Düşünme Gücünün İtidal Hali:Hikmet
Hakikat araştırmasının temelini oluşturan düşünme gücünün itidal hali hikmettir. Yakinî bilgilerin hakikatine varırken bu üç güç de kullanıldığı için hikmet, kazanılması itibariyle bir tür eylemdir; hikmet, bizzat varlığa gelmesi itibariyle ise bilginin ta kendisidir. Dolayısıyla hikmet birinci itibarla mevcûdâtı nasılsalar öylece bilmek ve yapılması gerekeni yapmaktır ve burada kastedilen de budur. Allah’ın “Allah, sana Kitâb’ı ve hikmeti indirmiş ve sana bilmediğini Öğretmiştir. Allah’ın lütfü sana gerçekten büyük olmuştur (Nisâ, 4/113) sözü, hikmetin şânının yüceliğine, aydınlatıcı bir delil oluşuna ve hükümranlığının sürekliliğine delalet etmektedir. Şu, Hz. Ali nin (k.v.) sözlerindendir: “Nifak ehlinden bile olsa hikmeti al!”
İkinci cihet itibariyle hikmet, varlıkların sûretlerinin nefiste meydana gelmesidir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “{Resulüm!) De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu!” (Zümer, 39/9). Hz. Ali’nin (r.a.) sözlerinden biri de şudur: “İlimden daha şerefli bir şey yoktur. Allah bir kulu zelil kılacağı zaman onu ilimden mahrum eder.” İmam Gazzâlî îhyâ’da şöyle der: “İlmin gücüne gelince onun güzelliği ve mükemmelliği, sözler arasında doğru ve yanlış arasındaki farkı, itikatlar söz konusu olduğunda hak ile bâtılın farkını, fiiller söz konusu olduğunda güzel ve çirkinin farkını idrak etmeyi kolaylaştırmasındadır.”
Hikmetin ifratı cerbezedir ve sahtekârlıktır. Buna “şeytanlık” da denilir. Bunun örneği, fayda vermeyen nafile bilgilerin peşine düşmektir. Bu, yakinî bilgiler yerine kullanılan cedel, hilâf ve safsata gibi teorik bakımdan olabileceği gibi adi isteklere alet edilen kehanet, sihirbazlık ve iksir gibi pratik bakımdan da olabilir. Hikmetin tefriti kalın kafalılıktır, bu, düşünme gücünde meydana gelip de sahibini iyilik ve kötülükten geri bırakan bir durumdur. Buna zihin tembelliği ve ahmaklık da denilir. Hz. Peygamber den (a,s.) şöyle rivayet edilmiştir: “Ahmak, Allahın hiç sevmediği kimsedir, zira Allah onu en değerli şeyden yani akıldan mahrum bırakmıştır!’ (İbn Nüceym,el-Bahrü’r-raik şerhu Kenzi’d Dekaik,VI(287)Şair de şöyle demiştir.
Her şeyin kendisiyle tedavi edildiği bir ilacı vardır, ahmaklık hariç, o, kendisini tedavi eden kimseyi yorar.”
Buna saflık da denir, ama bu Hz. Peygamberin (a.s.) hakkında “Cennet ehlinin çoğu saflardır.’ buyurduğu yaratılıştan gelen saflık değildir. Aksine buradaki saflık, kasıtlı olarak oluşturulmuş saflıklıktır. Bunlar hakkında Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “İşte bunlar hayvanlar gibi, hatta daha da aşağıdadırlar” (A’râf, 7/179). Cahillik ismi bunların hepsini kapsar.
Nefsin intikam arzusundan dolayı duyduğu şiddedi heyecan olan öfke gücünün itidali şecaattir. Bu, insana korku veren şeylere atılma ve sıkıntılı durumlara sabretme hususunda doğru düşüncenin gereğine boyun eğmektir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Onlar ki, hicret ettiler, yurtlarından çıkarıldılar, benim yolumda eziyete uğradılar, çarpıştılar ve öldürüldüler; andolsun, ben de onların kötülüklerini örteceğim.” (Âl-i İmrân, 3/195). Yine Yüce Allah şöyle buyurdu: “Allah, kendi yolunda kenetlenmiş bir yapı gibi saf bağlayarak savaşanları sever’ (Saff, 61/4). Resûl-i Ekrem de (a.s.) şöyle buyurmuştur: “Allah şecaati sever, yılan ve akreb öldürmekle de olsa”(Kuzai,Müsnedüş Şihab,2,152) Hz. Ali (r.a.) şöyle demiştir: “Atılan kazanır, tereddüt eden yenilir.” Muaviye (r.a.) demiştir ki: “İşin önünü arkasını çok düşünen kimse sıkıntı zamanlarında şecaat arzedemez.” îbnu l-Mu‘tez ise şöyle demiştir:
“Akılsız fırsatı kaçırır, kaçırınca da kaderi kınar.”
Denilmiştir ki
“Bir fikrin varsa peşine düş, çünkü fikri bozan şey tereddüt etmendir. Gücün varken düşmanlara bir gün bile süre tanıma, onlar yarın aynı güce kavuşmadan sen yapacağını yap.”
Öfke [gücünün] ifratı deli cesaretidir. Bu, şecaat arzetmemek gereken yerlerde ileriye atılmak şeklinde öfke gücünde meydana gelen bir durumdur. Müslümanların sayı bakımından zayıf olduklarında küffâr ile cenge girmesi, zalime yardım etmek, hak yiyeni hakkı çiğnenmiş kimsenin ¡elinden kurtarmak ve kendisini kalabalık bir düşmanın içine atmak böyledir.
Öfkenin tefriti korkaklıktır. Bu, ileri atılmak gereken yerlerde geri durmaktır. Korkaklık, kişiyi zillete uğratır, önemli işlerde ve yararlı konularda gevşekliğe yol açar; malı harcanırken ve saygınlığını yitirirken zalimler ve başkalarına karşı yıkıcı bir sevgi oluşturur, kötü bir hayat sürmeyi, çalışmada sabırsızlık ve sebatsızlığı ve tembellik sevgisini doğurur. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider” (Enfâl, 8/46). Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: “Kişide bulunan huyların en kötüsü, kaygılı bir cimrilik ve yıkıcı bir korkaklıktır ‘’(Ebubekir b.Ebi Şeybe,Musannef,V,291)
Hz. Ali de (r.a.) şöyle demiştir: “Cimrilik utançtır, korkaklık eksikliktir”, “Korkunun ölüme faydası yoktur, sabreden kazanır”, “Tedbirin takdire faydası yoktur”, “Ölüm kaçınılmazdır, ne kaçan kurtulur ne de oturan.” Mu-aviye (r.a.) demiştir ki:
“Korkak, güya kaçmanın kendisini ecelden koruyacağını sanır, hâlbuki kabak korkağın başına padar, cesur bahadır onlardan kurtulur.”
Arzu gücünün itidali iffettir. Bu, arzuyu onun kulu olmayıp doğru düşüncenin gerektirdiği yerde kullanmaktır ki böylece kişi hür olabilsin. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Hevâ ve hevese uyma, sonra bu seni Allah yolundan saptırır” (Sâd, 38/26). Hz. Peygamber de (a.s.) şöyle buyurmuştur:
“Hevâ ve hevesin saptırdığı kul ne kötü kuldur”(Tirmizi,Kıyamet,117)
Hz. Ali (r.a.) demiştir ki:
“Müminin süsü tevazu, güzelliği ise iffettir.” Arzu gücünün ifratı azgınlıktır. Buna şehvet düşkünlüğü ve açgözlülük de denilir. Bu durum şehvetin şeytanının aklın hükümranlığını bastırmasıdır. Gücü bu durumda olan kişi pisliğe salınan açgözlü bir domuz gibidir, o, pisliği yer ve asla doymaz. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Yiyin, için, fakat israf etmeyin” (A‘râf, 7/31). “Kötülüklerin açığına da gidisine de yaklaşmayın” (Enam, 6/131). Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Mide, tenasül uzvu ve dilin şerrinden korunan bütün şevlerden korunmuştur” (Beyhaki,Şu’abul İman,V,291) Arzunun tefriti isteksizliktir. Bu, olması gerekene de olmaması gerekene de karşılığım vermede nefsin yetersiz kalması halidir.
Bu durumda olan kişi, insanın üstünlüğü bir tarafa hayvanın yetkinliğinin dahi altında olan bitki derecesindedir. Allah Teâlâ böyleleri hakkında şöyle buyurmuştur: “ Onlar sanki duvara dayanmış kütükler gibidir (Münâfikûn,63/4).
Bu güçlerin erdemleri [nefsin biri fazlalık, diğeri eksiklik olmak üzere iki aşırı eğilimi] arasındaki orta melekelerdir. Bunlar, yani orta melekeler üç tanedir: hikmet, şecaat ve iffet. Allah Teâlâ’nın [bir orta meleke olan] cömertlikle ilgili buyurduğu gibi “Eli sıkı olma; büsbütün eli açık da olma ’ (îsrâ, 29/17). Şu da Hz. Ali’nin (k.v.) sözlerindendir: “Sağ ve sol saptırıcıdır, orta yol ana caddedir.” Hz. Peygamberin (a.s.) tamamlamak için gönderildiği temel ahlâkî değerler işte bu orta melekelerdir. [Bu üç erdemin] her iki tarafında olanlar reziletlerdir, bunlar, yani uçlar da altı tanedir. Zira bu üç erdemden her birinin iki ucu vardır. Bunlar hikmet için cerbeze ve kalın kafalılık, iffet için azgınlık ve isteksizlik, şecaat için de deli cesareti ve korkaklıktır.
Erdemin kendisi kürenin çapı gibi dümdüz bir çizgidir. Rezilet ise dairenin çevresine paralel daireler gibidir. Kur’ânda orta yol ve ortanın dışındaki yollar şöyle ifâde edilmiştir. “Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. (Başka) yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah’ın yolundan ayırır.” (Enâm, 6/153). Ayrıca Allah’ın şu hitabıyla kastedilen de orta yoldur: “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol’’ (Hûd, 11/112). Dosdoğru yolda olmak şeklinde âyette geçen orta yola tam olarak uymanın zorluğu sebebiyledir ki Hz. Peygamber (a.s.) “Beni Hûd suresi kocattı?(Tirmizi,Tefsir,56)demiştir.
Zira sözü edilen âyet, dosdoğru yol hakkındadır. Kıldan daha ince ve kılıçtan daha keskin olan dosdoğru yolun iki yanından birinde “Allah’ın, tutuşturulmuş, (yandıkça) tırmanıp kalplerin ta üstüne çıkan ateşi ’ (Hümeze, 104/6-8) vardır ki bu ifrat tarafıdır, diğer yanında ise muazzam bir soğukluk vardır ki bu da tefrit tarafıdır, işte itidalin tasviri böyledir. Sakın [Vakıa sûresinde geçen] “sağdakiler” (Vakıa, 56/38) ile ifrat tarafında olanların, “soldakiler ’ (Vâkıa, 56/41) ile de tefrit tarafında olanların kastedildiğini sanma. Sağ tarafın böyle müspet [bir anlama] gelmesi insanda sağ tarafın daha güçlü olmasındandır.
[Buradaki mânâ] itibariyle ise ortayı ve dosdoğru yolu tutturandan daha güçlü kimse yoktur, kendisini ifrat ve tefrit taraflarında nefsinin arzularıyla başbaşa bırakan kimseden de daha zayıfı yoktur. Çünkü hevâya uymak insan doğasının, yani mizaç ve istidadın gereği olması bakımından işlerin en kolayıdır.
Şerhu-l Ahlak-i Adudiyye – Taşköprülüzade Ahmed Efendi
Müellif:Adudüddin el-Îcî’