Kategoriler: Düşünce Yazıları

Zamansız Düşünceler

Haksızlığın Meşrulaştırıcı Aracı Olarak Logos 

“İnsan, logos sahibi canlıdır” felsefenin zuhuruna parelel olarak icad edilen bir insan tanımıdır. Doğrudur diyelim de sakın bu tanım, tüm iyi niyetlerden kurtulmuş bir biçimde insanın haksızlık, zulüm, ahlaksızlık vb. akla ziyan tüm yönlerini meşrulaştırmak için kullanılıyor olmasın, sakın güç sahibi ahlaksız ve zalimlerin zulme maruz bıraktıkları zavallları uyuttukları bir afyon da ratio yüklü tanımlar olmasın?

Ne hikmettir ki vicdanların ve insanların sustuğu günümüzde; reel politiğe bağlı rasyonel akıl yürütmelerin tahkim edilmiş olması insanı bu şekilde düşündürtmekte. Gerçi düşünmek için en az ihtiyaç duyduğumuz şey de ratio ve reason’a bağlı bir rasyonalizmdir.


Hasret ve Varlık Üzerine

Varlığını nasıl hisseder ki insan, hasret dokunmadan yüreğine?

Sakın maşukun yokluğunda fark ettiğimiz, onun varlığında, bir türlü farkına varamadığımız kendi varlığımız olmasın?


Hümanizm Üzerine 

Heideggerci bir perspektif içinde hümanizmin “varlık ve hakikat de dahil olmak üzere her şeyin beşeri öznenin aklına indirgendiği bir düşünme tarzı” şeklinde tanımlanması mümkündür.

Kuskusuz bir de madalyonun öbür yüzünde olan ve bu tanımdan gizlenen bir hümanizm tanımı da vardır. Buna göre hümanizm,“yana yakıla arzu ettiği özgürlük sevdası yüzünden Allah’ın insanı kendi haline bırakmasıdır.”


İçsiz Dışlara Dair 

Bir daha içeriye giremeyecekleri dışa açılan kapıları vardı yalnızca.O kadar dışa açmışlardı ki varlıklarını, içleri kalmamıştı içsiz dışlara dönüşmüşlerdi.


İnsan Kavramının Küçülmesi Üzerine 

İnsanın idrak imkânını beşeri aklın sınırlarına hapsetmek de bir dogmatizm türüdür. Gerçekte ınsan gibi akıl da bir imkân varlığıdır.İnsan varlığının maddeden manaya doğru birtakım kemal mertebeleri ve bu mertebelere uygun hakikat ufku söz konusu olduğu gibi, akıl da beşerden insana doğru seyreden mertebeler muvacehesinde akletme imkânına açılan bir mahiyete sahiptir.

Modern dünya ınsanın varlık ufkunu biyo-psişik bir varlık düzlemine indirgemiş olduğundan ötürü modern dünyanın insana dair söyleyecekleri söz konusu düzlemle sınırlı kalmaktadır. Tam da bu nedenle modern dünyada insan varlığı imkân olarak sınırlandırıldığı ölçüde küçültülmektedir de.


İnsan Olmak 

Sahi gök gökte, yıldızlar semada, yer yerde, velhasıl her şey olması gerektiği yerde kendini kendisi olmaya bırakmışken insan neden kendini insan olmaya bırakmaz ki?


İnsan Olmanın Kadim Paradoksu 

İnsan en çok da bile isteye yaptıklarından ötürü hüsran içerisınde olduğunu bir anlasa ‘hayr’dan gayrı tüm isteklerini askıya alıp olagelmekte olana tabi olurdu. Bile isteye hüsranına doğru koşmasıdır, insan olmanın kadim paradoksu.


İnsanın Modern Nisyanı 

Ne zaman ki insan, ufkunu göklerden yere doğru kaydırdı kaynağıyla birlikte kendi varlığını da unuttu. Mülk edinme hırsıyla karardıkça gözleri, mülkün Sahibi’ni de unuttu. Tam da özgürlüğünü tattığını düşündüğü bir dünyada sahipsiz bıraktı kendini, tutkularının esiri olarak faniliğini de unuttu.


İnsan Özgürlüğü Üzerine 

Özgürlük iradi bir mesele olarak anlaşıldığı müddetçe gizleyecek varlığını. Bir varlığın özgürlüğü, özünün belirlenimlerine riayetine, köleliği ise harici nedenlerin etkisi kılınmış olmasına bağlıdır. Kemal bir kavram olarak “Insan” olmanın anlamını anlamayanlar, beşeri’ nefsin insafına terk edilmiş olmayı özgürlük sanmaktadır. Oysa insan, yalnızca insan olmanın gereğinin açtığı ufukta insani özgürlüğe açılmaya muktedir olur.


Bilim Adamlığı Üzerine 

Modern zamanlarda bilim adamları bıraktıkları izleri silmeye çalışan hırsızlar gibi davranmaktalar. Önce varoluş tarzları ınanmalarına elvermediği için kadim hakikatlerin üzerlerini örtüyorlar, sonra da varoluş biçimlerinin yol açtığı izler belli olmasın diye bıraktıkları izleri, adını kesinlik koydukları, bilimselci-natüralist söylemler yoluyla silmeye çalışıyorlar.


Dert ve Hakikat 

İnsanların deruni dertlere ihtiyacı vardır. Bu dertler kişiyi varoluşun anlamına götüren kapılar hükmündedir. Ancak modern kapitalist yaşam pratiği içinde bu dertler, sistemi aksatan bir sorun olarak görülür ve stres, kaygı ve depresyon etiketiyle yaftalanmak suretiyle sistemın dışına atılır.


Epistemik Özne ve Mistik Öznenin Kökensel Birlikteliği 

Modern epistemik özne ile çağdaş zamanların bireysel mistik öznesi aynı düşünce ve varlık düzleminin iki kutbudur. Rasyonalizm ve Spiritüalizmin biraradalığı hiç de tesadüf değildir. Zaten Rönesans’ta teşekkül eden birey fikrinin oluşumunda da Alman mistisizminin belirleyici bir etkisi olduğu gibi böyle bir birey fikri Descartes’ın epistemik öznesiyle buluşmuştur.

Rasyonel, düşünen özne ve vicdanı temiz Protestan iman fikri aynı düzlemde inşa edilmiştir. Epistemik bir tahakküme vücut veren özne, vicdanını bireysel mistisizmle temizler. Varlığın bütünlüğü ve tefekkür mü? Onların yerinde yeller esmektedir.


Ateizm 

Allah’sız insan yoktur, sadece Allah’sız olduğu iddiasında olan insan vardır. Zaten “alıp da kabul etmeyen”e ateist demezler mi?


Avrupa Miti ve Düşünmenin İmkanı 

Avrupamerkezci bir paradigma içerisinde kalındığı müddetçe düşünmenin farklı imkan ve yollarını idrak etmek mümkün değildir. Tam da bu nedenle Avrupamerkezci olmayan bir düşünce tarihi, Avrupa mitinden kurtularak yeryüzündeki beşeri tecrübe ve anlam ufkuna açılmak için son derece elzemdir.


Aydınlanmacı Bir Mit Olarak Hümanistik Rasyonalizm 

Aydınlanmacı modern mitlere bir çırpıda iman eden modern insanın, kadere iman etme konusunda bu denli isteksiz olması ve bir çırpıda hümanist bir rasyonalist kesilmesi tuhaf değil mi? Sakın hümanist rasyonalizm de herhangi bir rasyonel temellendirmeye dayanmayan modern bir mit olmasın?


Nisyan, İnsan ve Hakikat 

Kökeni nisyanla kardeş diye bu kadar unutkan mı olmalı insan. Belki de bu açmazın içinden göz kırpar hakikat, nisyana inat insan olabilelim diye. Düşüncesizliğin derinlerinde gizlenir düşünce, tıpkı yokluk içinde gizlenen varlık gibi. Ve ziyadeleşince karanlık, şafak serpilir karanlık ortasından, küfrünü fark edenin imana ermesi gibi.


Olan ile Olması Gereken Tezatı 

Çağdaş zamanlarda insanlar olana özenir, imrenir ve öykünür; olması gerekene ise inanır hale gelmişlerdir. Anneleri ve babaları gibi eşlerınin olması gerektiğine inanırlar, lakin büyük bir iştiyakla imaj varlıklarına aşık olurlar.


Akılcılık ve Hakikat 

Aklın hakikati tayin ve tespit hususundaki zayıflığı ile fenomenler dünyasındaki gücü arasındaki ayırımı temyiz edemeyen rasyonalist zevat bilmelidir ki epistemolojik bakımdan düşünüldüğünde hakikati akla irca etmek, aklın sınırlarına indirgenmiş bir hakikat resmi sunmaktan öte bir anlam taşımaz.

Diyebilirsiniz ki ne yapalım aklımız ancak buna erdi, eyvallah der Hakikat mütebessim bir eda ile. Ben Kendimi, Beni inşa etmeye çabalayanlara değil, rasyonel olanın kifayetsizliğini idrak etmiş olan ve anlamaya koyulan gönüllere ifşa ederim usul usul.

Sahi, Varlık hakikatini ifşa etmek için aklı dikkate almak zorunda olsa idi, akıl hem varlık hem de hakikat için ölçüt kılındığından ötürü insan varlığın ontolojik temeli, insan aklı da hakikat olmuş olmaz mıydı? Varlığın hakikatini ifşa için böyle bir hümanistik temeli gerektirdiğini hangi rasyonel çıkarım veya gerekçe ile keşfettik? Yoksa bu da sakın paganizmden miras hümanistik bir doğma olmasın?


Beşeri İdrâkin Sınırlılığı Üzerine 

Hakikat’in beşeri zaaflara tahammülü yoktur. Beşeri zaafların varlığı bir hakikattir lakin bu tespit, Hakikat’ ı beşeri zaaflarla ölçüp biçmenin Hakikat olduğu anlamına gelmez. Hakikat ıçin önce beşeri idrâke ait hakikat sınırının idrâk edilmesi sonra da beşeri zaafların üstesinden gelecek bir teslimiyetle varlığı Hakikat’ e ait kılmak gereklidir. Aksi taktirde beşeri zaaflarla Hakikat’ ı karartıp sınırları kendi sınırlı idrâk ufkumuzca belirlenen soyut hakikat resmimize müptela hale gelmek kaçınılmazdır. Gerçekten de hümanistik düşünce, beşeri idrâk kalemiyle soyut bir tuval üzerine soyut resimler çizip sonra da çizdiği resme müptela olmak değil de nedir?


Zekânın (Bilincin) Keşfi, İnsanın Sonu 

Modern zamanlarda zekânın (bilinç) keşfine bağlı olarak teknik ve araçsal bir rasyonalizmin gelişmesinin açık sonucu, nihayetinde insan kavramının gittikçe küçülerek yok olmaya yüz tutması olmuştur. İnsanın sonu, zekâ varlığı olarak insanın kemal fikrinden kopup insanın muhtevi olduğu tüm imkânlardan uzaklaşması ile hazırlanmıştır.

Bunun en açık Örneği yapay zekâ tartışmaları ekseninde ortaya çıkan ve zekâ varlığı olan insanın kendinden daha zeki makinelere vücut verebileceği inancında karşılığını bulur. İnsan tarafından var edilen makinelerin insana hâkim varlıklara dönüşmesi ihtimali muazzam bir ontolojik güvensizliğe yol açarak insanın gitgide küçülmesinin zemini oluvermiştir. Oysa insan, ancak zekâdan çok daha fazlası olduğunu fark ettiğinde böyle bir küçülmeye meydan okuyabilir ve eşref-i mahlukat olduğunu idrak edebilir.


Yol 

Gülü demedim,güle demedim,ben sadece güle götüren yolu,güle giden yola dedim.


Düşünmek 

Varlıktaki her tezahür tezahür Eden’e bir işarettir lakin tezahür Eden’in Varlığı aynı zamanda tezahürle perdelenmektedir. Düşünmek, perdeyi aralamak, kendisi de bir perde olan ben’i aradan kaldırmak, tezahür edende Gizlenen’e odaklanmak demektir aynı zamanda.


Metin Okuma Üzerine 

Bir metni okumak en azından o metne açılabilecek bir varlık ve düşünce ufkunu varsayar. Herhangi bir düşünüre dair hiçbir fikri olmayan, yani düşünürün hangi tarihsel bağlamda, nasıl bir düşünce geleneği içinde olduğuna dair hiçbir kanaati olmayan birinin söz konusu düşünürün herhangi bir metnine nüfuz etmesi mümkün değildir. Tıpkı düşünürleri düşünce gelenekleri, şarihler ve onlara dair yazılıp çizilen metinler gelecek zamana taşıdıkları gibi dini gelenekler de dinlere ait anlam ufkunun bize taşınması gibi bir hayati fonksiyon görürler. Dolayısıyla kutsal metinlere geleneksiz bir nüfuz mümkün olmadığı gibi geleneği olmayan bir dinin deformasyonu kaçınılmazdır.


