Cıvıl cıvıl Kapalıçarşı
Kapalıçarşı tarih boyunca İstanbul’un sembollerinden biri olagelmiştir. Çarşının bulunduğu alan tarihsel süreç İçinde Osmanlı devletinin ekonomik, dini ve kültürel hayatı açısından önemli bir mekan olma konumunu korumuştur. Nitekim çarşının çevresindeki bazı yapılara şöyle bir bakmak bu durumu daha iyi anlamamızı sağlar. Kapaliçarşi, selatin camilerinden biri olan Beyazıt Camii’nin yakınında yer alır. Beyazıt Camii’nin hemen karşısında bugün İstanbul Üniversitesi merkez binası olarak kullanılan alan Fatih’in İstanbul’da yaptırdığı ilk sarayın nam-ı diğer Eski Saray’ın bulunduğu yerdi. Yine bu alanda bir zamanlar İsmail Salb Sencer gibi hezarfenlerin müdürlüğünü yaptığı Beyazıt Devlet Kütüphanesi bulunmaktadır. Kapalıçarşı’nın Beyazıt kapısından girişte Sahaflar Çarşısı ve onun da sonunda bir zamanlar ülkemizdeki en büyük süreli yayın koleksiyonlarından birine sahip olan Hakkı Tank Us Kütüphanesi’nin binasını görürsünüz. Gerçi binayı biraz zor görürsünüz. Zira ne yazık ki yayınlar, ana binadan Beyazıt Devlet Kütüphanesi’ne taşınmış ve binanın giriş kapısı da önündeki küçük giyim dükkanları ile işporta tezgahlarının istilasına uğramıştır.
Üzerinde Sultan 2. Abdülhamit’in tuğrasının bulunduğu Beyazıt kapısından çarşıya girip meşhur Kalpakçılar Caddesi ya da Kapalıçarşı’nın ana caddesinden geçerek diğer kapıdan çıkacak olursanız karşınıza bir başka selatin camisi olan Nuru Osmaniye Camii çıkacaktır. Bu caminin İnşasına da I. Mahmut tarafından başlanmış ancak bitimi 2. Osman’a nasip olmuştur. Bu taraftaki çıkışta ise sizi çok hoş bir “Arma-i Osman!” uğurlayacaktır. Biz yine Beyazıt kapısı tarafına dönelim. Ancak çarşıya girmeden gözlerimizi Sahaflar Çarşısı’nın tam çıkışına denk düşen Fesçiler kapısının üzerindeki bir hatta çevirelim. Bu yazıda “el-kasibu habibullah” İbaresi okunur ki bu Kapalıçarşı’yı herhalde en güzel anlatan kudsi kelamlardan biri olsa gerek. Anlamı İse: “Allah ticaret yapanı sever.”
Üstü örtülü çarşı ya da kapalıçarşı geleneğinin ilk olarak Kuzey Afrika’da ortaya çıktığı oradan da Suriye, Irak ve el-Cezire bölgesine yayıldığı bilinmektedir. Bu durumun en önemli nedeni bölgenin iklimi olsa gerek. Zira bilhassa yaz mevsiminin çok sıcak geçtiği söz konusu diyarlarda İnsanların saatlerce ayakta durması, bunalıp sıkılmadan gezmesi İçin üzeri mutlak suretle örtülü ve güneşin etkisini azaltmak amacıyla da kurşunla kaplı alışveriş mekanlarına ihtiyaç duyulmuştur.
Aynı zamanda bu kapalı mekanın giriş ve çıkış bölgelerinde bulunan kapılar da çarşının koridorlarında hava sirkülasyonu sağlamakta, böylece doğal bir vantilatör fonksiyonu elde edilmektedir. Bu tür çarşıların ilk ortaya çıktığı yerleşim yerleri Tunus’taki Kayrevan, Mısır’daki İskenderiye ve Kahire, Suriye’deki Halep ve Şam, Irak’taki Musul ve Bağdat, Anadolu’daki Diyarbakır gibi şehirlerdir. Hepsinin ortak özelliği ise önemli ticaret yolları üzerinde bulunuyor olmaları.
Kapalıçarşı’nın İnşası hakkında farklı rivayetler olmakla birlikte genel kabul, çarşının geniş Fatih tarafından Ayasofya’ya gelir getirmesi amacıyla yaptırıldığı yönündedir. Bu arada çarşı derken bugünkü pek çok iş hanı ile birleşen, farklı kollardan çok büyük bir alana yayılan günümüzün dev yapı kompleksi gelmesin aklımıza. Kalpakçılar Caddesi adı verilen çarşının ana caddesine Beyazıt kapısından girdiğimizde sol tarafta yer alan ve sırasıyla karşınıza çıkan Cevahir Bedesteni İle Sandal Bedesteni adını taşıyan iki yapı Kapalıçarşı’nın temelini oluşturur. Zamanla bu bedestenlerin çevresine inşa edilen dükkanlar ve iş hanlarının bazıları da üzerleri kapatılarak çarşıya eklenmiştir. Çarşının Kapalıçarşı adını 18. yüzyıldan itibaren aldığı tahmin ediliyor. Zira 1701 yılında çıkan yangın sonrasında çarşı esnafı ile istişare eden İstanbul kaymakamı vezir Çerkez Osman Paşa çarşının kapladığı alanın üst kısmının yangın tehlikesine karşı kapatılmasına karar vermiş ve bunu uygulatmıştır. Çarşı 1894’de büyük zarar gördüğü deprem sonrasında Sultan 2. Abdülhamit tarafından yeniden tamir ettirilirken büyük ölçüde nihai şeklini de almıştır.
Çarşının iki temel taşını oluşturan bedestenlerden “Bedesten-i Atik” de denilen Cevahir Bedesteni, adından da anlaşılacağı üzere eski devirlerde daha çok mücevheratçıların yoğunlaştığı bir ticaret alanı idi. Günümüzde ise antikacılar, boncukçular, lületaşı satıcıları, kuyumcular, gümüşçüler, bakırcı ve saatçileri barındırıyor. Haa bir de çarşıyı gezen turistlere hizmet veren “Bedesten Cafe”si var tabii. Eski devirlerde bu bedesten aynı zamanda kiralık kasa işlevi de görürdü. Burada bulunan ve “dolap” adı verilen yerden biraz yüksekçe küçük muhafaza hücrelerinde sandıklar içinde bazı insanlar takı, mücevher ve altınlarını saklarlardı. Dolabına bir şey koyacak olan şahıs buranın emniyetinden sorumlu olan bölükbaşı nezaretinde dolabına gider, dolabın içindeki sandığın mührünü eli ile açar işini gördükten sonra da yine bölükbaşının nezaretinde sandığını mühürleyerek dolabına yerleştirirdi. Bu aynı zamanda çarşıdaki emniyete duyulan güvenin de bir göstergesi idi. Yalnız bu güven, 1750 yılında çıkan Mercan yangınında ciddi bir sarsıntıya uğrayacaktır. Yangın sırasında çarşı büyük zarar görmüş ve fırsattan istifade eden yeniçeriler de çarşıyı yağmalamaktan geri kalmamışlardı. Günümüzde ise bu dolaplar yıkılarak küçük, camekânlı dükkanlar haline getirilmiştir.
Sandal Bedestenine gelince; burası adını Bursa’da üretilen ve “sandal” adı verilen bir tür değerli kumaştan almaktaydı. Doğal olarak burada değerli kumaşların, halıların satıldığı bir ticari ortam oluşmuştu. Bedestende yer alan kumaşçı esnafı özellikle Batı’daki Sanayi Devrimi’nden son derece muzdarip olmuştur. 1838’de İngilizlerle imzalanan ve sonrasında benzer hükümleri diğer Avrupa ülkelerine de tanınan Baltalimanı Ticaret Antlaşması ile Osmanlı piyasası tamamen Batılı devletlere açılmış ve sonuçta Batı’nın ucuz dokumaları ile rekabet edemeyen Osmanlı esnafı çökmüştür. 19. yüzyıla gelindiğinde dokumacılıkla uğraşan meslek erbabı, çarşıdaki eski önemini artık yitirmiştir. Bu nedenle 1915’te İstanbul şehremini olan Cemil (Topuzlu) Paşa harap bir halde bulunan Sandal Bedesteni’ni tamir ettirerek bir müzayede salonu haline dönüştürmüştür. Bedesten 1980’li yıllara kadar bu özelliğini devam ettirdi. Bedestende yoğun olarak halı müzayedeleri yapılmakla birlikte mücevher, mobilya, fotoğraf,tablo gibi antika değeri olan objelerin de satışı gerçekleştiriliyordu. Bugün ise Sandal Bedesteni’nde halı, çini gibi geleneksel hediyelik eşyaların yanı-sıra t-shirt, çanta, spor ayakkabı, deri ceket gibi ürünler de satılıyor.
Yukarıda da ifade ettiğim üzere Kapalıçarşı bir yapılar kompleksidir. Yapı topluluğunun önemli bir parçası olan hanların bir kısmı Osmanlı devletinin varlıklı idareci sınıfı tarafından inşa ettirilmişti ki bu gelenek Fatih zamanına kadar uzanır. Fatih, şehri fethedince bölgeyi şenlendirmek amacıyla önde gelen devlet adamlarına cami, mederese, imaret, hamam ve çarşı gibi yapılar yapmaları emrini vermiş, bu emirden İstanbul’un ekonomisi de nasibini almıştır. Öyleki yakın zamana kadar bazı hanların taşıdığı isimlerde de Osmanlı idareci sınıfının çarşıya yaptığı katkılar açık bir şekilde gözlemlenir. Mesela çarşının çevresindeki ve içindeki hanlardan bazıları Ali Paşa Hanı, Mercan Ağa Hanı, Kızlarağası Hanı gibi isimler taşır. Ancak han isimlerinin daha çok Osmanlı lonca teşkilatının da etkisiyle belli meslek gruplarının yoğunlaştığı mekanları dile getirir nitelikte olduğunu da hemen hatırlatalım. Yağcı Hanı, Sepetçi Hanı, Astarcı Hanı, Baltacı Hanı, Perdahçılar Hanı, Sarraf Hanı, Kuyumcular Hanı, Tarakçılar Hanı akla gelen ilk örnekler. Bir de tabii ki belli özellikleri ön plana çıkarılarak isimlendirilen hanlar var. Yarımtaş Hanı, Zincirli Han, Camili Han, Sorguçtu Han misali. Bu hanlardan Zincirli Han gibileri mimari özelliklerini büyük oranda muhafaza ederken, Çarşıkapı çıkışında yer alan Sepetçiler Hanı artık tanınmayacak bir halde. Zaten burada da sepetçiler değil dericiler var. Bir de İsminin nerden geldiğini bilmediğim ancak Kapalı- çarşının Beyazıt kapısının hemen girişinde karşınıza çıkan Yolgeçen Hanı var ki adıyla tezat oluştururcasına misafiri pek olmayan bir han. Kimbilir belki de bir dönem fazlasıyla işlekti ve belki de dilimize pelesenk olan “yolgeçen hanı” tabiri buradan türemiştir.
(resim-kapalıçarşı esnafı)
Yolu İstanbul’a düşüp de kıyısından köşesinden Kapalıçarşı’ya temas etmeyen gezgin hemen hemen yok gibidir. Busbek’in hatıralarında,Miss Julia Pardoe’nun anılarında, Edmondo de Amicis’in İstanbul üzerine kaleme aldığı kitabında,Antonle Galland’ın, Joseph Pitton de Toumefort’un gözlemlerini aktardıktan çalışmalarında Kapalıçarşı’ya dair bilgilere tesadüf edebilirsiniz. Ben bu kişilerden sonuncusunun eserinden bir parça alıntı yapmakla yetineceğim. Meraklıları, hepsi Türkçeye çevrilmiş olan diğer eserleri de kurcalayabilir.1701 yılında İstanbul’da bulunan Fransız kralının saray bahçeleri danışmanı olan Joseph Pitton de Tournefort Kapalıçarşı hakkında İlgi çekici bilgiler verir. Her iki bedestenin de 1461 yılında Fatih tarafından yaptırıldığını İç (Cevahir) bedestende daha çok silahlar ve at koşum takımlarının satıldığını, asıl zenginliğin yer aldığı Sandal Bedesteni’nde ise kuyumcuların, kürkçülerin, kaftancıların,halıcıların, değerli kumaş satıcılarının ve porselencilerin bulunduğunu İfade eder. Çarşının güvenliği için her şey düşünülmüş olup burada güvenliği sağlayacak olan kişiler için lojman dahi yapılmıştır. Yine onun anlatımından yola çıkarak çarşının erken sayılabilecek bir saatte kapatıldığını da öğreniyoruz. Aslında bu durum son derece normaldir. Zira eski İstanbul’un yaşam tarzı ezan vaktine endekslidir. Bu anlamda esnaf sabah çok erken bir vakitte çarşıdaki dükkanını açar ve akşam ezanının okunması ile de dükkanların kepenkleri inerdi. Elektriğin olmadığı bir dönemde yangın tehlikesinden dolayı defalarca harap olan Kapalıçarşı’da aydınlanma problemi kubbelerin yan taraflarında açılan pencereler vasıtasıyla giderilmişti. Dolayısıyla hem dinsel nedenler hem de yangın endişesi çarşının çalışma saatlerinde uzun yıllar belirleyici olmuştu. Yeri gelmişken yakın bir zamanda çarşının 24 saat açık olmasının gündeme getirildiğini ancak esnafın bu teklife son derece tepkili yaklaştığını da belirtelim.
Çarşı, tarih içinde pek çok ünlü misafiri de konuk etmiştir. Tespit edebildiğim kadarıyla çarşının ağırladığı ilk Batılı liderlerden biri Alman imparatoru Kayser Wilhelm ve eşi Augusta Victoria’dır. 1889 yılında İstanbul’a ilk seyahatlerinde imparatoriçe, eşi ile birlikte Osmanlı askeri birliklerinin geçit resmini izlemek yerine çarşının yolunu tutmuştu. 1898’de çift bir kez daha İstanbul’a geldiklerinde İmparatoriçe hayran olduğu bu mekana bir kez daha gelmek istemiş ancak güvenlik endişesi nedeniyle çarşıya gidemediğinden, bu kez çarşı esnafı seçtikleri bazı değerli eşyalarla Gümüşsuyu’ndaki Alman Sefarethanesi’nde bulunan imparatoriçenin huzuruna gitmişlerdi. Sonraki yıllarda Kapalıçarşı İngiliz kralı 7. Edward ve Kraliçe Elizabet’ten İspanya kralı Juan Carlos’a, Arabistan kralı Faysal’dan eski Birleşmiş Milletler sekreteri Kofi Annan’a, Florance Nightingale’den Tony Curtis’e, Cameron Diaz’dan Liza Minelli’ye nice şöhretli simayı ağırlayacaktır.
Kapalıçarşı’nın esnaf profili hakkında da biraz bilgi verelim. Osmanlı İmparatorluğu’nda lonca teşkilatının etkisiyle esnaf gruplarının belli merkezlerde toplandığını ve hatta bazı hanların ya da çarşıdaki cadde isimlerinin de bu meslek erbabının adı ile anıldığını biliyoruz. Bu tarz bir uygulama hem müşterinin aradığını kolayca bulmasını, hem de esnafın rahatça kontrol edilmesini temin ediyordu.
Evliya Çelebi 17. yüzyılda çarşıda varolan şu esnaf kollarına gönderme yapıyor: Çu-kacılar, atlas kumaş satıcıları, dibacılar, kadifeciler, yastıkçılar, ipekçiler, peştemalcılar, bezciler, halıcılar, sofacılar, aynacılar. Bunlara tabii ki cevher imal eden kuyumcular ve bunları satan mücevharatçılarla, silahçıları da eklemek gerekir.
Osmanlı lonca teşkilatının çökmesi İle klasik esnaf yapısı ciddi değişime uğramıştır. Çarşı esnafının önemli bir kısmını oluşturan gayrimüslim esnafın da daha çok Beyoğlu, Şişli tarafına doğru yayılması ya da çarşıdan çıkarak Sultanhamam, Yeşildirek gibi bölgelere inmesi sonrasında çarşı, tarihinin en karanlık günlerini yaşamıştır. Yine de tüm bu yaşananlara rağmen 19. yüzyıl içinde Kapalıçarşı’da kabaca şu meslek gruplarına tesadüf etmek mümkündü: Kültürel faaliyet anlamında birbirleri İle sıkı bağları olan hattatlar, sahaflar, varakçılar, müzehhipler, kalemtraşlar, süsleme ve bezeme alanında faaliyet gösteren oymacılar, yaldızcılar, kabartmamlar, hakkaklar, kakmacılar, sırmacılar, silah pazarında faaliyet gösteren miğferciler, tüfenkçiler, kılıççılar. Şimdilerde bu meslek gruplarının çoğunun yaptığı işlerin adi kopyaları vitrinleri süslüyor. Bunların dışında kuyumcular, altıncılar, antikacılar, taklitçiler, tesbihçiler, kürkçüler, yorgancılar, şalcılar, halıcılar diğer meslek erbabından sadece bazıları idi.
Günümüzdeyse esnaf 4 ana dala ayrılmış vaziyette. Bunlar deri ve mamullerini satanlar, kuyumcular ve sarraflar, halı ve kilimciler, antikacılar. Lakin Kapalıçarşı’dan geçenler bilirler, son zamanlarda İstanbul’un en önemli turistik çarşısı olmanın getirdiği bazı beklentilerden dolayı bu esnaf zümreleri İle hiç de alakaları olmayan kaset ve cd satıcıları, kot ve t-shirt satıcıları, marka saat ya da çanta satıcıları gibi dükkanlar da var. Yine dönemin yükselen ekonomik değerinin yansımalarına çarşıda rastlamak mümkün. Mesela 1990’lı yılların hemen başında demirperde ülkelerinin yıkılması sonrasında İstanbul’da başlayan bavul ticareti kapsamında Kapalıçarşı’da da bu beklentilere cevap verecek pek çok dükkanın açıldığını görürüz. Ancak bugün bavul ticaretinin sönükleşmesi sonrasında Kapalıçarşı’da pek çok dükkan da farklı meslek erbabının eline geçmiştir.
Çarşı yüzyıllar boyunca Osmanlı lonca sisteminin ve ticaret ahlakı düzeninin en canlı numunelerini vermiştir. Esnaf kendi içinde bazı ahlakkuralları belirlemiş ve bu yazısız ahlak kurallarına uyulagelmişti. Bunu İstanbul’u ziyaret eden Julia Pardoe, Edmondo de Amicis gibi ünlü seyyahların seyahatnamelerinden de doğrulamak mümkündür. Pe- ki neydi bu ahlak kuralları?
Hiç şüphesiz en belli başlıları; komşu dükkanın ticaretini kıskanmamak, müşteri memnuniyetini esas almak, kâra karşı kayıtsız ve tok gözlü olmak, tek ve doğru fiyat prensibini uygulamak (hatta seyyahlarımız bu nedenle çarşının Müslüman esnafı ile pazarlığa girişmeye kalkmanın pek ayıp olduğunu ifade ile burayı ziyaret etmeyi planlayan okurlarını uyarırlar), malını hakkından fazla övmemek, müşteriye rahatsızlık verecek her türlü muameleden kaçınmak, yaşlı esnafın yanında yüksek sesle konuşmamak ve sigara içmemek, söz verilmeden konuşmamak, konuşurken de az ve maksada yönelik konuşmak idi. Çarşıda eski dönemlerde esnafın iskemlede oturması da edepsizlik olarak kabul edilir ve bunun yerine “erkan minderi” adı verilen, ancak diz çökerek oturacak kadar bir büyüklüğe sahip olan minderler tercih edilirmiş. Bu kurala uymayan, çarşıda başı açık ya da ceketsiz dolaşan esnafa ise 3 gün dükkan kapatmadan başlayan cezalar verilirmiş. Çarşı içindeki bazı sokakların kesişme noktalarında biraz genişçe küçük meydanlara tesadüf olunur ki bu meydanlara “dua meydanı” adı verildiğini hemen belirtelim. Sebebi ise esnaf burada dükkanını açmadan önce toplanır ve işlerinin bereketli geçmesi için dua eder ondan sonra da besmele ile dükkanını açarmış.
Çarşı esnafından Bedros Kato ile Kapalıçarşı dergisinin Mart 2001 sayısı için yapılan bir röportajda da bu kurallara yakın zamana kadar uyulmaya çalışıldığını ancak son zamanlarda eskilerin ölüm ya da taşınma nedeni ile çarşıdan el etek çekmesi ve onların yerine gelenlerin bir kısmının da çarşı ahlakı ile yetişmemiş olmasından dolayı bir takım sıkıntıların yaşandığının altını çizer. Bu değişimi ediplerimizin dizelerinde de bulmak mümkündür. Yazımızı Şükrü Enis Regü’nün İstanbul adlı şiirinin dizelerine bağlayarak bitirelim:
Sen ne kadar değişmişsin İstanbul!
Denizin dalgalarını kaybetmiş,
Gemilerin yelkenlerini!
Dükkanların vitrinleri ufalmış,
Yeni insanlarla dolmuş Kapalıçarşı.
Apartmanların sanki bir söyleyeceği var Bulutlarla karşı!
Sana bir hâl olmuş İstanbul.
Önder Kaya – Fatih’in Müjdelenen Şehri,syf:89-97 (Küre yay.)