Georges Balandier – Büyük Rahatsızlık Adlı Kitaptan Alıntılar

buyuk-rahatsizliklar Georges Balandier - Büyük Rahatsızlık Adlı Kitaptan Alıntılar

Modernite sayesinde umut giderek insanlığın öte dünyasıyla bağını kopardı. İktidar ele geçirilince dünyayı şekillendirmek ve ona insanın kendine belirlediği amaçlara göre şekil verebilmek olası hale geldiği için, bu dünyadaki beklentiye dönüştü. Bu umut siyasal olarak yeni bir Devlet içerisinde, entelektüel olarak insan zihninin kazanımlarında, toplumsal olarak ise ilerlemenin kitlelere yayılmasında kendini hayata geçirmek için Akıl’la teçhizatlanır.

İlerleme dini, aktarılmaları itibariyle tarihsel, geleneğin sürekli etkisi itibariyle medenileştirici bir nitelik arz eden ve sadece aşkınlıkla ilişki üzerine bina edilmiş dinlerin “büyüsünü bozar. ” Vahye dayalı inancın yerine teknik uzmanlığın ve bilgi-iktidarın artışına dayalı kolektif iradeyi geçiren laik dinlerin ilk kez hayata geçirilmesidir bu.

Fransa’da vahyi hakikatlerin dogmatizmine karşı gerçeğin keşfine adanmış bilimsel araştırma laboratuvarlarının, ayrıcalıklı hiyerarşilerin muhafazasına karşı demokratik cumhuriyeti tesis eden kurumların ve herkese açık laik okulların ihdas edilmesiyle ilerleme militanlığının yuvaları kurulmuştur.

Pratik bilimlerin, endüstrinin, girişimin yüceltilmesi, dünyanın ele geçirilmesi iradesini etkin kılan ve giderek artan bir maddiyat bağımlılığını sağlama alan ilerleme hamlelerini somutlaştıracaktır. Sonuçları itibariyle insani acıların dindirilmesine şüphesiz katkıda bulunan, ama aynı zamanda potansiyel açıdan ters etkilere sahip bir iktidarı da serbest bırakan bir muzaffer egemenliktir bu.

——————————————————————————————–

Gerileyen endüstriyel merkezler giderek gürültünün kaynağı olmaktan çıkıyor. Hızla genişleyen kentsel yerleşim bölgelerindeki insan yoğunluğu gürültü kaynaklarını artırıyor. Böylece gürültü bir nezaket meselesi haline geliyor. Ses haddi aşımı derecesi nezaketsizliğin boyutunu, başta komşular olmak üzere başka insanların yaşam koşullarına verilen zarara karşı kayıtsızlığın derecesini gözler önüne seriyor.

Bu anlamda söz konusu tutum terbiye eksikliğinden ziyade, artık kimsenin iyi terbiye olarak vasıflandırmaya cüret edemediği bir şeyin, kişinin kendi benliği ve yakın çevresi dışında kalan şeylere karşı duyduğu bulaşıcı bir kayıtsızlığın göstergesi; medenileşme hamlesinin zaaflarının bir boyutunu, “adab-ı muaşeret medeniyetinin ” gerileyişini işaret ediyor. Dolayısıyla gürültü bir kışkırtma artık ve onun da ötesinde, başkası üzerinde uygulanan ve bulaşarak yayılan bir şiddet türü.


Ortak popüler kültür, giderek daha etkin araçlarla donanan ve halkla tam anlamıyla buluşan medya sayesinde bir tür gürültü kültürünün yayılmasına katkı sağlıyor. Radyo ve televizyonun, müzik yayınlarının ve cep telefonlarının ses/görüntü eklentileri ve uzantıları başkalarınca bir ses istilası; cephanesi gürültü olan bir tür taarruz gibi algılanabilecek bir durumun her yer ve ortama yayılmasını mümkün kılıyor.

Nezaketsizliğin de bunda payı var elbette; fakat durumu aşırılığa, uç noktalara sürükleyen, onun yanı sıra ve kuşkusuz ondan da fazla, doruk noktasına varmış ve kaynağı şehirlerde olan bir modernliğin itimi. Bütünü itibariyle sınırlara saygı konusunda sorunları olan bir modernlik bu. Psikolojik kaynaşma ihtiyacının biraz geç kalmış bir ifadesi olan iğreti bir yalıtılmışlık içerisinde yığınla gencin katıldığı çılgın partilerin büyüyen başarısı, her türlü ölçünün ret ânını gözler önüne seriyor.

