Edip Yüksel’in Bir Çelişkisi:Reşad Halife ile Velid bin Mugire’nin ortak noktaları

indir-2-2 Edip Yüksel'in Bir Çelişkisi:Reşad Halife ile Velid bin Mugire'nin ortak noktalarıEdip YÜKSEL: [Müddesir Suresinde geçen] Levha, Kuran’dır. (1)

Başka yerde ise Levha için Bilgisayar Ekranı demektedir..

Müddesir 29. HALKLAR (BEŞER) için (evrensel) bir GÖSTERGEDİR/EKRANDIR (LEVVAHA)

74:29 ‘DAKI “LEVVAHA” KAVURUCU MU YOKSA GÖSTERGE Mİ?

Kuran’da LVH kökünden türeyen kelimeler, kayıtların yapıldığı düzeyler, levhalar, düz tahtalar anlamında kullanılmakta ve hiç bir yerde “kavurmak” veya “kizartmak” anlamına gelmemektedir.

7:145; 7:150; 7:154 ( Bu üç ayette LeVHa’nin çoğulu olan eLVaH kelimesi Musa’ya verilen ve üzerinde On Emr’in yazılı olduğu levhalar için kullanılıyor). 54:13 (Nuh’un gemi inşasında kullandığı levhalar için kullanılıyor). 85:22 (Kuran’in kaydedildiği -matematiksel olarak- korunmuş kayıt alanları için kullanılıyor). 74:29 ayetindeki LeVvaHa kelimesi ise LVH kökünden türetilen bir ism-i mübalağa (abartma isim) olup, çokça gösteren, apaçık levhalar, veya birbirini izleyen tablolar, ekranlar anlamlarına gelmektedir.

Halbuki kavurma, kızartma ve yakma anlamları için Kuran farklı kelimeler kullanır. Örneğin, yakma anlamı için HRQ kökünden türeyen kelimeleri (2:266; 3:181; 7:5; 20:97; 21:68; 22:9; 22:22; 29:24; 75:10), veya kavurma ve kızartma anlamı için SLY kökünden türeyen kelimeleri ( 4:10; 4:30; 4:56; 4:115; 14:29; 17:18; 19:70; 27:7; 28:29; 29:31; 36:64; 38:56; 38:59; 38:163; 52:16; 56:94; 58:8; 69:31; 74: 26; 82:15; 83:16; 84:12; 87:12; 88:12; 92:15), veya NDC kelimesini kullanır (4:56). (2)

***

Müddesir 29: Levvâhatun lil beşer(beşeri).

  1. levvâhatun : etrafını (derilerini) yakıp kavurucu
    2. li el beşeri : insan için, insanın (3)

***

19 Mucizesine inanmış görünen Hakkı Yılmaz’a göre ise levha hard , disket, CD’dir:

Öyleyse “levha” sözcüğü, bu günkü ortama göre, yazı yazılan, bilgi saklanan her şey, levha, tablet, parşömen, tablo; çağdaş araçlardan ise ekran, plak, teyp bandı, CD, disket veya hard disk gibi üzerine kayıt yapılabilen her türlü araç-gereci ifade edebilir. Sözcüğün “Levvâha” şeklindeki kullanılışı ise isimden türetilerek elde edilen ve mübalağa anlamı kazandırılan etken isim kalıbında bir kelimedir ve “fevkalâde levhalar yapan” anlamına gelir.(4)

***

Seyyid Kutub, Fizilal’il Kur’an:

Müddesir 24- Ve dedi ki; “Bu Kur’ân eskilerden aktarılan bir büyüdür.
25- O kesinlikle insan sözüdür.”
26- Onu Sakar a atacağım.
27- “Sakar” nedir, biliyor musun?
28- Geride hiçbir şey bırakmaz, ondan hiçbir şey kurtulmaz.
29- Bütün insanların dikkatlerini üzerinde yoğunlaştırır.
30- On dokuz tane görevlisi vardır.

Elimizdeki birçok rivayete göre bu ayetlerde kastedilen kişi Velid b. Muğire’dir. Nitekim ibn-i Cerir’in ibn-i Abdalâ, Muhammed b. Savra, Muammer, Ubbade b. Mansur kanalı ile ikrime’ye dayanarak verdiği bilgiye göre birgün Velid b. Muğire, Peygamberimize gelir. Resulullah ona Kur’an okur. Bunun üzerine O’na karşı düşmanlık duyguları yumuşar gibi olur. Durum Ebu Cehillin kulağına gidince derhal Velid’in yanına koşar. Ona “Amca, hemşehrilerin aralarında senin için mal toplamak istiyorlar der. Velid in Niçin diye sorması üzerine ona şu karşılığı verir: “Sana vermek için. Çünkü sen Muhammed e varmış. Ondan sus payı sızdırmaya kalkışmışsın:’ Ebu Cehil bu sözleri ile Velid’in bam teline basıyor, onu en çok üstünlük tasladığı zenginliği konusunda tahrik etmek istiyordu. Nitekim “Kureyşliler benim en zenginleri olduğumu bilirler der.

Bunun üzerine Ebu Cehil kendisine “Öyleyse Muhammed hakkında öyle bir söz söyle ki, hemşehrilerin onun sözlerini reddettiğini, ona karşı sempati duymadığını anlasınlar” der. Velid bu isteğe şu karşılığı verir: “Onun için ne diyeyim ki? Vallahi aranızda benim kadar şiirden anlayanınız, onun recezini, kasidesini, cin kaynaklısını kısacası her türünü benim gibi iyi bileniniz yoktur. Vallahi Muhammed’in okudukları bunların hiç birine benzemiyor. Vallahi O’nun okuduklarında ayrı bir tat, ayrı bir çekicilik vardır. O önüne kattığını kırıp geçirir. O’nun okudukları üstündür, onların üzerine çıkmak mümkün değildir”. Ebu Cehil, sözleri biten Velid’e “Vallahi, Muhammed hakkında bir söz söylemedikçe hemşehrilerini memnun edemezsin” der. Bunun üzerine Velid “Öyleyse beni bırak da O’nun için ne söyleyeceğimi düşüneyim” der. Bir süre düşündükten sonra “Muhammed’in okudukları, başkalarından aktarılmış bir büyüdür” der. Bunun üzerine bu surenin “Şu adamın işini bana bırak” ayeti ile başlayarak “On dokuz tane görevlisi vardır” ayetinin sonuna kadar süren bölümü iner.

Başka bir rivayete göre Velid’in Peygamberimize karşı yumuşaması üzerine ileri gelen Kureyşliler “Eğer Velid, dininden dönerse bütün Kureyşliler dinlerinden dönerler” derler. Bunun üzerine bu işi bana bırakın, hepiniz adına onu çözerim diyen Ebu Cehil, hemen Velid’in yanına koşar. Velid uzun uzun düşündükten sonra Peygamberimizden dinlediği Kur’an hakkında “O eskilerden aktarılmış bir büyüdür. Görmüyor musunuz, karı ile kocayı, evlat ile babayı, köle ile efendiyi birbirinden ayırıyor” der.

İşte rivayetlerin bize aktardıkları olay budur. Kur’an burada ona canlı ve etkileyici bir anlatımla değiniyor. Söze şu bel kırıcı, korkunç tehditle giriyor: “Şu adamın işini bana bırak.”

Ayet, Peygamberimize sesleniyor. Anlamı şu: Şu adamı bana bırak. Ben onu yaratırken yalnız başına idi. Şimdi gururlandığı bol servetin, gözünden ayırmadığı evlatların, şımarmasına ve daha çoğunu istemesine yol açan öbür dünya nimetlerin hiçbiri o zaman yanında yoktu. Onun işini bana bırak. Hileleri ve tuzakları ile kafanı yorma. Onunla doğrudan doğruya ben savaşacağım.

