Yönümüz Yolumuzdur
Yönsüzlük, yolsuzluk… İki yüz yıldan beri peşinde gezdiğimiz güç macerasında maalesef hep önümüze bu ikiz mesele çıkıyor. Demek ki yönümüzde de, yolumuzda da bir yanlışlık var.İki yüz yıldır İslâm âlemi olarak elli çeşit çâre denedik. Ama kendimiz olmayı, adam olmayı, ahlâklı olmayı pek denemedik.Bu kadar zamandır onca emeğe, fikre, okumaya-yazmaya rağmen hâlâ yolsuz ve yönsüz olmamızın bir sebebi var: Allah’a itikâdımız ve itimâdımız zayıf… Yani Allah’a hakkıyla inanmakta ve güvenmekte çok eksiğiz.İtikâd noktasında Müslümanların inancı gittikçe zayıflıyor. Bugün yaygın olarak İslâm’ı bir “din” olmaktan, Müslümanı da “dindar” olmaktan çıkaran iki akım var. İslâm’ın siyasî hâkimiyetini savunan siyasî İslâmcılık ve kişilerin dinî vecibelerini yapmadan da dindar olabileceğini savunan sahte tasavvuf… Her ila aşırılık da Müslümanları giderek sekülerleştiriyor. İslâmcıların konuştuklarına bakarsanız; bir Heidegger kadar Allah ve Rasûlullah (s.a.v) isminin zikredildiğine rastlayamazsınız.
Oryantalistlerden yapılan alıntılar kadar hadisler veya Allah dostlarının güzel sözlerini göremezsiniz. Marksizmin yeni versiyonlarını öğrenmek için verilen çaba, Gazzâlî veya îbn Haldûn’a verilmez… Gadamer’i tercümesinden okuyan birisi bir bakarsınız, Kur’ân’ı Gadamer’e göre okumaya başlamış. Bu iş o raddeye vardı ki İslâm ulemâsını aşağılayıp, postmodernist, hermönetik, modernist, vb. ne kadar Batı artığı varsa onları argüman olarak kullananlar, bugün Kıır’ân âyetlerini neredeyse inkâr edecek derekeye düştüler.İslâmcılık güya İslâm’ın özünün üzerine toplanmış tozlan savurmaya gelmişti. Ama o savururken kendisi yolun dışına savruldu. İslâmcılık, nihayet İslâm’ın özünden koptu. Bir yabancılaşmaya karşı ortaya çıktığını iddia eden bu yaklaşımın bambaşka bir yabancılaşma doğurduğu açık… Üstelik siyasî ve entelektüel söylemi hayatın merkezi yaparak kulluğu dışladığı da… Zihnimizi iğdiş eden Batı’yı eleştirme gayretinde olan bu anlayış, ne yazık ki geldiği noktada Batı’nın yıkıcılığının ve küfrünün bütün kaynaklarını meşrulaştırıyor. Rasyonalizm, bilimcilik, materyalizm, cumhuriyetçilik, liberalizm, reel politik, postmodernizm, aklınıza her ne geliyorsa…
Batı’yı tenkid geldi, onu teyide bağlandı.Bu yabancılaşma Allah’a itikâd noktasında feci bir zaaf oluşturuyor. Batı’dan öğrendiği “rasyonel” aklı her şeyin önüne getiren bu kompleksli düşünce, bu kez İslâm’ın kaynaklarına da aynı seküler akılla bakmaya başladı. Bugün pek çok genç, okuyup yazma bilmelerine, üniversite okumuş olmalarına, bir de az-buçuk yabancı dil bilmelerine güvenerek yeni bir sapkınlık akımına kaptırıyor kendini… Hiçbir ilmi olmadan, hiçbir İslâmî ilim bilmeden “ben okurum, kafama yatmayanı reddederim” bireyciliğini tahkik sanıyorlar. Hadisler, hatta giderek âyetler, bu din-dışı kafanın İslâmcılığına kurban gidiyor. Müslümanların siyasî gücü için yola çıkan İslâmcılık, maalesef küfür ufkuna dayandı. İkinci tehlike, tasavvufu suistimal ederek insanların Şeriat’e uymayan hayatlarım meşrulaştıran, dinin aslım bozan yaklaşımdır. Gerçek tasavvuf, bu değildir.
Gerçek tasavvuf, Şeriat’e uyan yoldur. Onun ne olduğunu merak eden, İmâm-ı Rabbânî gibi büyüklerin eserlerine bakabilir. Kendi döneminde Hindistan’daki Müslümanlarda gördüğü benzeri bozulmaya karşı mücadele ederek, sultana karşı çıkıp hapiste yatarak, cihad ederek ömrünü geçirmiş bir yüce insandır. Kur’ân ve sünnet dışında bir tasavvuf olamayacağını hem söylemiş, hem de yaşatmış bir âlimdir. Nitekim Mevlânâ hazretleri de kendi devrindeki bu yolsuz tasavvufçula- ra şiddetle karşı çıkmış ve “Bunlar Muhammed (s.a.v) yolunun yol kesicileridir” demişti.Günümüzde nasıl siyasî İslâmcılık Batı’yı hedef alıp, Batı’ya benzer bir vaziyete gelmiş ise, bu tarz sahte tasavvufçular da Allah’ın ve Rasûlullah’ın (s.a.v) emirlerine kayıtsızlığı, ahlâkî gevşekliği meşrulaştırıyor. “Biz Şeriat ile bağıdı değiliz, biz Allah’ı seviyoruz. Namaz, oruç gibi vazifeler daha O’nu sevemeyenler içindir” diyenler başka bir itikâdî sapkınlıktadır.Mevlânâ hazretleri, Mesnevî’nin birinci cildinde Aziz Paul’ün Hazreti İsâ’nın tebliğini nasıl çarpıttığını anlatır. Bir yerlere gidip onlara “Allah’ın sizin ibâdetinize ihtiyacı yok. O halde, Allah’ı sevmek yeter” diyen münafık Paul, başka bir beldeye gidip oradakilere de “Allah’ı sevmek ona ibadet etmek demektir. O halde sadece tapınmanıza bakın” der.
Böylece tevhîdi, bir bütünü parçalar. İkisi birlikte doğru olan şeyler ayrı ayrı gerçek gibi sunulunca gerçek olmaktan çıkar. Benzeri bir bölünmeyi, bugün siyasî İslâmcılık ve sahte tasavvuf yapıyor.Allah’a itikâd sorunu kadar önemli başka bir sorunumuz Allah’a itimâddır. Her işini en ince detayına kadar planlayan, her işi kendi iradesinin doğrudan sonucu gören, kaderi kelime olarak bilip her hayal kırıklığında tevekkülü havaya uçuran Müslümanlar Allah’a itimâd etmiyorlar. Başlarına gelenlerin suçunu başkalarına yüklemeye alışanlar için normal bir davranış. Kusuru ken- dinde görmeyi, her hâlükârda gayretten ayrılmamak gerektiğini unutmuş bir toplum Allah’ı da unutmuş demektir.Acı gerçek şu: İki kuruşluk teknolojiye, oy verdiğimiz partiye, kitabını okuduğumuz entele güvendiğimiz kadar Allah’a güvenmiyoruz. 200 yıldır bilgimize, sermayemize, parti kadrolarımıza güvendik; ama Yaradan’a güvenmeyi pek denemedik. Sonuçta pek çok şeyimiz oldu; ama hâlâ kişiliğimiz ham. Çokbilenimiz, çok yazanımız, çok konuşanımız var; ama çok adam olanımız yok.Yolumuz varsa yönümüz var demektir. Kulluk yolunun yönü Kur’ân ve Sünnet’tir. Yani Allah rızâsı ve Hazreti Peygamber örnekliğidir.Tasavvuf da, siyaset de, ticaret de, düşünce de bu yönde ise doğru yoldadır.Artık Hakk’a bağlanma vakti geldi. İnanarak, yaslanarak…Yoldan çıkan, yönden bahsetmesin.Yönü kaybeden, yoldan bahsetmesin.
Savaş Ş.Barkçin – Kalbin Aklı,syf.127-130
İtibar dergisinin Nisan 2016 sayısında yayınlanmıştır. –