Halimiz
Ben gidip görmedim ama gazeteler yazdı ve okuyucularım mektupla bildirdiler: İstanbul Belediyesi, Taksim meydanına bir “Noel ağacı” dikmişti. Taksim Meydanı ve o zamanki adiyle Pera (İstiklâl caddesi) mütareke meydanında Türk’ün gözyaşları ile sulanmış ve bize düşman olan azınlıkların sevinç naralarıyle çınlanmıştı. O zaman İstanbul’u haraca kesen şımarık palikalyalar, işgal orduları komutanlarının ayakları altına Türk bayrakları sererek ve bizim gam bahçelerinden devşirilmiş çiçekler atarak Taksim Meydanı’nda karşılamışlardı. Yine Pera caddesinde dolaşmak cesaretini gösteren Türkler’i döğmüşlerdi.
Taksim Meydanı ve İstiklâl Caddesi’nin bizim için pek önemli bir manası vardır. O meydan, tüm kapitülâsyonlar ve sömürge arzularının şımarttığı azlıklar üstünde bizim zaferlerimizdir. Diyebiliriz ki Taksim’in kurtuluşu, İzmir’in kurtuluşu kadar mühimdir.
Taksim’e Noel ağacı diken zavallı çorak beyinler, Kurtuluş Savaşı’ nın manasını dahi unutmuş olarak “Pera”yı “İstiklâl Caddesi” yapan zihniyete karşı bir çeşit budalalık tepkisi içindedirler. Noel ağacı ile, Kurtuluş âbidesine meydan okuyanlar, kulakları “ezan seslerinden” fazla “çan zangırtıları”na alışmış bir semtin bahtsız ve köksüz çocuklarına, bize ne kadar yabancı bir çehre verdiklerinin farkında bile değiller.
Nitekim kader, o ağacın tam meyve vereceği Noel gecesinde bize pek acı bir oyun oynadı. Kıbrıs’ta, gemi azıya alan Rum çakalları, o şuursuzluk ağacının mânevi köklerini (kadın, çoluk çocuk) 500 şehidimizin kanlan ile suladılar. (1963)
Bu korkunç düşmanlık vakası, bilmem uyartır mı bizi? Bilmem, kendi mânevi bütünlüğümüzü bulama-dığımız takdirde, yalnız Kıbrıs’ı değil İstanbul’u ve bütün vatanı elden çıkarmak üzere olduğumuzun farkına varacak mıyız? Bu dökülen mazlûm kanları olsun, aklımızı başımıza, şerefimizi üstümüze getirir mi bilmem?
***
Yine o kanlı Noel (1963) ertesinde, İstanbul radyosu “Çocuk saati”nde, Türk ve Müslüman çocuklarına ne anlatılmıştı biliyor musunuz?
Noel Baba mankeni nasıl yapılır ve Noel ağacı nasıl donatılır?
Çocuklarımızı daha ufacıkken böyle yabancı geleneklere ve bizi yıkmak isteyen kavimlerin törelerine bağlıyan şuursuzluk, öyle görünüyor ki, içimize pas gibi, mikrop gibi yerleşmiştir. Değil yalnız Kıbrıs’ta hatta İstanbul’da bile Rumlar, Türkler’i kesmeğe kalksalar, radyo idarecilerinin beyni üstünde kilise çanı çalsalar yine de ruhumuz felaha ermeyecektir. Millet: “Hain papaz, kara sakallı Makarios” edebiyatı ile avunadursun… Sonunda her şey unutulacak, böylece, Kilise kokulu Avrupa’nın hiç de memnun olmadığı “Türk belâsı”, dünyadan silinip gider umudundalar.
***
Yılbaşı öncesinde bütün İstanbul pazarlarını dolduran ayak satıcıları ile işportacılar bile, helezon şeklinde bükülmüş mumlar dikerek alış veriş yaptılar. Mağazaların çoğuna, yılbaşıyla ilişiği olmayan Noel mankenleri kondu. Zengin Türk evlerinin pencerelerinden, üstü küçük kürelerle, mumlarla donatılmış çam dalları sarkıyordu. Gülhane, Yıldız, Emirgân Korusu, Belgrat Ormanı gibi başlıca İstanbul parklarında genç çamların boynu vurulup, kamyonlarla pazarlara taşındı. Civar Bolu ormanlarından pek çok ağaç çalındı. Çok satan bir derginin kapağında, elini haç şeklinde kavuşturmuş denizkızı resimleri görüldü.
Bütün bu manzara, bu kargaşa, bu hercümerç Kıbrıs’taki Rum bayağılıklarına karşı bizim bir tepkimiz değil, çanak tutuşumuzdur.
Millî şuur taşımayan, kendi geleneklerine böylesine kıyan, düşman âdetlerine beyinsizce kapılıp giden bir millet, maddî veya manevî anlamda katledilmeye müstahaktır. Fakat buna lâyık olan şuursuz okumuş ve zenginlerin cezasını mazlûm halkımız elbette çekmemeli!
ALLAH BETERİNDEN SAKLASIN
Adet oldu Yılbaşında, yer yerinden oynuuyor. Her yeni yılın ilk sabahında okumuş ve zengin tabakanın horultuları tavanlara çarpıyor. Gecenin sefahat ve başıboşluğundan vücutlarda kalıntılar, ruhlarda yıkıntılar. Doyulmayan maddî zevklerin daha çok acıktıran dağdağası… Manevî hazlar kabiliyetini bile yitirmeye başlayan bir aygırlar nesli… Madde yarışında çene vuruşturan biçare adamlar, garsonun tabağına bırakılan 200-300 lira bahşişlerle böbürleniş… öteden fukara akrabayı kapıdan sokmamak için hizmetçiye edilen tembihler…
Herkes yiyor, içiyor, eğleniyor, sevişiyor. Ama yine de herkes neşesiz, kıskanç, sinirli, bezgin… Kıskanma bütün zevkleri yıkıyor, İç karalığı aydınlıkları yok ediyor. Durup dururken birbirlerine düşman bayanlar baylar. Hep birşey bekleyenler, hep hiçbir şey bulamayanlar. Töreyi, geleneği, nizamı tezyif ettiklerini sanarak, kendilerini rezil ve hacil eyleyenler.
Batı’da hindi, din sebebiyle yenir Noel’de. Şarap din şurubu gibi içilir. İbadet için uyanık kalırlar ve gecenin büyük kısmı kilisede geçer. Hediyeler, Allah için verilir. Noel Baba dahi artık bir din unsurudur, Hristiyanlık eski putçu ve Romalı geleneklerle birleşip Batı’da bu yılbaşı terkibi meydana gelmiştir.
Biz dersen ne hikmettir bilinmez, hindiyi, Noel Baha’yı, çam süslemeyi almışız, onun üstüne bol bol masraf, taklit, çılgınlık, sorumsuzluk salçası dökmüşüz. Hiçbir tarafını millîleştirmeden, halkla hiçbir bağlantı kurmadan ve hiçbir yerli rengimizi katmadan Yılbaşılar işliyoruz. Japonya’da da yılbaşı kutlanır, İsrail’de de; fakat her ikisi, eski törelerini parlak yıldızlar gibi yeni gecesinin üstüne serpmişlerdir. Medeniyet ve ilmi halk ve aydınıyla nasıl benimsemişlerse yeni unsurları da ek yeri bırakmaksızın yeni dünyalarına koymuşlardır.
Bizim yılbaşı eğlencelerinin perişan dekorunda ben, 150 yıldan beri ‘Batılılaşalım’ dediğimiz halde Batı’nın hâlâ hangi perçeminden tutacağını bilemeyen yozlaşmış ve silik manzaramızı görüyorum. Işıklar, hindiler, Noeller, tebrikler, danslar, masraflar, kıyafet gösterileri, kürkler, parfümler… Evet ama bu ne Türk, ne İslâm, ne Hristiyan, ne de insandır.Onun için halkımız durmuş seyir bakmakta ve birtakım adamlar, oyalanıp durmaktadır. Garip bir işbölümü var sanki: Bayramlar ve Ramazanlar halkın, yılbaşılar ve bilmem neler de onu öncü alması gereken zümrenin malıdır. Halbuki millet olmak her eski ve yeniye, her zümre ve tabakanın benimseyerek sahip çıkmasıdır. Halkımızla okumuşlar arasındaki bu seyirci aktör ayrılığı, görelim daha ne cehenneme kadar sürecek…
Ahmet Kabaklı,Kültür Emperyalizmi