24- Hayata Ve Cemiyete Bakışı

Ebû Hanîfe gayet derin düşünce, uzak görüş, geniş akıl sahibi bir zattı. Gözü Önünde cereyan eden işlerin sebeplerini ve netice­lerini tanıma hususunda gayet maharetli ve nüfuz-u nazar sahibi idi. Hayatı iyi tanırdı. Çarşı pazarda alâkası vardı. Ticaretle işti­gal eder, halkla alış-verişte bulunur, hayatta ne oluyor, bilirdi. Fı­kıh ve Hadis ilmini Öğrendiği gibi hayatı da öğrenmişti. Akâid umuru ve siyâsî olaylar hakkında münakaşalarda bulunurdu. Onun İçin fikir metodları, halkın ahlâkını tanıma ve insanlarla muame­lede tutulacak yollar hakkında Ebû Hanîfe´nin görüşleri gayet sağ­lamdır. Bunlardan onun fikirlerini, hayata ve cemiyete ne gözle baktığını öğreniyoruz. Bunları gösteren bâzı misaller nakledelim :

25- Amel Ve Ahlâk Sağlam Bîlgîye Dayanmalıdır

Ebû Hanîfe´ye göre doğru amel ancak sağlam bilgi üzerine ku­rulabilir, tyi insan sade hayır işleyen değildir, hayırlı insan olabil­mek için hay in ve şarri bilmelidir. Hayrın meziyetlerini bilerek hayır işlemelidir. Kötünün zararlarını anlıyarak kötülükten kaçın­malıdır. Âdil olmak, zulmü tanımaksızın adalet yapmak değildir. Belki zulmü ve gadri adaleti ve gayesini bilerek adalet icra etmek­tir. Şerefli neticelerini düşünerek adalet yapan âdildir. Bu konu­da EI-Âlim Vel-Mütaaîlim kitabında diyor ki:

«Bilmiş ol ki amel ilme uyar. Nasıl ki âzâ gözün görmesi sa­yesinde hareket eder. Az dahi olsa ilim ile amel, çok amel ile olan cehaletten daha faydalıdır. Bu şuna benzer. Çölde bîr adamın ya­nında az miktarda azık bulunsa bile doğru yolu bilirse kurtulur, bu onun için, yanında çok azık bulunup ta doğru yolu bilmiyen kimseden daha hayırlıdır. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur: «Hiç bilen­lerle biîmiyenler bir olur mu Bunu ancak akh olanlar anlar.»

Burada öğrenmek isteyen öğrenci Ebû Hanîfe´ye dedi ki; Bir adam adli tavsif etse, fakat zulmü bilmese buna ne buyrulur Ona şu cevabı verdi: «Bir adam adaleti tamsa, fakat adaletin zıddı olan zulmü, haksızlığı bilmese o hem adaleti, hem de zulmü iyice tanı­mıyor demektir. Ey kardeş, biîmiş ol ki bütün insanların en cahi­li ve en kötüsü böyleleridir. Çünkü bunlar bence şu dört kişiye benzerler;

Kendilerine bir beyaz elbise gösteriliyor ve bunun rengi nasıl­dır diye soruluyor. O dörtten biri: Bu elbise kırmızı diyor, diğeri san diyor, üçüncüsü kara diyor, dördüncüsü de beyaz diyor. Bu sonuncuya: Diğer üç kişi doğru mu söylediler, yoksa yanıldılar mı diye sorulsa ve o da: Ben bu elbisenin beyaz olduğunu bilirim, fa­kat belki diğerleri de doğrudur, diye cevap verse, gülünç olur îş-te karşı tarafı bilmiyen adaletçi sınıf da böyledir.

Onlar diyorlar ki: «Biz zâninin kâfir olmadığını biliyoruz, fa­kat zina ettiği zaman donu sıyrıldığı! gibi, zâninin imanı da sıyrılır deyen de belki doğrudur; biz onu tekzip etmeyiz- Kudreti olduğu halde Hacca gitmeden ölen kimseye biz mü´min deriz, onun cenaze namazını kılarız. Onun için mağfiret dileriz, onu defnederiz. Onun haccını Öderiz. Fakat Yahudi veya Hristiyan olarak öldü diyeni de tekzip etmeyiz.» Bunlar hem Hâricilerin sözünü beğenmezler, hem de onların dediklerini derler. Şia´nın sözlerini inkâr ederler, fakat onların sözlerim söylerler. Mürcienin sözlerini reddedelerler, lâkin onların dediklerini derler.»

Ebû Hanîfe´nin bu değerli sözleri bize iki şey anlatıyor:

1- Doğru amel doğru düşünce üzerine kurulur, dürüst iş ka­rarlı ve sabit amele dayanır.

2- İlim kat´i olmalıdır. İtikat mes´elelerinde tereddüt olmaz. Yâkmen îman, isbat ve nefî ile perçinleşir. înamlacak şeyi isbat eder, başkasını nefî eder. îtikadı hükümle tasdik eder, aksini bozar, Akaide dair doğru olan budur. Deliller kat´i olmalıdır. Ame­le gelince onda zannî de olsa, delil yine muteberdir. Her vakit kat´î delil aranmaz. Amel hususunda zannî delil de yeter. Öyle olun­ca amel babında muhalifin kavlinin batıl olduğuna hükmedilmez. Belki kendi kavlini tercih etmekle iktifa eder. Doğru olan budur, fakat hatâya da ihtimali vardır, der. Bunlar Ebû Hanîfe´den naklo­lunan sözlere uygundur. O fıkıh mes´eleleri ve içtihatları hakkında şöyle derdi: «Bulabildiğimiz kavlin en güzeli budur. Her kim bun­dan daha iyisini bulursa ona tâbi olsun.»

İnceleyin:  Dört büyük İmâmın ve diğerlerinin,İmâmı Azam'ı medihlerini bildirir

26- Ebu Hanîfe´nîn İnsanlar Ve Topluluklar Hakkındaki Düşünceleri

Ebû Hanîfe´nin insanlar, cemiyet ve yaşadığı topluluk hakkın­daki fikirleri, insanların ruhi haletini inceden inceye gayet iyi bi­len, hayatın acı tatlı olaylarını tatmış olan tecrübeli bir âlimin gö­rüşleridir. Talebesi Yusuf b. Hald Semtî´ye yapmış olduğu vasiyeti onun gayet kıymetli düşüncelerinden bir çoğunu ihtiva etmekte­dir. Onlardan bâzısını nakledelim :

«Bilmiş ol ki, insanlarla iyi geçinmezsen onlar sana düşman kesilirler, velev ki anan baban bile olsa senden hoşlanmazlar. Ak­rabandan olmıyan bir cemâatle iyi geçinirsen sana ana baba olur-lar. Şimdi gözümün önünden şöyle geçiyorsun: Basra´ya gidiyor­sun, onlara muhalefete başlıyorsun, aralarına karışmıyorsun. Sen onları terkediyorşun, onlar da seni îerkediyorlar. Sen onlara sö­vüyorsun, onlar da sana. Sen onları dalâlette addediyorsun, onlar da seni dalâlette sayıyorlar. Böyle yaparsan bu hem sana, hem bize leke olur. Onlardan kaçmak istersin. Bu akıl işi değildir. Zira hoş geçinmek gereken yerde müdârât yapmıyan akıllı sayılmaz…

Bas­ra´ya girdiğin zaman insanlar seni karşılar ve ziyaret ederler. Se­nin kadrini bilirler. Herkese mertebesine göre itibar et. Şeref eh­line ikramda bulun. İlim ehlini büyük tanı. Üstadlara hürmet göster. Gençlerle lâtife yap. Avamla yakından görüş. Fâcirlere mü­dârât göster. Hayırlı kimselerle arkadaşlık yap. Sultana lâkayıtlık gösterme. Kimseyi hakir görme. Mürüvvette kusur etme, sırrını kimseye açma. Denemedikçe kimsenin dostluğuna güvenme. Alçak ve hasîs kimselerle dost olma. Hoşa gitmeyen bir şeye alışma. Se­fihlerle düşüp kalkma. Hoş geçin. Sabırlı ve mütehammil ol. Gü­zel ahlâklı, geniş yürekli, derya gönüllü ol. Elbisen temiz ve yeni olsun. Binek atın iyi olsun. Güzel kokular kullan…

Yemek yedir­mekte çok cömert ol, herkesi doyur, bâhîl ve cimri kimse asla başa geçip efendi olamaz. Halkın ahvalini araştırıp öğrenen adam­ların olsun. Bir fitne ve fesat duydum mu onu ıslâha koş. Bir yer­de salâha yüz tutmuş iyi işler duydun mu onlan da arttır. Seni zi­yaret edenleri de, etmiyenleri de sen ziyaret et. Sana iyilik yapsın­lar ister kötülük, sen herkese, daima iyilik yap. Her vakit iyilik­te bulun. Affet, bâzı şeylere göz yum. Sana eziyet veren şeyi terket hakkı yerine getirmeğe çalış. Arkadaşlarından hastalananları ken­din ziyaret et. Göremediklerinin ahvalini soruştur. Sana gelmiyen-lede sen alâkadar ol…

Elinden geldiği kadar insanlara sevgi gös­ter. Herkese selâm ver, isterse aşağı kimseler olsun, başkalarıy­la bir mecliste toplanır veya bir mescitte beraber bulunur da aranızda bâzı mes´eleler münakaşa edilirse ve senin bildiğine muhalif birşey söylerlerse sen onlara muhalefet gösterme. Şayet sana da sorarlarsa onların bildiği gibi haber ver, sonra bu hususta şöyle başka kavil de vardır, delili şudur, diyerek kendi bildiğini söyle, böylelikle seni de dinlerler ve senin ilimde dereceni anlarlar. Eğer bu kimin kavli diye sorarlarsa bâzı fukahânın kavli de. Bu hal böy­lece devam ederse alışırlar, senin kadrini bilirler ve senin mevkiin yükselir.

İnceleyin:  İnsan'ın Kendi İç (Nefs) Savaşı

Sana gelenlerin hepsine bir nevi ilim göster, her biri sen­den birşey bellemiş olsun. Onlara kıymetli bilgiler ver, ehemmiyet­siz şeylerle uğraşma. Onlarla arkadaş gibi ol. Hattâ bâzan şaka yol­lu latifeler bile yap. Zira dostluk ve samimiyet ilme devamı sağlar. Onlara arasıra yemek yedir, onların hacetlerini gör. Kadirlerini bil. Kusurlarına göz yum. Onlara yumuşak davran, hoş muamele et. Onlardan hiç birine can sıkıntısı ve bezginlik gösterme. Kendini onlardan biri imiş gibi tut… insanlara onların yapmağa alışık ol­madıkları bir şeyi teklif etme. Onların beğendikleri şeyi sen de be­ğen. Onlara daima iyi niyet göster. Doğruluk yap. Kibiri bir yana bırak. Sana gadir etseler de sen kadretme. Sana hiyanet etseler de sen emaneti yerine getir. Vefadan ayrılma. Takvaya sarıl. Her din erbabına muaşeretleri veçhile muaşerette bulun.»

27- Bu Tavsiyelerden Çıkan Üç Netice

işte Ebû Hanîfe´nin bir talebesine nasihatleri. Bunları Küfe fıkhını Basrahlara öğretmek üzere Basra´ya giden talebesine söy­lemiştir. Bunlar bize bu Büyük İmamın üç değerini açıkça gösteri­yor. Onlar da şunlardır:

1- Burada onun yüksek ahlâkını ve fazilete bağlılığının dere­cesini açıkça görüyoruz. Bunlar onun için âdeta ,tabiat hâline gel­miş bir meleke olmuştur. İmâm-i A´zam´ın ahlâkının bu tarzda ol­masında hayret edecek bir şey yoktur. Çünkü o kendisini yüksek ahlâkı meziyetler ve manevî değerler üzere yetiştirmiştir. Hakir ve kötü işlerden daima uzak kalırdı. Yalnız dîne münafî olduğu için değil, insanlığa da aykırı olduğundan mâsiyetleri terkeder, günah olan şeylerden kaçınırdı.

«Mâsiyetleri kötü gördüm insanlık için onları terkettim, diya­net yerini bulmuş oldu.»

2- İçtimaî mese´leler, insanların ahlâkı hakkında Ebû Ha­nîfe´nin dirayetli görüşünü yine buradan anlıyoruz. Topluluğun islahiyle uğraşan kimse,halkın sevgisini kazanmalıdır. İnsanları birbirine ısındıracak ve birleştirecektir. Yoksa araya ayrılık sokup nefret uyandırmıyacaktır. İnsanlara yapmaya alıştıkları, ısındık­ları ve beğenecekleri, tahammül edecekleri şeyleri söyliyecektir. inkâr edecekleri şeyler ortaya atmıyacaktır. Onlara muhalif bir re´yi varsa birdenbire ortaya almamalı .onları ürkütmemelidir.

Evvelâ onların dediklerini bir dinlemeli,, sonra buna muhalif gö­rüşler de vardır, diyerek onu ortaya atmalı, delillerini getirerek onu takviye etmelidir. Onu doğrudan kendisine mal etmemeli, bu re´yin sahibi kimdir diye sorarlarsa : Fukahâdan birinin re´yi de­meli. Böylece fikirleri hazırlamalı ki, onu kolayca kabul etsinler.

3- Bu vasiyetten bir terbiyecinin talebelerine karşı nasıl ha­reket etmesi gerekliğini öğreniyoruz. Kendi bildiklerini onlara na­sıl öğretecek, onları kendisine nasıl ısındıracak, fikirlerini onlara nasıl aşıhyacaktır Bu hususta tecrübeli bir terbiyeci sıfatiyle gü­zel Öğütler veriyor. Muallim talebesine derecelerine, meyillerine ve fıtrî istidatlarına göre bilgi verecektir. Onları ilme ısındiracaktır. Onların heveslerini kıracak şekilde hazmedemeyecekleri bilgiler sorup onları ürkülmiyecektir. Açık ve kolay mes´elelerle başlayıp tedricen güç ve kapalı olanlara gidecektir.

O bununla da yetinmi­yor, bir terbiyecinin talebeleriyim çeşitli mevzulara temas ederek konuşması, onların sevgisini ve itimadını kazanarak alâkayla ders­lere bağlanmalarını sağlamasını, hattâ onlarla lâtife yapmasını, onların kusurlarına ve hatalarına göz yummasını tavsiye ediyor. Demek talebeye yumuşak ve hoş muamele yapmalıdır. Bıkıp usan­madan, bezmeden çalışmalıdır. Talebede alâka- uyandırmak için kendini talebeden biri gibi tutmalıdır.

Ders vermekle meşgul olanlar, kısaca temas ettiğimiz bu na-sihatlann ne kadar kıymetli ve yerinde olduğunu takdir ederler. Talebeye ilmi sevdirmek, kolaylaştırmak, derste alâka uyandır­mak en mühim şeydir.