Zümer 74.Ayet Tefsiri
Zümer 74.Ayet Meali: Onlar: Bize verdiği sözde sâdık olan ve bizi, dilediğimiz yerinde oturacağımız bu cennet yurduna vâris kılan Allah’a hamdolsun. İyi amelde bulunanların mükâfatı ne güzelmiş! derler.“Onlar” mü’minler cenneti görünce: “Bize verdiği sözde sâdık olan ve bizi,dilediğimiz yerinde oturacağımız bu cennet yurduna vâris kılan Allah’a hamdolsun.”
Ca’fer-i Sâdık (r.a.) der ki: “Bu hamd, Allah ile beraber kesin yerleşme yurduna(dâru’l-karâr) yerleşen âriflerin hamdidir. “Üzüntüleri bizden gideren Allah’a hamd olsun.” (Fâtır, 35/34) kavli de vâsılların/erenlerin hamdidir.
Sehl (r.a.) da şöyle der: “Cennetliklerden kimi, Allah’a verdiği sözde sâdık olduğu için hamdeder, kimisi de bildiği ve bilemediği Allah’ın nimetlerinden dolayı bütün hallerde hamdi gerektirdiği için hamdeder. Bu seçkinlerin hamdi olmak hasebiyle daha etkilidir.”
Cennetlikler “وَاَوْرَثَنَا الْاَرْضَ / yurdunda… vâris kılan” derken, istiâre yoluyla yerleştikleri mekân olan cennet yurdunu kasdediyorlar. Çünkü bu yere onları vâris kılmak, amelleri yerine geçmek üzere vermek ve sâhip kılmak ya da cennette bulunan herşey üzerinde tıpkı bir vâris gibi istediğini tasarrufta bulunmak demektir.
et-Te’vîlâtü’n-Necmiyye’de der ki: “Allah Teâlâ: “Bizi dilediğimiz yerinde oturacağımız bu cennet yurduna vâris kılan…” kavli ile avam için verdiği sözde sâdık oldu. “İhsân üzere hareket edenler için, daha güzeli ve fazlası var.” (Yûnus, 10/26)havâs için verdiği sözde sâdık oldu. “Şüphesiz muttakîler birtakım cennetlerde ve nehirlerde, Muktedir bir Melîk’in dost meclisinde (olacaklar)dır.” (el-Kamer,54/55) kavliyle ahassu’l-havâs için verdiği sözde sâdık oldu. Aşk ile “amel edenlerin mükâfatı ne güzeldir!” (Âl-i İmrân, 3/136).
Tâcü’l-masâdır’da der ki: “نَتَبَوَّاُ” yer tutmak/edinmek demektir. Mahalle anlamındaki “elmeba atu ”den alınmıştır.” kendisi için falanca yeri düzeltip hazırladım,demektir.
Yâni herbirimiz, başkasının cennetinde değil, kendine âid geniş cennetinde istediği yerde oturabilir. Çünkü cennette, oraya gidenlerin birbirini engellemeyecekleri manevî makamlar vardır. Nitekim et-Tefsîru’l-Kebîr’de şöyle der: “İslâm filozofları der ki: İki tür cennet vardır: Cismânî cennetler ve ruhânî cennetler. Cismânî cennetlerde ortaklık sözkonusu olamaz. Ancak ruhânî cennetlerde ise, böyle bir cennetin birine verilmiş olması bir başkasına verilmemesini gerektirmez.”
Fenârî’nin Fâtiha Tefsiri’nde de şöyle der: “Bilesin ki iki tür cennet vardır:Hissedilebilen cennet ve manevî cennet. Akıl bunların her ikisini de birlikte kavrar.Nitekim âlem de lâtîf ve kesîf, gayb ve şehâdet olmak üzere ikidir. İlâhî emirlere muhatap ve mükellef olan nefs-i nâtıka için nazar/düşünce yoluyla elde edip yüklendiği ilim ve ma’rifetlerden bir takım nimetler vardır. Yine hayvânî nefisten hissî kuvvetleri yoluyla elde edip yüklendiği lezzet ve şehvetlerden bir takım nimetler vardır. Yemek,içmek, nikâh, giyinme, güzel koku ve nağmeler, tomurcuklanmış göğüslü kızların hissî güzellikleri, güzel yüzler, türlü türlü renkler, ağaçlar, ırmaklar gibi şeyleri hisler algılayıp nefs-i nâtıkaya nakleder, o da bunlardan lezzet alır. Şayet nefs-i nâtıka değil de sadece bu duyuları olan (hassâs) hayvanî ruh zevk alacak olsaydı, bir hayvanın da bir kadının veya oğlanın güzel yüzünden ve renklerden zevk alırdı.
Bilesin ki Allah bu cenneti Esed/Aslan’ın doğan yıldızı (tâli’) olan İklid (Anahtar)’de yarattı. Onun burcu ise Aslan’dır. Bu hissedilen cennetin rûhu olan mânevî cenneti ise kemâl, sevinç ve neş’elenme sıfatlarından olan ‘ilâhî ferah’tan yarattı. Böylece hissedilen cennet cisim gibi, akılla bilinen (mânevî) cennet ise ruh ve kuvvetleri gibidir.
Bu yüzden canlı olması ve içindekilerin hem hissen hem de mânen zevk ve istifâde etmeleri sebebiyle “asıl hayat yurdu” (bk. el-Ankebût, 29/64) diye adlandırmıştır.Cennet de kendisine girenlerden daha fazla nimet ve zevk alır. Onun için de sâkinleriyle dolup taşmak ister. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.)’in “Cennet Bilâl, Ali, Ammâr ve Selmân’a muştaktır.”[157] buyurduğu rivâyet edilmiştir.” Fenârî’nin sözü burada bitiyor.
Başka bir rivâyette de şöyle buyrulmuştur: “Cennetler şu dört zümreye muştaktır:
Ramazan ayını oruçlu geçirenler, Kur’an okuyanlar, dillerine sâhip olanlar ve komşularına yedirenler.”
Fakir (Bursevî) der ki: Hz. Peygamber (s.a.)’in Medine’deki Uhud dağı hakkındaki “Uhud bizi sever biz de onu severiz.”[158] hadîsi de bu sırla ilgilidir. Çünkü Uhud da diğer şerefli mekânlar gibi cennete ilâve olunmuştur. Cüz’î aklın (idrâk) dâiresinin dışında olsa da hayat ve idrak sâhibidir.
el-Es’iletü’l-müfhıme’de der ki: “Cennetliklerden bir kimse diğerinin izni olmaksızın onun yerinde konaklayamayacağı bilindiği halde nasıl olup da “dilediğimiz yerinde”buyrulmuştur? diye sorulacak olursa, cevap şöyledir: Bu ve benzeri ifâdeler, cennetliklerin içinde bulundukları bolluk ve rahatı anlatan mübâlağa ifâdeleridir. Ayrıca “Allah cennetliklerin kalbinde dünya yurdunda mükellef bulundukları hükümlere aykırı bir düşünce yaratmaz.” denilmiştir.
el-Kevâşî’de ise şöyle der: “Bu ifâde, bir kimsenin başkasının yerine oturacağına değil, ihtiyaç duyulandan daha fazla bir bolluk ve fazlalık bulunacağına işâret etmektedir.”
Fethu’r-Rahmân’da der ki: “Rivâyete göre Muhammed ümmeti ilk olarak cennete girer ve cennetin diledikleri yerine yerleşir. Sonra da diğer ümmetler cennete girer.” “İyi amelde bulunanların mükâfatı” fermana boyun eğenlerin sevabı olan cennet “ne güzelmiş!” derler.”
Büyüklerden birisi şöyle der: “Hiç bir farîza, nâfile, hayır işi, haram ve mekruhu terk yoktur ki ona mahsus bir cennet ve ona has nimetler olmasın. Bu cennet ve nimetlere o cennete girenler nâil olurlar. Yine hiçbir amel yoktur ki, sâhipleri arasında bir üstünlük sıralamasının meydana geleceği bir cennet olmasın. Üstünlük sıralaması ise mertebe mertebe olacaktır: Mertebelerden biri, yaşa göre belirlenecektir. Ancak tâat ve İslâm üzere geçirilen yaşa göre. Buna göre aynı amel mertebesinde oldukları takdirde yaşı büyük olan küçük olandan üstün tutulacaktır.
Bir mertebe de (amelin işlendiği) zamana göredir. Çünkü Ramazan’da, Cuma günü, kadir gecesi, Zilhicce’nin on gününde, aşure (âşûrâ) günü diğer zamanlarda yapılanlardan daha büyüktür. Bir başka mertebe ise(amelin işlendiği) mekâna göredir. Mescid-i Haram’da kılınan namaz Mescid-i Nebevî’de kılınandan, orada kılınan Mescid-i Aksâ’da kılınandan, orada kılınan da diğer mescid ve camilerde kılınandan efdaldir. Bu mertebelerden biri de (amelin işlendiği) hallere göredir.
Çünkü cemâatle kılınan namaz tek başına kılınan namazdan efdaldir. Bu mertebelerden biri de amellerin kendisine göredir. Çünkü namaz yoldan eziyet verecek bir şeyi kaldırmaktan efdaldir. Bir başka mertebe ise bir tek ameldedir. Meselâ kendi yakınlarına tasaddukta bulunan biri, hem sıla-i rahimde bulunmuş hem de sadaka vermiş olmaktadır. Yine ehl-i beytten bir şerîfe hediye veren, başkasına hediye verenden ya da ihsanda bulunandan efdaldir.
Öyle insanlar vardır ki bir zamanda bir çok ameli toplar. Meselâ oruç tuttuğu ya da sadaka verdiği sırada gözünü, kulağını ve elini gerektiği şekilde kullanır. Hattâ namaz kıldığı esnâda, Allah’ı zikrederken, bir şeyi yapmaya ya da terke niyyet ederken ayrı bir çok ameli bir araya getirir de bir zamanda bir çok yönden ecir ve mükâfat kazanır.Böylece kendisinde böyle bir özellik olmayanlardan üstün olur. Yüce Allah’tan bizi de sâlih amelleri bir araya getiren ve güzel amellerde yarışanlardan kılmasını niyâz ederiz.
Sa’dî, Bostân’da der ki:
Koşuda hızlı gidenleri geçemedin; ama hiç olmazsa düşe kalka git
O yel ayaklılar hızla gittilerse, sen de elsiz ayaksız oturma, kalk git
İsmail Hakkı Bursevi – Ruhul Beyan Tefsiri,cild.17,syf.299,301