Allah’ın Sakı’ Bir Teşbih ve Tecsim Değil Midir ?
Ebû Saîd ei-Hudrî şöyle demiştir: Ben, Peygamber (s.a.v.)’den işitmiştim, şöyle buyuruyordu: “(Kıyâmet günü) Rabbimiz kendi sâkın- dan/baldırından açar, derhal O’nun azametine her mü’min ve mü’mine secde eder. Yalnız dünyada insanlara göstermek ve halka işittirmek için secde eden secdesiz kalır. Gerçi öylesi de secde etmeye gider, fakat onun sırtı tek bir tabakaya döner”.(Buhari,Tefsir,Kalem Suresi-2)
Bu ve benzeri Allâh’ın sıfatlarına dair bazı hadîsler “O’nun ben- zeri hiçbir şey yoktur” (Şûrâ, 11) şeklindeki âyete aykırı görülmüştür.
“Baldırı açmaktan” murad nedir? Âlimler bunu, “Bütün hakikatlerin çırıl çıplak ortaya çıkması sebebiyle hesap ve cezanın bütün şiddet ve dehşetiyle hüküm sürmesi” şeklinde anlamışlardır. Nitekim hadîste, Resûlullâh (s.a.v.) Cenab-ı Hakkın bütün gerçekleri ortaya koyarak, hesap verme hadisesinin dehşetini yaşattığı hengâmede, dünyada iken kulluğunu samimiyetle yapanlarla, riyakâr hareket edenleri tefrik edip mü’minleri dehşetten kurtaracağını; riyakârları da sırtları eğilmez bir hale sokarak cürümlerini yüzlerine vurmak süreriyle, dehşetlerine dehşet katacağını belirtmektedir. Meseleyi tasvir eden âyet-i kertenin tam meali şöyledir:
“(Hatırla ki o gün) baldır(lar)ın açılacağı, kendilerinin secdeye davet edileceği bir gündür. Fakat buna güç yetinmeyeceklerdir. Secdeye favet edilecekler; gözleri düşük, kendilerini bir zillet sarmış olarak. Halbuki onlar bu secdeye dünyada her şeyden salim ve sapasağlam iken davet ediliyorlardı ” (Kalem 42-43)
Ayette bu deyim, özellikle kıyâmet gününü ve o günün sıkıntılarını ifade etmektedir. İnsanların o günün sıkıntısından kurtulmaları için mahşerde görevli melekler veya Allâh’ın ilham ettiği kimseler onları Allah’a secde etmeve çağırırlar. Râzî’ye göre inkârcılar dünyada Allâh’a secde etmedikleri için âhirette kınamak ve azarlamak maksadıyla secdeye çağrılacaklardır. Hadîste buyurulduğu üzere, erkek-kadın herkes Allâh’a secde eder; dünyada gösteriş için secde etmiş olanlar da secde etmek isterler fakat eğilemezler. Başka bir rivâyette, inkarcılar da secde etmek isteyecekler, fakat buna güçlerinin yetmeyeceği haber verilmiştir. Onlar, gözlerine korku çökmüş, zillet içerisinde ve perişan bir halde bulunurlar. Halbuki dünyada yapabilecek durumda iken de secdeye çağrılmışlar, fakat secde etmemişlerdi. Bu nedenle âhirette secde etme güçleri ellerinden alınacaktır. (İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte)
Peygamberimiz’e, kâinatı yaratmazdan önce Allâh’ın nerede olduğu sorulmuştur. Bu soruya verdikleri cevap, “Üstü de altı da hava olan âmâdaydı (bulut içindeydi)” şeklinde olmuştur.(Tirmizi,3109)
Tirmizî’ye göre hasendir. Müsned’i tahkik eden Hamza Ahmed ez-Zeyn’e göre sahîhdir. Bir başka çalışmamızda(Y.Köktaş,Günümüz Hadis Tartışmaları,syf;27) bu hadîsin isnâdın- da yer alan Veki’ b. Hudus meçhul olmakla birlikte, takviye edildiğinin anlaşıldığını söylemiş, doğrudan sahîh olmasa da makbul bir hadîs olduğunu vurgulamıştık. Oysa bu hadîs, Veki’ b. Hudus’un meçhul oluşundan dolayı zayıftır ve hadîs bir başka tarîkten desteklenmemiştir. Şuayb el-Arnavud, İbn Mâce tahkikinde bu hadîsin zayıf olduğunu ifade etmiştir. Bizi Tirmizî’nin hasen ve Hamza Ahmed’in sahîh demesi yanıltmıştır.
Zayıf olmakla birlikte, manasına gelince bir şey söylemek gerçek ten zordur. Hadîsi Allâh’a mekân izafe etmeden anlamak gerekir. Bi ler için hava olmayan yer, hayatın olmadığı yerdir. Bunun hakkında aklın söyleyebileceği fazla bir şey yoktur.
Konuyla ilgili, İbn Kuteybe’nin ardından, Beyhakî’nin söylediklerini nakletmekle yetineceğiz. îbn Kuteybe, rivâyette geçen Veki’in meçhul olduğunu belirttikten sonra şöyle devam eder: “Şu kadar ki,bu hadîsin tefsirinde Ebû Ubeyd el-Kâsım b. Sellâm söz söylemiştir. Ahmed Saîd el-Lıhyânî, Ebû Ubeyd’den bize, ’Hadîsteki el-amâ kelimesi bulut demektir’ dediğini nakletmiştir. El-Ama kelimesi, med (=uzatma) ile olursa Arapların günlük konuşmalarında zikredildiği gibi ‘bulut’ mânasına gelir. Eğer maksûr (yani elifsiz) ise o takdir de mana, sanki ‘0, körlük içindeydi’ şeklinde olur. Bununla Resulullah, Allah ın, insanların bilgisinden gizli olduğunu kastetmiş olur. Tıpkı bunun gibi bir şey senin için mübhem olduğu, bir şeyi ve onun nerede olduğunu bilmediğin zaman sen, ‘Umiytu an hâza’l-emre ene a’mâ anhu aman”; yani, “Bu meseleye karşı kör oldum. Ben ona karşı bir körlük içindeyim” dersin. Ve sana gizli kalan her şey ‘senden yana bir körlük içinde’ demektir.
‘Üstü hava, altı hava (idi)’ sözüne gelince, bazıları hadîse bir (nefy) ‘mâ’sı eklediler ve Allah’ın altında ve üstünde hava bulunmasından ve Allâh’ın da, bu ikisinin arasında bulunmasından ürkerek, ‘Ne üstünde hava (vardı) ne de altında’ dediler. Fakat esas olan rivayet, birinci rivâyettir.
(Allâh’a yakışmayan bir mânaya karşı olan) ürküntü, hadîse “mâ” ilave etmekle ortadan kalkmaz. Çünkü (‘mâ’ ilâve edilse bile) alt ve üst mefhumları yine mevcuttur.-Vallâhu a’lem”.
İmam Beyhaki, bu kelimenin nasıl anlaşılması gerektiği sorusunu tartışırken şöyle der: “Efendimiz (s.a.v.), ‘Yüce Allah mahlûkâtı yaratmadan önce kendisinden başka hiçbir şey yoktu’ demek istemektedir.” Meselenin özü de budur.
Şunu tekrar vurgulamak gerekir ki, zayıf hadîslerle Allâh’ın sıfatları hakkında bir yargıya varmak kesinlikle mümkün değildir.
Yavuz Köktaş-Kurana Aykırı Görülen Hadisler