Kur’ân -ı kerim ve Sünnet-i seniyyenin bilgi ve belgeleri olan hadis-i şerifler tümüyle herkesin anlayacağı şekilde tek ve açık anlamlı değildir. Arapça’nın özelliklerine sahip âyet-i kerime ve hadis-i şerifler, çoğu kere yoruma muhtaçtır.
Kur’ân-ı Kerim’in en doğru, özgün ve uygulamalı yorumu sünnet-i seniyyedir. En yetkili ve vazgeçilmez yorumcusu da Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’dir.
Buna rağmen sünnetteki yorumun tam olarak anlaşılamadığı ya da algılanamadığı yahut sünnetin açıklık getirmediği konular da bulunabilir. Böylesi konuların yeni tevillere/yorumlara tâbi tutulması mümkün ve kolay olmadığı için üst düzey bir yetkinlik ister.
Aklın kapsama sınırlarını aşan meseleler, ifadeler, işaretler kesin olarak akıl sınırları içine çekilmek istenirse, işte bu cüretkârlık, yorumda aşırılık ve uzak teviller/yorumlar yapmak ve sonunda da Allah korusun sapmak ve saptırmak noktasına kadar varabilir.
CEDEL DÜŞKÜNLÜĞÜ
Ayrıca böylesi konuların, bir de tartışma/cedel/polemik mevzuu yapılması, işi büsbütün çığırından çıkarır, İslâm tarihinde “sapık” diye nitelenmiş fırkalar/gruplar incelendiği zaman, görülecektir ki, genel hatlarıyla bu fırkaların hemen hepsi cür’etkâr yorumlar ve bu yorumların savunması yolunda geliştirilmiş görüşlere sahiptirler. Bir hadîs-i şerîfte işaret edildiği gibi, «Hidâyet üzere olanbir millet ancak cedel ile dalâlete düşer.»[1]İmam el-Evzâî (v.157) de der ki; “Allah, bir kavme şer murad ederse, onlara cedel/tartışma kapısını açar ve onları amelden alıkoyar.”[2]
Cedel/polemik, bir kısım esasların benimsenmesine karşılık bir kısmının terkine vesile olur. Hatta yapılan yorumların haklılığını ispat gereği duyulacağı için, olmadık tevillerle ve zorlama yorumlarla destek ve delil bulma yoluna gidilir. Bazen yoruma esas alınan metinler/nasslar da unutulur, yorumlar esas kabul edilir. Bu ise usulsüzlüğün ve ölçüsüzlüğün en kötüsüdür.
Nasslar unutulmasa bile iş cedele kalınca Kitap ve Sünnet’e ait metinler bölümlenerek benimsenir. “Kur’anî ifadesiyle “el-muktesimîn”[3] denilen her gurup kendi düşüncesine uygun bulduklarını öne çıkarır. Bu tür bölümleme keyfiyetinin isabetsizliğine bizzat Kur’ân-ı Kerîm dikkat çekmiştir:
«Biz, kitabı işlerine geldiği gibi bölerek benimseyenlere (bir kısmına inanıp bir kısmını inkar edenlere) de azap indirmiştik. Onlar Kur’an’ı kısım kısım böldüler. Rabbine yemin olsun ki, elbette biz onların hepsini hesaba çekeceğiz. ve yaptıklarının hesabını onlara elbette soracağız.»[4]
Halbuki istenilen, teslimiyet bütünlüğü içinde olmak yani İslâm’ı tüm ilke ve esaslarıyla benimsemektir.
«Ey iman edenler, hepiniz birlikte, bütünüyle İslâm’a girin. Şeytanın adımlarını izlemeyin… Çünkü o, size gerçekten apaçık düşmandır.»[5]
Selef-i sâlihîn, dini bütünüyle ve olduğu gibi kabullenme konusunda tam bir dikkat göstermiş ve sonrakilerin yorumlamaya kalkıştığı bir çok âyet-i kerimeyi ve bazı hadis-i şerifleri «Allahbilir» diyerek teslimiyet göstermişlerdir.
Yorumlarla beraber, yorumları kabul ettirme girişimlerinin de başlaması pek tabiidir. İşte bu noktada da olmadık aşırılıklar baş gösterir. Hatta bilgisizce fetva verip hem sapan hem de saptıran (hem dâll, hem mudıll, halkımızın ifadesiyle hem kel hem fodul) câhillerin[6]etkinliği ve yıkımı söz konusu olur.
Oysa din-i mübin-i İslâm’ın gereği, bilgili, mutedil, makul, meşru ve iddia taşımayan, anlama gayretlerine dayalı bilimsel yorumlardır. Bu tür yorumlar, anlayışla karşılanmış, ilmî bir çalışma kabul edilmiş, isabet durumuna göre bir ya da iki sevap kazanma imkanı “içtihat” olarak teşvik edilmiştir.
Her konuda ehil olmak önemlidir ama dinî konularda ehliyet çok daha önemlidir. Aksi halde önüne geçilemez sapıklık ve mahrumiyetlere düşülür. “Yarım hoca dinden, yarım doktor candan eder” söylemi geçerlik kazanır.
Yorumda sınır tanımamak, neticede Müslüman toplumlarda yekdiğerine katlanma, anlayış gösterme ve hoşgörme duygularını ortadan kaldırır. Amelsizliği, kuru gürültüyü artırır. Güvensizlik yayılır. Huzur kalkar ve tam anlamıyla herc ü merc, anarşi başlar. Doğruyu bulmak son derece zorlaşır veya tamamen kaybolur.
Böyle bir durumun istenmeyen bir sonucu olarak da prensipler değil, kişiler önem kazanır. Kişiler ölçü kabul edilir. Takdir edilen kişinin her fikri, her söylediği tartışmasız benimsenir, karşı çıkanlar ise, haklı da olsalar dikkate alınmaz, akla hayale gelmez itham ve iddialara maruz bırakılırlar. Bu ise, ümmet hayatında tam bir kaos demektir.
TESLİMİYET DE BİR YORUMDUR
Oysa her konunun mutlaka bir yoruma kavuşturulması da gerekli değildir. Nitekim bir âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
“Sana kitabı indiren O’dur. O kitabın bir kısmı muhkem âyetlerden meydana gelir ki, bunlar kitabın aslı ve özüdür, bir kısmı da müteşâbih âyetlerdir. Kalblerinde eğrilik bulunanlar, sırf fitne çıkarmak için o müteşabih âyetlerin yorumlarına tabi olurlar. Oysa bunların kesin anlamlarını yalnız Allah bilir. İlimde derinleşmiş olan kimseler de “Biz bunlara iman ettik, hepsi de Rabbimizin katındandır” derler. Bunu ancak akıl sahipleri düşünüp anlar. Onlar şöyle derler: Rabbimiz! Bizi doğruya ilettiktin sonra kalplerimizi kaydırma. Bize yüce katından bir rahmet bağışla. Çünkü istediklerimizi bize bağışlayan yalnız sensin..”[7]
Âyet-i kerimede bildirildiği gibi “ilimde derinleşmiş kimselerin” “Biz bunlara iman ettik, hepsi de Rabbimizin katındandır” diye teslimiyet göstermeleri, haddini bilme ve gerçeğe teslim olma anlamında bir yorumdur. O halde böylesi bir tavır, yorumda ilimden kaynaklanan önemli bir ölçüdür.
Yüksek öğrenim yıllarımızda bazen kimi hocalara sorular yöneltirdik. Kolayca ve kesin olarak cevap vermesini beklerdik. Hocalar ise, o konuda söz konusu olabilecek ihtimalleri sıralamaya başlayıp, “Şöyle de, böyle de cevap verilebilir” derlerdi. Biz de bu durumu gerçek cevabın bilinmediğine yorardık. Oysa yıllar sonra anladık ki, hocalar bilgisizlikten değil, bilgiden kaynaklanan bir tavırla cevap olabilecek ihtimalleri ihtiyatla sıralayıp bize cedelden uzak kalma usulü ve eğitimi verirlermiş. Aynı ihtiyatkar tutum ve usulün yorumlarda vazgeçilmez bir ölçü olarak takip edilmesi, bir çok yanlışı, aşırılığı ve cedel kaynaklı ölçüsüzlükleri daha doğmadan önleyecektir. Bilenlerin, farklı görüş ve yorumlara göstereceği saygılı ve ölçülü tavır, hiç kuşkusuz halkı da olumlu yönde etkileyecek ve haddini bilme erdemini elde etmeye yöneltecektir.
[1] Tirmizî, Tefsiru’l-Kur’ân, 43; İbn Mâce, Mukaddime, 7; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 252, 256
[2] Zehebi, Siyer, VII, 121
[3] Bk. el-Hicr (15) 90
[4] el-Hıcr (15), 90-93
[5] el-Bakara (2), 208
[6] Bk. Buhari, İlim 14; İ’tisam 7; Müslim, İlim 13; Tirmizi, İlim 5, İbn Mâce, Mukaddime 8
[7] Al-i İmrân (3), 7- 8