Bu ayeti okurken insanın tüyleri diken diken oluyor. Yüce Allah’ın ezici, kahredici gücünün harekete geçtiğini düşününce yüreklerde zelzele kopuyor. Çünkü bu ezici güç şu zavallı, miskin, güçsüz ve minnacık yaratığı tepelemek için harekete geçiyor. Ayet bu zelzeleyi bu zelzeleye tutulması söz konusu olmayan okuyucunun ve dinleyicinin kalbinde kopardığına göre bu zelzeleye tutulan zavallının hâlini varın siz düşünün!
Ayetler bu zavallı yaratığın durumunu uzun uzun anlatıyor. Onun gerçeğe yüz çevirdiğini, Allah’ın ayetlerine inatla karşı çıktığını anlatmadan önce yüce Allah tarafından kendisine bağışlanan nimetlere parmak basıyor. Bu açıklamalara göre o yaratılırken yapayalnızdı, hiçbir şeyi yoktu, çırılçıplaktı. Sonra yüce Allah kendisine bol servet verdi, gözünün önünden ayırmaya kıyamadığı çok sayıda evladı oldu, o bu servet içinde ve evlatlar ortasında güvenli ve mağrur bir hayat yaşıyordu. Hayatı her yönden yolundaydı, her istediğini kolayca elde edebiliyordu. Buna rağmen;

“Halâ daha çoğunu vermemi bekliyor.”

Gözü bir türlü doymuyor, şükretmiyor, kendisine verilenlerle yetinmiyor. Belki de surenin sonuna doğru okuyacağımız “Aslında bunların her biri, kendisine okunmaya hazır kutsal sayfalar inmesini istiyor” ayetinde sözü edilenlerden biridir de kendisine vahiy indirilmesini, kutsal kitap verilmesini istiyor. Çünkü Peygamberimize peygamberlik verildi diye O’nu kıskananlardan biri idi.
Adam bu aşırı ihtirası yüzünden sert bir dille azarlanıyor, paylanıyor. Çünkü ne bir iyilik ne bir ibadet ne bir şükür yapmış ki, sahip olduğundan fazlasını istemeye yüzü olsun. Okuyalım:

İnceleyin:  İnanmak için de gerçekten "saflaşmak" lazım

“Hayır, hayır! O ayetlerimize inatla karşı çıkıyor.”

Ayetin orijinalinde geçen “kellâ” sözcüğü bir paylama, azarlama edatıdır. O gerçeği gösteren kanıtlara ve imana erdiren gerçeklere inatla karşı çıkmış, islam çağrısının önüne dikilmiş, Peygamber’e savaş açmış, kendini ve başlarını hak yoldan alıkoymuş, Kur’an ve islam hakkında asılsız iddialar ortaya atmıştır. Bu paylamayı kolaylığı zorluğa, rahatı sıkıntıya dönüştüren bir tehdit izliyor. Okuyoruz:

“Onu sarp bir yokuşa saracağım.”

Burada hareket hâlinde sıkıntıyı donduran, somutlaştıran bir ifade ile karşı karşıyayız. Sebebine gelince yokuş çıkmak en sıkıntılı, en yorucu yolculuk türüdür. Bir de yokuş çıkmanın irade dışı bir itme ile yapıldığını düşünürsek çekilen sıkıntının ve duyulan yorgunluğun ne kadar artacağını kolayca kestirebiliriz. Bu ifade aynı zamanda somut bir gerçeği dile getirir. Çünkü düz, kolay ve iç açıcı iman yolundan ayrılan kimse sarp, sıkıntılı ve nefes kesici bir patikaya düşmüş olur; sürekli endişe, bunalım, gerilim ve baskı altında yaşar, sanki göğe tırmanıyor gibi nefesi tıkanır; susuz ve azıksız çıkılan bir yolculukta ıssız ve tehlikeli izlerde taban teper, üstelik yolunun sonunda varacağı bir amaç, kazanacağı bir huzur da göremez.

