Farzların edasına teşvik, sünnet ve adaba riayet

indir-1 Farzların edasına teşvik, sünnet ve adaba riayet29.MEKTUP

Farzların edasına teşvik, sünnet ve adaba riayet; farzla­ra öncelik vermek; yatsı namazını geciktirmekten ve abdest suyunu içmekten men; müritlerin şeyhlerine ve­ya başkalarına yaptığı secdeden men

Allah Teâlâ, kendisinde (mâsivâya) göz kayması bulunma­yan beşeriyetin efendisi Resûl-i Ekrem hürmetine bizleri bağnazlık ve haddi aşmaktan korusun, karamsarlık ve üzüntüden kurtarsın.

En güzel salâtlar, en mükemmel selamlar ona ve ailesine olsun!

‘ Kulu Allah Teâlâ’ya yaklaştıran ameller farz ve nafile olmak üzere ikiye ayrılır. Farzlar dururken onların yanında nafilelere as­la itibar yoktur. Zira herhangi bir vakitte eda edilen bir farz ibadet, bin senelik nafile ibadetten daha hayırlıdır. Bu nafile ibadetler namaz, oruç, zikir, fikir ve benzer türlerden olup halis bir niyetle eda edilmiş bile olsa durum böyledir. Hatta farzların edası sıra­sında uygulanan herhangi bir sünnet ve adaba riayet bile bu üs­tünlüğe sahiptir.

Hz. Ömer (r.a) bir defasında sabah namazını cemaatle kıldı ve sahâbe-i kirâmı şöyle bir gözden geçirdi. Sahâbe-i kiramdan bi­rinin mescidde olmadığını görünce;Falanca kişi nerede, diye sordu. Kendisine,O şahıs gecelerini tamamıyla ibadetle geçirir. Belki de uyku ağır basmış kalkamamıştır, dediler.

Bunun üzerine Hz. Ömer onun için şöyle dedi:

“Halbuki bütün gece uyusaydı da sabah namazını cemaatle kılsaydı daha faziletli olurdu.” (Mâlik,el-Muvatta’, Salâtü’l-Cemâa, 7)

Evla olanı gözetmek, tenzıhen de olsa mekruhlardan sakın­mak zikir, fikir, murakabe ve teveccühten kat kat üstündür. Ya bir de tahrımen mekruh olursa nasıl olur! Evet, zikir, fikir, murakabe ve teveccühü bunlara riayetle birleştirebilirse o kimse büyük bir kurtuluşa nail olmuştur. Gerisi boşa kürek çekmek olur.

Zekât hesabına mesela bir lira vermek, nafile olarak dağlar kadar altın infak etmekten kat kat kıymetlidir. Bunun gibi, zekât hesabına verirken mesela onu hak eden fakire vermek suretiyle işin adabına riayet etmek de ötekinden kat kat değerlidir.

Yatsı namazını gecenin son yarısına ertelemek ve bu suretle gece namazına kalkma işini temin etmek çok yanlış bir iştir. Zira Hanefî âlimlerine göre yatsı namazını bu vakte ertelemek mekruh­tur.

İnceleyin:  İslam'ın Akdeniz'e Çıkmasının Etkileri

Görünen o ki, onlar burada mekruhtan tahrîmî olanını kas­tetmektedirler. Çünkü onlar bir taraftan yatsı namazını gecenin ilk yarısına kadar ertelemeyi mubah gördükleri halde, diğer taraftan bu vakitten sonra kılmayı mekruh görmektedirler. Mubahın karşı­sında yer alan mekruh da tahrîmîdir.

Şâfiî âlimlerine göre ise yatsı namazını bu vakitte kılmak hiç caiz değildir. Geceyi ibadetle geçirme, birtakım manevi zevkleri tatma ve söz konusu vakitte cemiyet sağlama gerekçesiyle yatsı namazını bu vakte ertelemek doğrusu çok çirkin bir iştir.

Bu maksadı gerçekleştirebilmek için sadece vitir namazının ertelenmesi kâfidir ve vitir namazını ertelemek de müstehaptır. Böylece hem vitir namazı müstehap olan vakitte eda edilmiş olur, hem de gece ibadeti vs. maksadı da gerçekleşmiş olur, Bu durum­da anılan işi terk etmeli ve bu vakitte kılınan namazları kaza etmelidir. Nitekim İmâm-ı Azam Ebu Hanîfe (rh) abdestin edeplerin” den birini terk ettiği için kırk yıllık namazını kaza etmiştir.

 

Gerek abdestsizliğin giderilmesi gerekse kurbiyet maksadıy­la alman abdest için kullanılan suyıı içmek caiz değildir. Zira Imam-ı Azam’a (rh.a) göre bu su ağır (muğallaza) necaset kısmın- dandır.” Fakat genelde fakihler bu suyu içmeyi menetmiş ve bunu mekruh kabul etmişlerdir.

Şurası bir gerçek ki, abdest alman suyun artığını içmek şifa­dır. Eğer biri sağlam bir inançla bunu senden isterse bu sudan ver. Nitekim Delhi’ye bu gidişimde fakirin başına böyle bir hadise gel­di. Arkadaşlardan biri zuhuratta, bu fakirin abdest suyunu içmesi gerektiğini, aksi takdirde başına büyük bir belanın geleceğini görmüş. Bu isteğini ne kadar geri çevirdiysem fayda etmedi ve ıs­rarla abdest suyumu istedi. Çaresiz fıkıh kitaplarına müracaat et­tim ve bundan bir çıkış yolu buldum. Şöyle ki, abdest alan kimse azalarını üçer defa yıkadıktan sonra ibadet niyeti olmadan dör­düncü kez kullanacağı su müstamel hükmünde olmaz. Bu çareye binaen ben de abdest alıp ibadet niyeti bulunmadan dördüncü de­fa kullandığım suyu içmesi için kendisine izin verdim.

İnceleyin:  Sebepleri Yaratan Allah'tır

Yine güvenilir bir kimsenin bize naklettiğine göre, bir halife­nizin müritleri, önünde yeri öpmekle yetinmeyip kendisine secde ediyormuş. Yapılan bu işin çirkinliği gün gibi aşikâr ve açıktır. Onu bu işten şiddetle menedin. Halkı yönlendirmek için ortaya çıkan kimseler başta olmak üzere bu tür işlerden sakınmak herkes için gereklidir. Özellikle onun bu işten kaçınması en büyük mec­buriyetlerdendir. Çünkü onun peşinden gidenler hal ve hareketle­rinde onu taklit ederler. Bu sebeple bir bela ve fitnenin içine düş-müş olurlar.

Ayrıca ehlullahın sahip olduğu bilgi hallerle ilgili bilgidir. Haller de insana amellerinden miras kalır. Dolayısıyla bu gibi hal­lerin bilgilerine, ancak amellerini düzelten ve her halükârda ame­linin hakkını veren kimse nail olabilir. Amellerin düzeltilmesi ise, onları tanımakla ve hiçbirini ihmal etmeden hepsini bilmekle olur.

Bu ise namaz, oruç ve diğer farzlarla ilgili şer’î hükümleri; nikâh, talak, alışveriş gibi muamelat hükümlerini bilmek anlamına gelir. Bu da Allah Teâlânın mükelleflerden yapmalarını istediği ve kendilerine farz kıldığı her şeyi bilmek demektir. Bu bilgiler kesbî, yani çalışmakla elde edilecek türden bilgilerdir.

Herkesin mutlaka bunları öğrenmesi gerekir. İlim iki mücahede ve gayret arasındadır. Biri, ilme sahip olmadan önce onu el­de etme gayreti; diğeri ise elde ettikten sonra onu geregi gibi kul­lanma çabası.

Meclislerinizde tasavvuf kitapları okunduğu gibi fıkıh kitap­ları da okunmalı. Farsça yazılmış bol miktarda fıkıh kitabı bulun­maktadır. Mecmuâ-i Hânî, Umdetü’l-İslâm, Kenz-i Fârisî bunlardan sadece birkaçıdır. Hatta tasavvuf kitapları hiç okunmasa bile zara­rı olmaz. Zira tasavvuf sûfinin halleriyle alakalı olması bakımın­dan bu alanda sözün bir tesiri yoktur. Ama fıkıh kitaplarını oku­yup öğrenmemek kişiye zarar verebilir. Sözü fazla uzatmak bıktırabilir; az çoğa işaret eder.

 

İmam Rabbani-Mektubat-ı Rabbani,cild:1

(Semerkand Yay.)

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir