Ilahi Sifatlarin Taalluklari

Allah’ın yüce sıfatlarından irade, kudret, ilim, sem’, basar, tekvin sıfatlarının kendilerine ait özel taallukları vardır.

AÇIKLAMA

Allah’ın yüce sıfatlarının münasebetinden (izafe edilmesinden) kasıt, Cenâb-ı Hakk’ın bu sıfatlardan biriyle bir şeyi bir şekle tahsis
etmesi; bir şeyi yaratmak ile terkedebilmesi; bir şeyi bilfiil var etmesi veya yok etmesi; bir işin ortaya çıkmasını sağlaması veya başkalarının anlamalarını sağlaması demektir. Nitekim gelecek başlıklarda bu du-
rum daha kolay anlaşılacaktır.

56. İrade ve Kudret Sıfatlarının Taalluku

İrade ve kudret sıfatları sadece mümkün olan şeylerle alakalıdır.Irade sıfatı taalluk ettiği şeyi bir şekle tahsis eder, bir şeyin yaratılmasıyla yaratılmaması şıklarından birini tercih eder. Kudret sıfatının taallukuyla da Cenâb-ı Hakk’ın bir şeyi var edip etmemesi sahih olur.

AÇIKLAMA

İrade ve kudret sıfatları Allah Teâlâ gibi vâcibata (yani yokluğu düşünülemeyen), Allah’ın ortağının olması veya iki zıddın bir arada bulunması gibi aklen imkânsız olan şeylere taalluk etmez. Çünkü vâcip olan şey, zatıyla var olduğundan onun var edilmesi veya yok edilmesi mümkün olmaz. Aklen imkânsız olan bir durum ise, yokluğu
sabit, varlığı imkânsız olduğundan bunun da var edilmesi veya yok edilmesi tasavvur edilemez.

İrade sıfatının taalluku yalnız ezelîdir. Mümkün şeylerin meydana gelmesi esnasında tekrar taalluk etmesine ihtiyaç yoktur. Kudret sıfatının taalluku da Mâtürîdîler’e göre sadece ezelîdir. Kudretin ezeldeki taallukuyla Allah Teâlâ’nın olup olmaması mümkün olan şeyleri var edip etmemesi mümkün olur. Bilfiil var edip etmeme ise tekvin sıfatının taallukuyla ortaya çıkar.Ancak Eş’arîler, tekvin sıfatını kabul etmediklerinden onlara göre kudretin bir de ezelî taalluku vardır. Kudretin ezeldeki yani mümkinin vukuu esnasındaki taallukuyla yaratma ve yok olma fiilleri mey-
dana gelir.

Mesela İlâhî iradenin taalluku bir şahsın filan şahsın filan zaman ve mekânda şu gibi vasıflara sahip olarak dünyaya gelmesini ezelde tahsis ve tayin eder. Kudret sıfatının ezeldeki taallukuyla da Cenâb-ı Hakk’ın o şahsı, o şekilde yaratması mümkün olur. Sonra tayin edilmiş  zaman gelince de kudret sıfatının tekrar taalluk etmesiyle Allah Teâlâ o şahsı ezelî iradesine uygun olarak derhal yaratır.

İlâhî kudret, ezelî iradeye zıt bir şekilde ortaya çıkmaz. Çünkü İlâhî iradenin İlâhî kudrete aykırı olması aklen imkânsızdır. Allah Teâlâ bir şeyi irade etsin de o şey olmasın bu olamaz.

57. İlim ve Kelâm Sıfatlarının Taalluku

İlim ve kelâm sıfatları hem olup olmaması mümkün olan şeylerle hem varlığı zorunlu olan vâcip şeylerle hem de varlığı imkânsız olan mümteni şeylerle ilgilidir.

İlim sıfatının taalluku, Allah Teâlâ’nın her şeyi açık bir şekilde bilmesini gerektirir. Kelâm sıfatının taalluku da Cenâb-ı Hakk’ın emirlerini, nehiylerini ve diğer hükümlerin yüce melekler aracılığıyla yüce peygamberlerin almalarına delalet eder.

AÇIKLAMA

Allah Teâlâ, ezelî ilmiyle yüce zatı ve sıfatları gibi vâcibatı (olmaları zaruri olanları), mahlûkatin fiilleri ve hareketleri gibi mümkin olan şeyleri ve iki zıddin bir araya gelmesi gibi mümteni (imkânsız) olan şeyleri bilir. Hiçbir şey yoktur ki yüce ilim sıfatının taalluk etmesiyle yüce zatına âşikâr olmasın. Bilinen şeylerin çokluğu, çeşitliliği hâdis şeylerin farklı zamanlarda meydana gelmesi ezelî ilim sıfatının çeşitli olmasını ve değişmesini gerektirmez.

Mesela, Cenâb-ı Hak, Zeyd’in falan zamanda doğacağını ezelî ilmiyle nasıl biliyorsa onun doğumunu, doğumu esnasında da yine o
ezelî ilmiyle öylece bilir. Çünkü Allah’ın ilmi, ezelden ebede doğru devam edicidir. Yüce zatına gaflet gelemeyeceğinden İlâhî ilminin yenilenmesi tasavvur edilemez.

İnceleyin:  Allah’ın Varlığı Hakkında Özel Bilgi

Bundan dolayı muhakkik âlimlere göre yüce ilim sıfatının yalnız bir taalluku vardır ki o da ezelîdir.Bununla Cenâb-ı Hakk’ın zat ve sıfatları zamana bağlı olmadığından ezelî ilmi geçmiş, şu an ve gelecek ile sınırlandırılamaz.Allah Teâlâ ezelî kelâm sıfatının ezelî veya ebedî olan taallukuyla
da yaptığı işleri, mesela, İlâhî zatının kıdem ve bekâsı gibi vâcip olan şeyleri; kavimlerin yaşaması ve ölmesi gibi mümkin olan konuları, Al-lah’ın ortağı olması gibi imkânsız olan şeyleri yüce melekleriyle kıy-
metli peygamberlerine anlatıyor.

Bu anlatma, yüce kelâm sıfatının taallukuyla sonradan meydana gelip Allah’ın zâtî kelâmına delalet eden harf ve sesleri işittirme yoluyla veya diğer bir şekille gerçekleşir.

“Allah Teâlâ zatı ve sıfatlarının hakikatini en iyi bilendir.”

58. Sem’ ve Basar Sıfatlarının Taalluku

Sem’ ve basar sıfatları, gerek vâcip gerek câiz olan her varlığa taalluk ederek o mevcudun en güzel bir şekilde ortaya çıkmasını ifade ederler. Fakat meydana gelmesi câiz olsun olmasın ma’dûm (yok) olan şeylere taalluk etmezler. Çünkü yok olan şeyler görülüp işitilmeye müsait değildir.

AÇIKLAMA

Allah Teâlâ sem’ ve basar sıfatlarının taalluklarıyla kendi yüce zatını görüp ezelî kelâmını işittiği gibi gizli olsun açık olsun her mevcudu da görüp sesini işitir. Fakat ma’dûm olan şeyler görülüp işitilmeye
elverişli olmadığından bu iki yüce sıfatın taalluk dairesine giremez.

Sem’ ve basar sıfatlarının taalluku, işitilen ve görülen şeylere tâbidir. Bundan dolayı işitilen ve görülen şeyler hâdis yani sonradan meydana gelmiş varlıklar olunca bu iki kadîm sıfatın taalluk ettikleri şeyler
de hâdis olarak ezelde vâki olur.

59. Tekvin Sıfatının Taalluku

Tekvin sıfatı yalnız câiz olan şeylere taalluk eder. Câiz olan şeyleri yaratmak ve yok etmek hususunda iradeye uygun olarak etkili olur.

AÇIKLAMA

Ezelî tekvin sıfatı yalnız mümkinata ezelde taalluk eder. Yoksa vâcip ve mümteni şeylere, meselâ Cenâb-ı Allah’ın kendi yüce zatına bir ortak ve dengini yaratması yahut bir şeyin varlığıyla yokluğunu bir anda birleştirmesi gibi hususlara taalluk etmez. Çünkü bunlar tekvin sıfatının taallukuna müsait değildir.

“Allah Teâlâ bu gibi işleri yaratamaz, buna kadir değildir” tarzındaki ifadeler, yüce Allah’ın zatı için acziyet ima edeceğinden edebe aykırıdır. Bundan dolayı bu gibi ifadelerden sakinılmalıdır.

60. Allah Teâlâ İçin Câiz Olan Şeyler

Aklen imkânsız olan şeylerin dışındaki her şeyi -ne kadar hârikulâde olursa olursa olsun- yaratmak; kul hakkında aslah olup olmayan işleri meydana getirmek, hidayet ve dalâlet fiillerini yaratmak,küfür ve şirkin dışındaki dilediği günahları affetmek ve bağışlamak Allah Teâlâ için aklen câizdir. Çünkü yüce Allah, kudret ve hikmet sahibi olup mülkünde dilediği gibi tasarrufta bulunmaya hak sahibidir.

AÇIKLAMA

Allah Teâlâ’nın yüce zatı hakkında şu durumları düşünmek aklen
câizdir.

1. Allah, aklen imkânsız olmayan her şeyi -ne kadar eşsiz, ne kadar hârikulâde olursa olsun- yaratması aklen câizdir. Nitekim âlemin  intizamı buna şahittir.

“Şüphesiz ki Allah her şeye kadirdir” (Bakara 2/20).

2. Cenâb-ı Hakk’ın kulları hakkında aslah olup olmayan şeyleri yaratması câizdir. Cenâb-ı Hak hikmetli bir yaratıcıdır.

Hikmetine uygun olan her şeyi yaratır ve sırf İlâhî bir lutfu olmak üzere kullan hakkında
aslah olan işleri meydana getirir. Yoksa her halde aslah olan şeyleri yaratmak kendisine vâcip değildir. Eğer vâcip olsaydı, kâinatta yapmış olduğu bütün İlâhî lutufları mecburen (ıztırarî) yapılan işler türünden olurdu; O’nun zât-ı İlâhîsi ise hamde ve şükre müstahak olmazdı.

İnceleyin:  Alemin Hudusu ve Yaratıcının Vücubu1

Çünkü şükür ve hamdi gerektiren fiiller ihtiyarî olarak yapılanlardır.Bununla beraber aslah olan işleri yaratmak vâcip (zorunlu) olsaydı ya terkedilmesi mümkün olmazdı. Bu durumda Allah Teâlâ’nın hâşâ aciz ve mecbur olması gerekirdi.

Yahut terkedilmesi akılsızlık sayılırdı, bu durumda da zât-ı İlâhînin hâşâ akılsızlık ile nitelenmesi gerekirdi. Halbuki hikmetli olan yüce yaratıcının acziyet ve akılsızlıktan münezzeh olduğu açık bir hakikattir.Eğer herkesin hakkında aslah olanı yaratmak vâcip olsaydı Allah Teâlâ bu dünya ve ahirette azap gören kâfir fakiri yaratmazdı.
Bununla beraber Cenâb-ı Hak bir kulu hakkında eğer aslah olan işleri yaratmazsa mutlaka bu diğer bir maslahat ve hikmetten kaynaklanmaktadır. Allah’ın fiilleri hikmet ve maslahatlardan uzak olamaz.

“O, hüküm ve hikmet sahibidir, her şeyden haberdardır” (En’âm 6/18).

3. Cenâb-ı Hakk’ın dilediği kulu hakkında hidayeti (ihtida) ve dilediği hakkında dalâleti yaratması câizdir. Hiç kimse Allah Teâlâ’nın
hidayete erdirdiğini saptıramaz; dalâlete düşürdüğünü hidayete ulaştıramaz.

Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de,

“Allah kime hidayet ederse o hidayet bulur” (isrâ 17/97);

“Allah kimi saptırırsa artık ona hidayet eden bulunamaz” (Zümer 39/23)

buyrulmuştur. Ancak bazan hidayet ve dalâlet fiilleri, Allah Teâlâ’nın dışındakilere de mecazen isnat edilir. Cenâb-ı Hakk’in bir kulunu hidayete erdirmesi veya dalâlete düşürmesi, o kulun kendi seçimine da-
yanır. Bu şekilde tecelli eden İlâhî fiilde hâşâ cebir ve zorlama şaibesi yoktur (5. baba bakınız).

4. Cenâb-ı Hakk’in küfür ve şirkin dışında küçük ve büyük günahları affetmesi câizdir. Şöyle ki küfür ve şirk insanların işleyebilecekleri cinayetlerin son derecesi olduğundan sahibi bundan dönerek tevhid
dairesine girmedikçe bu cinayetin affedilme ihtimali yoktur. Böyle bir cinayeti affetmek hikmetin gereğine aykırıdır. Nitekim Kur’ân-ı
Kerîm’de,”Allah, şüphe yok ki kendisine şirk/ortak koşulmasını affetmez fakat bu-
nun dışında olan günahlardan dilediği kimse için affeder” (Nisâ4/48) buyrulmuştur.

Bundan dolayı Cenâb-ı Hak küfür ve şirki affetmez, ancak bunun dışında bulunan günahları dilerse affeder. Tövbe bulunsun bulunmasın. Ve dilerse affetmeyip sahibini bir müddet cezalandırır. Bu durum Allah’ın dilemesine bağlıdır.Cenâb-ı Hak, rahmet edenlerin en rahmetlisi olduğundan itaatkâr
kullarına sevap vaat etmiştir. Bu ilâhî vaatte asla vazgeçme gerçekleşmez. Çünkü vazgeçme câiz görüldüğü takdirde yalan ortaya çıkmış olur. Yalan ise Allah Teâlâ hakkında imkânsız bir durumdur. İlâhî
mağfirete mazhar olmayan günahkâr kullar hakkında da ilâhî tehdidi (vaîd) vardır. Bundan dolayı mümin olduğu halde günah işlemiş olan kimse -tövbe etmeksizin- vefat eder de mağfirete mazhar olmazsa bu günahı yüzünden bir müddet azap görür.

Kısacası insanlar için günahlardan sakınarak ibadet ve taatte bulunmak kulluğun gereğidir. Bir müslüman dinî vazifelerini sadece Allah’ın rızasinı kazanmak, O’nun zatını takdis etmek ve yüceltmek maksadıyla yapar. Cennet ümidi, cehennem korkusu ve başkalarina  göstermek arzusuyla yapmaz; bu şekilde yapılacak ibadetlerin İslâm’a göre kıymeti yoktur. Zaten bizi kulluğu yerine getirmeye muvaffak kılan da yine Cenâb-ı Hakk’in bizzat kendisidir.

Artık bizim nail olacağımız sevap ve mükâfat şüphe yok ki sırf Allah’ın bir fazlıdır. Maruz kalacağımız azap ve ceza da ilâhî adaletin tecellisinden başka bir şey değildir.

Omer Nasuhi Bilmen – Aciklamali Ilm-i Kelam Dersleri,syf.166-173

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir