İnsan’da ”Ben Bilirim” Tavrı
İnsanlar arasında sağlıklı bildirişin ancak bildiriyi alanın karşı karşıya kaldığı bildiri önünde “boş” bulunmasıyla mümkün olur. Daha doğru bir ifadeyle, bir hitap veya bir metin bize ancak o metnin veya hitabın “altında” kaldığımız taktirde Öğretici olabilir. Eğer benimseme iradesini önceden gösterirsek bir düşünceyi, bir sanat eserini anlayabiliriz. Yani hiçbir bildiriye peşin “biliyorum”la yanaşamayız. Yanaşırsak bu bilgiden (eğer bilgi konusu bir malzeme varsa tabi) uzak bir alanda çakılıp kalacağızdır. Esasen, öğrenmek bir açılma, kendini açma halidir .Talebe isteyen demek olduğuna göre, bir bakıma onun avuç açtığını, kendini boş kabul ettiğini hesaba katmalıyız. Bir şey bildiği iddiasıyla öğrencilik yapmak, öğreneceğine kendini önceden kapamak anlamına gelir.
Söyleyen gerçekten söylediği kimsenin yararına bir bilgiyi sunacaksa, yani onda yaşayan gerçeği tecessüm ettirme çabası içine girmişse, onun bu haliyle kıdemli olduğu önceden kabul edilmelidir. Bir filozofun yanlışını çıkarmak üzere okumaya başlarsak hem kendimizi onun üstüne koymuş oluruz, hem de onda yaşayan muhtemel gerçeği yakalama imkânını kendimize kaparız. Yalnız bir filozofu değil, bir arkadaşımızı anlamak için bile onun söyledikleri önünde eğilmek, onu doğru anlayabilmek için söyleyeceklerini peşin hükümlerden arınmış bir ruh hali ile dinlemek zorundayız. Ama ne yazık ki günlük hayat içinde insanlar başkasının söyleyeceklerini, söylemekte olduklarını hep bildiklerini kabul ederler. O kadar ki çoğu kimse karşısındaki konuşurken onun gerçekten ne dediğini anlama çabası göstereceğine, o susar susmaz ne giyeceğini düşünerek dinler. Yani söyleneni hep “bilir”. Bildiği için de söyleneni hiçbir zaman anlayamaz, imkânını kendine tıkamıştır.
Bu meselenin dikkate değer bir yönü daha var. Bir kimse yalnızca dostunu iyi anlamaz, aynı zamanda gerçek düşmanını da iyi anlar. Çünkü insan düşmanına karşı “uyanıktır” düşmanına karşı “biliyorum” tavrıyla yanaştığında zararlı çıkacağını, tedbir alamıyacağını akletmek zorundadır. Bu yüzden düşmanı konuşurken, dikkat kesilir, kendinin bütün kavrama gücünü harekete geçirir, anlamayı temin etmek için peşin hükümlerini bir yana bırakır, düşmanını anlamak için eğilir, zihnini boş kılmaya çabalar. Yoksa, onu anlayamıyacak, onunla başetmek için tedarikte bulunamıyacaktır. İnsanın düşmanını anlama zorunluğu, sonunda onunla gerçek etkileşim içine girmesini de gerektirir. İnsan en çok hasmmdan etkilenir.
Karşıt görüşlü iki bilge, birgün kıyasıya bir tartışmaya tutuşurlar. Her biri karşısındakinin ne ölçüde yanlış, kendinin ne çok doğru olduğunu kanıtlamaya, bütün zihnî kuvvetini göstermeye girişir. İki muhâsım düşünür sabahtan akşama kadar tartıştıktan sonra ayrılırlar. Ertesi gün bilgelerden biri ötekinin yanma gider: “Kitablarını bana ver” diye başlar sözüne “senin haklı olduğunu anladım, bundan böyle senin görüşlerini öğrenip, onları savunacağım.” Diğeri: “kitaplarımı sana veremem” diye karşılık verir, çünkü dünkü tartışmadan sonra senin haklı olduğunu anlayıp onları yaktım.” Anlıyoruz ki bu iki bilge birbirlerini ‘’ biliyorum” edasıyla dinlememişler.
İsmet Özel,Zor Zamanda Konuşmak