Sonra şu gülünçlük örneği eşsiz tablo canlandırılıyor. Bir de bakıyoruz ki, bu zavallı yaratık zihnini yoruyor, sinirlerini geriyor, alnını kırıştırıyor, yüz hatlarını ve mimiklerini oynatıyor. Bütün bunları Kur’an’da bir kusur bulmak, onu karalayacak bir söz hazırlamak için yapıyor. Okuyoruz:

“O düşündü ve değerlendirme yaptı. Kahrolası, nasıl bir değerlendirme yaptı? Bir daha kahrolası, nasıl bir değerlendirme yaptı? Sonra baktı. Sonra suratını astı, kaşlarını çattı. Sonra yüz çevirdi, büyüklük tasladı. Ve dedi ki; `Bu Kur’an eskilerden aktarılmış bir büyüdür. O kesinlikle insan sözüdür.”

Ardarda sıralanan jest ve mimik görüntüleri. Birbirini izleyen beyin dalgaları ve sıra sıra hareketler seriliyor gözlerimizin önüne, Sanki anlam sunan sözcükler karşısında değil de resim çizen bir fırça karşısında, daha doğrusu kare kare görüntü sunan hareketli bir film şeridi karşısındayız.

Karelerin birinde adam düşünüyor, kafa yoruyor. Bunun yansıra hüküm ifade eden bir beddua ile karşılaşıyor; “Kahrolası” diye. Ayrıca “Nasıl bir değerlendirme yaptı?” denilerek davranışı yadırganıyor, alay bombardımanına tutuluyor. Sonra vurgulama, mesajı pekiştirme amacı ile bu beddua ve yadırgama tekrarlanıyor; “Bir daha kahrolası, nasıl bir değerlendirme yaptı?”

Başka bir karede adam yapmacık, zorlamalı, alaya aldıran, komiklik çağrısını yapan bir ciddiyetle şöyle şöyle bakıyor. Bir diğer karede gülünç bir biçimde düşüncesini bir noktada yoğunlaştırmak amacı ile kaşlarını çatıyor, suratını asıyor. Bütün bu komik çabalar, bütün bu maskaralıklar onu sağlıklı bir düşünceye erdiremiyor. Tersine adam ışığa sırt çevirerek ve gerçek karşısında büyüklük kompleksine yenik düşerek “Bu Kur’an eskilerden aktarılmış bir büyüdür. O kesinlikle insan sözüdür.”

Ayetler bu canlı görüntüleri, resim fırçasının tuvale istediği manzaralardan daha kalıcı ve hareketli bir filim şeridinin gözler önüne serdiğinden daha estetik bir biçimde insan hayaline işliyor. Bu ayetler canlandırdıkları komik tipi sonsuza kadar hafızalarda kalacak bir gülünçlük örneği olarak somutlaştırıyor, kuşaklar boyunca ibret örneği olarak seyredilsin diye kahkaha ile güldüren portresini varlığın alnına kazıyor. Sözkonusu komik yaratığa ilişkin bu canlı ve somut görüntüleri yine ona yönelik müthiş bir tehdit izliyor. Okuyalım:

“Onu Sakar’a atacağım.” Sonra “Sakar”ın bilinmezliği vurgulanarak bu tehdidin korkunçluğu arttırılıyor. Okuyalım:

“Sakar nedir, biliyor musun?”

O anlaşılmaz ve kavranmaz derecede müthiş ve korkunç bir şeydir! Sonra onun bazı nitelikleri sayılarak uyandırdığı dehşet ve korku imajı güçlendiriliyor. Okuyoruz:

“Geride hiçbir şey bırakmaz, ondan hiçbir şey kurtulmaz.”

O her şeyi silip süpürür, her şeyi yutuverir, her şeyi yok eder, önünde hiçbir şey duramaz, ardında hiçbir şey komaz, ondan hiçbir şey paçayı kurtaramaz. Ayrıca o bütün insanların dikkatlerini üzerine çeker, uzaktan belirgin bir şekilde görülür. Okuyalım:

“Bütün insanların dikkatlerini üzerinde yoğunlaştırır.”

Bu ayet, “Mearic” suresinde geçen “Geri dönüp gidenleri kendine çağır” ayetinin anlamına yakın bir anlam taşır.” (Mearic 17).Yani herkesin dikkatini çeker. Sanki korkunç görüntüsü ile kalplerde korku uyandırmak ister gibidir.

Bu “sakar” cehenneminin “on dokuz” güvenlik görevlisi vardır. Bu “on dokuz” rakamı sert ve acımasız meleklerin birey olarak sayısı mıdır, yoksa bu meleklerin oluşturduğu safların sayısı mıdır, yoksa cehennem güvenliği ile görevli meleklerin türleri ve kategorileri midir, bilmiyoruz. Sadece şunu biliyoruz: Bu sayı, yüce Allah’ın verdiği bir bilgidir ve onu neden verdiği aşağıda açıklanacaktır.

Müminler, yüce Allah’ın bu konuda verdiği bilgiyi, Rablerine güvenen, Rabbi karşısında gerekli edebi takınan kullara yaraşır bir teslimiyetle karşıladılar. Yüce Allah’ın sözünü ve verdiği bilgiyi tartışma ve demagoji konusu yapmadılar. Müşrikler ise bu sayısal bilgiyi, imandan yana boş kalplerle, yüce Allah’a saygı duygusundan uzak bir küstahlıkla karşıladılar. Bu durumlarda gereken ciddiyeti göstermediler. Tersine bu açıklamayı alaya, maskaraya aldılar. Onu gırgır ve dalga geçme konusu yaptılar. Bu küstahlığın sonucu olarak aralarından biri “Sizin her onunuz bu cehennem görevlilerinden birinin hakkından gelemez mi?” dedi. Bir diğeri “Ona gerek yok. Siz hep birlikte onlardan birinin hakkından gelin, gerisinin tümünün hakkından ben tek başıma gelirim” dedi. Kısacası onlar bu yüce açıklamayı, böylesine körelmiş, gerçeğe kapalı ve bomboş ruhlarla karşıladılar. Bunun üzerine az sonra okuyacağımız ayet indi. Bu ayette yüce Allah’ın bu sayısal bilgiyi niçin verdiği, gaybın sırlarının bu bölümüne niçin ışık tuttuğunu açıklıyor. Gayp alemine ilişkin bilgi yüce Allah’a havale ediliyor; “Sakar”dan ve oranın güvenlik görevlilerinden ne amaçla söz edildiği açıklanıyor…

***

Reşad Halife ile Velid bin Mugire’nin ortak noktaları:

 

1,2-Peygamberi kıskanmak ve ona savaş açmak: Gözü bir türlü doymuyor, şükretmiyor, kendisine verilenlerle yetinmiyor. Belki de surenin sonuna doğru okuyacağımız “Aslında bunların her biri, kendisine okunmaya hazır kutsal sayfalar inmesini istiyor” ayetinde sözü edilenlerden biridir de kendisine vahiy indirilmesini, kutsal kitap verilmesini istiyor. Çünkü Peygamberimize peygamberlik verildi diye O’nu kıskananlardan biri idi.
Adam bu aşırı ihtirası yüzünden sert bir dille azarlanıyor, paylanıyor. Çünkü ne bir iyilik ne bir ibadet ne bir şükür yapmış ki, sahip olduğundan fazlasını istemeye yüzü olsun..

İnceleyin:  Edip ve Reşad'ın Kıyamet Vakti ile ilgili kehanetleri

 

3-Kur’anda bir kusur bulmaya çalışmak: Tevbe suresinin son iki ayetinin inkarı.

“O düşündü ve değerlendirme yaptı. Kahrolası, nasıl bir değerlendirme yaptı? Bir daha kahrolası, nasıl bir değerlendirme yaptı? Sonra baktı. Sonra suratını astı, kaşlarını çattı. Sonra yüz çevirdi, büyüklük tasladı. Ve dedi ki; `Bu Kur’an eskilerden aktarılmış bir büyüdür. O kesinlikle insan sözüdür.”

Evet aynen bunun gibi Reşad Halife de Tevbe suresinin son iki ayetinin insan sözü olduğunu iddia etti…
Tartışmanın ve demagojinin yiğitlerine: Müminler, yüce Allah’ın bu konuda verdiği bilgiyi, Rablerine güvenen, Rabbi karşısında gerekli edebi takınan kullara yaraşır bir teslimiyetle karşıladılar. Yüce Allah’ın sözünü ve verdiği bilgiyi tartışma ve demagoji konusu yapmadılar.

 

4-Ne kötü değerlendirme yaptı?
Müddesir; 18- O düşündü ve değerlendirme yaptı.
19- Kahrolası, nasıl bir değerlendirme yaptı?
20- Bir daha kahrolası, nasıl bir değerlendirme yaptı?
21- Sonra baktı,
22- Sonra suratını astı ve kaşlarını çattı.
23- Sonra yüz çevirdi, büyüklük tasladı.
24- Ve dedi ki; “Bu Kur’ân eskilerden aktarılan bir büyüdür.
25- O kesinlikle insan sözüdür.”

Reşat Halife , başından geçen esrarengiz olayı şöyle anlatır :
Videonun 45. saniyesinden itibaren: …Her zaman ki yaptığım gibi Kur’an’ı tesadüfen tekrar açtım , şöyle deniyordu : “Kovuldun , sen bu görevi yapmayacaksın , sönüksün , sen bunun için yaratılmadın ve Cehenneme gideceksin ” bütün gücümle Allah’a sığındım , secde ettim ve sonra tekrar Kur’an’ı açtım :”Kovuldun , Cehenneme gideceksin , cezalısın , sen bu görevi yapmayacaksın , yerine bu işi yapacak başka birini bulacağız ” ve tekrar kapattım ,bu tesadüf olamazdı “…Gittikçe daha da kötüleşiyordu..

Dikkat: İlgili adres şu idi: http://www.youtube.com/watch?v=csLwjO3u5lE
Bu adresteki ilgili video kaldırılmış..http://www.youtube.com/watch?v=VElRZD9myFo Videonun baş kısmına bakınız..

Değerlendirme: 
Reşat Halife Kur’an’ı açtığı her defasında aynı manadaki, ama az-çok farklı kelime gruplarından oluşan korkutucu tehdit cümlelerinin karşısına çıktığını ve bunun tesadüf olamayacağını düşündüğünü anlatıyor..
Oysa Kur’an’da birebir bu cümlelerden oluşan bir ayet veya ayetler topluluğu yok..Zaten olsaydı Kur’an’ı her açtığımda karşıma tesadüfen şu nolu surenin şu ayeti çıktı derdi.. Hele hele bu ayet/ayetler Allah’ın kendisini Resul tayin ettiği veya özel bir misyonla görevlendirdiği ayetler ise aynı İkra Suresi’nin Resulullah’ın (s.a.v.) Risalet görevine başlamasındaki önemi/anısal değeri gibi , mesaj olarak gösterilen o ayetler de kendisi için çok müstesna bir manevi mevkiye sahip olur ve bizzat numaralarıyla zikredilirdi…

Buradan 2 sonuç çıkıyor:
Reşat Halife, Mushaf içinde farklı bir metin görüyor. Bu ya bir halüsinasyon , ya bir illüzyon veya zihin oyunu/bulanıklığı , ruh hastalığı veya şizofrenik bir arıza türünden bir şey olarak algılanması gerekirken öyle karşılanmıyor..
Aynı vaka sıradan birinin başına gelse , ilk yapacağı şey ya bir göz doktoruna muayene olmak veya Psikiyatrdan randevu olmak olur..
Oysa Reşat Halife deneyimli .
Art arda , anlam itibariyle birbirine yakın metinlerin kuran ayetlerin olması gereken yerlerinde gözüne görünmesine değil , bilakis sadece cümlelerin içerdiği mesaj ile irkiliyor..Demek ki o bu türden psişik tecrübelere psikolojik olarak hazırlıklı biriydi…Zaten olayın anlatımında daha evvel Allah’tan Resullük gelmişti diyor.. Metafizik , parapsikolojik v.s. şeylere aşina olduğu için Kuran sayfaları içinde gösterilen ve Kuran ayetlerinden olmayan o cümlelerin varlığıyla hiç ilgilenmiyor olabilir..Şeytan/cinler demek ki önceden defaatla ziyaret ettiği bu zavallının ruhunu ele geçirmiş ve onunla pinpon topu gibi oynuyor(lar) , ama bu zavallı , şeytan oyununu kendisiyle Rabbi arasında sırlı bir haberleşme ve mucize zannediyor..Edip Yüksel fazla hoşlanmayacak ama bu vaka bana İbni Sayyad hadisini hatırlattı. (5)

 

Bütün bu komik çabalar, bütün bu maskaralıklar onu sağlıklı bir düşünceye erdiremiyor. Tersine adam ışığa sırt çevirerek ve gerçek karşısında büyüklük kompleksine yenik düşerek “Bu Kur’an “yani tevbe suresinin son iki ayeti” eskilerden aktarılmış bir masaldır. O kesinlikle insan sözüdür.”

Reşad Halife Ulü’l-azm peygamberlerden büyük olduğunu ima ediyor

THERE ARE LITERALLY HUNDREDS OF PHYSICAL FACTS. THIS IS ONLY A SAMPLE. GOD’S MIRACLE TO THIS GENERATION GREATER THAN THE
MIRACLES OF ALL PREVIOUS MESSENGERSHow many people saw Moses’ staff turn into a serpent? How long did that miracle last? How many people witnessed Jesus when he created birds from clay by God’s leave, healed the leprous and hopelessly blind by God’s leave, and revived the dead by God’s leave? How long did these miracles last?God’s miracle to this generation, the mathematical miracle of the Qur’an, is far greater than the miracles Jesus, Moses, and all the previous messengers combined. For the mathematical miracle of the Qur’an has already been witnessed by millions of people, and it is a perpetual miracle that is continuously growing. It has become overwhelming and absolutely incontrovertible.

Gerçekten böylesi yüzlerce tane misal var..Bunlar yalnızca birkaçı. Musa’nın değneğinin yılana döndüğünü kaç kişi gördü ? Bu Mucize ne kadar sürdü? İsa , Allah’ın izniyle, çamurdan kuş yaratırken , cüzzamlıları ve körleri iyileştirirken ve ölüleri diriltirken bu mucizeye şahitlik eden kaç kişi vardı ? Bu mucizeler ne kadar devam etti ? Allah’ın bize nasip ettiği bu matematik mucizesi İsa , Musa ve tüm diğer elçilerin mucizelerinin toplamından [ufak at be birader] açık ara büyüktür [Bana verilen mucize onlarınkinden ne kadar büyük ve devamlı ise ben de onlardan büyüğüm anlayın artık! ]..Çünkü 19 mucizesine milyonlarca insan şahitlik etmekte ve [şahitlik eden insanların sayısı arttıkça da] dolayısıyla da Mucizenin büyüklüğü sürekli daha da büyüyen ebedi bir Mucizedir..Artık bu ezici bir çoğunluğa ulaşmış ve tartışılacak bir hali kalmamıştır. (6)

Onlara inanmak zorunda değilsiniz:

 

 

***

(1) http://www.youtube.com/watch?v=mOg2zy9aqPg&index=5&list=PLF9469D7103530FAB
(9.30. dakika)
(2) http://19.org/tr/chennem-veya-mucize/
(3)http://www.kuranmeali.org/74/muddessir_suresi/29.ayet/kurani_kerim_mealleri.aspx
(4) http://istekuran.net/2013/06/muddessir-suresine-giris/
(5) http://ahmednazif.blogspot.com.tr/2013/11/edip-yukselin-resulu-resat-halife.html
(6) http://ahmednazif.blogspot.com.tr/2013/11/yalanc-peygamber-resat-halife-ve_16.html

 

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir