Medyatik Oryantalizm: Kültürel sömürgecilik
Modernliğin bütün dünyaya çeki düzen vermeye başladığı üç yüzyıldan bu yana başka bir dünyanın eşiğine fırlatıldık. Bütün insanlık olarak.
Batı uygarlığının modernlikle birlikte geliştirdiği meydan okuma, medeniyetlerin, dinlerin, toplumların, hatta bir toplum içindeki etnik azınlıkların birbirleriyle ilişkilerini alt üst etti. Sadece birbirleriyle değil, birbirlerinin zihinleriyle, kültürleriyle, hatta kendileriyle, kendi kültürleriyle ilişkilerini de tepe taklak etti.
Yaşayan en büyük tarihçi, William McNeill’in medeniyetlerin tarih boyunca birbirleriyle karşılaşma-buluşma biçimlerini incelerken, ilk kez Batı tecrübesiyle birlikte medeniyetler arasındaki ilişkilerin mahiyet değiştirdiğine dikkat çeker. Batı tecrübesi’nin ilk “küresel” örneği olarak Grek tecrübesini görür. Ve yaptığı tespit bu yazıda söyleyeceğimiz her şeyin şimdiden neden tartışılması gerektiğini de gösteren, gözler önüne seren bir tespittir. Şöyle der McNeill: Greklerin dünya sahnesine çıkmaları, dünyanın dengesini değiştirmiştir.
İşte her türlü oryantalizm biçimlerinin kökenleri, pagan uygarlığın biricik örneğini oluşturan Grek ve Roma tecrübelerinin başka kültürlerle, dinlerle ve medeniyetlerle kurdukları ilişki biçimlerinde bulabiliriz.
KISA BİR MEDENİYETLER TİPOLOJİSİ
Geliştirdiğim üçlü medeniyetler tipolojisinin üçüncüsünü oluşturan pagan uygarlığın tarih sahnesine çıkış biçimi ve diğer medeniyetlerle karşılaşma biçimleri, hem genelde Batı uygarlığının diğer medeniyetlerle neden yıkıcı ilişkiler kurduğu meselesinin hem de özelde oryantalizm sorununun anlaşılmasında önemli ipuçları sunabilir bize.
1-VAHİY MEDENİYETİ
Çok özlü bir şekilde özetlemek gerekirse, birinci tip medeniyetler, vahiy medeniyetleridir: Hz. Âdem’den Hz. Peygamber’e (sav) kadar süregelen vahiy medeniyetinin yolculuğu, iki temel sütun üzerinde/n yükselir: Birincisi asıl / yaratıcı ruh; ikincisi de usûl / kurucu iradedir.
Medeniyetimizin bu iki kurucu ilkesini hem tevhid akidemizin iki temel sütununda görebiliriz: Ulûhiyet Sütunu ve Nübüvvet Sütunu. Bu iki sütun, Fussilet Sûresinin 53. âyetinde zikredilen enfüs ve âfâk yolculuklarında nefis bir şekilde karşılığını bulur.
Asıl / yaratıcı ruh, vahiy tarafından oluşturulur ve dikey eksene denk gelir. Dikey eksen, hakikatin özünü sunar bize. Dikey eksen eşittir enfüs’tür.
Usûl / kurucu irade ise, peygamberler tarafından oluşturulur ve yatay eksene denk gelir. Yatay eksen eşittir âfâk’tır.
Ancak usûl’ün kaynağı, asıl’dır. Asıl yani vahiy, hakikatin özüne nasıl ulaşabileceğimizin ilkelerini sunarken; usûl yani bizatihî Hz. Peygamber (sav), hakikatin özünün nasıl söze ve hayata dökülebileceğinin yöntemini sunar bize.
Vahiy / asıl, hakikatin dil’ini; usûl / Hz. Peygamber de hakikatin hayat hâline gelmesini mümkün kılacak üstdili oluşturur. Dil, din’in hayat sunması; üstdil ise dinin hayat olması ve herkese hayat sunmasıdır. Başka bir ifadeyle, din’in dayandığı “dil”, hayat’ın hakikatinin ve hakikatin hayatının hayat kaynağıdır. Üstdil / Hz. Peygamber (dolayısıyla Sünnet-i Seniyye) ise, dinin hayatiyet kaynağıdır.
Özetle, Vahiy, Mekke sürecinde Müslüman “dil”i, şahsiyeti, idraki, kısaca çağrı’yı inşa eder; Medine süreci’nde yer’ini bulur, çağ’ını kurar. İkisinin toplam bize medeniyeti verir. Medeniyet, Sünnet-i Seniyye’de tezahür eder, ete kemiğe bürünür.
Hayatiyetini yani üstdilini, usûlünü, yer’ini, Medine’sini yitiren bir din, hayat’ını, dil’ini, idrakini, çağrı’sını, Mekke’sini de yitirmekten kurtulamaz.
2-KADÎM MEDENİYET/LER
İkinci tür medeniyet tipi, “hikmet” geleneklerine dayalı kadîm medeniyet tipidir: Dünyanın doğu coğrafyasında Hinduizm, Budizm, Taoizm, Şintoizm ve Konfüçyanizm; Batı coğrafyasında ise kadim Afrika ve Amerika medeniyetleri bu ikinci tür medeniyetlerin başlıca örnekleridir.
Bu medeniyetler, yalnızca kozmos’u, fizikötesi dünyayı / dikey ekseni eksene alırlar ve fizik dünyayı / yatay ekseni ihmal ederler. Yani hikmet geleneklerine dayalı medeniyetler tek boyutludur.
3-PAGAN UYGARLIK/LAR
Üçüncü tip “medeniyet”ler pagan uygarlıklardır. Bunlar da, fizik dünyayı / yatay ekseni eksene alırlar ve fizikötesi dünyayı, insanın iç dünyasını, ruhunu imha ederler. Bu uygarlıklar da tek boyutludur.
Pagan tecrübeler, ifrat / abartı (bu dünyanın abartılması); hikmet tecrübeleri ise tefrit / göz ardı (bu dünyanın göz ardı edilmesi) ekseninde var olmaya çalışırlar.
Oysa vahiy medeniyetleri, hem fizik, hem de fizikötesi dünyayı mezceden, çok boyutlu medeniyetlerdir. O yüzden vahiy medeniyetleri kozmos fikrine dayanır ve denge esastır. Bu dünya ile öte dünya arasında, fizik dünya ile fizikötesi dünya arasında, ruh ile beden arasında, öz ile söz arasında, dil ile üstdil, enfüs ile âfâk arasında, dikey eksen’le yatay eksen arasında, çağrı ile çağ arasında “Mekke süreci” ile “Medine süreci” arasında dengeli ilişkiler kurulur. Biri ötekini yok etmez. Aksine, birinin varlığı ötekinin de teminatıdır. Nasıl ruh olmadan beden olmazsa, aynı şekilde fizik olmadan da metafizik olmaz, var olamaz.
ORYANTALİZMİN KÖKENLERİ…
İşte pagan uygarlıkların bu temel yapılarından ötürü, diğer medeniyetlerle kurduğu ilişkiler, aslında oryantalizmin de kaynağını oluşturmuştur.
Pagan uygarlıkların yapıları, salt epistemolojiye yani kuru bilgi’ye ve bilgilenmeye; dolayısıyla çatışmaya; hikmet geleneklerinin yapıları salt fenomenolojiye / şahsî tecrübeye; yani “hiçliğe”; vahiy medeniyetinin yapıları ise “varoluş”a (hakk-al-yakîn’e / ontolojiye) dayalıdır.
Pagan uygarlıklar, salt fizik gerçekliği eksene aldıkları için, pagan toplumların oluşum süreci oryantalizmin tarihî ve kültürel kökenlerini anlamak bakımından oldukça önemlidir.
Burada üstad Bediüzzaman’ın imajinatif terminolojisini kullanarak tartışmayı sürdürecek olursak…
Pagan toplumlar, mülk âlemi üzerinde verilen mücadelenin sonucudur. Önce ekonomik mülk ele geçirilir; sonra bu ekonomik mülk, askerî mülk’e dönüştürülür. Antik Yunan’da kolonilerin, antik Roma’da ise garnizonların kurulması bu şekilde gerçekleşmiştir. Askerî mülkü ele geçiren koloniler, diğer kolonilerle çatışırlar ve onlar üzeriden egemenlik / melik’lik kurarlar.
Girit’te Mikenler ve Minoslarla başlayan, Greklerde kıvamını bulan pagan uygarlığın diğer medeniyetlerle ilişki biçimi iki temel strateji üzerinden işleyegelmiştir: Önce asimilasyon / eritme; sonra da eğer asimilasyon başarısızlıkla sonuçlanırsa eliminasyon’a / yok etme’ye başvurma. Greklerde, Romalılarda, Avrupalılarda ve en son Amerikan tecrübesinde gördüğümüz başkalarıyla ilişki kurma biçimi sırasıyla bu iki strateji üzerinden gerçekleşegelmiştir.
ORYANTALİZMİN GÖRÜNÜMLERİ
Buradan oryantalizme giriş yapabiliriz yavaş yavaş. Oryantalizm, bir öteki icat ederek, kendi varlığını meşrûlatırma, böylelikle kendi kimliğini öteki üzerinden icat etme çabasıdır. Oryantalizmin zihninin dili, Avrupa-merkezciliktir: Her şeye, Avrupa-dışındaki bir olguya ya da dünyalara, dinlere, kültürlere ve medeniyetlere de yalnızca Avrupalı gözlüklerle, perspektiflerle bakma çabasıdır bu.
Daha masumane görünen oryantalizm tanımı şöyledir: Başka kültürleri inceleyerek, o kültürlerin bilgisine ve birikimlerine ulaşmak; o kültürleri Avrupa-merkezci zihin kalıplarıyla silbaştan kodlamak, formatlamak; böylelikle tanınamaz hâle getirmektir oryantalizm.
Başka bir deyişle, bir öteki icat etmek ve bu öteki’ni, neyse o olarak değil, Avrupalıların işine nasıl geliyorsa öyle resmetmek, tasvir ve tarif etmek, dolayısıyla büsbütün tahrif edilmiş, tamamıyla hayal mahsulü bir öteki olarak icat etmektir.
Burada oryantalizmin mantığı ikili karşıtlıklar üzerinden işler / işletilir: Merkez-çevre; uygar-barbar; Batı-diğerleri; efendi-köle; gelişmiş-gelişmemiş; ileri-gerikalmış vesaire.
Önce sözümona akademide başlayan oryantalizm, daha sonra başta resim sanatı olmak üzere bütün sanatlara ve bu arada sinema, gazete ve televizyona da aynen sirayet etmiştir.
Oryantalizm, Cemil Meriç’in deyişle, sömürgeciliğin keşif kolu değildir sadece; aynı zamanda, keşfedilmemiş kıtaların, dünyaların, hakikatlerin üzerinin de ayartıcı yöntemlerle sonsuza dek örtülmesi çabasıdır.
Batı’daki oryantalizm projesi, yalnızca diğer kültürlerin ve medeniyetlerin kontrol ve kolonize edilmesinde önemli bir öncükolu işlevi görmekle kalmamış; daha önemlisi de, bütün diğer dinlerin ve medeniyetlerin hakikatlerinin neyse o olarak görülebilme, neyse o olarak keşfedilebilme ve neyse o olarak yeni koridorlar açabilme imkânlarını da iptal etmiştir.
Bu açıdan, sömürgeciliğin keşif kolu olma çabası, aslında masumane bir çaba olarak bile görülebilir. Oryantalizm projesinin asıl tehlikeli yanını, başka kültürleri Avrupa-merkezci, dolayısıyla seküler perspektiflerle tahrif etme, tarumar etme, tanınamaz hâle getirme yanını göremiyoruz maalesef.
Oryantalist proje, başka dinlere, medeniyetlere ve kültürlere sahici, sahih şekillerde nüfûz edebilme imkânları berhava etmiş, yok etmiştir. Eğer oryantalizm iyi tanınamaz ve tuzakları iyi görülemezse, başka dinlerin ve medeniyetlerin insanlığa kendi aslî dinamikleri ve kendi özgün usûlleri açısından esaslı şeyler sunabilme imkânları hiçbir zaman mümkün olmaz, olamaz.
MEDYATİK PRYANTALİZM: YENİ-SÖMÜRGECİLİK
Oryantalizm, günümüzde klasik / akademik evresini çoktan tamamladı: Şu an medyatik oryantalizm olarak adlandırdığım, birincisinden daha tehlikeli, birincisine rahmet okutacak ürpertici bir dil kullanan yeni bir oryantalizmle karşı karşıyayız.
Klasik oryantalizm, açık sömürgecilik ve açık-emperyalizm döneminin çocuğuydu. Şu an açık-sömürgecilik de, açık-emperyalizm de fiilen bitti. Yeni-sömürgecilik ve yeni-emperyalizm olarak adlandırabileceğimiz yeni bir oryantalizm biçiminin tam ortasındayız.
Yeni-oryantalizm, kültürel sömürgecilik veya kültürel emperyalizm biçiminin motorudur. Ve başlıca araçları da gazete, televizyon ve sinema gibi kitlesel ve küresel “iletişim” araçlarıdır. Bu araçlar, gerçekte iletişim araçları değil, iletişimi imkânsızlaştıran, buharlaştıran, insanlık tarihinde en büyük iletişimsizlik sorununun yaşanmasına yol açan güç ve hâkimiyet kurma; kurulan hâkimiyeti pekiştirme ve yayma araçlarıdır.
İşte yeni-oryantalizm, bu noktada, bu araçlar / medyalar vasıtasıyla, eski sömürgeciliğin ve eski emperyalizmin gördüğü işlevleri, daha örtük, daha görünmez, daha ayartıcı ve bütün bu nedenlerden ötürü de daha tehlikeli şekillerde Batı uygarlığının, Batılı seküler duyma, düşünme, yaşama biçimlerinin kodlarını küreselleştirmekte ve derinlemesine yaymakta tam anlamıyla “gizli silahlar” olarak kullanılıyor.
Bu gerçeği cins bilim felsefecisi Paul Feyerabend, özlü bir dille çok güzel özetlemiştir: “Batı uygarlığı, dünya üzerinde kurduğu hâkimiyet iki şeye borçludur: Reklam / medya ve silah.”
SONUÇ: MEDYATİK ORYANTALİZMLE NASIL MÜCADELE EDİLMELİ?
Medyatik oryantalizm olarak tarif ettiğim yeni-oryantalizmle mücadele edebilmek klasik oryantalizmle mücadele etmekten daha da zorlaşmıştır. Ama yeni-oryantalizmle başa çıkabilmek için iki temel öneride bulunmak istiyorum.
Birincisi, mevcut bütün medyalarda toplumun bütün kesimlerine ve bütün dünyaya hitap edebilecek ölçekte varlık gösterebilmek.
Özellikle sinema ve televizyonda bu anlamda çok büyük boşluk var hem Türkiye’de, hem de İslâm dünyasında.
Medyada varlık gösteremediğimiz, ardından bu medyaları dönüştüremediğimiz sürece bu dünyada varlık gösteremeyeceğimizi, varlığımızı sürdürmekte bile zorlanacağımızı henüz tam anlamıyla idrak edebildiğimizi söyleyemeyiz.
İşin ilginç tarafı şu: Medyada varlık göstermek ve medyayı kendi aslî dinamiklerimiz / dilimiz ve usûllerimiz / üstdilimiz doğrultusunda dönüştürmek arızî bir çabadır. Sadece medyada yapılacak işlere bel bağlayamayız: Çünkü medyanın diline, seküler Batı uygarlığının çatışmacı, nesneleştirici, hiçleştirici, narkoz etkisi yapıcı, uyuşturucu dili hükümfermâdır.
Asıl yapılması gereken iş, ikinci “iş”tir: Dünyaya vahyin ekseninde işleyen kendi medeniyet fikrimizi sunabilmektir. Din, hayat kaynağıysa; medeniyet, dinin hayatiyet kaynağıdır. Hayatiyetini yitirmiş bir dinin, hayat’ını idame ettirebildiğinden söz edilemez.
Dolayısıyla, medya bir medeniyet meselesidir. Her medeniyet kendi medyasını kendi dünya ve hayat tasavvuru çerçevesinde geliştirir. Bizim de yeni-sömürgecilik olarak tanımladığım medyatik oryantalizmle mücadele edebilmemizin ve kendi medeniyet dünyamızın inşasına doğru sahici bir şekilde yol alabilmemizin yolu, kendi asıl’larımız doğrultusunda kendi medyalarımızı, medyalarımızın dilini kurmaktan geçer. Mevcut çatışmacı, seküler medyalarla bir yere gidemeyiz. Kendi ayağımıza kurşun sıkmış oluruz sadece.
Irfan mektebi dergisi,100.sayı