Ariflerin Lügatçesi
Ebu Said Harraz(ö.899)
(Kitâbü ’l-hakâik)
Ebû Saîd (rh) şöyle demiştir: Kalpleri minnet bahçelerine dönüştürülmüş, kerem ağaçlarının gölgesinde hoşça vakit geçiren, nimet semereleri arasında cemâl ile nimetlendirilmiş kişinin övgüsüyle Allah’a hamd olsun. O’nun dostları (evliya), nimetinin serbest bırakılmayan tutsakları, seçkin kulları (asfiya) cömertliğinin ayrılmaz rehinleri, sevdikleri (ehibbâ) ise kudreti tahtında nimetlerden azat olmayan köleleridir. Kulluk edenler O’nun nimetine kulluk eder, sevenler O’nun keremini severler, arifler ise güç ve kudretini kavrayarak O’nu bilirler. Peygamberi Muhammed’e, onun aile ve seçkin dostları üzerine sayısız salât ve selâm olsun.
Bu kitabımda şeriatta beyan edilen hususların hikmet yöntemiyle marifet ehli tarafından nasıl ifade edildiğini uzatma ve çoğaltmadan kaçınarak kısa ve öz bir şekilde derledim ve akıl konusuyla kitaba başladım.
Akıl: Akıl, kişiyi amelin dayanaklarına ulaştıran kalpteki bir nurdur. Buna göre Allah’ı tanımanın nuru vasıtasıyla O’ndan başka hiçbir şeye yönelmeksizin davranış sergileyen kişi akıllıdır.
İman: Cennet mükâfatı ve cehennem azabı türünden gaybî neticelerin kişiye ayan olmasıdır. Başka bir deyişle cennet ve cehennemde [şu an için] bilinmeyen karşılıkların varlığına kesin bir şekilde inanıp cennete girme düşüncesi kalbini tatmin eden kişi mümindir.
Marifet: Güç, kuvvet ve kudreti bulunmayan her şeyi yok saymaktır. Yani Allah’ı, gücünün yetkinliğiyle tanıyıp hiçbir güce sahip olmayan varlıklara artık değer vermeyen kişi âriftir.
İlim: Hain bakışları bilen [Allah’tan] korkmaktır. Bu nedenle günah ve kötülük yapmaya takat bırakmayan bir korkuyla her zaman ve her yerde Allâm’dan korkan kişi âlimdir. –
Hikmet: Sözün doğru olması, mekânın ve zamanın gözetilerek kulluk gereklerinin yerine getirilmesidir. O hâlde doğruyu söyleyen ve Allâm [olan Allah] ’a kulluğu yerli yerince ve güzelce gerçekleştiren kişi hikmet sahibi demektir.
Fitnat: Kavuşma ve şükran nurlarıyla görülen bir nurdur. Bu durumda kıyamet günü Allah’ın kendisi için belirlediği ölçüdeki zekâ nuruyla O’nun (cc) nimetlerinin nurlarını gören kişi zekidir.
Yakin: Dinde istikâmet üzere olup apaçık gerçekle mutmain olmaktır. Yani kim Rabbin (cc) rablığının güzelliği ile kalbini yatıştırır; bedeni ve ruhuyla kulluğun gereklerini sabırla yerine getirirse o yakîn sahibidir.
Tevfik: Hükümran sahibi ve Müşfik olan Refik’in, kurtuluş yolculuğunda kula refakat etmesidir. Bu durumda Rahmanın nimet ve üstünlük vermek suretiyle itaat ve ihsan yoluna ulaştırdığı kişi muvaffaktır.
İsmet: Kulun günahla kendisi arasına Allah’ı koymasıdır. Buna göre masum [korunmuş], haksızlık, bozuluş ve eziyet yollarıyla arasına Hükümran sahibi ve Cömert olan Allah’ı koyarak [günahtan] korunan kişidir.
Havf: Korkunun yerini tayin eden [Allah’tan] emin olmaktır, öyleyse kendisini pişmanlık ve itirafa yöneltmeyen bir korkuya sahip olan kişi hâiftir.
Recâ: Allah’ın dışında zenginlik kaynağı olan şeylerden ümidi kesmektir. Yani kendisini ‘dünyanın çocukları’ ile meşgul olmaktan alıkoyabilecek bir ümitle Allah’a ümit besleyen kişi reca sahibidir.
Sıdk-ı rağbet: Kendisinde [dünyaya yönelik] hırs ve istek olanlardan uzaklaşmaktır. Başka bir ifadeyle Allah dışındakilerden müstağni kalarak sadece O’nun katında olanı isteyen kişi gerçek rağbet sahibidir.
Sıdk-ı rahbet: Korku barındıran her şeyden uzak durmaktır. Yani dünya nimetlerine sahip olmaktan alıkoyacak biçimde Allah’tan korkan ve O’nun dışındaki hiçbir şeyden korkmayan kişi rahiptir.
Sıdk: Doğru sözlülüğü, kalbin doğruluğuyla süslemektir. O hâlde marifet ve iman nuruna tâbi olarak kalbinin ameli ile dilinin ameli birbirine uygun olan kişi sadıktır.
İhlâs: Samimi olduğuna değer vermeksizin kullukta istikamet üzere olmaktır. Buna göre yaptığı ibadetlerle kurtuluşa ulaşacağını düşünmeksizin yine de yolda olup kulluğa sarılan kişi muhlistir.
Sabır: Karşılık ve dereceleri gördükten sonra nimetlerin tasasından kurtulan kişi sabırlıdır. Buna mukabil Hakk’ın bütün cömertliğiyle ihsan ettiği nimetleri gördükten sonra sabrm tasasından kurtulan kişi ise daha sabırlıdır.
Şükür: Sadece nimetlere şükürden uzak durmaktır. O hâlde nimetlere dalıp da kendisini Nimet Veren’den alıkoymayan kişi şükredendir.
Tazim: Azlinin dışında hiçbir şeyi görmemektir. Yani minnet ve kudretin hâkimiyeti neticesinde Azîm olanın (cc) yakınlığı gözlerini karartan ve bu sayede O nun önünde varlığı tamamen silinen kişi tâzim sahibidir.
Muhabbet: Muhabbeti sevmenin dışındaki bütün sevgi türlerini kalpten çıkarmaktır. O hâlde gerçekten sevilmeye layık olan Mahbub’un sevgisini tadabilmek için aciz ve kusurlu her türlü varlığa yönelik sevgiyi kalbinden çıkaran kişi sevendir.
İştiyak: Geçmişe dönmek için sürekli yanıp tutuşmaktır. Başka bir deyişle, ezeldeki hâline dönebilmek adına ayrılık korkusu ve buluşma iîmidi besleyerek Hükümran sahibi Yaratıcı’ya kavuşma arzusu duyan kişi müştaktır.
Haşyet: Halvet sayesinde şehvetin sindirilmesi ve ihanetin azaltılmasıdır. Yani yalnız kalarak arzularını öldüren ve günahları terk eden kişi haşyet ehlindendir.
İntibah: Başlangıç ve sonu hatırlamak suretiyle uyanmaktır. Buna göre başlangıçta özlem ve utanma duygusuyla uyanıp daha sonra hüzün ve ağlamayla uyanışını sürdüren kişi müntebih yani uyanandır.
Tevbe: Günahtan kaçındığını düşünmek suretiyle [kendini beğenerek] yapılan tevbeden vazgeçmektir. Şu hâlde günahtan kaçınma esnasındaki kendini beğenme duygusundan korunmak amacıyla tevbedeki eksikliğini görerek günahtan dönen kişi tevbe eden kişidir.
İstidâd: İyi ve doğru yolda çaba göstermeyi sürekli hale getirmektir. Yani iyilik ve ibadet yollarına girip, kulluğunu devamlı surette afetlerden temizleyen kişi müstaid (hazırlanan) kişidir.
Emânet: Korumada dürüst davranıp ihaneti terk etmektir. Yani Âlemlerin Rabbi’nin emanet ettiği şeyleri muhafaza edip din ve dünya ehli insanların emanetlerine hıyaneti terk ederek kendisini muhafaza eden kişi emin olarak adlandırılır.
Takva: Nefsi arzulara uyarak işleri düzenleyip tasarlamaya karşı kalbin; günah ve hatalara karşı da bedenin (nefs) uyanık ve tetikte olmasıdır. Yani kalbiyle nefsi arzularına tâbi olmaktan sakınan; bedeniyle de günah vadilerinde bulunmaktan çekinen bir kimse muttakidir.
Haya: Kulun, kendisini Allah’ın gördüğünü bilmesidir. Buna göre kendisini Allah’tan başka bir şeyle ilgilenmekten alıkoyacak biçimde Mevla’sının kendini gördüğünü bilen kimse hayâ sahibidir.
Tevâzu‘: Yapmacıklıktan uzak bir şekilde Rahmanın kim olduğunu hatırlamaktır. Buna göre din ve imana halel getirmeden her yerde, her zamanda ve her anda Rahman’a karşı tevâzu göstererek iman ehlini kucaklayan kişi mütevazıdır.
Nasihat: Ehl-i Sünnet ve’ş-Şeriat ile uyumlu; bidat ve rezalet ehline ise aykırı davranmaktır. O zaman din ve dünya işlerinde Ehl-i İslâm’la uyumlu olup Allah’ın zatı konusunda bidat türü şeyleri savunanlara muhalefet eden kişi güvenilir bir nasihatçidir.
Huşû: Bütün idrak güçleriyle kalbin Hakkın huzurunda durmasıdır. Buna göre nimet talebi ve korkusu engel olmaksızın her türlü meşguliyet, sevgi ve iradeyi Allahın kudreti huzurunda terk ederek himmetini toplayan kişi huşu sahibidir.
Zehâdet: Sahih bir niyet ve iradeye sahip olarak tekellüfü [iyilik yapmaya ya da kötülükten uzak durmaya yönelik taahhüdü] terk etmektir. Yani dünya nimetlerinden uzaklaşıp onları elde etmekten hoşlanmayan; iyilikler yapacağım diye kendisine taahhüt etmekten de vazgeçerek ahi- ret nimetlerini talep eden kimse zahittir.
Kasr-ı emel: Ansızın gelecek olan eceli bekleyerek [geçimi temin eden sebepler anlamındaki] illetleri terk etmektir. Buna göre hayatta kısa vadeli plan ve düşüncelerle yetinip, güzel davranan ve her anında ecelini bekleyen kişi kasr-ı emel sahibidir.
Kanaat: Kalpten her türlü ihtiyacın kaygısını çıkarmaktır. Yani kim kalbini Allah dışındaki bütün meşguliyetlerden temizler de bütün varlık arasından Allah’ın kendini seçmesiyle yetinirse o Allah ile kanaat eden kişidir.
Tevekkül: Kalbin sürekli uyanık ve tetikte olup güvenle Vekile dayanmasıdır. Buna göre kim Celil’i (cc) vekil edinip O’ndan razı olmayı kalbine delil kılar da çok az bir dünyalıkla iktifa ederse işte o mütevekkildir.
Rıza: Kaza olarak Allah’ın katından gelen şeye kalbin razı olmasıdır. O zaman Allah’ın hükmettiği şeylere kalbiyle, nimet ve imtihan anında ise ahitleri yerine getirerek nefsiyle boyun eğen kişi razı olarak adlandırılır.
Ahde vefa: En gizli duygu ve düşünceleri tashih edip çabayı çoğaltmaktır. Bu durumda hizmet ve ibadetle yaklaşıp çabası niyet ve iradesine göre değerlendirilen ve böylece ahdi cehdi mik- tarınca olan kişi ahde vefa gösteren kişidir.
Bükâ (Ağlamak): Hayâ ve utanma ölçüşünce üzüntü ve kederin [gözyaşı olup] akmasıdır. O halde ağlayan diye, pişmanlığın dönüştürücü etkisi görülene kadar üzüntü ve kederden kaynaklanan gözyaşlarını serbest bırakana derler.
Sadır genişliği: Nimet ve ihsan içindeyken denizin dibi gibi sakin olmaktır. Buna göre ikiyüzlü ve hilekâr olmadan, yaralamadan, yakıp yıkmadan tüm yaratıkların eziyetlerine karşı geniş davranan kişi sadrı geniş olandır.
Feraset: Murâkabe ve hiraset [kalbi koruma] yoluyla kulun, en gizli duygu ve düşüncelere vakıf olmasıdır. Başka bir deyişle, saf ve doğru fikirlere sahip olup gizli duygu ve düşünceleri gözeterek kul, kınamanın kötü yönlerini görüp onu ‘azarlama ve ‘ikaz’ olarak değiştirir. Bundan sonra Cebbâr’ın nuruyla bakar ve kınanması gerekenlerin gizli niyet ve düşünceleri (azarlanmalarına ya da ikaz edilmelerine karar verilmesi için) onlara aşikâr olur. İşte bu kişi Hz. Peygamber’in (sav) ‘Müminin ferasetinden sakının hadisinde bahsettiği feraset sahibi kimsedir.
Güzel ahlâk: İster insanlardan gelen eziyet olsun isterse Hakkın kazası olsun İlâhî isteğin gereği olarak gelen her şeyi kızıp öfkelenmeden kabullenmektir. Şu durumda dik durup şikâyet etmeden Hakk’ın kazası olarak yaşanan şeyleri karşılayan kişi güzel ahlâk sahibi demektir.
Adalet: Bilgisizlerden hmç çıkarmayı bırakıp üstünlük sahiplerine bol bol vermektir. Buna göre bilgisizleri hor görmeden onlardan öç almayı terk eden ve üstünlük sahiplerine de onların arasında olmak düşüncesinden sıyrılarak bolca ikram eden kişi adaletlilerdendir.
Rahmet: Kişinin, kötülüklerden uzak durup kulluğun sağlam kalesinde korunarak kendisine merhamet etmesidir. Merhamete öncelikle layık olan kişinin kendisidir. Çünkü kendisine merhamet etmeyen başkasına da merhamet gösteremez. Buna göre arzuların sürükleyiciliğine ve isteklerin coşkusuna kapılmayıp nefsine göz yummadan günah vadilerinden uzaklaşan kişi rahmet sahiplerinden biri haline gelir.
İrade: Aleyhteki yaratılış ve alışkanlık ateşinin söndürülmesidir. Buna göre kim tembelliği ve ahmaklığı gidermek ve kullukta dinçlik kazanmak amacıyla sağlam irade ateşini kullanarak arzu ve alışkanlıkların ateşini söndürürse irade ehlinden olmuş demektir. Aksi takdirde kişi ancak aldanma ve kovulma hâlindedir.
Salâbet: Yüksünme ve eziklik hissetmeden Hakk için gerçeği konuşmaktır. O hâlde başkalarının ya da kişinin kendisini kınamasından çekinmeden doğru yerde Hakk için gerçeklerden bahseden kimse gerçeklerden taviz vermeyen salâbet ehlindendir.
İçtihat: Bozguncularla beraber olma zorunluluğunun yol açtığı vicdan azabından kurtularak maksada devamlı suretle bağlanmaktır. O hâlde beden tembelliği ve gönül meşguliyeti olmadan, felakete götüren bozuk düşüncelerden kalbi temizleyerek korku ve bağlılık duygusuyla Hükümran sahibi Cömert Allah’a kulluk eden kişi içtihat ehlindendir.
İstikamet: Kıyametin ortasında kalmış olmak hissiyle Allah’a kulluk etmektir. Buna göre kulluğun gereklerini yerine getirirken kendisini kıyamet günü Hakk’m huzurundaymış gibi gören kişi istikamet sahiplerindendir.
İnâbe: Kalpteki karanlık bulutların giderilmesidir. O zaman, iyilik ve fazilet güneşinin ışıklarının kendine görünmesi için günah ve isyan şüphelerinin karanlığından kalbini temizleyip hizmet ve ihsan alanına iyiliği görme nuruyla dönen kişi inâbe ehlindendir.
Riayet: Başarı ve doğru yola ulaşmayı Allah’tan bekleyip [yapılan işe] özen ve itina gösterilmesidir. Buna göre kendi iyiliği için kendisine güzel davranan ve Rabbinin hoşnutluğu için başına gelen eziyetlere tahammül gösteren kişi riayet ehlindendir.
Tevfik: Kulun üstesinden gelemeyeceği şeylerle kendini mükellef tutmamasıdır. Çünkü bu durum onu yoldan kesebilir. Öyleyse kendini kulluğa adayıp itaatten düşmeyecek kadar riyazete giren kişi rıfk ve tevfik ehlindendir.
Sekînet: Kalbe atılan bir nurdur. Bu nur sayesinde kin ve haset kalpten ayrılır ve oraya şefkat ve nasihat yerleşir. O hâlde kin, yalan ve hasetten temizlenmiş bir şekilde kalbinde şefkat ve nasihat bulan kişi, kalbine sekînetin indiğini bilsin.
Sükût: Kuvveti ölçüsünde konuşmaktır. Yani boş şeylerden bahsetmeye son veren; Allah ve Rasûlü’nün serbest bıraktığı alanlarda da sözünü kısa kesen kişi sükût ehlindendir.
Fikret: Kalbin, kudretin yüceliğine ve iyiliğin güzelliğine ibret nazarıyla bakmasıdır. Bu durumda düşüncesini, kudretin hayret verici işaretlerini tanıma nuruyla besleyen ve böylece kalbindeki arzu ateşini söndürüp orada ibret ve fayda nurlarının parlamasını sağlayan kişi fıkret ehlindendir.
Vecel: Ecelin ansızın gelebileceği korkusuyla kalbin tedirgin olup sarsılmasıdır. Buna göre üzüntü, utanç ve mahcubiyet gibi başına gelecek durumları hatırlayarak ölümün yakınlığı sebebiyle kalbinde korku ve ürkme hâli meydana gelen ve böylece amelini güzelleştiren kişi vecel ehlindendir.
Halvet: Bütün idrak güçlerinin tek bir amaca yönelerek bir araya toplanmasıyla (cem-i himmet) kalbin özlem evinde yalnız kalmasıdır. O hâlde cem-i himmet edip kalbini arzuların felaketinden temizleyen ve düşüncelerini [Allahın] büyüklük ve yüceliğine yönelten kişi halvet ehlindendir.
İhtimam: Hüzün ve kaygının azaldığı anlarda [davranışlara] özen göstermeye devam etmektir. Yani kaygıların baş gösterdiği yerde sevinmeye özen gösteren; hüzünlerin ağırlık kazandığı anlarda da hüzünlenmekle sevinen kişi ihtimam sahibidir.
İhtimal: Bilgisizlerden gelen sıkıntılara herhangi bir müdahalede bulunmadan katlanıp hoşgörü göstermektir. Buna göre şikâyet ve sızlanma olmadan insanlardan gelen eziyetlere ve imtihanlara tahammül ve sabır gösteren kişi halimdir.
İtaat: Ara vermeksizin itaat edilenin hükümlerine boyun eğmektir. Bu durumda hizmet ve ibadet anında, tembellik etmek için kusur bulmadan Allaha itaat eden kişi itaatkârdır.
İftikar: Sürekli muhtaçlık ve bu muhtaçlıkla övünme hâline sahip olarak Bâb-ı selâmda durmaktır. Bu durumda sıkıntılı da olsa güzel bir bekleyişle tedbir, takdir ve ihtiyarı terk ederek Hakk’ın kapısında daima muhtaçlık ve övünç içinde bulunan kişi iftikar ehlindendir.
Muhâsebe: Tam bir nefis eğitimi (siyaset) yapıp duygu ve düşünceleri gözetmede (murâkabe) devamlılık göstermektir. O zaman kalp (lübb) nuru ite kötü eylemlerin sonuçlarını dikkate alan ve kalbe gelen düşüncelerin (havâtır) iyisiyle kötüsünü ayırt edebilen kişi muhasebe ehlindendir.
Riyazet: [Hakk’ın emirlerine] riayet meydanında nefsi cezalandırmaktır. O hâlde az yemek ve dilsiz olmak suretiyle her hareketinde ve her anında nefsini eğiten kişi riyazet ehlindendir.
İstiâze: Endişe ve kaygılar baş gösterdiğinde yardım ve sığınma diliyle haykırmaktır. Buna göre vesvese ve endişe karanlığından kurtulmak için korunma talebinin nuruyla sığınma ve yardım isteğini haykıran kişi istiâze ehlindendir.
Sehâ: Haya sahibi olabilmek için cam ve malı yağmaya vermektir. Buna göre arzu ve isteklerini öldürüp şükür ve rıza göstererek kendi istekleri yerine Hakk’ın isteğini tercih eden ve canıyla ve malıyla Allah için bolca veren kişi cömertlik (sehâ) ehlindendir.
Zikir: Hatırlayış denizlerinde zikrin/zikredenin boğulmasıdır. Buna göre zorlama ve tembellik göstermeksizin Allah’ı’zikreden ve zikrini Allah’ın ezelde kendisini zikretmesini daha üstün görerek yok sayan kişi zikirdir.
Teslim: Hakîm’in hükmüne teslim olmaktır. Yani kulluk eylemleriyle Kulluk Edilen’e teslim olan; sevinçte ve sıkıntıda Rablığın yüce hükümlerine göre davranan kişi teslimiyet ehlindendir.
Hidâyet: Değeri sonsuz olan başlangıç nurunu elden kaçırmaya son vermektir. Yani Allah’ın kendisini doğru yolda olmakla nimetlendirdi- ğini bilip dirayet nuruyla güzel davranış ve ibadetlere devam eden kişi hidâyet ehlindendir.
İstigâse: Doğru yolda olmakla birlikte yardım talebinde devamlı olmaktır. Yani kulluğunda özenli ve sağlam olsa bile devamlı surette [bunun sürmesi için Hakk’tan] yardım talep eden kişi istigâse ehlindendir.
Hüsn-ü zan: Güzel düşüncelere sahip olarak iyi davranışların artırılıp devamlı dua hâlinde bulunmaktır. O hâlde güzel bir ümit besleyerek celâl sahibinin rahmeti hakkında doğru düşüncelere sahip olmanın yanında davranışları güzelleştirip dua ve yakarışı (tazarru) artıran kişi Cebbâr [olan Allah] hakkında güzel düşünce (hüsn-ü zan) sahibidir.
Dua: Ahde vefa yolunda ruhu (kalp) ve bedeni (nefis) beslemektir. O hâlde doğruluk, saflık, korku ve ümit üzere [Allah’a] verdiği sözde duran kişiye duanın kabul edildiği şu üç kapıdan biri açılır: Ya istediği şey vaktinde ona verilir, ya duası sebebiyle günahları gizlenir ya da dua vesilesiyle derecesi yükseltilir. Allah katında, hiç kimsenin kulluğa yönelik herhangi bir fiili boşa gitmez. Çünkü Allah Melik ve Kerîmdir.
Farz: Kulun Misak Günü Rabbine verdiği sözü sünnetteki ve şeriattaki delillere göre yerine getirmesidir. Buna göre kul, Allah’ın Kitap ve sünnette emrederek kanun (şeriat) olarak belirlediği şeyleri yerine getirendir. Bunlar O’nun (cc) “Allah’tan başka ilah yoktur” ve kulun “Evet, buna şahidiz!” sözlerinde mücmel olarak bulunur. Doğrusu bu hususta izah etmekle tüketilemeyecek ince işaretler vardır. Şöyle ki: Kul, Hakk’a ‘Belâ’ yani ‘Evet’ diyerek verdiği sözü ancak hem dille hem de kalple [zahirde ve bâtında] tuttuğu zaman farzları yerine getirmiş olur. Üstelik ‘Belâ’ kelimesindeki her bir harfin ne anlama geldiğini bilirse gayreti daha da artar. ‘Belâ’ (*) üç harften müteşekkildir: bâ, lam, yâ. Bâ: “Ben inkâr ve azgınlıktan beriyim [uzağım]; bu, açıkladıklarımda ve gizlediklerimde barizdir, kalbimle ve dilimle [bâtmda ve zâhirde] her türlü isyandan bâidim [uzağım]” anlamına gelir. Lâm: Hizmete, ibadete, sünnete ve ihsana uygun işler yaptığında kulun kendisini levm etmesi yani kınamasıdır. Çünkü kendini kınama hâli, Rahmana kulluk edip istikamet üzere olma konusunda kulu korur. Bu nedenle kul, kendisini, davranışlarını ve eylemlerini her an kınamalıdır. Yâ: Gönül nuruyla Rabbinden kendisine gelen fazilet ve nimetleri görür (yerâ). Böylece kalbiyle ve diliyle her hâlinde külli rızaya erişmek için Küll [olan Allaha] yönelir. Bütün vakit ve hareketlerde Yardımcı olan Allah’ın kapısına yardım ve güven talep ederek sığınır.
İşte bunlar ‘Belâ’ kelimesini oluşturan harflerin işaret ettiği anlamlardır. Bu harflerde Allah’tan başka kimsenin bilmediği daha nice hikmetler vardır. Şu hâlde daha önce zikrettiğimiz şekilde [Allah’a verdiği] ahde vefa gösteren kişi Mevlâ’nın emrettiklerini eda etmiştir. Aksi takdirde bu kula gereken, kusurlu olduğunu itiraf ve ikrar edip istiğfara devam etmesidir. Kuşkusuz kusurlarını ikrar eden kişi hep övülmüştür. Kusuru ikrar etmek [istiğfarın] kabul edildiğine; kullukta/istiğfarda kendini başarılı görmek ise onun eksik kaldığına ve kabul edilmediğine işarettir.
Kardeşim! Allah’ın koruması ve başarı ihsan etmesi söz konusu olmadan, zayıf bir kul, Allah’ın ona emrettiklerini tam olarak yerine getirip getirmediğini nasıl belirleyebilir? Öte yandan ac- ziyet, zayıflık ve muhtaçlığı ikrar etmek de yine Onun desteğiyle doğru bir şekilde yapılabilir. O hâlde zayıf kullarına, bilgisizliklerini ve zayıflıklarını dikkate alarak ancak taşıyabileceklerini emreden yüce kudret sahibi Allah ne kadar münezzehtir! Nitekim O şöyle buyurur: “Rab- binizden gücünüz yettiği kadar sakının’.’ Bir başka yerde ise “Rabbinizden korkabildiğiniz kadar korkun” buyurmaktadır.
Sünnet: Dünyadan soğumak ve sahabeyi sevmektir. Başka bir deyişle kendisini dünyadan soğutan, Rabbi için ondan ancak yetecek miktarda nasiplenen, ruh ve beden temizliğiyle sahabeyi sevip yarını için onların ahlâk ve eylemleriyle donanan kişi sünnîdir.
Hıfz-ı hürmet: Kulluğu ihsan üzere yerine getirerek Rablığm yücelik ateşinin nuruyla beşerî nitelikleri silmektir (ifna). Bu şekilde davranan kişi Allah’ın dokunulmazlık ve saygınlığını muhafaza edenlerden biridir.
Vicdânu halâveti’l-münnet (Gücün tadına varmak): Bütün arzu ve günahları acı bulmaktır. Bu durumda, [şehevî] arzuları acı bulan ve kendisinden [bu arzulara yönelik] güç ve kuvvetin kesilerek günah kirlerinden temizlenen kişi [hakiki anlamda] güç sahibi olmanın tadına varmış demektir.
Vicdânu halâveti hubbi’s-sahâbe (Sahabeyi sevmenin tadına varmak): Bidat sahibinin görüşünü geçersizleştirmektir. öyleyse Allah ve Rasûlu nün sevdiğini seven ve onların uzak olduğunu terk eden kişi sahabeyi sevmenin tadına erişmiş demektir.
Vicdânu halâveti’l-mahabbe (Sevmenin tadına varmak): Her türlü kusurdan temiz, bilinmezlik perdesinin arkasında olduğu halde irade ettiği ve istediği her şeyi yapan Mahbûb’u [Allah’ı] sevmenin dışındaki bütün sevgi türlerini acı bulmaktır. Buna göre insanların muhabbetindeki acılığı tadıp gönlünden ayıplananların sevgisini silen ve âlemlerin Rabbi ile olan muhabbeti tatlı bulan kişi muhibbândandır.
Bu kişinin belirtileri şunlardır: Allah’ın emrini tutup yasaklarından kaçınması; O’nun azabından korkup affını ümit etmesi; O’nun düşmanlarına uymayıp Rasûlü’nü takip etmesi; Allah korkusu sebebiyle sükûnet bulmaması ama O’nu istemeyi de terk etmemesidir. Bundan başka sürekli korku sahibi olup O’nun rahmetinden de ümidi kesmemesi; Allah’a olan sevgisini ve gözyaşlarını açığa vurmaması, O’nun tuzakları ve gücü karşısında kendini güvende hissetmemesidir. Allah’ın nimetlerini unutmayıp onları anarak şükrü terk etmemesi; O’nun için hizmetten ve yakınlıktan usanmamasıdır. Böyle bir kişi başkasını O’na tercih etmez ve kendisini özellikle de iyiliklerini önemseyip hatırlamaz. İşte bunlar, Allah’a muhabbet besleyenin temel nitelikleridir.
O hâlde kendisinde bu niteliklerden birini bulan kişi onu gizlesin ve bunun için şükretsin. Bulamazsa özlem ve pişmanlığa bürünerek O’nun kapısında devamlı hizmet, yardım talebi ve yakarış hâlinde bulunsun. İste ki sana versin, yardım talep et ki sana yardım etsin. Muhakkak O, yardım isteyenlerin Yardımcısı ve günahkârların Bağışlayıcısıdır. Allah susuzluktan kavrulanlara merhamet edendir. Her türlü noksanlıktan münezzeh olan O’ndan başka ilah yoktur. işte bunlar iyilik yolundaki yetmiş iki hasletin açıklanmasıydı. Bu kitapta anlatılanlara göre davranıp onları korumaya çalışandan bu hasletler adeta fışkırır. Bunu yapamayana gelince, anlayabilen için bunlar da yeterlidir.
Başarı ancak Allah’tandır. Allah’ın salât ve selamı gelenlerin en şereflisi ve göçenlerin en üstünü Muhammed’e (sav) olsun.
Akıl, iman, marifet, ilim, hikmet, fitnat, yakîn, tevfik, ismet, havf, recâ, sıdk-ı rağbet, sıdk-ı rah- bet, sıdk, ihlâs, sabır, şükür, tazim, muhabbet, iştiyak, haşyet, intibah, tevbe, istidâd, emanet, takva, haya, tevâzu‘, nasihat, huşu, zehâdet, kasr-ı emel, kanaat, tevekkül, rıza, ahde vefa, bükâ, sadır genişliği, feraset, güzel ahlâk, adalet, rahmet, irade, salâbet, içtihat, istikamet, inâbe, riayet, tevfik, sekînet, sükût, fikret, vecel, halvet, ihtimam, ihtimal, itaat, iftikar, muhâsebe, riyazet, istiâze, sehâ, zikir, teslim, hidâyet, istiğâse, hüsn-ü zan, dua, farz, sünnet, hıfz-ı hürmet, vicdânu halâveti muhabbeti’s-sahâbe, vicdânu halâveti’l-minnet, vicdânu halâveti’l-mahabbe. Vicdânu halâvet-i hubbi’s-sahâbe ve vicdânu hubbi’l-mahabbe, bu yetmiş iki haslete sonradan eklenmiştir.
Kalplerin Makamları (Büyük Sufilerden Seçme Metinler), hayykitap,syf.100-117