İslam Medeniyet Tarihinde İlim Yolculukları
Bir yerden diğerine seyahat etme anlamına gelen “rıhle” genelde âlimlerin, özelde muhaddislerin hadis öğrenmek, bildiklerini tevsik etmek için yaptıkları ilim yolculuklarını ifade etmek için kullanılır.
Her şeyi bilen Allah Azze ve Celle, Hz. Âdem’i yaratınca, ona eşyayı öğretti, dilediği kullarına da murat ettiği kadar “ilim” verdi. İlmin gerekliğine inanan insanlar ilim sahiplerine ulaşıp onlardan istifade edebilmek için kısa-uzun rıhle/seyahatler yaptı.
İlk rıhle
Genel anlamıyla ilk rıhle Hz. Âdem’le başlamıştır. Allah Teâla Hz. Âdem’i “Kamil insan şeklinde yarattığında” meleklere gönderip selam vermesini ve cevaplarını dinleyip öğrenmesini emretmiştir.(1)
Kendisine “senden daha âlim birini tanıyor musun?” diye soran kişiye “hayır” cevabını veren Hz. Musa (aleyhisselam) da, ilahi buyruk gereği Ondan daha bilgili olduğunu öğrendiği Hızır’a ulaşıp, bilgisinden istifade etmek için rıhle yapmıştır.(2)
Sahabe ve Rıhle
Sahabe de İslam’ın öğretilerini Allah Resulü’nden öğrenip kabilelerine tebliğ etmek için meşakkatli ilim yolculukları düzenlemiştir. Ebû Zer el-Ğifarî (radiyallahu anh)’nin risalet haberini alınca önce kardeşi Üneys’i Mekke’ye göndermesi, onun yeterli bilgiyi alamaması üzerine hazırlık yapıp bizzat kendisinin gidip Müslüman olması sahabe dönemi rıhlelerinin ilklerinden olması cihetiyle ayrı bir öneme sahiptir.(3)
Cabir b. Abdillah, Abdullah b. Üneys (radiyallahu anhuma)’ten tek bir hadis almak için bir aylık mesafeyi kat etmiştir.(4) Hz. Cabir bu durumun arka planıyla alakalı şöyle demektedir: “Allah Resulü’nün ashabından birinin -ilgili olduğum- bir hadisi bildiği haberi bana ulaşınca hemen deve satın alıp yol hazırlığına koyuldum. Bir aylık seyahatten sonra Şam’a vardım. O sahabenin Abdullah b. Üneys olduğunu öğrenince (evine gidip) kapıcısına: Abdullah’a “Cabir’in kapıda olduğunu iletmesini” söyledim. O, Abdullah’ın oğlu Cabir mi diye (sordurunca) “evet” dedim. Bunun üzerine kapıya gelip boynuma sarıldı. Kendisine: ‘Bir hadis var ki onu senin Allah Resulü’nden işittiğin haberi bana geldi. Onu dinlemeden ikimizden birinin öleceğinden korktum,(5)’ bu yüzden geldim, dedim.”
Ebû Eyyüb (radiyallahu anh) Mısır’da ikamet eden Ukbe b. Amir (radiyalahu anh)’e Allah Resulü’nden duyduğu bir hadisi sormak için gittiğinde ilk olarak Mısır emiri Mesleme b. Muhalled (radiyallahu anh)’in evine uğrar, Ukbe’ye Ebu Eyyüb’un geldiği haber verilince aceleyle çıkıp (eve varır) onunla kucaklaşır. Daha sonra: “Seni buraya kadar getiren sebep nedir?” diye sorar. Ebû Eyyüb: “Allah Resulü’nden dinlediğim, yeryüzünde ikimizden başka işiten kimsenin kalmadığı “müminin kusurunu örtmeyle” alakalı hadisi te’kiden (dinlemek için) geldim” der. Ukbe: “Evet Allah Resulü’nü şöyle derken işittim”, deyip hadisi rivayet eder: “Kim dünyada bir müminin günahını örterse Allah da ahirette onun ayıbını örter.” Ebû Eyyüb: “Doğru söyledin” deyip, hiç vakit kaybetmeden bineğine yönelir ve Medine’ye hareket eder. (O derece hızlı ilerler ki) Mesleme’nin gönderdiği hediye kendisine ancak Mısır’ın Ariş şehrinde yetiştirilir.(6)
Kesir b. Kays şöyle rivayet etmektedir: Dımeşk mescidinde Ebu’d-Derdâ ile oturuyordum. Biri ona yaklaşıp şöyle dedi: “Ey Ebu’d-Derdâ! Buraya senin Peygamberden rivayet ettiğini duyduğum bir hadis için onun şehri Medine’den geldim.”
Ebu’d-Derdâ: Bir ihtiyaç için gelmedin mi?
— Hayır.
— Ticaret için de mi gelmedin?
— Sadece o hadis için geldim.
Bunun üzerine Ebu’d-Derdâ şu hadisi rivayet etti:
“Allah Resulü’nden işittim: ‘Kim ilim için bir yola girerse cennet yollarından birine girmiş olur. Melekler ilim talebesinin yaptıklarından razı olduklarından kanatlarını onlar üzerine sererler. Denizdeki balıklar dâhil gökte ve yerdekiler âlim için istiğfar ederler. Âlimin, abide üstünlüğü ayın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Şüphesiz âlimler peygamberlerin varisleridirler. Peygamberler miras olarak altın ve gümüş bırakmadılar. İlmi bıraktılar. Her kim onu tahsil ederse büyük bir nasip elde etmiş olur.(8)”
Tabiun Devri ve Sonrası
Sahabenin farklı ülkelere hicret edip beraberlerinde hıfz ettikleri hadisleri de götürmeleri tabiûn devrinin hadis taliplilerinin bir beldeden diğerine seyahat etmelerini zorunlu hale getirdi. Etbâu’t-tabiîn dönemi âlimleri de tabiûne ulaşıp onlardan hadis alabilmek için aynı şekilde seyahatler düzenledi. Hadisler büyük mecmualarda toplanıncaya kadar hadis rıhleleri bu şekilde devam etti.(9)
Tabiûn devrinde sayıları yüzlerle ifade edilen ulema, şehir şehir dolaşıp hadis topladı. Gittikleri beldeden azami derecede istifade ettikten sonra başka şehirlere intikal ettiler. Mekhûl Mısır’da hürriyetine kavuşunca oradaki bütün ilmi topladığını, ardından Irak’da ve Medine’de de aynı şeyi yaptığını, Şam’a geldiğinde ise oranın ilmi birikimini elekten geçirdiğini söylemektedir.(10)
Tabiûn devri alimleri hem hadis dinlediler, hem de zamanla oluşan mesmûâtı gittikleri yerlerde de rivayet ederek şehirlerarası sürekli aktif olan bir bilgi ağı oluşturdular.
Endülüslü âlim Baki b. Mahled iki defa batıdan doğuya yaya olarak rıhle yapmış, ilk yürüyüşü on dört, ikincisi ise yirmi yıl devam etmiştir.(11) Zehebî, Siyer-u A’lami’n-Nübelâ adlı eserinde Bakiy b. Mahled’in doğu seyahatinin asıl gayesinin İmam Ahmed b. Hanbel’le karşılaşıp ondan ilim almak olduğunu söyler. Ne var ki Bağdat yakınlarında, İmam’ın ev hapsinde olduğunu öğrenir. Şehirde ilk olarak Yahya b. Maîn’in ders halkasına katılır. Daha sonra çıkıp sora sora Ahmed b. Hanbel’in evine ulaşır. Hadiseyi şu şekilde anlatmaktadır:
Kapısını çaldım, çıkıp açtı. Karşısında duran, tanımadığı adama bir müddet baktı. Bunun üzerine, “Ey Ebû Abdullah! (Ahmed b. Hanbel) (Bu gördüğün adam) yabancıdır. Bu şehre ilk defa geliyor. Hadis talebesidir. Seyahatinin gayesi de sizden hadis dinlemektir.” Bunun üzerine, evin içine geçişte kullanılan koridora girip gözden kaybolmamı söyledi. Daha sonra “Nerelisin?” diye sordu. Endülüslü olduğumu söyleyince, “Ülken gerçekten uzak, senin durumunda olanların ilimle ilgili isteklerini karşılamaya yardımcı olmaktan bana daha hoş gelen bir şey yok. Ne var ki şu an –belki sizin de bilginiz dâhilindedir- büyük bir sıkıntı içerisindeyim.” Ona, durumu bildiğimi, şehre ilk defa geldiğimden kimse tarafından tanınmadığımı, eğer izin verilirse dilenci kıyafetiyle hadis dinlemek için kapıya gelip dilenciler gibi konuşacağımı, kendisinin sadaka verir gibi şu an bulunduğumuz yere çıkıp, bana her gün bir hadis rivayet etmesini, bunun da yeterli olacağını söyledim. Ders halkalarında ve hadis âlimlerinin yanında görülmemem şartıyla teklifimi kabul etti.
Elime bir değnek alır, bezle başımı sarar, kâğıt ve diviti de elbisemin yenine koyar sonra İmam’ın kapısı önüne gelip, bölge dilencilerinin üslubu üzere “el-ecr rahimekümullah” diye bağırırdım. O da çıkar, evin kapısını kapatır iki, üç ya da daha fazla hadis rivayet ederdi. Böylece ondan üç yüz kadar hadis dinledim.(12)
Yakub b. Süfyan’ın rıhlesi ise otuz yıl sürmüştür.(13) Said b. Müseyyeb tek bir hadis için günler ve gecelerce yürüdüğünü söyler.(14)
Ahmed b. Hanbel de şöyle demektedir: “Âlî isnad” sahibi olmak selefin sünnetidir. Abdullah b. Mesud’un talebeleri Küfe’den kalkar Medine’ye gelir, meseleyi bizzat Hz. Ömer’den öğrenir, hadisi ondan dinlerlerdi.(16)
Tabiûnun büyüklerinden Ebu’l-Aliye şöyle demektedir: “Basra’da iken Allah Resulü’nün ashabından rivayet edilen bir hadisi işitir, bununla yetinmez vasıtamıza biner Medine’ye gider, hadisi bizzat onların ağzından dinlerdik.(17)”
Pek çok alim rıhleye çocuk yaşta başlamıştır. Bu hususta babaları hoca olanlar diğerlerine nispetle bir adım daha önde olurdu. Akranları oyun oynamakla ve şeker yemekle meşgul olurken peygamber aşığı babalar çeşitli yöntemlere başvurarak yavrularını ilim yolunda yürütürlerdi. Arap olmadıkları halde “Sahihler”i, “Sünenler”i tedvin eden Horasan ve Maveraunnehr ulemasının yetişmesinin arka planında bu hasbi yürüyüşler vardır. Yusuf b. Ahmed eş-Şîrazî’nin hocası Ebu’l-Vakt es-Siczî’ye Kirman yurdunun nihayetin de ulaşmasını anlatan rıhle serüveni hasbiliğin idrak edilebilmesi için önemlidir: “Ebu’l-Vakt’in huzuruna varınca selam verdim, elini öptüm, bir yere oturdum. Bana: ‘Bu beldelere seni getiren nedir?’ diye sordu. Maksadım size ulaşmaktı, zaten Allah’tan sonra itimadım da sizedir. Bana ulaşan hadislerinizi kalemimle yazdım, şimdi de nefeslerinizin bereketinden istifade etmek alî isnadınıza nail olmak için huzurunuza koşup geldim. Bunun üzerine şöyle dedi: ‘Allah her ikimizi de rızasına muvaffak etsin. Gayret ve hedefimizi Onun için kılsın. Eğer beni gerçek anlamda tanımış olsaydın değil buralara gelmek bana selam bile vermez, önümde oturmazdın.’ Ardından uzunca bir süre ağladı ve huzurda olanları da ağlattı. Sonra: ‘Allah’ım bizi sitr-i cemilinle ört ve o manevi örtünün altında razı olacağın durumda kıl.’ diye dua etti. Daha sonra konuşmasını şöyle sürdürdü: ‘Evladım! Bildiğin gibi aynı şekilde ben de Buharî’nin “Es-Sahih”ini dinlemek için babamla birlikte yaya olarak Herat’tan Buşenc’e orada ikamet eden ed-Dâvûdi’ye gitmiştim. O zaman on yaşından küçüktüm. Babam yürüyüş esnasında elime iki taş koyar ve ‘Bunları taşı.’ derdi. Ondan korkuma taşları elimde muhafaza eder, onun murakabesi altında yürürdüm. Yorulduğumu görünce taşlardan birini atmamı söyler, ben de atar biraz hafiflerdim. Yorgunluğumu fark edinceye kadar yürürdüm. Yoruldun mu, diye sorunca korkudan ‘hayır’ derdim. ‘Peki ya neden yavaş yürüyorsun?’ diye sorduğunda bir müddet önünde hızlı bir şekilde yürür tekrar takatten kesilirdim. Bunun üzerine babam elimdeki diğer taşı da alır atardı. Elden ayaktan kesilinceye kadar yürürdüm. İşte o noktaya gelince beni alır sırtında taşırdı.
Yürüyüş esnasında çiftçiler ve başka insan gruplarıyla karşılaşırdık, onlar babama ‘Şeyh İsa! Bu çocuğu bize ver, her ikinizi de Buşenc’e götürecek binite koyalım.’ teklifinde bulunur, Babam: ‘Allah Resulü’nün hadislerini öğrenmeye giderken hayvana binmekten Allah’a sığınırız. Hayır, biz yürüyeceğiz. Oğlum yürümekten kesildiğinde Allah Resulü’nün hadislerine hürmeten ve sevabını umarak onu başımın üstünde taşıyacağım.’ derdi.
Babamın hüsn-ü niyetinin neticesi olarak bu ve diğer kitapları dinleyip istifade etme bahtiyarlığına erdim. Akranlarımdan kimse kalmadı. Bu yüzden bütün şehirlerden ilim taliplileri şimdi bana geliyor.(18)”
Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve selem) devrindeki rıhleler İslam’ın emir ve yasaklarını öğrenmek için düzenlenirken sahabe, tabiun ve etbâu’t-tabiîn devrindeki rıhleler özellikle hadisleri tevsik, hıfz ve tedvin etmek için yapılmıştır.
Rıhlenin Önemi
Rıhlenin sünnetin korunmasındaki yeri fevkalade önemlidir. İbrahim b. Edhem (v. 161); “Allah Teala bu ümmete gelecek belaları hadis âlimlerinin rıhlelerinin bereketiyle uzaklaştırmıştır.(19)” demektedir.
Hicri bir ve ikinci asırda rıhlenin gerekliliğine o derece inanılmıştır ki; rıhle yapmayan kişinin ilmine itibar edilmemiştir. Özellikle rıhleler sahabenin çok olduğu şehirlere yapılmıştır. Muhammed b. Sîrîn (v. 110) Küfe’de dört bin hadis talebesi(20) olduğunu haber verir. el-İclî’nin Küfe’de yetmişi Bedir ashabından olmak üzere bin beş yüz sahabenin olduğunu(21) bildirmesi Küfe’deki talebelerin neden sayıca daha çok olduklarının izahını kolaylaştırmaktadır.
Rıhlenin ilim tarihindeki yeri ile alakalı İbrahim b. Edhem şöyle bir tesbitte bulunur: “Eğer rıhle olmasaydı, ilim yok olup giderdi.(22)”
Ulema bazen Hasan Basrî (v. 110) örneğinde olduğu gibi tek bir mesele için Basra’dan kalkar Küfe’ye gider(23), bazen de gittiği şehirdeki âlimi bulamayınca o gelene kadar beklerdi. Bu bekleme uzun sürünce orada yerleşenler de olurdu. Örneğin tabiûn ya da etbâut’t-tabiînden bazı âlimlerin nisbeleri verilirken el-Yemenî (Yemenli), sonra el-Mekkî, sonra eş-Şâmî, sonra el-Kufî, sonra el-Basrî, daha sonra el-Mısrî şeklinde yazılması hadis tedvini için ne kadar farklı bölgeleri dolaşıp, aidiyet kesbedecek kadar oralarda ikamet ettiklerini göstermektedir.
Ulema ilim için yorucu seyahatler yaptı. Bunlar içerisinde memleketlerine dönemeyenler olduğu gibi, ağarmış saçlarla geri gelenlerin sayısı hiç de az değildir. Aralarında yollarda ya da gittiği şehirlerde azık bulamayıp ot yiyenler vardır. Onlar, bütün bunlara tahammül edip sonraki nesillere zengin ve sağlam bir hadis hazinesi bıraktılar.
Rıhleler hadisin tedvininde ve intişarında, rivayet yollarının çoğalmasında ve hadis ricalinin tanınmasında büyük vazife ifa etmiştir.
Tedvin Sonrası Rıhle
Ulema hadislerin tedvin edilmesinden sonra meşhur şeyhlerle müzakere etmek, belli konularda ders okumak, icazet almak gibi genel içerikli rıhlelere devam etmiştir.
Hocaların ders usullerini kendi halkalarında takip etmek, müşkülleri onlarla paylaşmak, sonra da farklı bölgelerin yöntem ve birikimini imkân nispetinde kendi usulü içerisinde eritip onun tekâmülüne katkıda bulunmak selefin sünnetidir. Biz de bu vesileyle “duymak görmek gibi değildir./Leyse’l-Haberu ke’l-muayene”(24) sözünü de esas alıp düzenlediğimiz rıhle halkasına Şam’ı da dâhil etmek istedik. Kara yoluyla Şam bölgesinin merkezi Dımeşk’e(25) doğru hareket ettik.
Dimeşk’e ya da İbn Cübeyr’in ifadesiyle “Cennetu’l-Meşrık”a (doğunun cenneti)(26) doğru ilerlerken yol boyu ilim için yapılan rıhleleri düşündüm. Çocuk yaşta yollara düşen, uzak mesafeleri çoğu zaman yaya olarak kat eden, yabancı diyarlarda hastalığın ve fakirliğin pençesinde acı çeken, rıza-i ilahiye gölge düşer endişesi ile çektiği ızdırabı kimselere hissettirmeyen,
“Aşıkım dersen, belây-ı aşktan âh eyleme
Ah edüp ağyârı, esrârından agah eyleme!”
sırrı üzere yaşayan, kendilerini korumaktan aciz kalsalar da üstadlarından dinlediklerini, okuduklarını paha biçilmez mücevherlerden daha kıymetli görüp itina ile muhafaza eden, kendilerini bekleyen insanlara Allah Resul’ünün hadislerini, müctehit imamların ictihatlarını götürüp rivayet eden o büyük alimleri düşündüm. Tabakât ve Terâcim kitaplarından “kafa arşivimde” kalan muazzam hayat öykülerini tezekkür ettim.
Dipnotlar:
(1): Buharî, İsti’zan 1; Müslim, Cennet, 12, Hz. Adem’e dinlemesi emredilen mesele Buharî’de’ “mâ yühayyûneke(selamlamalarını), Müslim’de ise “mâ yücîbûneke” (cevap vermelerini) şeklindedir.
(2): Buharî, İlim, 16.
(3): Buhârî, Menâkib, 11.
(4): Buhari, İlim, 19.
(5): Abdulfettah Ebû Ğudde, Sâfâhât min Sabri’l-Ulema, Beyrut, 1997, s. 44.
(6): Ahmed, Müsned, V, 923-4; Tercümede esas aldığımız rivayet ve benzerleri için bkz. Hatib el-Bağdadî, er-Rıhle fî Talebi’l-İlim, Beyrut, 2006, s. 50 vd.
(7): Tirmizî, İlim 20.
(8): Benzer rivayetler için bkz. el-Bağdadî, er-Rıhle, s. 17 vd.
(9): Muhammed Accâc el-Hatîb, es-Sünne Kable’t-Tedvîn, Beyrut, 20001, s. 119.
(10) Zehebî, Tezkiretu’l-Huffâz, I, 275; Takiyyudddin en-Nedvî, el-İmam el-Buhârî, Dımeşk, 1994, s. 29.
(11): Fuat Sezgin, Tarihu’t-Türasi’l-Arabî, I, 238; Ebû Ğudde, a.g.e., s. 60.
(12): Ebû Ğudde, a.g.e., s. 50.
(13): Ebû Ğudde, a.g.e., s. 240.
(14): el-Bağdadî, a.g.e., s. 55.
(15): Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) ile aralarındaki ravi sayısını düşürerek kendilerini Efendimiz’e daha yakın kılan isnada denir.
(16): Suyûtî, Tedrîbu’r-Râvî, s. 295; en-Nedvî, a.g.e., s. 34.
(17): Ebû Ğudde, a.g.e., s. 50.
(18): Ebû Ğudde, a.g.e., s. 76-8.
(19): en-Nedvî, a.g.e., s. 34. Benzer rivayet için bkz. el-Bağdadî, a.g.e., s. 26.
(20): en-Nedvî, a.g.e., s. 33.
(21): Muhammed Zahid Kevserî, Fıkhu Ehli’l-Irak ve Hadîsuhum, (Zeylai’nin Nasbu’r-Raye’si ile birlikte), Beyrut, 1996, I, 15-16.
(22): Lev lem teküni’r-rihle ledae’l-ilmu.
(23): en-Nedvî, a.g.e., s. 29.
(24): Hadis olduğu da rivayet edilen bu söz için bkz. Ahmed b. Muhammed el-Meydanî, Mecmau’l-Emsâl, Beyrut, 2202, III, 114.
(25): Biz de Şam deyince Dımeşk kastedilir. Gerçekte ise, Şam Dımeşk’ın dahil olduğu bölgenin adıdır.
(26): İbn Battuta, Tuhfetunnuzzar Fî Garaibi’l-Emsar ve Acaibi’l-Esfâr, Beyrut, 2004,I, 82.
İhsan Şenocak
İktibas: 10.12.2014
http://sahniseman.org/islam-medeniyet-tarhinde-ilim-yolculuklari-ihsan-senocak/