En yüksek noktasında kullanılan ses sistemleri, sürekli kendini yineleyen tekno müzikle yapılan bitimsiz danslar, psikotrop maddelerin yaygın kullanımı, özgür cinselliğin suiistimali ve tükenmenin eşiğine kadar uzatılan etkinlikler aşırılıkta, aykırılıkta varoluşsal bir telafi elde etme arzusunu gözler önüne seriyor.


Enformasyon alışverişinin ve umumi merak duygusunun seyrine teslim edilmiş kişisel günlüklerin (blogların) ve “chat”’in serbest dolaşımı sayesinde, hiçbir kısıtlama olmadan paylaşılan sohbet mesajları aracılığıyla her şey, hem de yasaklardan, uzlaşımlardan ve sırlardan kurtarılmış biçimde söze dökülüyor, söyleniyor. İç içe varlık bulan iki dünya söz konusu: Bir tarafta hareketin, gürültünün ve düzeneklerin etkisine kapılmış gerçek bedenlerin daha yoğun bir varoluş biçimi aradıkları bir dünya var; diğer tarafta, sayısız sanallıklara açılacak şekilde simüle edilmiş ve böylece yeni gerçeklik hayallerini çoğaltan tek kişilik sanal gezintilerde ağırlığını hissettiren makineler var.

Yeni teknolojiler ve yazılım-makinelerle birlikte dünyaya gelmiş kuşaklardan önceki kuşaklar da tıpkı küçükleri ve çocukları gibi bunlara bağlanıyor. Giderek artan bir şekilde bu teknolojileri kullanıyorlar ve hem bir bağımlılık ilişkisi içinde hem de yeni özgürlüklerin ve gençliğin dünyasına serbest erişimin cazibesiyle, çabucak, sunulan hizmetleri aşırı tüketme noktasına geliyorlar.

Yaşlanmaya karşı savaşı ve görünümünü muhafaza etme çabasını olumlayan gençlik ve genç kalma kültü, kültürel taklitçiliğin gelişimine elverişli kaynakların artışından da destek görüyor. Gençleri taklit, sadece “görmüş geçirmiş”lerin kabaca köşeye itilmelerine karşı bir savunma hamlesi olmakla kalmıyor, aynı zamanda aktif bir modernliği tanımlayan değişim ihtiyacını besleme, yeniliklerden pay alarak dolu ve yoğun bir hayat peşinde koşma arzusunu da ifade ediyor.

——————————————————————————————–

Televizyon ve radyolar her yere sirayet eden varlıklarıyla kendi yaydıkları dilin etkisine herkesi tabi kılıyor. Fakirleşmiş deyişlerin kullanımını (örneğin başka sözleri destekleyecek biçimde olur olmaz kullanılır hale gelen “konsept” ve “yapı” sözleri), anlatımsal biçimleri ve dilsel yanlış kullanımları (örneğin orijinal bağlamlarından kopartılan “konumlanma” ve “değerler” gibi sözleri) veya “kesinlikle”, “aynen” gibi tipik formülleri yaygınlaştırıp normalleştiriyor.

Televizyon ve radyolar sözelliğin baskınlığına katkıda bulunarak, reklam sekanslarında veya dizi filmlerde rol alan aktörlerden, eğlence programı ve haber sunucularından esinlenen söyleyiş biçimlerini kalıba döküyor. Medyada konuk edilen meslek harici kişilerin kendiliğinden pratiğe döktükleri, kolayca tutulup benimsenen bir sözellik biçimi bu. Araçsal tertibat kendisine bağımlı olan konuşmayı büyük ölçüde şekillendiriyor:

Medya sahnesine iteklenen çocuklar bu dili spontan biçimde kullanıyorlar, çünkü aşın araçsallaşmış bu dünyaya çok küçük yaşlardan beri aşinalar. Bu dünyada diller giderek yaygınlaşan bir kullanıma yönelik olarak, dolayısıyla en aşağı düzeyde, kendisini idare eden aygıtlar tarafından biçimlendiriliyor.


İnternet dünyasıyla haşir neşir olma, bilgisayarlaşmayla elde edilen faydalı işlevlerin de ötesine geçerek bir rutin haline geldiğinde, yeni ve başka “gürültü etkilerine” maruz bırakıyor. Eleştirel gözlem gücünü zayıflatıyor; bu sadece bir enformasyon bombardımanı, bir potansiyel cevap kalabalığı yaratıldığı için değil, bilgi ve malumata bu denli kolay erişmek bu yolla edinilen şeyleri yüzeyselleştirdiği için de gerçekleşiyor.

——————————————————————————————–

Özümlenir hale getirilmiş enformasyonları artan bir güçle yayan, iletişimi katlayarak üreten sanal varlıklarla dolu dijital dünyanın hızlanarak büyümesi reel dünyaya bir kabuk oluyor, reel dünyayı emrine almak üzere olan bir kopya dünya üretiyor. İşten eğlenceye, oyundan tatile, eşya ve hizmet alışverişinden kanaatlerin, duyguların, fantezilerin manipülasyonuna kadar, giderek daha çok sayıda toplumsal pratik, bir şekilde bu modern insani dünyanın iki düzleminde birden gerçekleşiyor: Bu düzlemlerden biri (onu yapılandıran “yeni Yeni Dünyalar”ın bağlantılandırılmasıyla ve onu doğuran tekno-sistemlerin iktidara gelişiyle genişleyen düzlem), diğer düzlemin, yani toplumsalın inşası düzleminin üzerindeki hâkimiyetini devamlı güçlendiriyor.

Özellikle de sanallaştırılabilir gerçek ile gerçekleştirilebilir sanallık, sıradan mevcudiyet ile potansiyel mevcudiyet arasındaki farkı teknik dolayımla biçimlendirmeyi sağlayarak toplumsalın inşasını, eskiye nazaran altüst ediyor.

“Gerçekte” somutlaştırılabilecek olan şeyin “sanalda” tasarlanması, modellenmesi ve deneyimlenmesi sonucunu doğuruyor. Bilgisayarların sağlayacağı yardım ve nezaret imkânına başvurulması, sayısız tasarlanabilir dünya ve biçime ulaşma, bunları sanal olarak var etme kapasitesinden yararlanılmasını sağlıyor.

Daha pragmatik, daha faydacı bir biçimde, daha sonra gerçekleştirilecek olan şeyin önceden var kılınıp tecrübe edilmesini mümkün oluyor. Aynı zamanda bireysel davranışları, şahıslar arası ilişkileri, dilsel alışverişin ifade olanaklarını da bu çifte mevcudiyetin etkisiyle biçimlendirme imkânı da veriyor. “Yasaklı oyun” sitelerine, pornografi ve pedofilinin sergilendiği sahnelere ulaşım yoluyla kışkırtıcı bir etki yaratıyor.

Yasakların ihlaline, kolektif ahlakın buyruklarının çiğnenmesine teşvik eden; ırkçılık, yabancı düşmanlığı, antisemitizm ve Nazizm’in yeniden doğuşunu teşvik edecek şekilde siyasal ılımlılığı hiçe sayan ikna gücü yüksek illüstrasyonlara erişim imkânı da tüm bunlara eklenebilir.


Sinema ve televizyon, ama özellikle de televizyon, toplumsal modernliğin tümüyle içine battığı bir görüntü banyosu tertipliyor: Toplumsal modernlik bu banyoda şekilleniyor ve kendini ifşa ediyor.

Görüntüler, özellikle de şehrin duvarlarında, sürekli yinelenen bir anlatı kuruyorlar. Bu iş için özel ödenek ayrılarak kiralanmış mekânlarda sahneye konulan sabit, canlı ve mütecaviz görüntüler ticari ayartılma anlatısını sergiliyor. Bunlar bir zamanların tanıtım ilanlarıyla kıyas kabul etmez türden, çünkü onlar afiş ve illüstrasyon sanatına dayanıyorlardı, anlatısal olmaktan çok anıştırıcı ve statiktiler.

Bugünün reklamları ise insanları bir “şeyler” dünyasına fırlatıyor. Bu dünyanın işleyiş biçimi ve getirileri kısa bir kurgu formuna çevrilerek aktarılıyor; amaçlanan şey ise henüz ifade dahi edilmemiş ihtiyaçlara seslenmek, ama ondan da çok duyguları, heyecanları, erotizmle dolu ayartıyı harekete geçirmek. Faydacı akıldan ziyade arzu üzerine oynuyorlar.

İnceleyin:  İslam ve Batı Toplumlarında Cinsellik Tasavvuru

——————————————————————————————–

Erkek reklama başka türlü, ayartma gücünden çok onu bariz biçimde eril kılan şey sayesinde malzeme oluyor: Tıraş ritüelleri piyasası hem gereçlerin, ürünlerin hem de “erillik” olarak nitelendirilebilecek şeyin reklamını yapıyor. Kuvvetin, gücün,azimli başarının çağrıştırılmasıyla kendini öne çıkartmaya çalışan her hizmete, her eşyaya bir eril figür eşlik ediyor. Spor ünlüleri, özellikle de futbol gibi göz önüne çıkartılan popüler spor dallarının ünlüleri, takımla sınırlı bir tür mikro-milliyetçiliğe ve tutkulara gaz veriyor, kahraman figürüne odaklanan reklam faaliyetlerine katkıda bulunuyorlar.

Daha düne kadar gündelik dil “stadyum kahramanlarını” yüceltiyordu; bugün ise reklamlar bu insanları, hem ticaretin motoru olan hem de dönem dönem ulusal ihtirasları ve büyük bir davayı destekleme hissiyatını harekete geçiren dramatizasyonlara dahil ediyor. Bu kahramanlar sinema ünlüleriyle birlikte, uçucu heyecanların berdevam salgınına elverişli olan üst-modernite kültürü içerisinde etkili heyecan kışkırtıcıları oluyorlar; her türden başarının nihai değer yerine konulduğu bir toplumda, başarının çığırtkanlığını yapıyorlar.


Her şey buna uyuyor; mahallelerde en yeni gayrimenkuller modernist mimari rekabet içinde kendilerini farklılaştıran göstergeler taşıyor; sokaklarda, her faaliyet sahasında modernitenin göstergeleri öne çıkarılıyor, trafik, bir “taşıt toplumu”nu olduğu kadar, araçların altı çizili yeniliğiyle bir modernite efektini de yansıtıyor.

Sokak işaretlerden, yazılardan, şekillerden oluşan dili üreten ışıkların gözler önüne serildiği bir mekân; bu dil, renk ve ışık cümbüşü yaratan düzeneklerden doğuyor ve gecenin üzerine yazılıyor. Tekno-elektronik çağ kendini bu aydınlanışlarda (bu örnekte gece vakti, kentsel coğrafyayı yeni bir büyülenmeyle kuşatarak) görünür kılıyor.

Katıksız işlevselciliğiyle, tikellikten uzaklığıyla yok-yerler türünden bu kentsel alanlarda, göstergelerin özellikle yoğun olduğu göze çarpar. Gündelik hayat pratiğinde, sayısal çokluk etkisinin zorunlu olarak bir göstergeler bolluğu ürettiği bu şahsiyetten yoksun alanlar özellikle çeşitli işkollarını ve esnafı bir araya toplayan yerler, alışveriş merkezleri ve hipermarketlerde göze çarpar.

Göstergelerin bu yerlerde fazlaca göze çarpar hale gelmesi, semiyotik etkinliği bir şekilde optimal hale getirmek içindir. Buralarda göstergelerin bir cazibe yaratması, sahayı satış mantığına en uyumlu kılacak ve alışveriş ihtiyacını tetikleyecek şekilde düzenlemesi gerekmektedir.

Animasyon denilen, ticari açıdan baştan çıkarmaya yönelik dramatizasyonları sahneye koyarak, ürünlerin basit promosyonunu dışavurumsal bir janra dönüştürerek sıklıkla ifrata varan bir modernliğin dekorunu kuran yine göstergelerdir.

Gösterge burada, güçlü ticari yok-yerler, eşyanın kendisinin ve teşhir edildiği yerlerin gizemini sürdüren geleneğin devamcısı eski ticaret alanlarının hızla yok olmasına yol açtıkça,kendi mecrasına kavuşur.


Buna karşın, göstergeyi vazgeçilmez bir aracı haline getiren şey, toplumsal dünyanın tümüyle, en gündelik pratiklere varıncaya kadar teknikleşmesidir. Daha karmaşık yeni makineleri yürürlüğe koyan araçsallaşmış tertibatların nasıl kullanılacağını anlatan ve kullanımı yönlendiren dilin kokeninde gösterge vardır; gösterge bu dilin yazısıdır ve söz konusu tertibatlara bağlıdır.

Ev yaşantısı, eski tip mutfak ekipmanlarından kurtulup domotik alana açıldığı andan itibaren, kullanma talimatlarıyla birlikte pek çok göstergeyi, teknik aksaklıkları engellemek veya düzeltmek için yazılan davranış yönergelerini hayatımıza sokan görülmedik enstrümanlarla, makine-sistemlerle dolmaktadır.

Günümüz mutfağı artık ne sadece işlevsel bir mekân ne de bir bellek yeridir; otomat ve robot kumanda cihazlarının, denetleme ve alarm tertibatlarının mutfak pratiklerini kuşattığı bir mikro-evren haline gelmiştir; ve bu durum, aktarılan geleneğin ve kişisel doğaçlamaların payını kısıtlamaktadır. Zira önceden hazırlanmış veya dondurulmuş halde saklanan yemekler günümüz insanının beslenme düzeninde büyük yer kaplıyor: Doğru kullanım ve çabuk sonuç almakla ilgili kurallar bir becerinin aktarılması demek olan tariflerin ve yavaş yemek hazırlığının yerini alıyor.

Bu şekilde yaklaşılan bir mutfak, gelenekleri sembolize eden şeyin ortaya serilip parıldadığı büyülü bir yer değil artık; ekipmanların yeniliği ve çeşitliliğiyle bu mekânı teknikleştiren modernitenin kendini dışavurduğu bir alan, bir tür laboratuvar ve kimi zaman bu şekilde de adlandırılıyor. Hayal gücünün yemeklerle işbirliği içinde canlandığı gizemli bir mekân değil artık.

Aslında tüm bir ev, sakinlerinin hayat koşullarına göre farklı boyutlarda makine-sistemleri bünyesine kabul ediyor. Eve girişi denetleyen ve güvenlik işlevi olanlardan tutun, en sıradan işlerde gündelik hayatı kolaylaştıranlara, dijital iletişim ve medya hizmetini sağlayanlara veya çeşitli kültürel endüstri ürünlerinin talebini karşılayanlara kadar çeşitli makine-sistemler söz konusu.

——————————————————————————————–

Fakat insanın doğasıyla ilgili kafa karışıklığı en hızlı, imajların ve sanallığın çoğaldığı dünya içerisinde artıyor. Piksel varlıklar, benzerliğin giderek artmasının etkisiyle gerçeklik kazanan varlıklar haline geliyorlar, gerçek insanların dijitalleştirilmesi sanal kopyalara kapı açıyor ve toplumsal bağ giderek daha çok, bu paralel dünyayla iç içe geçen bir şekilde inşa ediliyor. Manipülasyon ve oyun somut dünyada hoş karşılanmayacak ihlal ve deneylere izin veriyor. “İmajdaki” kırılganlık, halihazırda pek çok şiddete ve sapkın etkiye maruz kalan çağdaş insanın gerçek kırılganlığını besleyip kuvvetlendirebiliyor.

Bunlara bir de tekno-kâhinlerin manasız beklentileri ekleniyor, zira bunlardan bazıları çağdaş insana, zihni fani benden ayırıp, bozulmaz bir destek sistemine bağlamak suretiyle ölmezlik vaadinde bulunuyor. Umut edilen, aşkın güçlerden beklenen değil, çürümez bir destek sisteminin ebediliğiyle sağlanan bir kurtuluş söz konusu.

Kim olduğuyla, insanlığına ne olduğuyla, sahip olduğu benzersiz imkânların kullanımıyla ve geleceğiyle ilgili bu belirsizlikler bir yana, üst-modernlik insanı, güçle olan ilişkisini de mutedil bir yönde değiştirebilmiş değildir. Gücünü, ortaya çıkışını tetiklediği “yeni Yeni Dünyalar’ın yayılımlarının hızlanmasıyla sürekli artırıyor.

Gücünün etkilerini yeryüzünün bütününe genişletmekten vazgeçmiyor ve bunu vahşi bir rekabet içinde tahripkâr eşitsizlikleri yaratan egemen konumlar inşa ederek, elinde bulunanlara karşı bir arzulama/reddetme tavrı geliştirerek, kültürel aktarım ve kolektif kimlik açısından yıkıcı sonuçları olan büyüyen bir bağımlılığı reddedişe yol açarak yapıyor.

——————————————————————————————–

-Güncel formları içinde şiddet sadece toplumsal iktidarlardan beklenen ve gerçekleşmeyen şeylerden doğan bir umutsuzluğu değil aynı zamanda aidiyete,ısyana, gündelik hayatın muhayyel dönüşümüne dair ifade olanaklarının yitirilişini de dışavuruyor. Bu mahrumiyet, küreselleştirici üst-modernite büyük şeyleri (tüm dünya kapılarının açılmasını ve pek çok çağdaşın daha şimdiden ulaşabildiği dünyayı birinci elden tanıma imkânının ilk kez sağlanmasını) vaat ediyor göründüğünden, bir o kadar şiddetli hissediliyor.

Bu modernite benzersiz bir yapabilme-gücünün evrensel gösterisini sunuyor; görünüşte sınırsız, hiçbir yerde olmayacağı için her yerde olabilecek bir Büyük Ütopya’nın gerçekleşmesini mümkün kılacak yetkinlikte görünmeye kadar vardırılan bir gösteri. Fakat bu gösteri yanılsamayı sürdürmeye yetmiyor.

Bu ütopyada üst-modernite bozuyor, dağıtıyor -yaşam çevrelerini, meslek ve kariyerleri, hızla modası geçmiş hale gelen bilgileri, toplumsal bağları ve benlikle ilişkiyi, militan bağlanmaları ve inançları, insanın yaşadığı çağı doldurma biçimlerini-, hayatların akışını altüst ediyor, tekrar tekrar yeni sınamalarla, başarı değil başarısızlık olarak yaşanan anlarla karşı karşıya bırakıyor. Hızla yenilenen, çoğu zaman da benzersiz olan araçların sağladığı kolaylıklara erişimin zevki ve büyüleyici etkisi, kayıp, yokluk, olanaksızlık olarak algılananları telafiye yetmiyor.

Eski dillerin, yani umut ve beklentinin, muhalefet ve isyanın, arzu edilir ve gerçek kılınabilir bir tarihe duyulan inancın dilinin yaşadığı kan kaybı da bunun giderek daha açık biçimde hissedilmesine yol açıyor. Teknikçilik, özellikle de sonuç odaklı ekonomizm diğer her dili zayıflatan bir dili empoze ediyor.

Başarının, performansın ve aşıp öteye geçmenin dili bu; ayrımcılık yapan, marjinalleştiren, bilinen herhangi bir başka ve yakın bir gelecek açılımı yapmadan dışlayan, farksızlaşmanın yayılması karşısına çıkartabilecek ciddi sınırları olmayan bir dil. Mümkün olabilecekler ile paylaşıma sunulanlar arasmdaki tezat, geçmişin olanaklarına duyulan nostalji ile bugünkü guçsüzlüğü kuran şey arasındaki tezat şiddetin yoğunlaşmasına katkıda bulunuyor.

Bir yanda, radikalleşmiş, bir şekilde vahşi dışavurumuna indirgenmiş olan ve herkese, ama özellikle de duruma ve konjonktüre göre sembolik olarak hedeflenmiş kurbanlara yönelen bir şiddet var. Öte yandan, kendine karşı dönen bir başka şiddet var; giderek artan sayıda insanın ticari bağlantılardan kaçınma, toplumdan firar etme, başıboşluk, sabit bir yerden feragat etme tercihlerinde ifadesini buluyor.

İki yüzyıl önceki gibi, kendi örgütlerini üreterek net biçimde ortaya çıkan, kavga halindeki sosyal sınıflar söz konusu değil. Gücünün genişlemesine yandaş olmayanlar açısından sert, acımasız bir üst-modernite söz konusu; ve bu yandaş olmayan kesim, medeniyet stratejisinin daha yerel stratejileri, özellikle de gündelik hayat stratejilerini içine alıp ifade ettiği evrensel bir hareket oluşturuyor.

İnceleyin:  İslam, Müslümanlar ve Modern Teknoloji

——————————————————————————————-

‘Üst-modern insan birbiri peşi sıra gelen ihtişamlı başarılarla yeni teknolojiler aracılığıyla gayri maddiliğin en uç derecelerine, kozmos röntgencilerinin bakışları altında başka uzaylarda erişilen en uç noktalara kadar tam zaferini kutladığı esnada, aciz ve yönsüz kalmış gözüküyor. Tam bir fatih paradoksu bu: Hızla ilerleyen fatih kendi mekânı olan yerden giderek uzağa sürüklenir. Gerçekleştirdiği fetihler sonunda boyunu aşar, üzerine çullanır, onu yorar ve artık zaferlerini iktidarsızlıktan ayıran sınırın nerede olduğunu bilemez, nihai bir felaket olasılığını göremez hale gelir.

———————————————————————————————Kültür endüstrisi her ne kadar ürünlerinin hepten meta haline gelmesini önlemeye hizmet eden bir “istisna” adına hâlâ korunmakta ise de gücünü, bir medeniyet olarak serpilme gücünü koruyan bir kültürden ziyade, piyasadan devşiriyor. Gündelik hayatın çerçeveleri siliniyor veya belirsiz hale geliyor. Mekânlar tektipleşip yok-yerler (non-lieux) halinde çoğalıyor ve taşıtsal bir hal almış dünyada insanların akışkanlığı, mekânsal bağlılıkları ve kök salmışlıkları zayıflatıyor. Maddi şeyler -eski imalat dünyası-ile gayri maddi şeyler -birbirine bağlı makinelerden kurulu dijital dünya- arasındaki ayrım havada kalmış durumda; bu da gerçeklik türlerine ilişkin tanımları belirsizleştiriyor.

Kimileri tarafından bir “boşluk çağı”na* geçişin gerçekleşmesi olarak görülen bu muazzam kargaşa hali aslında başka türlü de değerlendirilebilir, toplumların uzun tarihinde daha önce bu denli yoğun, bu denli dünya çapında bir boyuta ulaşmamış bir tür “ya bat ya çık” oyununun girizgâhı olarak görülebilirdi.


İnsanlar acılar, kötülükler içinde hâlâ; kitlesel halde gelen veya mukadderatın hükmünden hâlâ sıyrılamayan ölümün elinde bocalayıp durmaktalar. Hesabın acılar tarafında, uzaklarda, Güney’lerdeki kendi memleketlerinde tahammül edilmez olandan, olanaklı bir başka hayat arayışına doğru, bu parçalanmış dünyanın “zengin” beldelerine kaçınış sayısız insanın savruluşu var.

Bu hayali kurulan “başka yerler”de, yeni muktedirlerin daha da büyük bir iktidar arayışı içinde kurban ettikleriyle, tekno-iktisatçı üst modernliğin kurbanlarıyla sürekli semirip duran güruhlar var. Hesabın kötülükler tarafında, değerleri indirgeyen ve tutamak noktalarını silen genel bir altüst oluş içinde, şiddetin yayılmasına, insanları birbirine bağlayan şeylerin göz göre göre unutulmasına, her şeyi sadece kendine göre ölçüp biçerek tüm fırsatları değerlendiren hesapçı ve fırsatçı bir bireyciliğin yükselmesine katkıda bulunan şeyler var.

Ve üstelik bir de, bilmeyi yadsımanın ve genel keşmekeş halinin şemsiyesi altına sığınmış kafalarda köklenen, karşıt tutkuları ve taşkınlıkları besleyen bir bunaltı hali söz konusu. Hesabın bir de yaşlı delikanlıların sayıca arttığı ayrıcalıklı ülkelerde yıldan yıla geri püskürtülen ölüm boyutu var. Bu durum ölümün öngörülemeyen saldırgan yüzünü maskeliyor; iklimsel dengesizlikler ve felaketlerle, denetlenemeyen bulaşıcı hastalıklar ve hele hele kurbanların kanıyla beslenen bir ekonomizmin sapkın iktidarsızlığıyla belirginleşen boyutunu gizliyor.

Bunların yanı sıra bir de hiç de mükemmel olmayan teknik becerilere has risklerden, yeni uzmanlıklara doğru körleme bir ilerleyişin barındırdığı tehlikelerden kaynaklanan, fakat gözlerden gizlenen hususlar var. Doğru dürüst bilgi sahibi olmama, inkâr, kısa vadeli çıkarlar, güya ayakları yere basan yaklaşımlar tüm bunları, halihazırda yaşanan veya ertelenen felaketlerin ve kronik hastalıkların taşıyıcıları haline getiriyor.

Gelişmeye çalışan ve muktedir dünyaya tam bağımlı veya güdümlü olan, kendilerine yabancı bir küreselleşmeye kapılıp gitmiş daha zayıf bölgeler de var. Savaşın mutasyona yol açtığı ve dönem dönem siyaseti ikame ettiği dünyalar bunlar. Sömürgeci savaşların başka biçimler altında ve başka araçlarla sürdürülmesinden ibaret olan güç savaşları…

Bitmek bilmeyen, sürekli tekerrür eden, çoğunlukla da düzensiz milis kuvvetlerine, yağmacılara bel bağlamış savaş şefleri üreten; uluslararası insani müdahalelerle vahameti azaltılmaya çalışılan içsavaşlar…

Büyük bir toplumsal çözülme ve dağılma zemininde süren bu savaşlar, uzun dönemde kitlesel ölümlere yol açmaktadır. Bir soykırım biçiminde tezahür ettiklerinde, komşuluklan resmen sakıncalı ilan edilen bir kısım insanın var oluş hakkını elinden alan kitlesel bir ayrımcılıkla yok etmektedirler.


Büyük Dönüşüm’ü gerçekleştirenler, hep birlikte bu üst-modernitenin motoru olan toplumsal aktörler, olanaksızın sınırlarını hep daha da daraltacak şekilde, daha büyük bir hızla itiyorlar. Canlı âlemin, yapay zekânın ve maddesizliğin, otomatların ve ağların, imajların ve sanallığın “yeni Yeni Dünyalar”ında kendi üslerini kuruyorlar ve burada süregiden fetihlerini sağlamlaştırıp gelecekteki fetihleri için hazırlıklar yapıyorlar. Fakat bu müstakbel fetihler önceden çizilmiş, bilinmeyen, fakat korku yaratan engellerden arındırılmış yollardan geçilerek gerçekleştirilmiyor.

Hatta bu tam da “yeni Yeni Dünyalar”ın, eskiden coğrafi Yeni Dünyalar’da ele geçirilen toprakların sömürüsüne dayalı sömürgecilik sürecini tekrar etmeksizin keşfetme ve değer yaratma yeteneğinin cüretkâr biçimde teyit edilmesini meşrulaştırıyor. Farklı fetihleri ve keşifleri içeren bu yeni çağın başlamasından bu yana, aşırı bir sömürü, çoğu zaman “küresel bakımdan müspet” ilan edilen bir ilerleme kisvesi altına gizlenmiş, öngörülebilir veya lehte sayılarak göz ardı edilen sonuçlarda açığa çıkıyor.

Belirsizlik ortamını kuvvetlendiren güncel çatışmalarda bir cenahın büyülenmiş benimseyişi diğer cenahta zaman zaman uyanan ve iktidarsızlık duygularını besleyen kaygıları silmeye yetmiyor. “Yeni Yeni Dünyalar”ın her birini büyük ölçüde ayırt edilebilir kılan unsurlar, belirsizliğe ve dolayısıyla da bu belirsizliğin beslediği şüphe işkencesine biçim kazandırıyorlar.

Bu unsurlar, canlılar âlemi söz konusu olduğunda, klonlar ve GDO’lar; yapay zekâ alanında, insanın yerine geçen otomatların sayısındaki müthiş artış; güvenlik ağları alanında, kablolardan örülü bir kafeste işletilen genel takip ve gözetleme mekanizmaları; yeni nesil imajların sürekli arttığı bir dünyada sanal gerçekten de gerçek bir realitenin tuzaklarıdır.

——————————————————————————————–

Üst-modernitenin piyasa ve liberalleştirilmiş ekonomizme yaslanan toplumları, güvene olduğu kadar yaratıcı addedilen serbest rekabete de dayalı oldukları söylendiği halde, güvensizlik telkin eden görünümlerle tezahür ediyorlar. Piyasanın sırf kendi marifetiyle her tür sosyoekonomik dengesizliği düzenleyeceğine, keramet sahibi bir el misali, toplumsal maliyeti yüksek her tür verimsizliği hale yola koyacağına inanılmıyor artık. Teknik uzmanlığın aynı zamanda beklenmedik, zararlı veya ters yan etkileri ıslah etme gücü olduğu bahanesiyle, olanaklı hale gelen her şeyin gerçekleşmesinin gerektiğine de kimse inanmıyor artık. Ekonomizmin ve tekno-bilimciliğin kendinden emin yaklaşımları, güvensizlikler ilerlediği ölçüde mevzi kaybediyor.

“Kontrol altında” sözünün yeni dil alışkanlıklarından biri haline gelmesinde manidar bir taraf var. Bu söz asıl manasını tam da ters anlamından alıyor. Açıkça ortada, bariz olmayan şeyi anlatıyor; yakın veya uzak etkiler hiç bilinmediği halde bunların bilindiği, henüz karanlık olduğu halde geleceğin görece bir açıklık içerisinde arzı endam ettiği izlenimi yaratıyor.


Daha düne kadar özgürleşme kuramı, isyanları, onlara siyasal, manevi ve ahlaki bir temel sunarak besliyordu; bugün ise maddi, kültürel ve manevi mülksüzleşme, emperyal üst-moderniteye karşı girişilen hücumları üretiyor. Bu mülksüzleşme, yerlerinden çıkartılmış, koruyucu kodlar ve dayanışma temin eden geleneklerinden mahrum bırakılmış, modernite “adaları”nın hemen dışında (en yoksulların sosyal alandan alabildikleri tek payın, başıboş sürüklenmek ve her gün yeniden hayatta kalma çareleri bulmak olduğu yerlerde) tutulan insanlar, tabir yerindeyse tümden mülksüzler üretiyor.

Piyasanın toplumsal koşulların en büyük idarecisi haline geldiği bir dünyada, onların normal biçimde müzakere edilebilecek bir değerleri yok: Bazıları dolandırıcılıkla geçiniyor, başkaları, bir tür istihdam sağlama rolü oynayabilecek şiddeti tercih ederek tepki gösteriyorlar.

Megapollerin varoşlarında satın alınabilecek çetelerden, savaş beylerinin ve gerillaların bünyelerine kattıkları çocuk-askerlere, iktidarları sağlamlaştırmak veya zayıflatmakta kullanılmayı sürdüren paralı askerlerden, komuta altındaki “ajitatörler”i harekete geçiren sokak hareketleri uzmanlarına kadar uzanan aktörleriyle bir tür uluslararası şiddet piyasası teşekkül ediyor, ardından da yaygınlaşarak, çoğu zaman spekülasyona ve haraca yaslanan bir mali piyasa ile iç içe geçiyor.

Otokratik iktidarlar tarafından kurumsallaştırılmış şiddet dağınık, anomik ve dönemsel olan şiddete deva olduğu izlenimini veriyor ama aslında bu şiddeti kendi yararlarına araçsallaştırıyorlar. Şiddet kendi kendini besleyip kuvvetleniyor; hesap ve stratejiden bağımsızlaşıyor, bir modernite temeli üzerinde kalıcı biçimde inşa edilmiş görünen şeyi sonunda tahrip ediyor.


 

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir