Cumhurdan Kaçırılmaya Çalışılan Cumhuriyet
Anlaşıldığı kadarıyla seçkinlerin devlet üzerindeki etkinliklerinin artmasıyla cumhuriyet, halkın geniş kapsamlı bir temsil ve katılımından gittikçe uzaklaşmakta, bu çevrelerce cumhuriyet, güven duyulmayan halka karşı sistemin koruyucu bir zırhı olarak algılanır hale gelmektedir. Son iki yıldır(1996-1998) halk çoğunluğunun dışlanması ve bunlara karşı cumhuriyetin korunup kollandığı iddiası bu sürecin tipik bir örneğidir.
Yine Türkiye’de cumhuriyet bu algılanış özelliğine uygun olarak bir hükümet etme tarzı değil, bir devlet biçimi olarak kabul edilmektedir. Bu ise yukarıda da bahsedildiği gibi cumhuriyetin en dar anlamıdır. Yani Türkiye’de cumhuriyet hükümet etmede halkın kapsamlı bir temsilini ifade etmekten çok, kendisinden önce yaşayan ve sultan /halife ile temsil edilen bir siyasal yapıya karşılık (cumhurbaşkanı, parlamento, hükümet, vb. gibi) başkanlık mekanizmasını halkın belirlediği bir sisteme vurgu yapmaktadır. Şüphesiz bu durum önemsiz değildir; ancak çağdaşlaşmanın tüm alanlarında olduğu gibi siyasal hayatta da etkinlik, şekilde kalmaktadır.
Gerçi Türkiye’de cumhuriyet, bir devlet şekli olarak kabulü yanında bunun “demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti” olduğu anayasada yer almaktadır. Ancak bir içerik gibi gözüken bu ilkeler halk eksenli olmaktan çok, seçkinci bir özle doldurulagelmiştir. Onun içindir ki bu sosyal devlet, halkın en doğal talebi olan başörtüsü sorununu seçkinlerin siyasal tavrından çıkarıp hukukun çerçevesi içinde çözememekte, halkın seçtiklerinin çıkardığı yasa (1547/17) bir kesim seçkin tarafından gözardı edilince yürütme makamındaki hükümetin eli ermemektedir. Buradan çıkarılabilecek sonuç, bir siyasal sistemin sloganlarla değil, kazandığı içerikle ele alınması gerektiğidir. Ne var ki söz konusu içeriksizliği 75. yıl kutlamalarında da yeterince gözlemlemekteyiz.
75.Yıl Kutlamalarının Ortaya Koyduğu Gerçek
75.yıl kutlamaları da tasvir etmeye çalıştığımız tablonun tüm olumsuzluklarını taşımaktadır. Başta da belirttiğimiz gibi yetkililer Cumhuriyet’in içeriğiyle ilgili olmayan, anlamlı da bulunmayan beyan ve sloganlarla işi götürmeye çalışmaktadırlar. Mesela genel olarak ileri sürülen “bazı eksikliklerin bulunduğu” teması, masum ama bu içeriksiz beyanlardan birisidir. Çünkü bu eksikliklerin hangi türden olduğu belirtilmemektedir. Gerçekten bunlar ekonomik/sınai bazı girişimlerse fazlaca önemi yok, zamanla tamamlanacağı söylenebilir; ama bu eksikler, sosyal/politik alanlarla ilgili ise ve hele toplumsal kazanımların geriye gitmesi, halkın elinden alınması anlamına geliyorsa bu, basit beyanlarla geçiştirilecek bir “eksik” değildir. Yine cumhurun başı olan kişi çoğu özel girişime ait her gün (sağlık ocağı, dersane, otel, vb. gibi) bir düzine kadar kurum ve kuruluşun açılışında “işte cumhuriyet!” demekte, ama burada asıl cumhuriyetlik işin ne olduğu anlaşılamamaktadır, yani bunların ne denliğine cumhuriyete vurgu yaptığı bilinmemektedir. Söylemeye gerek yoktur ki bunlar cumhuriyetle yönetilmeyen bir ülkede de pekala gerçekleşebilirler, vakıa Ortadoğunun monarşi ile yönetilen pek çok ülkesi süper otellerle donatılmıştır.
Söz konusu içeriksizliğin en belirgin örneklerinden birisi de cumhuriyetin teknolojiyle özdeşleştirilmiş olmasıdır. Bu konuda seçilen argümanlardan birisinde “cumhuriyet olmasaydı hâlâ kağnı gıcırtıları dinleyecektik” deniyor. Halbuki bir siyasal rejimin asıl alanı teknolojik gelişmeler değildir. Çünkü sınai / teknolojik gelişmeler bir kültürleşme süreci içinde ve cumhuriyet dışı en total siyasal sistemlerle de gerçekleşebilecek bir şeydir ki bunun yeryüzünde pek çok örneği vardır. Cumhuriyet gibi bir siyasal sistemi vurgulayan asıl alan, sosyal/politik konularda gelinen noktalardır. Üstelik birincisi büyük çapta halkın omuzlamasıyla olabilecek bir şeydir, halbuki İkincisi ülkedeki siyaset seçkinlerinin kapasitesine, yetenek ve basiretlerine bağlıdır.
Denebilir ki Türkiye’de halk kendi üzerine düşeni büyük çapta yerine getirmektedir. Son zamanlarda ekonomik kalkınmanın, sanayileşmenin dinamiklerini de yakalamış görünüyor. Bir monarşiden çıkmış olmasına rağmen siyasal katılıma önem vermekte, eğitim ve öğretime büyük bir özlem duymakta, vs. Ama ülkeyi gönlünce yönetmek isteyen seçkinler eğitimde, siyasette, ekonomide Anadolu’nun önünü kesmeye, oluşturmaya çalıştıkları bir kast sistemiyle ve sıradan bahanelerle halkı kurumlardan tecrit etmeye çalışmaktadırlar. Böylece de toplumun geniş bir kesiminin dışlandığı, devlet bağlantılı çetelerin (yer yer legal görevlilerle işbirliği yaparak) cirit attığı, insan haklarının ihlal edildiği; dinin, toplumsal değerlerin, halkın gönül verdiği kurumların töhmet altında tutulduğu, hükümet ve parlamentonun etkisiz hale getirilip, hukukun siyasallaştırıldığı, ekonomik gelir dağılımının her geçen gün bozulduğu, demografik yapının parçalandığı bir olumsuz dönem yaşamaktayız.Siyasal etkinlik ve başarı bu tablonun olmamasını gerektiriyordu.Yani yetkililerin göğsünü gererek konuşabileceği alanlar bunlardı.
Ne yazık ki Cumhuriyetin 75. yılı böylesi bir siyasal tablo içinde.
Dahası 75. yıl kutlamaları kendimize has getirdiğimiz toplumsal başarılarla paralelleştirilmediği gibi halka karşı gizli bir alternatif tavır da buna eşlik etmektedir- Cumhuriyet, ya Beethoven’in 9. Senfonisi gibi, üretimi bize ait olmayan bir müzik parçası île, ya da zımnen cumhuriyeti 10 yaşında 25 milyon nüfuslu demografik özelliğe sahip bir siyasal yapı olarak algılamamızı telkin eden 10. Yıl Marşı ile temsil edilmeye çalışılmakta, her haliyle 75 yılı kapsamayan bir imajın altı çizilmektedir. Şüphesiz lO.Yıl Marşı bir geçiş dönemini ifade etmede anlamlı sayılabilir, adı geçen Senfoninin de bir sorunu yok ama ikisi de Cumhuriyetin 75. yılını anlatmaktan uzaktırlar. Her alana hakim olan şekilcilik siyasetin doruk noktasında kendini göstermektedir.
Tezkire Dergisi,1998 Yıl