ALLAHÜ TEÂLÂ’NIN MÜŞRİKLERDEN HİKÂYETLE «BİZ ONLARA (PUTLARA) ANCAK BİZİ TANRIYA İYİDEN İYİYE YAKLAŞTIRSINLAR DİYE KULLUK EDİYORUZ» MEÂLİNDE BUYURDUĞU ÂYETİN TAHKİKİ
Allah tebareke ve teâlâ; «…Onlar ki Allah’tan başka dostlar (gözeticiler) edindiler (ilâh edindiler)…» (Zümer sûresi, âyet: 3), diye âyet-i celilenin başında belirttiği husus, ihlâsın terkinden ibaret olan şirkin iptalini beyan etmekle tevhitten ibaret olan dindeki ihlâsın doğruluğuna dair bir tahkiktir. Ayette geçen mevsûl ellezîne (Onlar ki mânâsına) kelimesi, müşriklerden ibarettir. Müpteda (özne) olup haberi (yüklemi) aynı âyetin devamında gelen-, «… Şüphesiz Allah onların çekiştikleri şeyler hakkında hükmedecektir.» (Zümer sûresi, âyet: 3) cümlesidir.
Âyette, Allahü Teâlâ’dan başka mabutları (tapındıkları) ise melekler, îsâ Peygamber, Üzeyr ve putlar ile daha başka şeylerdir. Allahü Teâlâ’nın onlardan hikâyet eylediği; «Biz onlara, ancak bizi tanrıya iyiden iyiye yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz.» meâlindeki cümle, kavi kelimesinin takdiriyle edindiler mânâsına olan «ittehazû» kelimesinde çoğul zamiri olan (vav), müşriklerin Allah’a ortak edindiklerinin keyfiyetini ve dinlerinin Allah için hâlis olmadığını beyan eder.
Âyetteki istisna, istisna-i müferrağdır. Yaptıkları ibadet akla gelen bütün illet ve sebeplere şâmildir. İyiden iyiye yaklaştırmak mânâsına olan (zülfâ), mânâ itibariyle önceden geçen «liyukarri- bûnâ» kelimesinin masdarı (kökü) için bir mef’ûl-ü mutlaktır. Buna göre, âyetin meâl-i şerifi: «Allahü Teâlâ’ya ihlâs ile ibadet etmeden, belki yaptıkları şeyi, Allah’tan başkasına yapılan ibadete benzetenler, «herhangi bir şey için değil, ancak bizi Allah’a yaklaştırmak için putlara ibadet ediyoruz.» derler.» Allahü Teâlâ yine bu âyette onlardan hikâyet eylediği bu sözlerinden sonra şöyle buyurur:
«…Gerçekten Allah, ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında (hasından olan dinde ihlâslı kimselerin arasında) hükmedecektir…» (Zümer sûresi, âyet: 3). Karine-i haliyye hasımlarına delâlet ettiğinden açıkça zikredilmeyip tâbirden hazfedilmiş (atılmış)tir. Sonra âyette, din hususunda aralarındaki tevhid ile işrak konusunun ihtilaflı ve her taifenin kendi dininin doğru olduğunu iddiasına işaret edilerek «… Uyuşmadıkları şeyleri Allah’ın hükmü bildirecektir…» ve âyetin sonunda, «…Şüphesiz Allah, yalancı ve inkarcı kimseyi hidâyet etmez.» Yâni kurtuluş yolu olan doğru yola yalancı ve inkarcı müşrikleri ulaştırmaz; diye buyurur. Bundan maksat, Allah’a inanma hususunda yalan söylemekte aşırı giden ve küfür üzerine devam edip tevbe etmeyen kimse, hidayetten mahrum kalaçaktır. Yalanlarından murad, tapınmaya lâyık olmayan putları, ibadete müstehaktırlar diye söylemiş ve itikad etmiş olmalarıdır.
Tapındıkları şeyleri uluhiyyetle tavsif etmeleri, apaçık bir yalan olduğu malûmdur. Ayette bahsi geçen küfürleri ise, itikada ait olan küfür olduğu muhtemeldir. Gerçeği de budur. Çünkü bâtıl mabudlarına uluhiyyet atfetmeleri düpedüz yalandır, haklarında uluhiyyet itikat etmeleri de hem cehalet hem de küfürdür. Küfürden maksat, niyet inkârı olduğu da muhtemeldir. Sebebi şudur:
İbadet, tazimin son derecesidir. Tazimin son derecesi ancak in’- amın son derecesi kendisinden sâdır olana lâyık olup öyle nimet verici ancak Allah subhanehü ve teâlâdır. Mezkûr bâtıl mabutların nimet vermede hiçbir ilişki ve müdahaleleri yoktur. Öyle ise, onlara ibadet etmekle doğru nimet vericinin nimetini inkâr etmek icab- eder. Hiç şüphe yok ki, doğru yoldan sapanlar, Allah’tan başka mezkûr şeylere taptıklarını açıklayıp onlara yaptıkları ibadetlerinin sebebine dair fasid bir illet ileri sürmüşlerdir ki, o da şu görüştür: Onlara, yaptıkları ibadet kendilerini Allah’a yaklaştıracaktır…
Şer’i kıyasın illeti, fiil için değil, ancak bir şeyin haram veya haram olmaması içindir. Meselâ: İkisinin içilmesinde de iskâr (sarhoşluk) hasıl olduğundan dolayı nebiz içilmesinin haram olduğu hükmü, rakının içilmesine kıyas edilmiştir. Bu mesele fıkıh usulü ulemasının nezdinde güneşten daha açık olup üzerinde ittifak etmişlerdir.
Şayet Allahü Teâlâ, meselâ; putlardan bir rütbe sağlamak maksadıyla onlara ibadet edilmesi haram edilmiş diye buyurmuş olsa veya buna işaret etse, veya şer’î illetlerin nev’inden bir nev’ini uyarmış olsaydı, ancak o zaman müşriklerin yaptıkları fiillerine dair getirdikleri illet, şer’î bir illet (sebep) olacaktı. Halbuki Allahü Teâlâ bunu buyurmadı ve asla ona işaret bile etmedi. Belki Kur’ân-ı Kerim’in birçok âyetinde Allah’tan başkasına yapılan ibadetin haram olmasının ve fâilinin tekfir edilmesinin asıl sebebi, ibadeti, müstehak olan Yaradan’dan başkası için olduğu ve yaptıkları işin yerinde olmadığı için haram olduğuna işaret edilmiştir.
Böylece, iki defa müşriklerin fasit delillerine binaen fasit bir kıyas sahasına aşırıca gitmiştir. Fâsit (bozuk) temelin üzerine kurulan herhangi bir şey de fâsittir. Kendisi, Müslümanların, «Biz halifeyi veya bir âlimi veya bir mürşidi Allah için seviyoruz.» dedikleri sözlerine inanmayıp hattâ onları tekfir etmiştir. Ve bundan önce iptal ettiğim ve kâfirler hakkında nâzil olan âyetleri Müslümanlara hamleden selefleri Haruriyye tâifesinin görüşünü teyit ve tesbit eden kelâmında, Allahü Teâlâ’nın; «İnsanlardan öyleleri var ki, Allah’a ortak edinirler? onu Allah’ı sever gibi severler…» (Bakara sûresi, âyet: 165) buyurduğu âyet-i celileyi Müslümanlara hamletmiştir. Halbuki herhangi akıllı bir kimse nezdinde, tevessül ile ibadetin ayrı ayrı işler oldukları malumdur. Her ikisinin hakkındaki beyanımız açık olarak geçmiştir.
Ebu Hamid bin Merzuk – Bera’atü’l –Eş’ariyyin(Ehl-I Sünnet’in Müdafaası),syf:211-213,Bedir yay.
0 Yorumlar