Hicret Sonrası Müslümanların Yahudilerle İlişkileri
Siyasi Alanda İlişkiler
Hicretin ilk yıllarında Yahudiler Medine’de oldukça güçlü idiler. Kitap ehli olmaları sebebiyle Araplar üzerinde önemli etkileri vardı. Ancak Medine’de İslâm’ın varlığı, bölük-pörçük ve birbiriyle savaş halindeki Evs ve Hazreç kabilelerini birleştirdi. Diğer taraftan Hicretle beraber Medine’nin sınırları belirlendi ve bir Vesika (Medine Sözleşmesi) hazırlandı. Bu Vesika’ya Yahudiler sonradan dahil oldular. Hz. Peygamber Yahudilerin İslâm’a girmeleri için çok gayret göstermişti. Ancak Yahudilerin çok az bir kısmı hariç, İslâm’a girmedikleri gibi önce halkı şüpheye düşürerek kararsızları etkileme, ilerleyen aşamalarda ise toplumu kin ve düşmanlıkla doldurma ve nihayet Müslümanlara hile ve tuzaklar kurmak suretiyle ortadan kaldırma şeklinde bir strateji takip etmişlerdi.
Yahudilerin Hz. Muhammed ve Müslümanlara karşı ön yargılı olmalarının ve İslâm’a karşı mücadelelerinin arka planında şu hususlar yatmaktaydı: öncelikle o dönemde Yahudi din adamlarının cemaatleri üzerinde tartışmasız otoriteleri vardı. Kuran’da da belirtildiği üzere, din adamları dünyevi menfaatleri gereği hakkı gizleme yoluna gitmişlerdi. Diğer bir sebep de sahip oldukları güçlü dinî ve kültürel gelenekti. Bu güçlü arka plan; Yahudilerin İslâm’a karşı direncini beslemiştir. Hz. Peygamber’in İslâm’a davet çağrısına, Yahudilerin “atalarının yollarından ayrılmayacakları” (Bakara 2/170; Mâide 5/104) şeklinde cevap vermeleri. bunu göstermektedir. Yahudilerin karşı çıkışlarının en önemli sebeplerinden biri de hiç şüphesiz ırkçılıktan kaynaklanan kıskançlıkları idi. Hz. Muhammed’in kendi ırklarından çıkmaması nedeniyle, İslâm’a karşı müşriklerle bile ittifak kuracak kadar Tek Tanrıcı geleneklerine aykırı davranmışlardı.
Hz. Muhammed, bu önyargı ve düşmanlığın gayet farkındaydı. Buna karşı bir dizi tedbir almayı ihmal etmedi. Öncelikle yukarıda zikri geçen Medine Vesika’sı hazırlanmış, ardından Medine’de Yahudilerin hâkim olduğu pazara alternatif bir pazar kurulmuştu. Bu siyasi ve ekonomik tedbirler yanında kılık kıyafetten, saç stiline kadar alternatif uygulamalarla, özgün bir ümmet oluşturularak Yahudilerin Araplar üzerindeki psiko-sosyal üstünlüğü kırılmıştı. Bu uygulamaların çoğunu Müslümanlar bugün Hz. Muhammed’in sünneti olarak uygulamaktadırlar.
Medine’de köken itibariyle Yahudi olan Kaynukaoğulları, Müslümanlarla akdedilen anlaşmayı bozan ilk kabiledir. Bedir savaşının ardından Müslümanların başarılarını hafife alarak alay etmekle başlayan psikolojik didişme, Müslüman bir kadına yaptıkları tacize kadar uzanmıştı.
Bu olay bardağı taşıran son damla oldu ve Medine’den sürüldüler. Nadiroğulları’nın sonunu ise, Hz. Peygamber’e karşı suikast tertip etmeleri getirdi ve onlar da şehirden sürüldüler. Medine’de kalan, köken itibariyle Yahudi olan son kabile Kurayzaoğulları ise Hendek savaşı sırasında Vesikadaki şartlar gereği Müslümanlara yardım etmeleri gerekirken, bunu yapmadıkları gibi, putperest Araplara şehirle ilgili önemli istihbarat bilgileri de vermişlerdi. Kuşatmanın kaldırılmasından sonra, bu davranışlarının hesabı sorulmak üzere mahallelerindik kuşatıldılar,fazla direnemeyen Yahudiler Se’d b. Muaz’ın hakem tayin edilmesini talep ederek onun vereceği hükme razı olacaklarını bildirdiler. Eski müttefikleri Sa’dda, onları Tevrat’tan kendi şeriatların da ihanete verilen hükümle cezalandırdı.
Müslümanların Yahudi kabilelerine karşı bu tavırları, onlara düşmanlıklarından değil, bizzat onların düzeni bozmalarından kaynaklanmıştı. O dönem İslam toplumunda bu üç kabile dışında sayılan on beşi geçen birçok Yahudi kabilesi Müslümanlarla yan yana yaşamaya devam etmişlerdi. Hatta Hz.Muhammedin eşlerinden Safiyye ile Reyhane nedeniyle akrabalık ilişkileri dahi kurulmuştu.
Arabistan’ın diğer bütçelerindeki Yahudilere gelince; Hudeybiye sonrası Hayber fethedilmiş, aynı yıl Fedek Yahudileri kendiliklerinden Vadilkura Yahudileri de bir günlük muhasaradan sonra Hayber Yahudilerinin yaptığı anlaşma şartları üzere teslim olmuşlardı. Tebük seferi sırasında da diğer bazı Yahudi kabileleri İslâm hâkimiyetini tanıdılar. Bunların her biri, farklı anlaşmalarla İslâm hâkimiyetine girdiler.
Gündelik Hayatta İlişkiler:
Yahudilerdeki seçilmişlik anlayışı ile asırların getirdiği dışlanmışlık, kendilerini diğer milletlerden üstün gütmeye sevk etmiş, bu anlayış dinî literatürlerine de yansımıştır. Hz. Peygamber’ın çağdaşı Yahudilerin “öteki”ne (Yahudi olmayan/goy) bakışı bu kabulün üzerine inşa edilmiş; kabul Talmud’da şekillendirilmişti. Yahudilerde “öteki”ne bakışın dönemsel olarak, din adamından din adamına, hatta olaydan olaya farklılık gösterdiğini belirtmek gerekir.Kuran’da bu ikili tavra, gayet realist şekilde değinilmiştir; Yahudiler özelinde Ehl-i Kitap’ın bir kısmına bırakılan çok önemli emanetlerin aynen iade edileceği; bir kısmının ise “ümmilere karşı sorumlulukları olmadıkları’’ için çok küçük bir şeyi dahi gasp etmeye çalışacağı belirtilmiştir (Âli Imrân 1/75). Ayette geçen “ümmi” ifadesinin Yahudilerdeki karşılığı “am hara~arets”dır. Yahudi geleneğinde bu tabir, “dini kaygısı olmayanlar” için kullanıldığı gibi, “Yahudi olmayanlar” için de kullanılmaktadır. Burada ikinci mana kastedilmekledir.
Yahudilerin İslam literatürüne yansıyan olumsuz özelliklerinin başkaları şunlardır; Dünya malına çok düşkünlerdi. Hatta bu tutum onları Allah’ı cimri görmeye sürüklemişti (Âl-i İmrân 3/181; Mâide 5/04), Yahudiler Hz. Peygamber’e “Muhammedi ya da “Nebi” ve “Resül” gibi peygamberliğini ifade edecek ya da çağrıştıracak şekilde hitap etmiyorlardı. Genelde oğlu Kâsım’a nispetle “Ebü Kasım” şeklinde hitap ediyolardı.
Bu tutumun, Hz. Peygamber’in, beklenen “kurtarıcı” mesih ismini ya da sıfatını unutturma veya gölgeleme gayretinden kaynaklandığı aşikardır. Bir diğer özellikleri ise,Hz Muhammed ile konuşurken küçük telaffuz oyunlarına başvurmaları idi. Örneğin kendilerine verilen selam’a ‘’lanet veya ölüm’’ manasına gelen ‘’sam’’ kelimesi ile yaptıkları kelime oyunu ile karşılık veriyorlardı.Bunun yanısıra Kur’anda ‘’reina’’(bize bak,bizi dinle manasında hitap cümlesi) yerine aynı anlamdaki ‘’unzurna’’ ifadesinin kullanılmasının tavsiye edilmesi (Bakara,104) yine onların bir kelime oyunları sebebiyledir.Yahudiler o hitapla,bir kelime oyununa müracaat ederek İbranice ‘’ra’na’’ ‘’şu bizim hayırsız !’’ anlamında kullanılanılıyordu.Buna benzer başka örnekler de mevcuttur.
Öte yandan o dönem Müslüman-Yahudi ilşkilerinin tamamen bu tür olumsuz ilişkiler üzerine kurulmadığının da belirtilmesi gerekir.Çünkü kaynaklarda Hz.Peygamber’le aynı toplumu paylaşmanın gereği olarak medeni ilişkiler içersinde olan Yahudilerden de bahsedilmektedir.
Nuh Arslantaş, Hece Dergisi, İslam Medeniyeti Özel Sayısı