlar olarak görmek­tir. Uyarıcılar ve itici güçlerin varlığına rağmen insanın çoğu işinde seçenekler arasında muhayyer olduğu olumlu bir alan bulunduğu­na inanıyoruz. Tabii sarhoşluk ve zihinsel hastalıklar gibi, eylem­lerin bilinçli tercih edilmediği birkaç durum buna dahil değildir.

Özgür irademizi iliklerimize kadar hissetmekteyiz. Hatta bu his, neredeyse bedihi sayılacak kadar karşı konulamaz. Dolayısıy­la biz, hakikat doğrultusunda bir iş yaptığımızda ve bir iyiliği ger­çekleştirdiğimizde mutlu olur, bir kötülüğe bulaştığımızda yahut da yanlış yollara saptığımızda ise endişeleniriz. Aynı şekilde had­dini aşan zalimleri kınamak ve aşırı ihmalkarları da engelleme hu­susunda tereddüt etmeyiz.

Ancak evrenin maddeden ibaret olduğunu söyleyen, onu atomlar, arazları ve harekederine indirgeyen ateist anlayış; özgür iradenin varlığını mahza yanılsama saymaktadır. Çünkü insan biz­zat seçmemekte, bilakis kendisi için seçilmektedir. Mücbir kud- retierin kamçısıyla olması gereken yere sürülmektedir. Tamamen maddeden oluşan varoluş, bünyesinde madde ve enerjiden başka bir şey taşımamaktadır. İnsan da söz konusu varoluşun bir parça­sı konumundadır. O, büyük varoluşun makinesidir. Onun hareket etmesiyle hareket eder ve yine onun hattında iradesiz bir şekilde seyreyler. Bundan dolayı insanın davranışları iradesi dışında ger­çekleşir. Zira o, genlerinin kimyasal özelliklerinin esiridir.

20.üzyılın en önde genel psikologlarından James Hillman, materyalist felsefeyi şöyle ifade ediyor: “Genetik kodum, atadan kalma miraslarım, hayatımdaki acı olaylar ve sosyal kazalar tara­findan yazılmış bir komployu yaşıyorum.”[3]

Esasında mezkûr anlayışı ateist biyolog Francis Crick şöyle ifade etmişti: “Sen, sevinçlerin, üzüntülerin, hatıraların, hırsların, kendinle ve özgür irade ile ilgili hislerin… Aslında bunların hep­si, büyük bir nöron grubu ve bunlarla ilişkili moleküllerin hare­ketlerinden başka bir şey değildir.”[4]

Ateist biyolog William Provine, özgür bir canlı varlığının im­kânına dair ateist paradigmanın içerisinde bulunduğu çıkmazın köklerini şu sözleri ile ortaya koymaktadır: “Geleneksel şekliy­le özgür irade, başka bir deyişle zorlama ve korku olmaksızın al­ternatif yollar arasında seçim yapma özgürlüğü, en basit ifadeyle yoktur. Zira hâli hazırda mevcut bulunan şekliyle evrimsel süre­cin, gerçekten bir seçeneğe sahip bir varlık üretmesinin hiçbir yo­lu bulunmamaktadır.”[5]

AIexander Rosenberg bütün meseleyi basit bir cümleyle özet­liyor: “Aklın beyinden ibaret olması gerçeği, özgür iradenin yok­luğunu garanti etmektedir. Bu gerçek, fiillerimizi ve hayatımızı tanzim edebilecek herhangi bir tasarıyı ve amacı imkânsız kıl­maktadır.”[6]

Özgür iradeyi inkâr meselesi, tamamen maddi bir dünyada, rastgele evrimin insana özgür irade veremeyeceğini iddia eden fi­lozof biyologlarla sınırlı değildir. Diğer disiplinlerin ateist dü­şünürleri de bu hususta onlara muvafakat etmektedir. Örneğin ate­ist fizikçi Stephan Hawking, söz konusu düşünürler arasında yer alır. Nitekim o şöyle demektedir: “Davranışlarımız fizik kanunla­rı tarafından yönetiliyorsa, özgür iradenin nasıl işlediğini görmek zordur. Öyle görünüyor ki, biyolojik makinelerden başka bir şey değiliz ve özgür irade de mahza yanılsama.. .”[7]

Fizikçi Alfredo Metere şu sözleriyle meseleyi daha da açık hâ­le getirmiştir. Ona göre kişinin büyük patlamaya, evrenin genişle­mesine ve evrenin nedensellikle bağlı olduğuna inanması; hür ira­denin kendisine alan bulmasına izin vermemektedir. Çünkü böy- lesi bir durumda bütün eylemlerimiz, evrendeki ilk hareketin bi­rer izinden başka bir şey değildir. Öyle ya ilk patlamadan kaynak­lı meydana gelen her şey, söz konusu hareketin ve ona bağlı olarak meydana gelen düşüncenin zorunlu bir yansımasıdır.[8]

O hâlde biz, evrenin ilk ortaya çıkışından bu yana cebrin tut­saklarıyız. 13,7 milyar yıl sonra da bugün olduğumuzdan gayrı bir yoldan yürümek de mümkün değildir. Zira evrenin ilk hareketi, her varlığın yeknesak bir şekilde olmasını gerektirmektedir. Biz- ler, daha önceki kozmik olayların, eylemlerimizin ve düşüncele­rimizin kaderine doğru koşmasına direnme yeteneğinden yoksun bıraktığı, zaman taneciklerinin düşmesiyle birlikte onların müte- selsilen hareket eden domino taşlarıyız.

Özgür iradenin varlığını kabul etmeyen ateistler, kendi görüş­lerine destek çıkma adına ampirik bilimi kullanmaktadırlar. On­ların iddialarına göre bilimsel araştırmalar, beynin bir kararı, ki­şi farkına varmadan birkaç saniye önce aldığını ortaya koymuştur.

Oysa bu iddia bilimsel olarak çürütülmüştür.[9] Esasında bilim bu hususta herhangi bir şeyi kanıtlamış değildir. Dolayısıyla ateist­lerin argümanları yalnızca evrenin maddeliği ve rastgeleliği üze­rine kuruludur.

Ateizmin başat isimleri tarafından dile getirilen söz konusu itiraflardan sonra zorunlu olarak akla gelen iki soru var. Birinci­si: Eğer ateizm en baştan irade ile seçilebilecek bir tercih değilse, niçin bu insanlar bizi ateizme çağırıyorlar? İkincisi: Eğer bizim iman ve küfür arasında bir seçim şansımız yoksa neden Dawkins ve avanesinin kitaplarına ihtiyaç duyalım?

İnceleyin:  Borç ve Vergi Meselesi

Bu sorulara susmakla mukabele etmeleri haricinde herhan­gi bir cevapları yok…

Özgür iradenin inkârı, ateistlerin asla durdurma gücüne sahip olamayacağı bir çelişkiler yumağının bidayetidir. Zira özgür irade­yi reddedip cebri müdafaa ederken dahi böylesi bir düşünce hayat­larının her anında karşılarına çıkacaktır. Sam Harris’in Özgür ira­de adını verdiği meşhur kitabında -ki bu eser, başlık-içerik uyumu açısından son yıllarda ateistler tarafından kâleme alınan en başa­rılı kitaptır- özgür iradenin esasında basit bir yanılsama olduğunu ortaya koyduktan sonra, okura dürüstçe sunduğu bu keşfinden son derece memnun olduğu sonucuna ulaşarak okurunu özgür irade ya­nılsamasından kurtulmak için elinden gelenin en iyisini yapmaya davet etti. Bu bağlamda söyledikleri oldukça manidardır. Hâlbuki Harris’in mutluluğu, tabi olduğu fizikalizm[10] ekolüne göre safı ya­nılsamadan ibarettir. Aynı şekilde Harris’in başkasının yanılsama içerisinde olduğuna inanması da safi yanılsamadır. Buna ek olarak bir başkasının bilinçli olarak seçme ve reddetme hakkına sahip ol­duğu düşüncesi de safı yanılsamadır. İşte tüm bu yanılsamalar, fi­ziksel ve biyolojik reaksiyonların mekanik bir etkisinden ibarettir.

Yine bahsi geçen eserinde, kitabı yazma hususundaki katkıla­rından ötürü eşine teşekkür ediyor… Şaşırtıcı! Burada şaşkınlıkla soruyoruz, Harris neden yazı yazarken oturduğu masasına, klav­yesine, bilgisayarına ya da sandalyesine değil de iradesi ve seçim kudreti olmayan eşine teşekkür ediyor? Nihayetinde bütün bun­lar, kitabın hazırlanmasında emeği geçen iradesiz makinelerdir. O nedenle eşinin, yazarın üzerine oturmadan yazamayacağı sandal­yeden herhangi bir üstünlüğü yoktur.

Ateizmin diğer bir çelişkisi, dini çürütmek için cebri kullan­dığında ortaya çıkmaktadır. Mutaassıp bir ateist olan Jerry Coy- ne şahsi web sitesindeki bir makalesinde şöyle yazmıştır: “Dav­ranışlarımız yalnızca genlerimiz ve çevrelerimiz tarafindan be­lirlenmektedir. Bunun ötesinde başka bir şeyin etkisi yoktur.”[11] Buna ilaveten insanın eylemlerinde zorunlu olduğunu kanıtla­manın aslında dinleri üretmek için kesinlikle kullanılması ge­reken iyi bir argüman olduğunu da belirtmiştir. Zira Tanrı, ka­çınamayacakları bir davranıştan ötürü bir insanı nasıl ateşle ce­zalandırabilir?!

Burada Coyne’ye şunu sorabilirsiniz: Tanrıya ve dine olan iti­razı, akla dayalı bir tavır mıdır? İtirazları, akla anlamak, yanlışla- mak yahut da kınamak için düşünme imkânı sağlayan özgür irade­ye dayanmıyor mu? Esasında mesele, özgür iradeye sahip olmayan bir insanın imtihana tabi tutulmasından çok daha büyüktür. Bila­kis asâ sorun şu ki, özgür iradeye sahip olmayan bir insan beyni, nasıl oluyor da dinleri kötülemek yahut da inkâr etmek için ken­dim hakem tayin edebiliyor?

Richard Rorty, hakikate ulaşma arzusunun Darvvinci bir yol olmadığını açıkça söylediği için Coyne’den daha akıllı sayılır. Biz burada iradesiz bir canlıyla karşı karşıyayız. İradesiz olduğu için de hakikate değil, yalnızca kendisine yönelmiştir. Tabii buna da yö­nelmek denilirse. Özgür irade olmadığı için bilinçli düşünme ye­tisinden mahrum olduğundan dolayı da herhangi bir şeye inan­ması mümkün olmamaktadır.

Özgür iradenin bir yanılsama olduğuna ikna etmeye yönelik her düşünsel çaba, esasında söz konusu iddiaya yazarın kendi iradesiyle ulaşmaktan aciz bulunduğunu ve aynı zamanda muhatabın da o iddia­yı iradesiyle benimsemesinin imkânsızlığını gözden kaçırmak demektir.

O hâlde özgür iradeye inanmadan dile getirilen her türlü görüş, tama­men boş söz hükmündedir.

YANILGININ EGEMENLİĞİ VE KARANLIK

AYDINLANMA

Önde gelen simalarına göre ateizm nedir?

Batıl inançlara karşı kıyam hüviyetindeki öfkeli devrim… Dünyayı değiştirmeye yönelik o taşkın arzu….

Ancak insan saf maddeden ibaret, nabız atışı ile kan dolaşı­mından ve mazisindeki olayların şimdiye hükmetmesinden başka bir şey değilse, insanın mahiyeti ne oluyor ki?

Böylesi bir durumda devrimin imkânı nedir? Cebrin karan­lık hakikatinde aydınlanma umutları nerede? O hâlde zihinde do­laşan her türlü fikir, hakikat olmadan seyahat eden bir yanılsama değil midir?

Daha da şaşırtıcı olan, bu özgür iradeyi inkâr eden şahısla­rın, ateistlerin başarıları ve fedakarlıklarını iftihar vesilesi addet­meleridir. Dahası onları, realiteye baş kaldırmış ve normlara isyan eden özgür düşünürler (free thinkers) olarak görüyorlar. Onlara göre bu kimseler, yeryüzünde hiç ölmeyecekmişçesine dünya ni­metleri içinde yüzmenin vereceği huzuru terk etmişlerdir. Burada Nietzsche’nin, evini dağın tam yamacına inşa edip basit olandan yüz çeviren süperinsam göklere çıkaran sözlerinden faydalanıyorlar.

Ancak iş felsefi gevezeliğe gelince, ateistler, özgür iradeden yoksunluğumuzu, bizim tıpkı yeryüzündeki diğer şeyler gibi, ken­dimizden menkul hiçbir hususiyete sahip bulunmadığımızı söyler dururlar. Oysa bu, son derece açık ve bariz bir çelişkidir. Hatta bu­nun yanında, Allah’a inananlarla verdikleri mücadelenin mottosu ”inananları hurafelerden kurtarmak” olmasına rağmen ateistlerin de hurafelerden kaçamayacağının apaçık beyanıdır.

Harvard Üniversitesi’nden psikolog Daniel Wegner, Bilinç­li İrade İllüzyonu[12] [13] adlı kitabında, özgür iradenin mahza yanıl­gı olduğunu ifade eder. Ona göre eylemlerimiz, yalnızca birin­cil fiziksel sebeplere karşı verilen mekanik tepkilerdir. Kendi­siyle yapılan bir röportajda, irade özgürlüğünün daimi bir ya­nılsama olduğunu ve özgür irade hissinin bizi terk eder etmez onu yeniden hissettiğimizi itiraf ediyor. Şöyle söylüyor: “…bu­nun bir aldatmaca olduğunu bilsen de her seferinde yine bu nu- marayı yutuyorsun. [14]

Bizim cebr kisvesinin esiri olduğumuz hakikati ve özgür irade nimetinin tadım çıkardığımız yanılgısı… Bu hakikat ve yanılsa­ma ikileminden kurtulmanın bir yolu yoktur. Ateistlere göre bun­lar, beraati mümkün olmayan kaderimizi oluşturuyor. Esasında bu durum, dediklerine göre günlük hayatımızda da karşımıza çıkıyor. Örneğin Rodney Brooks, insanın biyomoleküllerle dolu büyük bir deriden başka bir şey olmadığını ve evindeyken çocuklarına şöy­le bir baktığında aklına baskı yaparak onları makinelerden ibaret görebileceğini düşünüyormuş. Ancak biraz yaklaştığında maki­nelermiş gibi davranamadığını ve sevginin istemsizce fışkırdığını dile getiriyor. Nihayetinde iki zıt düşünceyi bünyesinde taşıdığını itiraf ediyor: Seçim ve cebr.14

Bir noktada çelişkilerle birlikte yaşandığına dair başka bir be­yan da Edward Slingerland’dan gelmektedir:[15] “Biz, robot olma­dığımıza inanmak için tasarlanmış robotlarız.” (We are robot* de- s iğne d not t o belitte t hat voe are robot s.) O hâlde özgür olduğumuz yanılsaması, bünyemizin kurtulamadığımız bir parçasıdır.

Peki biz robotsak, gerçekten de robot olduğumuzu nasıl an­layabiliriz? Zira robot dediğimiz şey akledemez, tamamıyla prog­ramlanmış olduğu için sistemine önceden girilmiş bilgiler dışın­da bir çıktı ortaya koyamaz. Bu girdiler da kör tabiatın rastgele bir ürünü ise, çıktılara güvenmenin hiçbir düzlemde olumlu bir kar­şılığı olamaz… İşte böylece kendimizi, doğal olarak bilinmeyen­leri bildiğini iddia eden ateist düşüncesine göre yeni bir çelişki­de buluyoruz.

Ateist paradigmaya göre bundan bir kurtuluş var mı?

Saul Smilansky cevaplıyor. Dediğine göre özgür iradeye sa­hip olmadığımızın tam manasıyla bilincinde olarak yaşamamızm mümkünatı yok. O nedenle merkeziyetçi, tutarsız yahut da çeliş­kili inançlara tutunmamız icap eder.[16]

Bu bağlamda Dawkins, “Herkes Basel’in Arabasına Vurmayı Bıraksın” adlı makalesinde, çelişkilerle yaşayan bir ateist akim hâl-i pürmelaline dair bir örnek anlatıyor. Dediğine göre Basel adında bir adam, sanki bilinçliymiş ve çalışıp çalışmamayı kendi irade­siyle seçiyormuşçasma arabası çalışmadığında birtakım uyarılarda bulunduktan ve ayağını denk alması için mühlet verdikten sonra ona sertçe vuruyormuş.

Dawkins söz konusu hikayeyi, suçu ne olursa olsun bir suç­luyu cezaya mahkûm eden yargıcın bu hareketine de tıpkı Basel’e güldüğümüz gibi gülmeliyiz, diyebilmek için anlatıyor. Hakika­ten de her iki durumda gülmek isabetli bir tutumdur. Çünkü insan da tıpkı araba gibidir, elinde herhangi bir tasarruf hakkı yok­tur. Dolayısıyla işlediği suçlar da bahsi geçen arabanın çalışma­ması ile eşdeğer olmaktadır. Nitekim arabanın bu eylemi kablola­rının, dışarıdaki havanın, asfaltın ve yolların mekanik bir etkisin­den neşet etmektedir. O hâlde katilin ve tecavüzcünün eylemi de doğduğu yer ile yaşadığı zamanın, ailesinin, okulunun, bulundu­ğu toplumun, izlediği televizyon programının, kahvaltıda yediği şeylerin ve arkadaşlarının mekanik bir etkisidir.

Dawkins makalesini, özgür irade yanılsaması içerisinde yaşa­dığımızı söyleyerek sonlandırıyor: “Nihai olarak bu düzeye ulaş­mamız hatta ve hatta bahsi geçen cinayetlere, arabasına çalışma­dığı için şiddet uygulayan Basele güldüğümüz gibi gülecek sevi­yeye yükselmemiz gerektiğini düşünüyorum. Ama korkarım ki bu denli aydınlanma seviyesine ulaşmam pek mümkün değil.”[17]

İnceleyin:  Klasikten Moderne ve Çağdaş Zamanlara İnsan Tasavvurunun Dönüşümü

Ateist paradigma içerisindeki kimse korkunç kabuslara duçar olur. Birincisi hür iradeye sahip olmamasıdır. Bu durum sahip ol­duğunu iddia ettiği her türlü erdemi ortadan kaldırmakta, hurafe- cilere ve hurafelere karşı ilan ettiği kıyamı hurafe hâline getirmek­te, dünyayı aydınlatmaya yönelik çabalarını beş para etmez kılmak­tadır. Zira özgür irade bir seraptır ve yeryüzünde gerçekliği yoktur.

İkinci kabusu ise, özgür irade serabının, içinden çıkılma­sı mümkün olmayan bir hakikat, olmasıdır. İnsan, hür iradesinin bulunmadığına dair bilincini var gücüyle korumaya gayret etse bi­le. .. Yalan olduğunu bildiği bir şeyi yalanlamaktan acizdir ve idrak ettiği şeyin safi yanılsama olduğuna inanmak zorundadır. İşin en kötü yanı bir ateistin, eylemleri, korkuları, umutları, üzüntüleri ve sevinciyle hayatım bu yanılsamayla yaşamaya mahkûm kalmasıdır.

Ateist kendisinin aydınlatıcı bir ufku olduğunu zannetmekte­dir. Oysa hakikatte bir seraba tutunduğu için hiçbir şey görmeyen, görmediği hâlde kendisini görüyor zanneden bir âmâdır.

Yanılgı ateistin kaderidir. Ondan asla kurtulamaz.

Dawkins’in bahsi geçen sözünü kabul ettiğimiz takdirde Daw- kins’i ve kitaplarını {Haddini Aşan Tanrı, Tanrı Yanılgısı, Kör Sa­atçi, Dünyadaki En Büyük Geçit Töreni) sıkıca tenkide tabi tutma­mız hatta kınamamız gerekir. Çünkü bunlar, Dawkins’in en ufak bir iradesinin olmadığı aydınlanma arzusu ile yazılmıştır… Ve ma­alesef Dawkins’in dinlere ilan ettiği savaştan tövbe edip ayağını denk almaşım da ümit edemiyoruz zira “bu denli aydınlanma sevi­yesine ulaşmam pek mümkün değil” sözü ile bizi perişan etmiştir.

ATEİZM DÜNYASINDA SEN NESİN?

Sen düşünmeyen, hissiyattan yoksun, sevmeyen bir şeysin. Hatta aşk dürtülerinin kamçısıyla atan kalbin dahi beş para et­mez. Çünkü bu, içinde gerçek bir duygu taşımayan maddi bir var­lığın mekanik tepkisinden ibarettir. Ondan dolayı kalbi olmadığı için, “aklıselim”bir ateistin karısına seni seviyorum dememesi gere­kir. Bilakis dürüstçe şu cümleleri söylemeli: “Karıcığım, dopamin, beynimdeki kaudat nukleusu doldurdu.” Öyleyse aşk, beyin, hor­monlar ve sinirlerle ilgili sistem dışında kalan bir eylem değildir. Ateist düşünce zaviyesinden bakacak olursak biz sevmeyiz, aşık ol­mayız. Yalnızca içimizdeki kaynayan kimya, aldatıcı bir sevgi şek­linde tezahür ediyor. Biz hakiki sevgiden yoksun yaratıklarız. Sev­gi dediğimiz şey de daha çok kalp denilen bir kas kütlesinin kanı damarlara doğru itmesinden başka bir şey değildir.

Özgür iradenin inkârı, tarafları burjuvanın aydınlarından mü­teşekkil, sırf teori boyutuyla sınırlı olarak tartışılan bir sorun değil­dir. Bilakis son derece pratik ve somut sonuçları olan bir düşüncedir. Başka bir ifadeyle kişinin, başkalarına zarar vermenin yanlış bir şey olmadığına inanmasıdır. Zira söz konu eylemin faili iradeden yoksun olduğu için işlediği suçlar, hanesine günah olarak yazılmayacak­tır. Nasıl yazılsın ki? Sonuçta kendi seçimi değildir. İnsan, bilinçli bir seçim olmaksızın, kendini organlarda gösteren bir dizi eylem or­tan koymak için fizyolojik yapıyı kullanan bir makineden ibarettir.

PsycMogy Science dergisinde yayınlanan bir çalışmada, fark­lı Amerikan üniversitelerinde çalışan iki araştırmacı, cebr anlayı­şına yoğun bir şekilde maruz kalmış bir grup katılımcı üzerinde yaptıkları deneyle, cebr inancı taşımanın yalan ve ihanet olgusu­nu artırdığını ortaya koydu. Söz konusu araştırmacılar, irade öz­gürlüğü tartışmalarının ciddi toplumsal yansımaları olan bir ko­nu olduğu sonucuna vardılar.[18]

Bahsi geçen husus, uzmanlar tarafından icra edilen farklı de­neyler tarafindan da doğrulandı. Söz konusu deneylerden birisi şu şekilde: Bir grup üniversite öğrencisine, özgür iradenin inkârı­nı savunan bilim adamlarının raporları sunuldu. Akabinde dene­ye katılan öğrencilerden, baharatlı yemeklerden hoşlanmayan bir grup insana yemek servis etmeleri istendi. Ancak buna rağmen ba­haratlı yemekler servis ettiler. Oysa bu öğrencilere, oturan kişile­rin hiçbir seçim şansı olmadan, kendilerine servis edileni yemeye mecbur oldukları daha önceden söylenmişti.[19]

Gray Quinn, konunun hakikatini olumlu bir şekilde özetli­yor (!).“Din Olmasaydı Ne Olurdu” temalı sempozyumda sundu­ğu “Özgür İraden Yok” başlıklı tebliğinde, özgür iradeyi inkâr et­menin büyük bir erdem olduğunu iddia ediyor. Bu erdem ise suç­luluk duygusundan tamamıyla kurtulmak, vicdan azabını yok et­mek ve bencilliğinin eş, aile ve toplum tarafından kınanmayaca­ğı bir düzleme taşımaktır. Zira günahlarınız sizin fizyolojik yapı­nızın bir parçasıdır.[20]

İşte ateist budur. Bir makine olduğuna, özgür iradeden yok­sunluğunu fark eden bilinçli bir makine olduğuna inanın Her ne kadar bilincin, olguyu anlayabilme seviyesine yükselmesi için id­rak eden bir iradeye ihtiyacı olsa da…

Ateist, iradesi olmadığı gerçeğiyle karşı karşıya geldiğinde, se­çemeyeceği, hareket edemeyeceği veya tepki veremeyeceği için öz­gür irade miti ile yaşamak zorunda olduğuna inanır. Sonra da top­lumun iradesiz olduğunu bilmesine rağmen ahlaklı toplum çağrı­lan yapar. Bir kötülük yaptığı zaman vicdan azabı çekmesine yol açacak özgür iradesi olmadığını bilmesine rağmen böyle çağrılar­da bulunur…

Ateist olman demek, bir mit yaratman sonra da onunla bera­ber yaşaman ve senin bu mitine uymayanlara “bilim” kılıcını çek­men demektir. Bütün bunlar da evrenin yaradılışındaki ve vahyin mesajlarındaki hikmeti anlamaktan alıkoyan unsurlardır.

Özgür iradeyi reddetmek, materyalist ateizmin zorunlu sonuçların- dandır ve ateistlerin iddia ettiği her türlü ahlaki ile bilişsel erdemi ade­me mahkûm eder.

Sami Amiri – Ateizm Kendi Paradigmasıyla Yüzleşiyor,syf:81-94

Dipnotlar:

[2] Ebü’PAbbâs Takiyyüddîn Ahmed b. ‘Abdilhalîm b. Mecdiddîn ‘Abdis- selâm el-Harrânî Ibn Teymiyye, Mecmû’ul-Fetâvâ – İbn Teymiyyey thk. Abdurrahman b. Muhammed b. Kâsım (Medine: yy., 1416/1995). 8/93.

[3] James Hillman, The Soul’s Code (Ruhun Kodu), (New York, Random House, 1996) s. 6.

[4] Francis Crick, Astonishing Hypothesis: The Scientific Search far the Soul (Şaşırtıcı Hipotez: Ruhun Bilimsel Arayışı ), s. 3.

[5] Alıntılayan: Terence L. Nichols, The Sacred Cosmos (Kutsal Dünya), (Oregon: Wipf and Stock Publishers, 2009) s. 15.

[6] Alexander Rosenberg, The Ateist’s Guide to Reality (Ateistin Gerçeklik Rehberi), s. 195.

[7]        Stephen Hawking, The Grand Design {Büyük Tasarım), (New York: Ran-

dom Housc Publishing Group, 2010), s. 32.

[8] Alfredo Metere, “Does free will exist in the universe?”, Cosmos Maga­zine, erş. tar. 18 Temmuz 2018. https://cosmosmagazine.com/science/ physics/does-free-will-exist-in-the-universe-that-would-be-a-no

[9] Alfred Mele, Free: Why Science Hasrit DisprovedFree Will (Özgür: Bilim Neden özgür iradeyi Çürütmedi?), (New York: Oxford University Press, 2015), s. 26-39.

[10] Fizikalizm: Bütün varlığın fiziksel tabiata sahip olduğunu ve fiziksel yö­nü olmayan şeyin var olmadığını iddia eden felsefe ekolü.

[11] Jerry Coyne, “Önce again with free will: a question for readers”, htt- ps://whyevolutionistrue.wordpress.com/2016/08/16/once-again-wit- h-free-will-a-question-for-readers/.

[12]      Daniel Wegner, The Illusion of Conscious Will (Bilinçli İrade İllüzyonu),

(ABradford Book; İst edition), 2003.

[13] Overbye, Dennis. “Free Will: Now You Have It, Now You Don’t.” The New York January 2,2007..

[14] Rodney Brooks, Flesh and Machines: How Rohots Will Change Us (Et NasılDeğiştirecek?), (New York: Pantheon,

[15] Edward Slingerland, What Science Offers the Humanities: Integrating Body and Culture (Bilim Beşeri Bilimlere Ne Sunar: Beden ve Kültürü Bütünleş­tirmek), (Cambridge: Cambridge University Press 2008), s. 281.

[16] Saul Smilansky, Free Will and Illusion (Özgür İrade ve İllüzyon), (Ox- ford: Oxford Press, 2000), s. 187.

[17] Richard Dawkins, “Let’s ali stop beating Basil’s car”.

<https://www.edge.org/response-detail/11416>

[18] Vohs, Kathleen&Jonathan Schooler, “The Value of Believing in Free WiH”, Ptychological Science, Volüme 19-Number 1.2008.49.

[19] Alfred R. Mele, Free: Why Science Hasn’t DisprovedFree Will {Bilim Ne­den Özgür İradeyi Çürütmedi?), s. 4-5.

[20] Jerry Coyne (2015), “You Don’t Have Free WiU”.

< https://www.youtube.com/watch?v=Ca7i-D4ddaw>

 

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir