Adalet
Hukukun gayesi,adalettir. Adalet, herkese lâyık olduğunu vermektir. Adalet, ilk bakışta düşüncede eşitlik fikrini doğurur ve bir terazinin kefelerinin denge halinde olması şeklinde tasarlanır. Lâkin her zaman adalet, eşitlikle beraber bulunmaz. Çünkü herkes aynı şeylere lâyık değildir. Her ferdin lâyık olduğunu ölçen, kendi yetileri ve çalışmasıdır, bu yetilerini kullanmasıdır; yaptığı işin değeri ve çalışması oranında çok şeye lâyıktır, yani haklan artar. Bunlarla beraber bir de ihtiyaçlar, hakkın ölçüsü olmaktadır. İlâca muhtaç olan bir hastanın, kuvvet şurubuna ihtiyacı olan bir zayıf insanın bunları elde etmeye hakkı vardır; sağlam bir insanınsa hakkı yoktur. Şu halde iki türlü adaletin bulunduğunu görüyoruz. Biri şekle bağlı adalet ki tam ve mutlak eşitlikten ibarettir. Öbürü ideal adalet ki gayesi, insanın yetileriyle çalışmasını ve bütün ihtiyaçlarını gözönünde tuttuktan sonra bütün bunlarla tam orantı halinde haklarını verebilmektir. İnsanlığın muhtaç olduğu gerçek adalet budur. Bu adaletin gerçekleştirilmesi zor, tam olarak gerçekleştirilmesi ise imkânsızdır. İnsanlığın gayesi, mümkün olduğu kadar bu gayeye yakınlaşmaktır.
İnsanlığın tarihinde, adalet idealinin, ihtirasla arayıcısı olan büyük devlet adamlarının varlığını tanımaktayız. Nûşirevân ile Halife Ömer bunların başındadır. Her ikisi de adalet uğrunda kendi oğullarını ölüm cezasına çarptırdılar. Halife Ömer’in bütün idare hayatı, adaletin eşsiz örnekleriyle doludur. Birkaçını söyleyelim:
Kudüs şehri İslâm ordusu tarafından kuşatıldıktan sonra Kudüslüler, şehri ancak halifeye teslim edeceklerini söylediler. Haber, halifeye bildirildi ve halife, kölesi ve bir devesiyle Kudüs’e gitmek üzere Medine den yola çıktı. Yalnız bir devesi bulunduğundan yolda köle ile nöbetleşe deveye biniyorlardı. Kudüs’e girecekleri zaman sıra kölede idi. Köle devenin üstünde, halife yerde devenin ipini çekerek şehre girdiler. Bir akşam çalışma yerinde yanına bir adam gelerek görüşmek istediğini söyledi.
Halife kendisine, görüşmenin devlet işi üzerinde mi, yoksa özel mi olduğunu sordu. Adam özel konu üzerinde olduğunu söyleyince halife masanın üstünde yanan devletin mumunu söndürdü ve kendi şahsî malı olan mumu yaktı; ondan sonra adamı dinledi.
Bir Arap çölden Medine’ye gitmekte iken şehrin yakınlarında iki adamın çalıştığını gördü. Bunlardan biri balçık yoğuruyor, öbürü kerpiç kesiyordu; tuğla yapıyorlardı. Arap açtı; çalışanlardan yiyecek istedi. Onlarınsa biraz kuru ekmekten başka şeyleri yoktu. Onu verdiler; lâkin bu ekmek, yenemeyecek kadar kuru ve lezzetsizdi. Açlığını onunla gideremeyen adama, biraz daha sabredip Medine’ye gitmesini ve tarif ettikleri yere giderek durumu anlatmasını, orada kendisine yiyecek vereceklerini söylediler. Yolcu, Medine’de kendisine tarif edilen yeri buldu ve orada bol ve lezzetli yemeklerle kamını doyurdu. Çıkarken gizlice, o güzel yiyeceklerden birazını torbasına attığını garsonlar gördüler. Kendisine, “Bunu yapma, istediğin zaman gel, burada kamım doyurursun”, dediler. Bunun üzerine yolcu, “Kendim için değil, çölde rastladığım zavallı adamlar için alıyorum. Onların yenecek ekmekleri bile yok!” deyince kendisine güldüler ve dediler ki: “Onların biri halife Ömer, biri de Ali’dir. Bu imaret Ömer’indir. Halife maaşlarını buraya bağışlamıştır. Burada fakirlerin karnını doyurur; kendisi de o gördüğün şekilde elinin emeğiyle geçinir”.
Hukukun gayesi olarak adalet kavramının incelenmesi, hukukun ahlâktan ayrı olmadığını düşündürüyorsa da hukuk ile ahlâk, şu farklarla birbirlerinden ayrılırlar:
1-Ahlâk örf ve âdetler halinde, hukuk ise kanunlarla yaşatılır.
2-Ahlâkın kaideleri yazılı değildir, hukukta yazılı kaideler vardır.
3-Ahlâk teşkilâtlı değildir, hukuk teşkilâtlıdır.
4-Ahlâkî davranışa sürükleyen vicdandır, hukukta ise zorlayıcı maddî cezalar vardır.
5-Ahlâk, gaye olarak ferdî ruhun en yüksek idealini arar, hukukun gayesi ise toplumun düzenini sağlamaktır.
6-Ahlâk yalnız insanlar arasındaki bağıntıları düzenler, hukukta da esas olan insanlar arasındaki bağıntıları düzenlemek olmakla beraber, bazen hukuk (mirasın bölünmesinde olduğu gibi), insanlarla eşya arasındaki münasebetleri de düzenleyicidir.
Bu ayrılıkların ortaya koyduğu incelikler, hukukla ahlâkın arasına duvar çekmiyor. Ahlâkın vicdanlarda yaşattığı adalet ideali, toplum hayatında ve dışımızda madde alanında, hukuk tarafından gerçekleştirilmektedir.
Nurettin Topçu,Ahlak