Metin ve Kitap Farkına Dair 

Metnin dili yok ki konuşsun, her okuyan metni dilediği gibi konuşturur. Ya sen konuşursun, Kitap metne dönüşür ve susar ya da sen kulak kesilir işitirsin.Kitap açtığını da gizlediğini de bir bir fısıldar kulaklarına. Bundan dolayı metin epistemik bir öznenin ele geçirip dilediği gibi konuşturduğu bir nesne iken Kitaba hakim olunmaz, Kitap kendisini takvalı işiticilere açar ve okuyanı sarıp sarmalar. Dolayısıyla Kitabı susturan epistemik özne, Kitabın konuştuğu ise takvalı bir işiticidir ve bu yüzden düşünmenin de bir takvası vardır. Bu arada bir bütün olarak âlem(ler) de Kitaptır.


Eşitlik İdeali Üzerine 

Bir insanın dahi bir anı, diğer anıyla eşitlenemezken insanların eşit oldukları söylenebilir mi? Eşitlik ideali ahmakları zayıf ve farksız bir sürü olmaya ikna eden modern bir dogmadan gayrı nedir ki? Zayıflıktır insanları ikna eden iktidarın sağladığı köleleştirici mahiyetteki sözde konfor mekânlarına. Bu ikna sürecinde, muktedir olanlar, iktidar nesnesi kıldıkları sürüleri eşitlik ideali yoluyla iktidara müptela kılarlar. Herkes eşit bir köle haline getirilince köleler de normalleştirici söylemler yoluyla bir yandan köleliklerine ikna edilirken diğer yandan da istisnalara düşman kılınırlar.

Modern zamanlarda, insanların tüm niteliksel farklılıklarından arındırılmak suretiyle, farksızlaştırılmaya maruz bırakılmaları, eşitlik idealinin totalleştirici söylemler yoluyla kutsanıp aynılaştırıcı bir söylem pratiğinin hayata geçirilmesiyle gerçekleştirilmiştir. Kerameti kendinden menkul diğer kavramlar gibi eşitlik fikri de değerlemenin değen’ sorgulanmaksızın kabul edilmiş, baskıcı ve tahakküm yüklü bir mahiyete sahiptir.


Fırsat Putu 

Fırsat diye yutturulan bir put var ki kapitalist yaşam pratiği, içerısınde inancı ne olursa olsun, herkesi dünyaya müptela bır varlık haline getiriyor. Öyle bir yaşam dünyası sunuyor ki insana, düşünmeye dahi bir türlü fırsat vermeksizin herkesi arzularından tutuklu kıldığı arzu nesneleri yoluyla vadetmiş olduğu bir sonraki fırsat putuna odaklı otomatlar kılıveriyor.


Kitap okurken anlayamamanın sebebi, insanın kendi gürültüsü nedeniyle hakikati duyamamasıdır. Gürültü insanın kitabı metne dönüştürücü iç münakaşasından kaynaklanır ve insanın kitabı işitmesine engel teşkil eder. Böyle bir okuma, adeta anlam empoze edici sorular yoluyla kitapla bir münakaşaya girmek demektir. İşitip anlamak için, gürültüyü kesmek ve söylenene kulak kesilmek gerekmektedir. Hiç duyulmayan Hakikat anlaşılabilir mi?


İmkansız Varoluş

Konfor içinde bir hayat sürme talebinden gayrı bir derdi olmayan insanın,varoluşundan bahsetmek mümkün değildir.


Kavramların Gucü Uzerıne 

Güç, kavramlar yoluyla köle de icad edebilir, efendi de. Güç ilişkilerinin hâkimiyeti içerisinde kavramlar Hakikate ait tarafsız kendilikler olmakliktan çıkıp gücün meşrulaştırıldığı söylem pratiklerinin yapıtaşları olup çıkarlar. Modern zamanlarda da kavramlar belli bir güç düzenek ve hiyerarşisini tahkim eden ve tüm insanlık için mutlak ve evrensel bir ideal olma iddiasındaki bilimsel söylem pratiğini meşrulaştırmak gibi bir fonksiyon icra ederler.

İnsan tam da tüm insanlık ıçin geçerli olan anlamında, olması gerekenı ararken düşer kavramların tuzağına. Anlamanın aynı zamanda meşrulaştırmak olduğunu gizleyen karakteriyle kavramlar, belirli bir tarihsel dönem içerisindeki insanları razı ediverir kendi yaşam dünyasının anlam ve değer ufkuna.


Zira insan, ne kadar iyi niyetli, samimi, inancına bağlı olursa olsun eylemlerinde varlığının anlam, değer ve hakikatine dair gerçek bir sorgulama yapmadığı takdirde adaletsizlik, zulüm ve hak sızlıkla sonuçlanan eylemlere vücut vermekten kaçınamaz.

Felsefi açıdan değerlendirildiğinde bu durumun insanın, varlık ve bilgi değeri hiçbir biçimde sorgulanmaksızın sahıp olduğu inancın kesinlik ve keskinliğinden varlık ve bilgiye dair mutlakılk iddiası taşıyan sonuçlar çıkarmasından kaynaklandığını söylemek mümkündür. Öyle ki kesin inançlılık halinin varlık ve hakikate olan bir açıklık sunduğunu vehmeden kesin inançlı kişi, iyiyi, doğruyu, hakikati ve gerçekliği kendi metafizik dünya görüşüne hapsetmek suretiyle dışarıda kalanlar üzerinde gerçekleştirilmesi mümkün her türlü ahlaki ve politik zulmü meşrulaştıracak bir pratiğe dahil oluverir.

Tam da kendi perspektif veya bakış açısını mutlaklaştırması yüzünden, kendisi üzerinde gerçekleştireceği herhangi bir sorgulayıcı veya eleştirel perspektifi kaybeden kesin inançlı kişi için haklı da doğru da adil de iyi de yalnızca kendisi olmak durumundadır. Bundan dolayı kesin inançlı kişiden ne inancının kendisine açmış olduğu perspektif dışında kalan perspektif veya düşünce imkanlarına açılmasını ne de eylemlerinin etik sonuçlarını dikkate alan sorgulayıcı bir düşünme faaliyetinin içinde olmasını beklemek mümkün değildir.

Oysa gerek “Siz bilmezsiniz Allah bilir.” ayetinde karşılığını bulduğu şekliyle din gerekse Sokrates’in “Tek şey biliyorum, o da hiçbir şey bilmediğim” sözünde tecessüm ettiği şekliyle bütün bir bilgelik geleneği, hakikatin, beşeri varlık düzleminde hiçbir biçimde bütünüyle tüketilemeyeceğini vurgulayan karakteriyle başkalarıyla kurulan etik ilişkiyi de hakikat karşısındaki söz konusu mütevazı konum üzerine inşa etmeyi salık vermişlerdir.

Hiç kuşku yok ki böyle bir inşa sürecinde, kişinin gerek bir bütün olarak varlık içerisindeki konumu, gerekse kendi varlığının imkân ve sınırları hususunda gerçekleştireceği sorgulayıcı bir düşünme faaliyeti içinde olması son derece önemlidir.


Mekânsallaştırılmış Varlık ve Zaman Üzerine 

İnsan mekânsallaştırılmış bir varlık ve zaman fikrine bağlı olarak düşünceyi hesaplayıcı bir düşünce haline getirmek suretiyle ruhu da mekânsallaştırır ve hakikati elde edilip sahip olunacak bir şey konumuna indirgeyen hümanistik metafiziklere kurban eder.

Oysa gerçekte hakikat, ait olunmak suretiyle varlığa açıldıgımız bir imkân olup hakikat için mekânsızlaştırılmış bir varlık ve zaman fikrine ihtiyaç söz konusudur.

Ruhun mustarip olduğu ahlaki hastalıkların tamamı mekânsallaştırılmış varlık ve zaman fikriyle bağlantılıdır ve çağdaş dünyanın buhranının temelinde de söz konusu mekânsallaştırıcı düşünme faaliyeti bulunmaktadır.


Benzer bir biçimde din de gerek Kur’an-ı Kerim’de birçok kere vurgulandığı üzere “Siz bilmezsiniz Allah bilir.” ayetinde gerek Peygamberin “Ya Rabbi sen bana eşyanın hakikatini göster.’ ’duasında, gerekse sufilerin “Adını Koyma’, “Kendi nefsinden gayrı hiçbir varlığı yargılama” vb. yaklaşımlarında karşılığını bulduğu şekliyle insanı, sürekli bir biçimde, kendi hakikat ve vaı lığı üzerine soruşturma ve bir bütün olarak ilim ve mülkün yalnızca Allah’ a ait olduğu bilinci içerisinde olmaya davet etmiştir.

İlim ve mülkün Allah’ a ait olduğu fikri, insana gerek varlık ve hakikat üzerindeki hâkimiyet iddiasından, gerekse kendi varlığını sevk ve idarede olduğu kadar, başkalarıyla kurduğu etik ilişkide de bir nefis muhasebesi içerisinde olarak kendi narsistik iddialarından vazgeçmesine yol açan bir etik pozisyon alması sağlayacaktır.

Çoğunlukla bir varlık ve hakikat rölativizmiyle ilişkilendirilmek suretiyle eleştirilen söz konusu mutlak hakikat ve bilgi iddiasından vazgeçme fikri, kanaatimizce gerçek anlamda etik ilişkinin imkânı olduğu gibi başkaları üzerinde gerçekleştirilmesi mümkün hâkimiyet ve şiddetten de alıkoyan yegâne imkân olmak durumundadır.

Çoğunlukla insanların iyi niyet ve samimiyet kisvesi altında eylemlerini gerçekleştirdikleri ifade ediledurur.Oysa adalet ve hakkaniyet iyi niyet ve samimiyet ile değil, sahih bir tefekkür içerisinde kendi aleyhimize dahi olsa olması gerekene tabi olmakla alakalı bir mahiyete sahiptir.


İçindeki bedende dahi kiracıyken halâ bir şeylere sahip olma derdiyle didinip durmakta zavallı insan.Gaflet bu olsa gerek.


Riyakarca Varoluş 

Riyakârca bir varoluş kişiyi kendi olmaklıktan alıkoyan büyük bir ahlaki hastalıktır. Bu hastalık zahiri kurtarma derdine düşürür de insanı, Sireti unutturacak şekilde surete müptela hale getirir.Riyakâr için nasıl olunacağı değil, nasıl görünüleceği önemli olduğundan ötürü riyakârın parçalanmış benliği sürekli bir huzursuzluk içerisindedir.

——————————————————————————————————————————————————————————————————————-

Rotası Şaşmış Modern Hayret 

Zavallı modernler, neye hayret edip neyle büyüleneceklerini dahi şaşırmışlar. Kafalarını kaldırıp uzaya bakar, hayret eder, galaksilerle büyülenirler. Oysa göklerde ve arzda olan her şeyin insanın emrine musahhar kılınmasına hayret edip musahhar kılanla büyülenmeleri gerekirdi.

——————————————————————————————————————————————————————————————————————-
Ruhun Mekânsızlaştırılmasına Dair Zamanla beden yaşlansa da tefekkür halindeki ruh gençleşirmiş, böyle der büyük insanlar. Zamanın akışına direnç, ruhu mekânsızlaştıran tefekkür sayesinde olur. Kuşkusuz bu da zamansallığı dikkate almayı gerektirir lakin bu zaman telakkisi, varlığı mekânsallaştıran kronolojik zamandan insanı fanilik bilincine sevk eden bir zaman anlayışına açılmayı gerektirir.
——————————————————————————————————————————————————————————————————————–
Kaynak:Kasım Küçükalp – Zamansız Düşünceler
Muhammed Ali

Son Yazılar

Tecelli Türleri

  Necmeddin-i Dâye [*****] çev. Halil Baltacı Necmeddin-i Dâye (ö. 654/1256) tasavvufun bir din yorumu…

2 ay önce

Allah’ı Bilmenin İmkânı ve Bunun Yöntemi

  Gazzâlî [*] çev. Osman Demir Gazzâlî (ö. 505/111) Allah’ı bilmenin imkânı ve yöntemi konusunda…

2 ay önce

Varlık Mertebeleri ve Te’vil

  Gazzâlî [*] çev. Mahmut Kaya Te’vilin şartlarını tespit etmeyi ve iman ile küfür arasındaki…

2 ay önce

Dilin Kabuğu

Kilise babalarının en ziyade iltifat ettiği, teolojik ağır­lıklı bir anlatıma sahip Yuhanna Incil’inin l’inci Bab’ının…

2 ay önce

Çözüm Aldatmacası

İçinde yaşadığımız dönemin hakim zihniyetini karak- terize eden en önemli hususlardan biri de, hiç şüphesiz,…

2 ay önce

Anda Olmak -Geçmiş ve Gelecek Arasında Bir Yer

İçinde yaşadığımız dünya, bedensel varlığımız ve duygu­larımız zamanın eliyle şekillenir. Sabretmeyi, şükretme- yi, iyiliğin ve…

2 ay önce