2-Sünnetin Delil Oluşuna Hadis-i Şeriflerden Deliller

images2 2-Sünnetin Delil Oluşuna Hadis-i Şeriflerden DelillerSünnetin delil olduğunu gösteren pek çok hadîs-i şerîf rivayet edilmiştir. Bu bölümün başında, bunu ifade eden ve savunan rivayetler geçti. Bu konuda çok çeşitli haberler vârid olmuştur. Bun­ları dört grup altında toplamamız mümkündür.

Birinci Grup Hadisler:

Burada vereceğimiz hadisler, ana baş­lıklarıyla şu konuları ortaya koymaktadır:

1- Hz. Peygamber (s.a.v), kendisine, Kur’ân ve onun dışında ha­dis olarak vahyedilen şeylerde yalan söylemekten masumdur.

2-  Hz. Peygamber (s.a.v)’in açıkladığı ve ortaya koyduğu hü­kümler, Allah Teâlâ’nın hükmüyle ortaya konmuştur. O’nun katın­dan gelmiştir. Rasûlullah’ın bizatihi kendisinden değildir.

3-  Hükümleri sadece Kur’ân’dan almak ve anlamak mümkün değildir; bu konuda sünnetin desteği şarttır.

4- Sünnetle amel, Kur’ân’la amel demektir.

5- Allah Teâlâ, ümmete, Hz. Peygamber’in sözünü alıp uygula­mayı, O’nun emrine itaati ve sünnetine uymayı emretmiştir.

6-  Kim, Rasûlullah (s.a.v)’a itaat eder, sünnetine yapışırsa, Al­lah’a itaat etmiş, hidâyeti bulmuş, Cenneti ve en büyük mükâfatı (cemâlullahı) haketmiş olur. Kim de O’na isyan ederse ve hadisini reddedip, kendi görüş ve hevâsına göre hareket ederse, Allah’a isyan etmiş, yolunu sapıtmış, helake düşmüş, Cehennemi ve Allah’ın lanetini hak etmiş olur.

7-  İman ancak O’nun getirdiği şeylere bütünüyle uymakla ta­mam olur. O’ndan (s.a.v), hakkın dışında bir şey çıkmaz. Hidâyet yo­lunun en hayırlısı, O’nun getirdiği yoldur.

8-  Hz. Peygamber (s.a.v)’in getirmediği ve tasvip etmediği, in­sanların kendi hevâ, heves ve şehvetlerine göre icad ettikleri herşey, bid’at ve merduttur; kabul görmez, amel edilmez.

Bütün bunlar, sünnetin delil olmasını gerekli kılmaktadır. ,   İşte konu ile ilgili hadisler:

Ebû Dâvtıd, Tirmizî ve Hâkimin, Mikdam b. Ma’di-kerb’den (r.a) rivayet ettiklerine göre Rasûlullah (s.a.v), şöyle buyur­muştur: “Dikkat edin! Bana, Kitab (Kur’ân) ve onunla bir misli veril­di. Dikkat edin, karnı tok bir adamın, koltuğuna yaslanarak size: ‘Bu Kur’ân’a yapışmanız gerekir. Onda helâl bulduklarınızı helâl, haram bulduklarınızı haram sayın (Başka kaynağa bakmayın),’ de­mesi yakındır. Dikkat! Allah Rasûlü’nün haram kıldıkları, Allah’ın haram kıldıkları gibidir. Dikkat edin, ehil eşek, bütün yırtıcı tırnaklı hayvanlar ve zimminin yitiği, size helâl değildir. Ancak sahibinin ih­tiyaç hissetmeyip terk ettiği yitik alınabilir. Kim, bir kavme misafir olarak inerse, onların, o misafiri ağırlamaları gerekir. Aksi takdirde ona, kendisine yetecek miktar mal ve erzak alarak onları cezalandır­ma hakkı doğar.”[1]

Ebû Dâvud, Irbaz b. Sâriye’nin (r.a) şöyle dediğini rivayet et­miştir: Rasûlullah (s.a.v), bir gün aramızda ayağa kalktı ve: “Sizden birisi, koltuğuna yaslanmış bir halde oturarak Allah Teâlâ’nın, bu Kur’ân’dakinden başka, herhangi bir şeyi haram kılmadığını mı zan­nediyor’? Dikkat edin! Şüphesiz ben de birtakıfn şeyleri emrettim, ba­zı şeyleri öğütledim ve bazı şeylerden de nehyettim. Onlar, miktar olarak Kur’ân kadar, belki daha fazladır. Şüphesiz Allah, size, izni olmaksızın ehl-i kitab’ın evlerine girmeyi, onların kadınlarını dövme­yi, üzerlerine düşeni size verdikten sonra, meyvelerini yemeyi helâl kılmamıştır.”[2]

İmam Beyhakî, Medhal adlı kitabında, Talha b. Nüdayle’nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Kıtlık olduğu yıl, (aşırı pahalılık karşısında) bazıları, Rasûlullah’a (a.s) gelerek: Ya Rasûlallah! Biz­ler için fiyatlara, narh[3]  koyun, dediler.’ Hz. Peygamber (s.a.v) de:

‘Allah Teâlâ, emretmediği bir sünneti (uygulamayı) sizlere sünnet olarak koymamı benden istemiyor. Fakat siz, Allah’tan, lütfuyla size genişlik vermesini isteyiniz,’ buyurdu.”[4]

Tabarânî’nin, (360/970), Câmiü’l-Kebîr’de, Hasan b. Ali’den (r.h) rivayetine göre o, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v), Tebük Gaz-vesi’nin olduğu gün, minbere çıktı. Allah’a hamd ve senadan sonra şöyle buyurdu: “Ey insanlar! Ben, size ancak Allah’ın emrettiklerini emrediyorum ve O’nun nehyettiklerinden de nehyediyorum. Rızkınızı güzel yollardan arayın. Canımı kudret elinde tutan Allah’a yemin ederek söylüyorum: Sizden birinin, rızkını aradığı gibi eceli de onu arar. Rızkınızın size ulaşması zorlaşırsa onu, Allak Teâlâ’ya itaatle ele geçirmeye çalışınız.”[5]

Ebu’ş-Şeyh, Ebû Nuaym ve Deylemî, Rasûlullah’ın (s.a.v) şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir: “Kur’ân, kendisinden hoşlan­mayana karşı zordur; aşılmaz, anlaşılmaz görünür. Halbuki o, (her konuda) hakemdir. Kim, benim hadisime yapışır, onu anlar ve hıfze­derse, Kur’ân’la birlikte hareket etmiş olur. Kim, Kur’ân’ı ve hadisi­mi hafife alırsa, dünya ve âhirette perişan olur. Ümmetime sözüme yapışmalarını, emrime itaat etmele-rini ve sünnetime tâbi olmalarını emrettim. Kim, benim sözüme razı olursa, Kur’ân’a razı olmuş olur.” Çünkü Allah Teâlâ: “Peygamber size neyi verdiyse onu alın, size neyi nehyederse ondan da vazgeçin,”[6] buyurmaktadır.[7]

İmam Beyhakî, Medhal adlı eserinde, Cündüb b. Abdul­lah’tan (r.a) şu nakli yapar: Rasûlullah (s.a.v), buyurdu ki: “Kim, Kur’ân’a kendi görüşüyle fikir beyân ederse isabet etmiş de olsa hata yapmış olur.”[8]

Tabarânî (360/970), Evsaf da, Hz. Ömer (r.a)’den rivayet edi­yor. O, demiştir ki: Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu: “Benden sonra ümmetim için en çok korktuğum, Kur’ân’ı, hevâsına göre te’vil edip onu konulduğu mânânın dışında yorumlayan kişidir.”[9]

Ebû Ya’lâ el-Mevsîlî, sahih bir senedle, İbn Abbas (r.h)’dan, O’nun şöyle dediğini rivayet ediyor:

Rasûlullah, buyurdu ki: “Kim, ilimsiz olarak Kur’ân hakkında konuşursa, kıyamet günü ağzına ateşten bir gem vurulmuş olarak ge­lir.”[10]

İbn Abdilberr (380/990), Rasûlullah (s.a.v)’ın şöyle buyurdu­ğunu rivayet etmiştir: “Ümmetim için en çok korktuğum, diliyle çok bilgili, Kur’ân’la mücadele yapan münafıktır.”[11]

Yine İbn Abdilberr, Ukbe b. Âmir el-Cühenî’den (r.a), O’nun şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v), buyurdu ki: “Üm­metim için en çok korktuğum (yanlış değerlendirilecek) iki şeydir: 1-Kur’ân, 2- Bol servet. Kur’ân’a gelince münafıklar, onu mü’minlerle mücadele etmek için öğrenirler. Servet sahiplerine gelince onlar, ra­hatlığın ve şehvetlerinin peşine düşüp namazlarını terkederler.”

İbn Abdilberr, bu hadisi, yine Ukbe b. Âmir’den iki ayrı yol­dan daha rivayet etmiştir. Birinde, şu farklı lafızlar mevcutur: “Kur’ân’ı Öğrenirler ve onu Allah’ın indirdiği mânânın dışında yo­rumlarlar.” Diğerinde ise şu farklılık vardır: “Kitab’a gelince birta­kım gruplar, Kur’ân’ı önlerine açıp onunla, mü’minlerle mücadeleye girişirler. “[12]

İmam Buhârî ve Müslim, Huzeyfe (r.a)’den, O’nun şöyle dedi­ğini rivayet etmişlerdir: Rasûlullah (s.a.v), bize şöyle buyurdu: “Mu­hakkak emanet, semâdan, bazı er kişilerin kalb merkezine indi. Kur’ân da indi. Siz, Kur’ân’ı okuyun ve (onun hüküm ve inceliklerini anlamak için) sünnetten (gerektiği kadar) öğrenin.”[13]

Yine İmam Buhârî ve Müslim, Ebû Hureyre’den (r.a), O’nun şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: “Bana itaat eden Allah’a itaat, ba­na isyan eden Allah’a isyan etmiş olur. Benim emirime (görevlendir­diğim kimseye) itaat eden bana itaat etmiş olur.” Buhârî’nin rivaye­tinde şu ziyâdelik mevcuttur: “Emirime isyan eden bana isyan etmiştir.”[14]

İmam Ahmed, Ebû Ya’la ve Tabarânî, İbn Ömer’in şöyle de­diğini rivayet etmişlerdir: Rasûlullah (s.a.v) ashabından bir grubun içindeydi. Bir ara ashabına: “Siz, bana itaat edenin, Allah’a itaat et­miş olacağını ve bana itaatin, Allah’a itaatten bir parça olduğunu bilmiyor musunuz?” buyurdu. Onlar da: “Evet, biliyoruz; buna şa-hidlik ederiz,” dediler. Rasûlullah (s.a.v):

“Emir ve imamlarınıza itaat etmeniz, bana itaat olmaktadır,” buyurdu.[15]

Fethu’l-BârVde şöyle denmiştir: “Hadîs-i şerif de, idarecilere itaatin vâcib olduğu ifade edilmektedir. Ancak bu, verilen emrin is­yan ve günah olmamasına bağlanmıştır. Halika isyanda mahlûka itaat edilmez.”[16]

Buhârî, Câbir b. Abdullah (r.a)’tan, O’nun şöyle dediğini riva­yet etmiştir: Rasûlullah uyurken yanma melekler geldiler. Onlardan bazıları: “O, uyuyor,” dedi. Bazıları da: “Gözü uyuyor, fakat kalbi uyanıktır,” dedi. Kendi aralarında:

“Bu dostunuz için (verilecek) bir misal var. Hadi onun durumu­nu bir misâlle anlatın,” dediler. Bazıları: “O, uyuyor,” dedi. Bazıları da: “Gözü uyuyor, fakat kalbi uyanıktır,” dedi. Sonra O’nun misâlini anlatmaya başladılar:

“Bu zâtın durumu, yeni bir ev yapıp, bir ziyafet tertip eden, da­ha sonra da ziyafete çağırmak için etrafa davetçi gönderen kimseye benzer. Kim, davetçiye uyarsa eve girer, ziyafetten yer. Kim de davet-çiye uymazsa, eve de giremez, ziyafetten de yiyemez. Sonra araların­da: ‘Bunu bir yorumlayın da neyi, kime misâl verdiğinizi anlasın,’ dediler. Bazıları: ‘O, uyuyor/ dedi. Bazıları da: ‘Gözü uyuyor, fakat kalbi uyanıktır, siz anlatın. O, anlar/ dedi. O zaman misâli:

‘Ev, cennettir. Davetçi, Muhammed (s.a.v)’dir. Kim, Muham-med’e uyarsa, Allah’a itaat etmiş olur. Kim de Muhammed’e isyan ederse, Allah’a isyan etmiş olur. Muhammed (s.a.v), insanlar ara­sında (hak ile bâtılı, mü’minle kâfiri birbirinden) ayırım noktasıdır.’[17] şeklinde açıklamıştır.”

Ebû Said el-Hudrî (r.a), demiştir ki: Rasûlullah (s.a.v), şöyle buyurdu: “Kim, helâl ve temizinden yer, sünnet dairesinde amel eder ve insanlar da şerrinden emin olurlarsa, Cennete girer.” Ashâb:

“Ya Rasûlallah! Bugün ümmetin içinde böyleleri çoktur,” dedi­ler. Efendimiz (s.a.v):

“Bu, benden sonra gelen bir kavim içinde olacak,” buyurdu. Ha­disi Hâkim rivayet etmiş ve “isnadı sahihtir,” demiştir.

İmam Buhârî ve Hâkim, Ebû Hureyre (r.a)’den, O’nun şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: Rasûlullah (s.a.v), buyurdu ki: ‘Yüz çevirenler hariç, ümmetimin tamamı Cennete girecektir,” Ashâb sordu:

“Ya Rasûlallah! Yüz çevirenler kimlerdir?” Allah Rasûlü (s.a.v):

“Bana itaat eden Cennete girer, bana isyan edense Cennetten yüz çevirmiş olur,”[18] buyurdu.

Beyhakî el-Medhal’de, İbn Abbas (r.h)’dan, Rasûlullah (s.a.v)’ın şöyle dediğini nakletmiştir:

“Kim, ümmetimin fesada gittiği zamanda sünnetime yapışırsa ona, yüz şehid sevabı verilir.”

Bu hadisi, Tabarânî, Ebû Hureyre yoluyla rivayet etmiştir. Aliyyü’l-Kâri’ye ait Şifâ şerhinde de aynı haber mevcuttur.

Tirmizî, Kesir b. Abdullah’dan, o, babasından, o da dedesin­den, Rasûlullah (s.a.v)’ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Şüphesiz bu din, garib olarak başladı. Garib olarak (sahibine) dönecektir. Benden sonra, insanların bozduğu sünnetimi ihya ve ıslah eden ga-riblere ne mutlu.”[19]

Nasr el-Makdisî de el-Hucce alâ Tarîki’l-Muhacce adlı eserin­de bu hadisi yukarıdaki senedle şu lafızlarla rivayet etmiştir: “… Benden sonra sünnetimi ihya eden ve onu insanlara öğretenlere ne mutlu.”

Tirmizî, Enes b. Mâlik’ten (r.a), O’nun şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v), bana şöyle buyurdu: “Ey yavrum, hiçbir (mü’min) kimseye kalbinde kin ve düşmanlık bulundurmadan sa­bahlayıp akşamlayabilirsen, bunu yap. Oğulcuğum, bu (ahlâk) be­nim sünnetimdir. Kim, benim sünnetimi sever ve ihya ederse beni sevmiş olur. Beni seven de Cennette benimle olur.”[20]

Tirmizî, Abdullah b. Amr b. Â^dan (r.a), O’nun şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v), buyurdu ki: “Vallahi, Benî İsra­il’in başına gelenler, bir ayakkabının eşine benzemesi gibi aynen be­nim ümmetimin başına da gelecektir. Hatta onlardan birisi, açıktan annesine yaklaşmışsa, benim ümmetim içinde de onu yapan olacak­tır. Israiloğulları yetmiş iki millete ayrıldı. Benim ümmetim de yetmiş üçe ayrılacak. Biri hariç, hepsi Cehennemdedir,”

Ashâb: “Kimdir onlar, ya Rasûlallah?” diye sorunca, Hz. Pey­gamber (s.a.v) şöyle buyurdu: ”Benim ve ashabımın yolunda olanlar­dır.”[21]

İmam Buhârî, Ebû Mûsâ el-Eş’ârî’den (r.a) rivayet ediyor: Rasûlullah (s.a.v), şöyle buyurdu: “Benimle, Allah Teâlâ’nın beni va­sıta kılıp gönderdiği şeylerin misâli, şöyle bir adamın hâline benzi­yor: Adam, kavmine gelerek:

‘Ey kavmim! Ben (size saldırmak üzere gelen), bir orduyu gözle­rimle gördüm. Hiç şüphesiz ben, büyük bir tehlikeyi haber veren bir uyarıcıyım. Kurtulmak için başınızın çaresine bakın,’ diye feryat etti. Kavminden bir grup, adama inandı ve hemen gece yarısı yola çıka­rak ellerindeki mühlet içinde yol aldılar. Kavminden bir grup da adamı yalanlayıp yerlerinde sabahladılar. Sabaha doğru ordu, bun­lara saldırdı, kendilerini helak edip köklerini kazıdı. İşte, bana itaat edip getirdiklerime uyanın misâli birinci grup gibidir. Bana isyan edip hak olarak getirdiklerimi yalanlayanın misâli de yerinde bekle­yip helak olanlar gibidir.” [22]

İnceleyin:  İbn Kuteybe'nin İmam Ebu Hanifeye Yönelttiği Tenkidlere Dair

İbn Hibban (354/966), Abdullah b. Ömer’den, O’nun şöyle de­diğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v), buyurdu ki: “Her amel için bir dinçlik ve iştiyak zamanı vardır. Kim, önceki amelindeki dinçlik ve iştiyakı kesilince yeni amelinde benim sünne-time yönelirse o, doğ­ruyu bulmuş olur. Kim de sünnetin dışına yönelirse helak olmuş olur.”[23]

Kâd-ı Iyâz, Rasûlullah (s.a.v) Efendimizin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Allah Teâlâ, bir kulunu, yapıştığı sünnet sayesin­de cennetine kor.”[24]

Tirmizî -hasen bir tarikle- ve İbn Mâce, Amr b. Avf el-Müzenî’den (r.a) rivayet etmişlerdir: O, demiştir ki: Hz. Peygamber (s.a.v), Bilâlb. Harise:

“Bil, ya Bilâl,” buyurdu. Bilâl (r.a):

“Ya Rasûlallah,  neyi bileyim?” diye sordu. Hz. Peygamber “Bil ki, kim benim kaybolmuş bir sünnetimi ihya ederse, onunla amel edenlerin sevabının bir misli kendisine yazılır. Amel edenlerin sevabından da hiçbir şey eksiltilmez. Kim de Allah ve Rasûlü’nün ra­zı olmadığı bozuk bir bid’at ortaya koyarsa, onunla amel edenlerin günahlarının bir misli de ona yazılır. Onların da günahından hiçbir şey eksiltilmez.”[25]

Hâkim, Tabarânî ve İbn Hıbban’ın, Hz. Âişe (r.a)’den rivayet ettiklerine göre O, demiştir ki:

Rasûlullah (s.a.v), şöyle buyurdu:

“Şu altı kimseye Allah ve duası makbul bütün peygamberler lanet etmiştir:

1- Allah’ın Kitabı’na ilâve yapan,

2- Allah’ın kaderini yalanlayan,

3- Allah’ın aziz kıldığını zelil, zelil kıldığını aziz etmek için zor­la ümmetimin başına geçen,

4- Allah’ın haram kıldığını helâl gören,

5- Allah’ın yakınlarıma yapılmasını haranı kıldığını helâl sa-

yan,

6- Sünnetimi terkeden.” [26]

Tabarânî, el-Kebîr’de, İbn Abbas (r.h)’dan, O’nun şöyle dedi­ğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v), buyurdu ki: ‘Yeryüzünde Al­lah’ın sultanını zelil kılmak için uğraşan kimseyi, Allah Teâlâ -kıyamette kendisi için hazırladığı azap bir yana- dünyada da zelil-ü rüsva eder.”

Müsedded, şu ziyâdeyi rivayetinde zikrediyor: “Allah’ın yeryü­zündeki sultanı, Allah Teâlâ’nın Kitabı ve Rasûlü’nün (s.a.v) sünne­tidir.”[27]

Yine  Tabarânî,   el-Evsafta,  Câbir b. Abdullah (r.a)’dan, O’nun şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v), buyurdu ki: Kime benden bir hadis ulaşır da onu yalanlarsa, şu üç şeyi yalanla­mış olur: Allah’ı, Rasûlü’nü ve kendisine anlatılan hadisin hükmü­nü.”

İbn Abdilberr, Kesir b. Abdullah b. Amr b. Avf dan, o baba­sından, o da dedesinden, O’nun şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v), şöyle buyurdu: “Size, kendilerine sımsıkı yapıştı­ğınız zaman, asla sapıtmayacağınız iki şey bırakıyorum: Allah’ın Ki­tabı ve Rasûlü’nün sünneti”[28]

Hadisi, Hâkim uzunca bir şekliyle İbn Abbas (r.a)’dan rivayet etmiş ve “senedi sahihtir,” demiştir.

Aynı hadisi, Beyhakî de el-MedhaPde, Ebû Hureyre (r.a)’den, sonundaki şu ziyâdeyle rivayet etmiştir: “Size, kendilerine yapıştık­tan sonra asla sapıtmayacağınız iki şey bıraktım: Allah’ın Kitabı ve benim sünnetimdir. Bu ikisi, Cennette havz’a gelinceye kadar birbi­rinden ayrılmayacaklardır.”

İbn Abbas’tan rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.v), şöyle buyurmuştur: “Size, Allah Teâlâ’nın Kitabından bir emir ve hüküm verildiği zaman, onunla amel gerekir. Onu terk etme konusunda hiç­bir kimse için özür olamaz. Meselenizin hükmü, Allah’ın Kitabı’nda yoksa, Peygamberin sünneti geçerlidir. Peygamberin sünneti bulun­mazsa, ashabımın sözüne müracaat edin. Şüphesiz ashabım, gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine tâbi olursanız, hidâyeti bulursunuz. Ashabımın ihtilâfı sizin için rahmettir.”[29]

Tirmizî, Abdullah b. Amr (r.h)’dan, Hz. Peygamber (s.a.v)’in şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Sizden birinizin hevâsı (düşünce ve arzuları), benim getirdiğim şeylere tâbi olmadıkça, o tam iman etmiş olmaz.”

Kâd-ı Iyâz (544/1149), Ebû Hureyre’den (r.a) rivayet ediyor. O, demiştir ki: Rasûlullah (s.a.v), şöyle buyurdu: “İnsanlar Allah’tan başka ilâh olmadığına şehâdet edip, bana ve getirdiklerime iman edinceye kadar kendileriyle savaşmakla emrolundum. Bunu yaptık­ları zaman, benden, kanlarını ve mallarını korumuş olurlar. Ancak mallarından, dinin emrettiği kısmı alınır. Onların (iç) hesapları Al­lah’a aittir.”

Hadisi, Müslim ve diğer kütüb-ü sitte sahipleri de rivayet et­mişlerdir. Ancak onların rivayetinde: “…Bana ve getirdiklerime iman edinceye kadar…” kısmı yoktur. Müslim’in lafzı şöyledir: “İnsanlar­la, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve benim Allah’ın Rasûlü olduğurna şehâdet edinceye kadar kendileriyle savaşmakla emrolundum. Bunu söyledikleri zaman…” devamı yukarıda geçtiği gibidir.

Aliyyü’1-Kâri (1014/1605), Suyûtî’den (911/1505), bu hadisin mütevâtir olduğunu nakletmiştir.

İmam Ahmed, Müsned’de Rasûlullah (s.a.v)’ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Kim, bana uyarsa o, bendendir. Kim, sünnetimden yüz çevirirse o, benden değildir.”[30]

Ebû Dâvud, Temim ed-Dârî’den, O’nun şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v), buyurdu ki:

“Din nasihattir, din nasihattir, din nasihattir.” Ashâb:

“Kim için nasihattir, ya Rasûlallah?” diye sorduklarında, Efen­dimiz (s.a.v):

“Allah için, Kitabı için, Rasûlü için, müslümanların imamları için ve bütün müslümanlar içindir,” buyurdu.

Daha önce, Hattâbî (388/998) ve başka âlimlerden, Allah, Al­lah’ın Kitabı ve Rasûlü için nasihatin ne mânâya geldiğini zikretmiş­tik.”[31]

“Müslümanların imam (ve idarecilerine) nasihata gelince o, hak dairesinde kendilerine itaat, onlara hakta kalmaları için yar­dım, gerektiğinde hakkı emretmek, kendilerine en güzel olanı hatır­latmak, haktan gaflete düştüklerinde veya müslümanların işlerini gözardı ettiklerinde kendilerini uyarma olup, onlara karşı ayaklan­ma ve halkı tahrikle, aleyhlerine kalbleri ifsadı terk etmektir. Bütün müslümanlara nasihata gelince bu, onlara din ve dünya işlerinde faydalarına olanı göstermek ve bu konuda kendilerine söz ve fiillerle yardım etmek, gaflete düşenleri uyarmak, câhilleri aydınlatmak, muhtaç olanlara yardım etmek, kusurlarını örtmek, kendilerine ge­len zararları defetmek ve faydalı şeyleri hizmetlerine sunmaktır.”[32]

Beyhakî, Medhal’de, Abdullah b. Amr (r.a)’dan, O’nun şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v)’tan duyduğum herşeyi ez­berlemek isteyerek yazıyordum. Kureyş, beni bundan nehyetti ve: “Sen, Rasûlullah (s.a.v)’tan işittiğin herşeyi yazıyorsun. Halbuki O da bir insan, kızgınlık ve hoşnutluk hâllerinde konuştuğu olur (hep­sinin yazılması doğru olmaz,)” dediler. Bunun üzerine, ben de yaz­mayı bıraktım. Durumu Allah Rasûlü’ne (s.a.v) söyledim, buyurdu ki: ‘Yaz! Nefsimi elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, ondan -eliyle ağzına işaret etti- haktan başkası çıkmaz.”[33]

Hadisi, İmam Ahmed, Ebû Dâvud, Hâkim, Dârîmî ve başka­ları da rivayet etmişlerdir. Hadisin sıhhatini kitabımızın üçüncü bö­lümünde tahkik edeceğiz, inşâallah…

Müslim, Câbir b. Abdullah (r.h)’dan, O’nun şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v), bir hutbe verdi ve hutbesinde bu­yurdu ki: “Bundan sonra muhakkak sözlerin en hayırlısı, Allah Teâlâ’nın Kitabı’dır. Hidâyetin en hayırlısı da Muhammed’in hidâyetidir. İşlerin en kötüsü (dinin ruhuna uymayan), sonradan icad edilmiş şeylerdir. (Dinin tasvip etmediği) herşey bid’attır. Her bid’at, sapıklıktır.”

Hadis, Şifâ’da biraz farklı ve kısa lafızlarla rivayet edilmiştir.

Dârimî, Câbir b. Abdullah (r.a)’dan, O’nun şöyle dediğini rivayet etmiştir: Hz. Ömer (r.a), bir gün Rasûlullah’a (s.a.v) gelerek:

“Bazı Yahudilerden hoşumuza giden söz (ve haber)ler işitiyoruz. Onların bir kısmını yazmamızı uygun görür müsünüz1?” diye sordu. Bunun üzerine Allah Rasûlü (s.a.v):

“Yahudi ve Hıristiyanların sonunu düşünmeden birtakım işler yapıp şaşırdıkları gibi siz de mi şaşkınlığa düşmek istiyorsunuz? Şüphesiz ben, size apaçık, tertemiz haberler (ve din) getirdim. Şayet Mûsâ hayatta olsaydı, bana uymaktan başkası, kendisine caiz ol­mazdı, ” buyurdu.

Ebû Dâvud ve İbn Mâce’nin Abdullah b. Amr (r.a)’dan rivayet ettiklerine göre O, şöyle demiştir:

Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu ki: “(Asıl) ilim üçtür. Bunun dışındakiler -sahibi için- bir ihsandır. Asıl olan ilimler: Muhkem âyet, ayakta duran (yaşanan) sünnet, âdil hüküm vermek (ve taksim yapmak).”[34]

Şeyhân (Buhârî ve Müslim), Ebû Dâvud ve İbn Mâce’nin rivayetlerine göre Rasûlullah (s.a.v), şöyle buyurmuştur: “Kim, bi­zim dinimizde, onun tasvip etmediği bir şey icad ederse o, (kişi ve işi) reddedilir.”[35]

İkinci Grup Hadisler

Burada vereceğimiz hadisler, şu konuları ortaya koymaktadır:

1- Hz. Peygamber (s.a.v)’in sünnetine yapışmak.

2- Sadece Kur’ân’da olanı alıp onunla amelden, Kur’ân’da olan bir hüküm getirmediği zaman sünneti terketmekten, hevâya uymak­tan ve kendi görüşüyle yetinmekten nehiy.

3- Allah’ın Rasûlü, ancak O’nun farz kıldığını emreder ve sadece O’nun sakındırdıklarını nehyeder. Daha önceki haberlerde geçtiği gi­bi…

Ebû Dâvud, Tirmizî ve İbii Mâce’nin Irbaz b. Sâriye’den (r.a) rivayet ettiklerine göre o, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v), bir gün bize namaz kıldırdı. Sonra bize dönerek etkili bir vaaz verdi. Öy­le ki gözlerimiz yaşardı, kalplerimiz duygulandı. Cemaatten bir kişi:

“Ya Rasûlallah ! Bu vaazınız, sanki veda edecek bir kimsenin konuşmasına benziyor. Bizlere ne tavsiyede bulunursunuz?” dedi. Al­lah Rasûlü (s.a.v):

“Size, Allah’tan korkmanızı, başınızdaki idareci Habeşli bir kö­le de olsa, dinleyip itaat etmenizi tavsiye ederim. Şüphesiz, sizden (benden sonra) yaşayacak olanlar, pek çok ihtilâflar görecektir. Sizin, benim sünnetime ve hidâyet üzere giden râşid halifelerimin gidişatına sarılmanız gerekir. Onlara yapışıp canla-başla sahip çı­kın. (Dinin tasvip etmediği) sonradan dine sokulan şeylerden sakını­nız. Şüphesiz, (bu sıfattaki) her yeni şey, bida’ttir. Her bid’at dalâlettir. (Tevbe edilmeyen) her dalâletin sahibi ateştedir.”[36]

Müslim, Râfî b. Hudeyç’ten (r.a), Rasûlullah’ın (a.s) şöyle bu­yurduğunu rivayet etmiştir: “Siz, dünya işlerinizi daha iyi bilirsiniz. Ben de dinle ilgili işlerinizi en iyi bilirim. Size, dininizle ilgili bir şey emrettiğim zaman onu alıp yapınız.”[37]Buhârî ve Müslim, Ebû Hureyre’den (r.a), Rasûlullah (s.a.v)’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir: “Ben size bir şey söylemediğim müddetçe, beni kendi hâlime bırakın. Sizden öncekile­rin helak oluşu, ancak peygamberlerine çok sual sorup, onlara muhalefet etmeleri yüzünden olmuştur. Öyleyse size herhangi bir şeyi nehyettiğim zaman ondan kaçının, bir şeyi emrettiğimde de gücünüzün yettiği kadar, onu yapın.”[38]

Yine Buhârî ve Müslim, Hz, Âişe’den (r.h), O’nun şöyle dedi­ğini rivayet etmişlerdir: Raşûlullah (s.a.v), yapılmasında ruhsat olan bir iş yaptı. Bir grup kimse de onu yapmaktan uzak durdular. Bu ha­reketleri Rasûlullah’a (a.s) ulaştı. Bunun üzerine, ashabına bir ko­nuşma yaptı; Allah’a hamd ve senadan sonra: “Bazılarına ne oluyor ki, benim yaptığım bir işi yapmaktan çekiniyorlar. Vallahi, ben, on­ların Allah’ı en iyi bileni ve O’ndan en çok korkanıyım,” buyurdu.[39]

Hafız İbn Hâcer (852/1448), İbnu’d-Din ed-Dâvudî’den şunu nakletmiştir: “Rasûlullah’ın (a.s) ruhsatla amel ettiği bir işten çekin­mek, en büyük günahlardan biridir. Çünkü böyle yapan kimse, ken­disini, Allah Rasûlün (s.a.v)’den daha muttaki görmektedir.”

“Ben derim ki: Böyle düşünenin dinden çıktığında şüphe yoktur. Fakat hadiste işaret edilen kimse, Hz. Peygamber (s.a.v)’in geçmiş ve gelecek günahlarının affedildiğini, O, bir iste ruhsatla amel ettiğinde günahları af garantisi verilmeyen kimseler gibi olmadığını, günahla­rı affedilmeyen kimselerin kurtuluşa ermesi için azimet ve zor amel­ler yapmaya muhtaç olduğunu sebep göstermiştir.

Hz. Peygamber (s.a.v) de onlara, her ne kadar günahları affedil­miş olsa bile, bununla beraber, insanların Allah’tan en çok korkanı­nın kendisi olduğunu haber vermiştir. Demek ki Hz. Peygamber (s.a.v), ruhsat olsun, azimet olsun, her ne tür amel etse, amelinde son derece takva ve haşyet içindedir. Günahlarının affedilme nimeti O’nu, amelinde gevşekliğe götürmemiş, bilakis O, bu nimetin şükrü­nü eda için çırpınmıştır. O’nun, bazen amelinde ruhsatla hareket et­mesi, azimet olanı, gayret ve dinçlikle yapmasına yardım içindir.”[40]

İnceleyin:  Sünnetin Hüccet Oluşunu İnkar Edenlerin Ortaya Attıkları Şüpheler ve Bunların Cevabı

İmam Şafiî, Ebû Dâvud, Tirmizî ve İbn Mâce, Ebû Râfî’den (r.a), Raşûlullah (s.a.v)’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir: “Sakın, sizden birini, koltuğuna yaslanmış bir halde kendisine em­rettiğim veya nehyettiğim bir haber geldiğinde: ‘Bunu ben bilmi-yo-rum. Biz Kur’ân’da bulduğumuza tâbi oluruz,’ derken bulmayayım.”[41]

Üçüncü Grup Hadisler

Bu kısımda vereceğimiz hadisler, Hz.Peygamber (s,a.v)’in hadis­lerinin dinlenmesi, onların ezberlenmesi ve onları kendi asrında ya­şayanların, daha sonra gelecek olanlara tebliğ etmesiyle ilgili emirle­rini ve bu işi yapanlara büyük bir ecir vaadini ifade etmektedir.

O’nun bu emirleri, sünnetin hüccet olmasını gerekli kılmakta-” dır.

İmam Şafiî (r.h), demiştir ki; “Raşûlullah (s.a.v), kendi sözü­nün dinlenip ezberlenmesi ve hakkıyla aktarılmasını tavsiye etmiştir. Bu da O’nun, ancak kendisine tebliğ yapılanlara hüccet olan şeyleri emrettiğini gösterir. Çünkü bu, ya yerine getirilmesi gereken bir helâl, ya kaçınılması gereken bir haram veya uygulanması icab eden bir had veyahut alınıp verilmesi gereken bir mal veyahut da din ve dünya ile ilgili bir nasihattir.”

Hz. Peygamber (s.a.v)’in kendisi adına yalan söylemekten ve ha­disini gizlemekten nehyetmesi, bunu yapanları şiddetli bir azabla tehdit etmesi ve kendisi adına yalan söylemenin, başkası adına yalan söylemek gibi olmadığını bildirmesi de onun haberlerinin, daha son­rakiler için bir delil ve kaynak olduğunu gösterir.

Bunun böyle olmasının tek sebebi şudur: Hadîs-i şerîf, Allah Teâlâ’nın hükümlerini kapsayan bir delildir. Bu durumda, Hz. Pey­gamber (a.s) adına yalan söylemek ve ondan sâdır olan herhangi bir şeyi gizlemek, Allah’ın hükmünü değiştirmeye, insanların ondan câhil kalmasına ve Allah’ın indirdiklerinin dışındaki şeylerle amele götürür.

Hadis-i şerifler, bahsettiğimiz konumda olmasaydı Hz. Peygam­ber (s.a.v)’in dışındaki bir kimse adına yalan söylemek ve ondan sâdır olan şeyleri gizlemekle, Raşûlullah (a.s) adına yalan söylemek ve ondan sâdır olan şeyleri gizlemek arasında bir fark olmaz, onun adına yalan söyleyenle, haberlerini gizleyen kimse, bu şiddetli tehdi­di haketmezdi.

Beyhakî Medhal’de ve Dârimî Sünen’ınde, Ebû Zerr’in (r.a) şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: “Raşûlullah (s.a.v), bize, iyiliği emretmek, kötülükten nehyet-mek ve insanlara sünnetleri öğretmemiz konusunda gevşek ve âciz olmamamızı emretti.’[42]

Raşûlullah (s.a.v), veda haccında vermiş olduğu hutbede şöyle buyurmuştur: “Dikkat edin! Sizden burada bulunanlar, bulunma­yanlara sözlerimi ulaştırsın. Kendisine haber ulaştırılan nice kimse­ler, onu ilk işiten ve nakledenden daha anlayışlı ve kavrayışlıdır.”[43]

Beyhakî (458/1066) demiştir ki: “Şayet sünnetin delil oluşu sa­bit ve zarurî olmasaydı; Hz. Peygamber (s.a.v), veda hutbesinde, ken­disini dinleyenlere, dinleriyle ilgili işleri öğrettikten sonra: ‘Dikkat! Sözlerimi tebliğ edin,’ demezdi.”

İmam Şafiî (r.h), İbn Mesud’dan (r.a), Rasûlullah (s.a.v)’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Benden işittiği hadisi ezberle­yip hıfzeden ve onu başkalarına tebliğ eden kimsenin, Allah, yüzünü ağartsın. Nice fıkha kaynak olacak ilimleri taşıyan vardır ki, fakih değildir. Nice fıkıh yüklü kimseler, kendisinden daha fakih (anlayış­lı) olana ilim nakleder. Uç şey vardır ki, müslümanın kalbi, onlarda hıyanetlik içinde olmaz. Bunlar: Allah için ihlâsla amel, müslüman-lara nasihat ve cemaatlarına devam. Şüphesiz müslümanların birbi­rini hakka daveti, onları serden korur ve destek olur.”[44]

İbn Abdilberr, bu hadisi kısa olarak rivayet etmiştir. Hatib Tebrizî (737/1336), Mişkâtu’l-Mesâhih’te şöyle der: “Hadisi, Şaftı, Beyhakî -Medhal’de- Ahnıed, Tirmizî, Ebû Dâvud, İbn Mâce ve Dârimî, Zeyd 6. Sâbit’ten (r.a) rivayet etmişler; ancak Ebû Dâvud ve Tirmizî, ‘Üç şey var ki, onlarda hiyânetlik yapmaz…’ kısmını zik-retmemişlerdir.” Suyûtî, Miftâhu’l-Cenne isimli eserinde, hadisin ilk kısmını rivayet etmiş ve “Bu hadis mütevâtirdir,” demiştir.

Nasr el-Makdisî, el-Hucce ala Târiki’l-Muhacce adlı eserinde Hz. Ali’den, Rasûlullah (s.a.v)’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Size, benden, ashabımdan ve önceki nebilerden sonra bütün bunlar adına kimlerin halife olduğunu söyleyeyim mi? Onlar, Allah için, Al­lah yolunda Kur’ân’ı ve hadislerimi taşıyıp başkalarına nakledenler­dir.”[45]

. Tabarânî el-Evsat’da, İbn Abbas’tan (r.h), O’nun şöyle dediği­ni nakleder: Rasûlullah (s.a.v): “Allah’ım! Halifelerime rahmet eyle,” buyurdu. Biz, “Ya Rasûlallah! Sizin halifeleriniz kimlerdir? ” diye sorduk. Efendimiz (s.a.v): “Benden sonra gelip hadislerimi rivayet eden ve onları insanlara öğretenlerdir,”buyurdu.[46]

el-Makdisî, el-Hucce kitabında, Berâ b. Âzib’den (r.a), Rasûlullah (s.a.v)’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Kim, ken­disine faydalı olacak iki hadisi öğrenir veya başkasına faydalanaca­ğı iki hadis öğretirse, bu yaptığı iş, altmış yıllık (nafile) ibâdetten da­ha hayırlıdır.”[47]

Ebû  Nuaym   (430/1038),  Hilye’de,   İbn  Abbas’tan  (r.h), Rasûlullah’ın (a.s) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Kim, ümme­time, uygulanmasıyla bir sünnetin yerine getirildiği veya bir bid’atm ortadan kalktığı bir hadis ulaştırırsa ona Cennet vardır.”[48]

el-Makdisî, el-Hucce’de, Ebû Hureyre (r.a)’den, Rasûlullah (s.a.v)’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Kim, ümmetim için kendilerine dinî işlerinde faydası olacak kırk hadis ezberlerse, kıyamet günü âlimlerle birlikte hasredilir.”[49]

Makdisî, hadisi başka bir senedle, Ebû Hureyre’den şu lafız­larla rivayet etmiştir: “Kıyamet günü peygamberlerle beraber haşro-lunur.” Yine müellif, bir başka yolla, Ebû’d-Derdâ’dan (r.a): “Allah o kimseyi kıyamet günü fakih olarak diriltir, ben de kendisine şahid olurum,” lafzıyla, İbn Abbas’tan da (r.h): “Kıyamet günü ben ona şefaatçi olurum,”ifadeleriyle rivayet etmiştir.

Buhârî, Abdullah b. Amr’dan (r.a), Rasûlullah (s.a.v)’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Benden (duyduğunuz) bir âyet de ol­sa onu tebliğ edin. Hadislerimi de rivayet ediniz ve yalan söylemeyi­niz. Kim, kasıtlı olarak benim adıma yalan söylerse kendini, Cehen-nem’deki yerine hazırlansın.”[50]

Tabarânî, Evsafda, Ebû Bekir’den (r.a), Rasûlullah (s.a.v)’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Kim benim adıma kasıtlı ola­rak yalan söyler veya emrettiğim bir şeyi reddederse, Cehennem’deki yerine kendini hazırlasın.”[51]

Yine Tabarânî, el-Kebîr’de, Selman el-Fârisî’den (r.a), Rasûlullah’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Kim, benim adı­ma kasıtlı olarak yalan söylerse, Cehennemide gireceği yere kendisini hazırlasın. Kim, benden kendisine ulaşan bir hadisi reddederse, kıyamet günü onun hasmı ben olurum. Size, benden yaklnen tanımadığınız bir hadis ulaştığı zaman: ‘Allah en iyisini bilir,’deyiniz.”[52]

Buhârî ve Müslim, Muğire’den (r.a), Rasûlullah’ın şöyle bu­yurduğunu rivayet etmişlerdir: “Benim adıma yalan söylemek, baş-, kası adına yalan söylemek gibi değildir. Kim, kasden benim adıma yalan söylerse, ateşteki yerine hazır olsun.”[53]

el-Makdisî el-Hucce’de, Ebu’d-Derdâ’dan (r.a), Rasûlullah (s.a.v)’ın şöyle buyurduğunu rivayet eder: “Kim, sabah ve akşam sünnetimi öğrenmek arzusuyla yola çıkarsa, sabah akşam Allah yo­lunda cihad eden kimse gibi sevaba ulaşır. Kim, Allah Teâlâ’nın ken­disine öğrettiği bir ilmi (isteyeni ve duyurulma gereği varken) gizler­se, Allah Teâlâ, kıyamet günü ağzına ateşten bir gem vurur.”[54]

Yine el-Makdisî’nin, Muaz b. Cebel’den (r.a) rivayetine göre Rasûlullah (s.a.v), şöyle buyurmuştur: “Ümmetimin arasında bid’at-ler yayıldığı ve ashabıma dil uzaltildığı zaman âlim, ilmini ortaya koysun. Eğer bunu yapmazsa, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanla­rın laneti üzerine olur.”[55]

Velid b. Süleyman’a: “İlmin ortaya konması nedir?” diye soru­lunca, “Sünnetin açıklanmasıdır,” demiştir.

 

—————–

 

[1]Ebû Dâvud, Sünnet, had no: 4605; Tirmizî, İlim, 10, Hâkim, Müstedrek, 1, 108.

[2] Ebû Dâvud, aynı yer; Tirmizî, İlim, 10.

[3] “Narh” : Yetkililerin fiatlan belli bir miktarda dondurmaları. (Müt.)

[4] Kenzu’l-Ummal, W. 103

[5] İbn Mâce, Ticâret, 2; Beyhakî,Sünen, VII, 76.

[6] Haşr, 7.

[7] Kâd-i Iyâz, Şifâ, II, 25.

[8] Ebû Dâvud, İlim, 5; Tirmizî, Tefsir, no:l; Ebû Yala, Müsned, III, 90.

[9] Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, I, 187; Kenzu’l-Ummal, X, 187. 200.

[10] Tirmizî, Tefsir, no: 1; Ebû Ya’lâ, IV, 458; Heysemî, I, 163.

[11] İbn Abdilberr, Beyâni’l-îlm, II, 193.

[12] İbn Abdilberr, Beyâni’l-îlm, II, 193.

[13] Buhârî, Rikak, 35; Müslim,/m<m, 230.

[14] Buhârî, Ahkâm, 1; Müslim, İmaret, 32.

[15] Ahmed, Müsned, II, 93; Ebû Ya’Ia, Müsned, IX, 340 (No: 5450); Heysemî, Mecmau’z-Zeuâid, V, 222.

[16] Fethu’l-Bâri, XIII, 91.

[17] Buhârî, İ’tisam, 2; Dârimî, Mukaddime, 2; Suyûtî, Câmiu’s-Sağîr, II. 92.

[18] Buhârî,İ’tisam, 2;Müsned, II. 361.

[19] Benzeri rivayetler için bkz. Müslim, İman, hadis no:232; Tirmizî, îman, 13; Dârimî, Rikak, 42; Müsned, I, 398.

[20] Tirmizî, İlim, 16; İbn Mâce,Mukaddime, 15.

[21] Tirmizî, İman, 17.

[22] Buhârî, Rikak, 26; Müslim,Fedâil, 16.

[23] Ahmed b. Hanhel, Müsned, II. 158.

[24] Benzeri mânâ ve rivayetler için bkz. Şifa, II, 19, 28.

[25] Tirmizî, İlim, 15; Ahmed,Müsned, II, 505.

[26] Bkz. Câmiu’sSağîr, hadis no: 4460; Feyzu’l-Kadlr, IV, 96.

[27] Suyûtî, el-Mu’cemu’l-Kebîr, XI, 94. 171; Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, II, 170.

[28] Suyûtî, Cami u’sSağîi^ hadi s no: 3282; Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, III, 240, 241; Hâkim, Müstedrek, I, 93; Beyhakî, Sünen, X, 114.

[29] Bu hadisin kaynak ve değerlendirilmesi için bkz. Elbânî, Silsiletü’l-Ehâdlsi’l-Mevdûa, I, 79, hadis no: 59.

[30] Buhârî, İman, 17; Müslim, iman, 32; Ebû Dâvûd, Cihad, 95; Tirmizî, Tefsir, 88; Nesâî, Zekât, 3; İbn Mâce, Fiten, 1-3.

[31] Bkz. Şifâ, II, 29.

[32] Kad-ı Iyâz, Şifâ, II. 29.

[33] İbn Abdilberr, Beyâni’l-îlm, II, 27; Ebû Dâvud, İlim, 3 (No: 3646).

[34] Ebû Dâvud, Ferâiz, 1; İbn Mâce, Mukaddime, 8.

[35] Buhârî, İ’tisâm, 20; Müslim, Ekdiyye,  17; 18; Ebû Dâvud, Sünnet, 5; İbn Mâce, Mukaddime, 2.

[36] Ebû Dâvud, Sünnet, h.no: 5; İbn Mâce, Mukaddime; 6: Dârimî, Mukaddime,  16; Beybaki, Sünen, X, 114.

[37] Müslim, Fedâil, 140.

[38] Buhârî, İ’tisâm, 6; Müslim, Fedâil, 130.

[39] Buhârî, Erfeö, 72; Müslim, Siyam, 74; Ahmed, Müsned, VI, 45.

[40] İbn üacer, Fethu’l-Bâri, XIII, 216-217.

[41] Ebû Dâvud, Sünnet, h. no: 4605; Tirmizî, İlim 10; İbn Mâce, Mukaddime, 2; Müsned, VI, 8; Şafiî, Risale, 403-404.

[42] Ahmed, Müsned, V, 165; Dârimî,Mukaddime, 46.

[43] Buhârî,/Zim, 9; Müslim, Kasame, 29; İbn Mâce,Mugaddime, 18; Müsned, VI, 4.

[44] Buhârî, İlim, 9; Tirmizi, İlim, 7; Hadisin ilk kısmı İbn Mace, Mukaddime, 18; İbn Abdilberr, Câmİu Beyâni’l-Rm, I, 40.

[45] Suyûtî, Câmiu’l-Kebîr, I, 350; Deylemi, Müsned, h. no; 467.

[46] Heysemî, Mecmau’z-Zeuâid, I, 126; Kenzu’l-Ummal, X, 221, 229-294.

[47] Suyûtî, el-Kebîr, I, 764; Hatib, Şerefu Ashâbi’l-Hadis, 80.

[48] Ebû Nuaym, Hilye,X, 44; Suyûtî, es-Sağîr, h. no: 8363; Münâvî,Feyzü’l-Kadîr, VI, 44.

[49] Ebû Nuaym, Hilye, IV, 189; AclÛnî, Keşfi’l-Hafâ, II, 246.

[50] Buhârî,Enbiyâ, 50; Tirmizî, Hm, 13.

[51] Mecmaü’z-Zevâid, I, 136-138.

[52] Mecmaü’z-Zevâid, I, aynı yer.

[53] Buhârî,fim, 38\ Müslim, Zühd, 72; Ebû Dâvud,//m, 4.

[54] Ekz. Mecmaü’z-Zevâid, 1,163.

[55] Aynı yer.

 

Abdulgani Abdulhalık – Sünnetin Delil Oluşu

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir