Yeni Batı ve Anti-İslâmi Şiddet
Günümüzde küresel çapta devasa bir dünyevi gücü yöneten yeni Batı emrinde hükümetler, resmî ve gayriresmî ordular, uluslararası örgütler, üniversiteler ve sair akademik kurumlar, medya kuruluşları, sivil toplum örgütleri, düşünce kuruluşları, bankalar, vakıflar, teknoloji devleri, çokuluslu/transnasyonal şirketler, açık ve gizli ar-ge merkezleri ve istihbarat örgütleri bulundurmakta, İslâm ve öteki olarak gördükleri ile olan ilişkilerinde kontrolünde olan bu kuvvetleri küresel çapta belirlenmiş stratejiler dâhilinde harekete geçirmektedir. Yeni Batı İslâm’a karşı devasa bir şiddet uygularken bir yandan da devasa bir bilişsel, epistemik ve psikolojik şiddet yoluyla bu eylemlerinin ortaya çıkmasını, çıplak bir gerçekliğe dönüşmesini engellemeye uğraşmaktadır. Kontrolündeki güç vasıtasıyla hem milyonlarca Müslümanı öldürmüş ve hâlâ da öldürmektedir[339] hem de gerçeği tersyüz edip dünya kamuoyuna Müslümanları “terörist”, “şiddet üreten” ve “fanatik” olan “saldırgan taraf” olarak algılatmayı başarmaktadır. Bu mekanizmaya ve arkasındaki çarpık zihniyete çok somut bir örnek olarak karargâhı İsrail işgal güçleri tarafından kuşatılan Ya- ser Arafat’a CNN muhabiri Christiane Amanpour’un “Şiddeti durduracak mısınız?” sorusu gösterilebilir.
Bütün bunlar gelişigüzel değil, kısa, orta ve uzun vadeli olarak yapılan planlar dâhilinde sistematik biçimde, nihai aşamada tek dünya devleti projesini gerçekleştirmek amacıyla yapılmaktadır. Dünya kamuoyunun Islâm ve Müslümanlar hakkındaki algısı büyük ölçüde bu yapının kontrolünde olan küresel medya kuruluşları yoluyla şekillendirilmektedir ve bunun sonucunda hayatında hiçbir Müslüman görmemiş insanlara dahi Islâm ve Müslümanlar hakkında- ki olumsuz kanaatler benimsetilebilmektedir.[340] Sadece terörizm kavramının tarihçesi ve son dönemde hangi akademi, medya ve siyaset aktörleri tarafından sistematik olarak yaygınlaştırıldığını, dinlerle ve özellikle İslâm’la nasıl ilişkilendirildiğini araştırmak dahi kurulu tezgâhı büyük ölçüde aydınlatacaktır.[341]
Yeni Batı “elitler” ve yönetilenler, yani “avam” için iki farklı din öngörmektedir. İlkinin, Kabalacılık etrafında kümelenen çeşitli inançlara sahip olduğu aktarıldı. Yönetilenler için öngörülen dinî inançlar ise ateizm ve pratik boyutta ateizmden ayırmanın güç olduğu deizm, neopaganizm ve yeni çağ spiritüel akımları (NeıvAge spirituality) gibi siyaseten zayıf inançlardır. Tasavvufun da yoğun bir biçimde yozlaştırıldığı ve bu ajandaya dâhil edildiği gözlemlenmektedir.fyeni Batı’nın dünya toplumlarını dönüştürmek amacıyla yürüttüğü mekanizmalardan belli başlı olanlar yabancılaştırma, doğrusal olmayan savaş (non-linear warfare), melezleştirme, paganlaştırma, zoolojikleştirme, materyalistleştirme, sekülerleştirme, yozlaştırmadır. Bunların hepsinin ortak amacı insanların kolektif ve güçlü kimliklerden uzak tutularak rahatça yönetilebilir bireylere dönüşmelerini sağlamaktır. Güçlü bir dinî kimlik, hele de îslâm gibi hayatın her alanım düzenleme iddiasında olan, değişmez bir kutsal kaynağa, Kur’an-ı Kerim’e dayanan, küresel çapta bir kardeşlik ve dayanışma öngören, iyiliği ve izzeti esas alan[342] ve hayatın siyasi ve ekonomik boyutlarını da içeren bir dinin etrafında şekillenen bir ümmet bilinci ve pratiği, yani ittihad-ı İslâm, güçlü bir direniş anlamına geleceği için yeni Batının yönetilenler için arzuladığı son şeylerdendir. Popüler kültür bu uğurda güçlü dinî kimlikleri hedef almakta ve tahrip etmektedir. Örneğin pagan kültürüne ait unsurlar öne çıkarılmaktadır ve ülkemizde de aynı proje İslâm öncesi Türk dinleri ve İslâmsız Türkçülük adı altında yürütülmektedir. İslâm “siyasal İslâm/İslâmcılık” söylemi dâhilinde siyasetin dışına atılmaya çalışılmaktadır.[343] Bununla yapılmak istenen Müslümanları kendi kaderlerini tayin etmede söz hakkı olmayan kitlelere dönüştürmektir. Ancak Vatikan’ın ve İsrail’in birer devlet olarak yer aldığı bir dünyada “siyasal Hıristiyanlıktan” ve “siyasal Yahudilikten” bahsedilmemesi düşündürücüdür. Aynı zamanda Müslümanların birleşmesini engellemek için İslâm top- lumlarında “kukla rejimler” başa geçirilmekte, onlar üzerinden Müslümanlar arasında karışıklıklar ve savaşlar çıkarılmaktadır.^
Anlaşılması gereken husus yeni Batı tarafından sadece İslâm’ın değil, Hıristiyanlığın da bir engel olarak algılanışıdır. Ancak Batı’da artık bir alt kültüre dönüşmüş olan Hıristiyanlık[344] bugün oluşturulmak istenen proje önünde ciddi bir tehdit teşkil etmemektedir, zira hem sayısız fraksiyona bölünmüştür hem de sekülerleşme süreci ile birlikte politik olarak iğdiş edilmiştir. Üstelik Protestan kanadı özellikle Hıristiyan siyonizmi hareketiyle yeni Batı’nm ajandasının hizmetine sokulmuştur. Genellikle sonradan birer din hâline getirilen Doğu dinleri[345] de yeni Ba- tı’ya karşı siyasi bir tehdit oluşturmaktan uzaktır. Yeni Batı’nm Yeni Dünya Düzeni’ne asıl tehdit, Karl Marx’ın “Din kitlelerin afyonudur.” tanımına takla attıran, aşağı yukarı 1970’li yıllardan bu yana İslâm’ın dönüşü, dirilişi, uyanışı vb. kavramlar eşliğinde yeniden konsolide olmaya başladığı gözlemlenen[346], nüfusunu ve nüfuzunu artıran, “Batı’ya hiçbir zaman teslim olmamış tek din”[347], “bağlılarını kültürel ve manevi tacizlerden korumaya adanmış yegâne küresel hareket”[348] ve küresel hegemonyanın sınırsız yöntemlerine karşı bir şekilde direnmeyi başarmış olan Islâm’dan gelmektedir»[349] reni Batı’mn korkusu İslâm’ın küresel bir alternatife dönüşmesidir.[350]
Sekülerleşme sürecinde Çin, Japonya, Kore, Rusya, Avrupa ve diğer coğrafyalardaki insanlar büyük ölçüde dönüştürülmüş ve dinî inançlarından uzaklaştırılmış ancak Müslümanlar açıklanamaz bir şekilde büyük ölçüde dinlerine bağlı kalmıştır. İşte varoluşsal tehcir de tam bu sebeple yürütülmektedir ve bu bağlılığı çok çeşitli düzlemlerde hedef almaktadır. Yukarıda söylenenler ışığında şunu söylemek mümkündür ki yeni Batı’nın hayal ettiği dünyada, V for Vendetta adlı filmde tanıtımının yapıldığı gibi “yasaklanan” bir İslâm, tel örgüler arkasındaki mahpus Müslümanlar ve bulundurulması dahi öldürülmeyi gerektiren bir Kur’an-ı Kerim vardır. Bu gerçeklikten çok da uzak bir model değildir zira çok sayıda Filistinli hâlihazırda benzer bir modelde, duvarlarla çevrili “açık hapishanelerde” yaşamaktadır. Yine “özgürlüğün beşiği” Almanya ve Fransa gibi Avrupa ülkelerinde kolluk kuvvetleri camileri basmakta, siyasal otorite camileri kapattırmaktadır. Bu değerlendirmeye göre eski Batı’nın Hıristiyan anti-Islamizmi kendi bağlılarını İslâmlaşmaktan korumaya odaklanan defansif bir strateji izlerken, yeni Batı’nın anti-İslamizmi hem defans hem ofans yapmaktadır.
Konuyu çeşitli açılardan ele alan Tony Evans neoliberal düzenin nezdinde İslâm’ı istisnai yapan öğeleri, dünyada 1,2 milyar Müslüman olması (güncel verilere göre bu sayı 1,8-1,9 milyardır), küresel bir kitlesel hareket olma potansiyeli, ayırt edici ve karmaşık dinî inanç, siyasi ideoloji, toplumsal norm, dünya görüşü ve felsefi yöntem geleneği olarak belirlemektedir. Evans’a göre bu öğeler birlikte ele alındığında İslâm neoliberal projenin tüm hedefleri önünde engel oluşturmaktadır. Müellif bu sebeple Müslümanlara karşı disiplin unsurları uygulandığını, disiplinin “zorlama olmadan işlev gördüğünü ama kolektif bir baskı uygulayarak geleneklerin, düşünce tarzlarının ve eylemlerin dönüştürülmesi” anlamına geldiğini belirtmektedir. Disiplin aktörleri artık küresel çapta görünmez biçimde işlev görmektedirler. “Baskın ekonomik, toplumsal ve siyasi düzenin genel ilkelerine meydan okumaya çalışanlar, sözden fiile, konuşmadan eyleme geçmedikleri sürece, tolere edilecektir.” Ancak bu durum, “şiddetin mevcut dünya düzeninde gitgide azalan bir rol oynayacağı” anlamına gelmemektedir zira “barışı” ve “medeniliği” bozmaya yeltenecek birisi olursa devreye askerler ve polisler girecektir. Disiplinin en önemli ayağı ise yine neoliberalizmin dayattığı “piyasa disiplini” (market discipline) olmaktadır. Çalışmasının devamında piyasanın tahakküm için nasıl araçsallaştırıldığı- na değinen müellif noktayı şöyle koymaktadır: “[Bu makaledeki] amaç İslâm’ın muhtelif kültürel tezahürlerini temsil eden 1,2 milyar [1,8-1,9 milyar] Müslümanın hegemonya karşıtı bir blok (counter-hegemonic bloc) olarak kolektif biçimde hareket etmeleri anlamındaki gerçek potansiyellerini incelemek olmamıştır. Böyle bir yaklaşım için başka bir makale gerekecektir.”[351]
Yeni Batı kendisine tehdit oluşturan bu durumun farkında olup, onu göğüslemek için uyguladığı şiddetin dozajını artırmaya yönelmiştir. Bernard Lewis’in ve Samuel Huntington’ın Afe- deniyetler Çatışması söylemi Firavun’un Hz. Musa’ya karşı aldığı tedbirle benzerlik arz etmektedir.[352] Lewis’in makalesini 1992- 1995 arasında Avrupa’nın ortasında Bosnah Müslümanlara yapılan soykırım takip etmiş, Birleşmiş Milletler Boşnakları silahsızlandırdıktan sonra âdeta Sırplara teslim etmiş, Birleşmiş Milletlerin bölgedeki HollandalI komutanı Sırp komutanlarla birlikte kadeh kaldırmış, soykırımcı Sırpların lideri Radovan Karadzic “Batı’nın kendilerine bir gün müteşekkir olacağını, çünkü Hıristiyan değerlerini ve kültürünü savunmak için kendilerinin seçildiğini” söylemiştir..353 Yaklaşık üç yıl boyunca kitlesel kıtal ve tecavüzlere göz yuman Batı ancak savaşı kaybetmelerine kesin gözüyle bakılan Boşnaklar saldırılan püskürtüp atağa geçtikleri zaman müdahale ederek Aliya İzzetbegoviç’in “Bu âdil bir barış olmayabilir fakat süren bir savaştan daha iyidir.” sözleri eşliğinde Dayton Anlaşması’nı kabul ettirmiştir. 11 Eylül 2001’den sonra projeye Terörle Savaş söylemi altında devam edilmiş ve o tarihten bu yana 11 Eylül’ü gerçekleştirdiği iddia edilen el-Kaide’nin bulunup ele geçirilmesi yerine çoğunluğunun 11 Eylül’le hiçbir alakası olmayan[354] Afganistan, Irak, Libya, Mısır, Suriye, Sudan ve Yemen doğrudan operasyonlar veya iç karışıklıklar ve darbeler yoluyla yeni Batı tarafından çeşitli bahanelerle hedef alınmıştır. Bu bahanelerin en meşhuru ABD, İngiltere ve İsrail hükümetleri tarafından Irak’ta olduğu tam 945 adet yalan açıklamayla iddia edilen ama bir türlü bulunamayan kitle imha silahlarıdır. Bunlara paralel olarak Batı dışı coğrafyalardan Myanmar’da Müslümanların katledilmesine, Hindistan’da belirli aralıklarla uygulanan pogromlara ve Çin’de Doğu Türkistan Türklerinin toplama kamplarına hapsedilerek kültürel soykırıma uğratılmasına hiçbir yaptırım uygulanmamak suretiyle yeni Batı tarafından yeşil ışık yakılmaktadır. Filistinlilere İsrail tarafından yapılan kötülükler o kadar sistematikleşmiş ve kronikleşmiştir ki artık neredeyse akıllara bile gelmemektedir. Apartheid uygulamaları, keskin nişancılar, fosfor bombaları, sistematik destabilizasyon uygulamaları, ambulans ve hastane bombalamaları, işgaller vb. insanlık dışı pratikler artık dünya kamuoyuna kanıksatılmış gibidir. Günümüzde küresel ölçekte İslâm dünyasının hemen hemen her yerinde huzursuzluklar baş göstermektedir ve giriş kısmında “avuçta tutulan ateş” hadis-i şerifinin[355] yer aldığı İslam under Siege adlı eserin yazarı Akbar Ahmed gibi bazı müelliflere göre bu durum İslâm’ın günümüzde “kuşatma altında” olduğu anlamına gelmektedir.
* Yeni/ Batı’nın İslâm’a karşı yürüttüğü bir diğer strateji ise son tahlilde kendi ajandasına hizmet etme potansiyeli barındıran bazı İslâm yorumlarını kitle iletişim araçları üzerindeki kontrolünü kullanarak beslemesidir. Bu proje Müslüman devletlerin zayıflayarak Batı’nın güdümüne girdiği 19. yüzyıldan itibaren küresel çapta yürütülmektedir. Gelenek karşıtı modernist akımlar, İslâm’ı “yeniden şekillendirmek” isteyen reformist akımlar, dinlerin aşkın birliği, yozlaştırılarak panteizmleştirilen “sözde tasavvuf”, dinlerarası diyalog[356], hadis inkârcılığı, tarihselcilik ve bilimsel tefsircilik gibi tartışmalı yaklaşımlar popülarize edilerek Müslümanların ortak bir payda altında toplanma ihtimalinin altı oyulmakta, ancak Hazreti Peygamber’in (s.a.v.) Veda Hutbesi’nde öğütlediği gibi Kur’an-ı Kerim’e ve Sünnet’e sımsıkı sarılmayı savunanlar için sistemin disiplin çarkları genellikle ’ “toplumsal linç” biçiminde dönmektedir. Örneğin konuşmalarını Kur’an-ı Kerim ve Sünnet etrafında yapan, sözlerine bu esas kaynaklardan kanıtlar getiren bir İslâm âlimi “bağnaz”, “itici” ve “çağ dışı” olarak Batılı ve Batıcı kitle iletişim kanalları tarafından skandalize edilmeye asli bir adaydır. Ancak Celâleddin Rumi’nin çarpıtılmış ve yozlaştırılmış bir biyografisini pembe kapaklı bir “aşk” kitabı olarak yayımlayan, kurgusunda evli bir kadının ailesini terk ederek onu bu yönde motive eden bir “dervişe” kaçmasını işleyen ve hakkında roman yazdığı konudaki “bilgi” düzeyi daha Mesnevi’nin ilk kelimesini dahi yanlış yazmasına (bişrev-bişnev [y^]) yol açacak bir yazar bu kitabını yeni Batı’nın bir zamanlar Türkiye’deki medya-iletişim ayağını oluşturan ve dindarlara karşı pek de olumlu bir tavrı olmadığı bilinen holdingin yayınevinden basabilecek, yeni Batı’nın Batı’daki kuruluşları tarafından da kendisine kucak açılacaktır.
Dinlerarası diyalog söylemi altında “hem Hıristiyan hem Müslüman”357 gibi garabetlere destek verilmekte, “dinlerin aşkın birliğini” savunarak Kur’an-ı Kerim’in ve İslâm’ın indirilme sebebini hükümsüz- leştiren düşünürler Batı’nın en prestijli akademik kuruluşları tarafından ağırlanmaktadır. Örnekler kolaylıkla çoğaltılabilir ancak özetlemek gerekirse yeni Batı’nın kurduğu düzende kendilerine yeşil ışık yakılan “iyi Müslümanlar” ve kırmızı ışık yakılan “kötü Müslümanlar” mevcuttur. Birincilerin İkincilerden farkı anlattıkları “İslâm’ın” yeni Batı’nın menfaatlerini zedelemeyen, hatta destekleyen yaklaşımlardan oluşmasıdır.Elbette yukarıda sayılan görüşleri savunan insanların tamamının samimiyetini ve niyetini sorgulamak ve hepsini yeni Batı’nın İslâm’ın içerisindeki iş birlikçileri olarak göstermek haksızlık olacaktır. Aralarında samimi olanların da kendilerine göre dayandıkları hakikatler vardır. Ancak görülmesi gereken resim yeni Batı’nın Müslümanların içine de çeşitli kanallar yoluyla sızmış olduğu ve “eksantrik” (eccentric-. merkezi dışarıda) görüşlerin baştaki cazibelerinin yanında ümmetin birliğini parçaladığı gerçeğidir zira bunlar hiçbir zaman ümmetin tamamını kucaklama ve birleştirme potansiyeli olan görüşler değildir. Bütün bu yöntemlerle hedeflenen Müslümanların bölünmesi, ittihad-ı Islâm’ın ve Islâm’ın dirilişinin engellenmesi, böylelikle Yeni Dünya Düzeni önündeki son büyük engelin de aşılmasıdır.
Bunlara paralel olarak bazı tarihi ve mevcut gerçekleri hatırlamak yararlı olacaktır. Suudi Arabistan’daki Vehhâbî rejim Birinci Dünya Savaşı’nda îngilizler tarafından başa geçirilmiş ailenin kontrolündedir ve Suudi Arabistan’ın kurucusu Abdü- laziz bin Suud “İngiltere-Hindistan împaratorluğu’nun şövalyelik nişanı” sahibidir.[358] Suriye’de darbe ile başa geçen Hafız Esed’in Fransızlara yazdığı meşhur mektup ve onlardan aldığı destek bilinen hususlardandır. Endonezya’da 1968-1998 yılları arasında başkanlık yapan Suharto yine darbeyle başa geçmiş ve Batı tarafından desteklenmiş eli kanlı bir diktatördür. Ülkemizde 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî darbe yoluyla iktidara gelmeyi hedefleyen Fetullahçı terör örgütünün elebaşı uzun zamandır ABD’de ikamet etmekte ve ABD derin devleti tarafından kollanmaktadır. Darbeden sonra Türkiye’den kaçan örgüt mensuplarına Almanya, İngiltere ve Yunanistan gibi Avrupa ülkeleri kucak açmıştır. Mısır’daki darbeci Sisi yönetimi Batı tarafından fonlanmakta ve desteklenmektedir. Irak parçalandıktan sonra buranın yönetimi ABD tarafından büyük ölçüde “Batı’mn düşmanı” İran’a bırakılmıştır. DEAŞ terör örgütü kendi bölgesinden İsrail’e yapılan saldırılar için İsrail’den defalarca özür dilemiştir.[359] Bu tarz örnekler rahatlıkla çoğaltılabilir ancak Müslüman toplumlara oynanan oyun genellikle aynıdır- günümüzde bu oyunu etkisizleştirmenin yollarını yeni yeni keşfetmiş bulunmaktayız. Özetle Batı tarih boyunca İslâm toplumlarmdaki diktatörleri desteklemiş, demokratikleşme ve istikrar hareketlerini baltalamıştır[360] ve günümüzde de yeni Batı’nm kukla rejimlerinin yönetmediği, Batı’ya karşı dik ve izzetli biçimde duran ve tek taraflı bağımlılığı reddeden İslâm ülkelerinin sayısı azdır. Yeni Batı bunlarla da propaganda yoluyla meşruiyetlerinin altının oyulması gibi çeşitli yöntemler kullanarak mücadele etmektedir.
Yeni Batı’nm anti-İslâmi politikalarının ve varoluşsal tehcirin esas ayağını oluşturan platform ise elbette 2000’lerden bu yana ülkemizde kullanımı yaygınlaşan internettir. İnternet kullanımının toplumda yediden yetmişe tüm bireyler arasında yaygınlaşmasından önce dindarlar dönüştürülmeye karşı bazen açıktan tepki koyarak bazen de “sessiz çığlıklarıyla” önemli bir direnç göstermeye muvaffak olmuştur. Ancak yeni medya ve sosyal medya ile birlikte bu direniş ciddi bir ölçüde tehlike altına girmiştir. Uydurulan yalanlar dakikalar içerisinde virüsler gibi yayılarak insanları dönüştürmektedir. Yeni Batı tarafından uygulanan küresel anti-Islâmi bilişsel şiddetle hem seküler toplumların Müslümanlaşması engellenmek hem de Müslümanların yeni nesilleri İslâm’dan fikren ve psikolojik olarak uzaklaştırılmak istenmektedir.
Söylenenlerin ışığında bu bölümün başında sorulan soruyu şöyle cevaplamak mümkündür: İkinci Dünya Savaşı’nda Almanların önderliğindeki Kıta Avrupası’mn yenilmesiyle modern Batı içerisindeki transnasyonal kapitalist aktörler özellikle İngiltere ve ABD üzerinden Batı’nm dümenine geçerek Batı’yı küreselleşmeye yöneltmiştir. Günümüzde anti-İslâmi şiddeti üreten ve bu şiddetin görünmez türleri aracılığıyla Müslümanların iç dünyasına sızan, onları dönüştüren, yaklaşık 1700’lerden beri dillendirilen, 11 Eylül 1990’da resmen ilan edilen ve 11 Eylül 2001 ile birlikte artık eyleme geçen, transnasyonal aktörler tarafından yönetilen küresel müesses nizamın (Global Establishment[361]), küresel imparatorluğun (Empire), Yeni Dünya Düzeni’nin (New World Or- der, Novus Ordo Seclorum) veya bu kitapta kavramsallaştınldığı şekliyle yeni Batı’nın (neo-West) bizatihi kendisidir.[362]
Islâm’ın Batı’daki algısına Batı’nın tarihsel gelişimi göz önüne alınarak bakıldığında ilginç bir nokta dikkat çekmektedir. Hem eski Batı’nın hem modern Batı’nın hem de yeni Batı’nın yapmak istediklerinin önünde İslâm ciddi bir engel arz etmektedir. İslâm, Hıristiyanlar için dünyanın Hıristiyanlaştırılması hedefi önünde en büyük engel, modern Batı için dünyanın tahakküm altına alınması önünde en büyük engel, yeni Batı’nın trans- nasyonal aktörleri içinse insanların topyekûn ele alınarak dilleriyle, düşünceleriyle, zevkleriyle, nefsleriyle, yani tüm varlıklarıyla inşa edilecek Yeni Dünya Düzeni’ne tebaa hâline getirilmesi önündeki en büyük engeldir. Bu çerçeveden bakıldığında İslâm Batı için “mutlak düşman” hâline gelmektedir. Elbette İslâm ve Batı arasında barışçıl dönemler de olmuştur.[363] Gönül ister ki barış her daim hâkim olsun ancak tarihe bakıldığında bunun ne yazık ki gerçekleşmediği görülmektedir. Kanaatimizce buradaki kabahatin büyüğü İslâm’da ve tüm kusur ve eksikliklerine rağmen Müslümanlarda aranmamalıdır.
Son olarak yeni Batı’nın başkenti Kudüs olacağı dillendirilen tek dünya devletini öngören Yeni Dünya Düzeni’nin fiilen ne zaman gerçekleşeceği konusunda özellikle Filistin topraklarına ve Mescid-i Aksa’ya bakmak gerekmektedir. ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıması, “Barış Planı” söylemi altında Filistinlilerin vatanlarının tedricen topyekûn işgalini öngören bir strateji ortaya koyması gibi hususlar düşündürücüdür. Yine Mescid-i Aksa’nın Süleyman Mabedi’nin üzerinde olduğunu öne süren yeni Batı aktörleri Mescid-i Aksa’yı yıkarak buraya “Süleyman Mabedini” inşa etme hazırlığındadır. Bu bağlamda Mescid-i Aksa 1967’den günümüze dek yüzden fazla saldırıya uğramış, aynı zamanda arkeolojik kazılar bahanesiyle devasa tünellerle altı oyulmuştur. Mescid-i Aksa’nın yıkılması ile yerine inşa edilmesi kurgulanan “Mabed”, yeni Batı piramidinin nihai yapıtaşlarından birisidir.
İlk iki kısımda söylenenler yeni BatTyı anlamak için söylenmiştir zira eski Batı zaten tarih olmuş, modern Batı da artık miadını doldurmuş görünmektedir. Günümüzdeki güç unsurları yeni Batı tarafından kontrol edilmektedir. Buna modern Batı’nın ulus devletlerinin askerî güçleri bile dâhil olabilmektedir zira yeni Batı modern BatTnm dışında bir yerde değil uzunca bir süredir bizzat kalbindedir. Kuvvetle muhtemel ABD’nin ve Avrupa’nın ulus devletlerinin tasfiye edilmesi Sovyetler Birliği kadar pürüzsüz bir şekilde gerçekleşmeyecektir ancak görünüşe göre beklenen son er ya da geç modern BatTrnn da başına gelecektir. Teknolojinin ve iletişimin parametrelerini belirlediği yeni dönemde Vestfalya modelinin ulus devletlerinin maddi ve manevi sınırlarını koruyabilmesi oldukça güç görünmektedir.[364] Transnasyonal güçler bu sınırları kararlı ve sistematik biçimde aşındırmaktadır.[365]
Müslümanların tercihi söz konusu olduğunda modern Batı ve yeni Batı arasında bir tercih yapmak kırk katır-kırk satır ikilemine benzemektedir. Birisi bütün dünyayı Hıristiyanlaştırma- yı, diğeri ise köleleştirmeyi kurgulamakta, yüzyıllardır bu ajandalar doğrultusunda çalışmaktadır. Bizim açımızdan bakıldığında bu iki kurgu da son tahlilde “kula kulluk” anlamına gelmektedir. Kur’an-ı Kerim Hıristiyanların Batı’daki diğer iki aktöre göre bize daha yakın olduğunu bildirmektedir: ‘‘İnsanlar içerisinde iman edenlere düşmanlık bakımından en şiddetli olarak yahudiler ile, şirk koşanları bulacaksın. Onlar içinde iman edenlere sevgi bakımından en yakın olarak da ‘Biz hıristiyanlarız’ diyenleri bulacaksın. Çünkü onların içinde keşişler ve râhipler vardır ve onlar büyüklük taslamazlar.” (Kur’an, 5:82) Ancak günümüzdeki Hıristiyanların birçoğu bu ayette değinilen manada “Hıristiyanlar” olarak değerlendirilemezler zira Kur’an-ı Kerim’in Hıristiyan (Na$- rani) tanımında teslis ve enkarnasyon doktrinleri yer almamaktadır (bkz. Kur’an, 5:17, 73).[366] Kanaatimizce en doğru tavır ikisi arasında bir denge siyaseti takip ederek tarih sahnesine geri dönmek için gereken altyapıyı inşa etmeyi bir an önce tamamlamak olacaktır. Zira tarihin gösterdiği üzere ötefoyle birlikte yaşama kabiliyetinden yoksun olan bu iki “narsist” aktörün de kurguladığı “oyun sonu” kendileri dışındakilerin şöyle veya böyle yok edilmesini içermektedir ve insanlığın Allah Teâlâ tarafından hidayetle “nimetlendirilmiş” (Kur’an, 1:6), âdil ve merhametli yöneticilere ihtiyacı vardır. Rasim Özdenören yeni Batı döneminde Islâm’ın karşı karşıya olduğu ikilemi şöyle ifade etmektedir.
“Eğer dünya düzeni veya bu düzenin dizginlerini ellerinde tutanlar, Islâm’a kendi dünyaları içinde bir yer bulabilirlerse ve onu, biçtikleri o yere oturtabilirlerse, bundan rahatlık sağlayacaklardır. Sadece kendileri değil, kendileri gibi düşünmek üzere eğitimden geçmiş olanlar da rahatlayacaktır. Çünkü böylece, ellerinde manipüle edebilecekleri ‘evcilleştirilmiş’ bir İslâm bulundurmuş olacaklardır. Böylece İslâm,aynı zamanda hakim kültürün bir parçası haline gelmiş olacaktır. Böylece Islâm’ın hakim kültürün sadece bir parçası ve unsuru olduğunu değil, fakat aynı zamanda o hakim kültürü meydana getiren kaynaklardan birinin de Islâm olduğunu ileri sürmek bile mümkün hale gelecektir. […] Burada soru şudur: Islâm, böylece başkalarının onun için uygun gördüğü bir yere mi yerleştirilecek ve orada kendine tayin edilen sınırlar içinde kalacak; yoksa o, kendi yerini kendisi mi tayin edecek ve başkaları kendi yerini ona göre mi belirleyecek?”367
Bu ikileme veciz bir cevap Aliya İzzetbegoviç’ten gelmiştir.
“Allah’a yemin ederim ki biz köle olmayacağız!”368
Batı ve Narsisizm
“Batı, medeniyetinin üstün olduğunun bilincinde olmalı. Refahı, insan haklarına saygıyı, dinî ve siyasi haklara saygıyı garanti eden bir medeniyet. Bu da Islâm ülkelerinde yok “369
Psikolojik tahliller siyasi olguları ve süreçleri anlamada önemli bir rol oynamaktadır zira “insan eylemleri iletişimin özneler arası bağlamlarından, belirli tarihî kaynakları olan özneler arası pratiklerden ve yaşam şekillerinden kökünü almakta- dır,”370 “Gruplar birbirleriyle ilişkide olan bireylerden oluşur ve bu yüzden bireyin kişiliğini anlamak toplumsal hayatı anlamak için temel teşkil eder”, “tüm sosyolojik sorunlar nihayetinde bireysel psikolojiye indirgenebilir” ve “grup psikolojisinin temeli bireyin psikolojisidir”. [371] Ingiliz düşünür Jacqueline Rose’un ifadesiyle, “Biz sadece zihnin ambarını oluşturan ötekiler üzerinden vücut buluruz: Kimliğe doğru ilk deneysel adımlarımızdaki modeller, arzularımızın nesneleri, yardımcılar ve düşmanlar. […] Ötekiler tarafından ‘insanlaştırılırız’. ‘Nefsimiz’ (our psyche) toplumsal bir alandır.”[372] Belki Rose’un bu radikal bakış açısı ifrat olarak görülebilir ancak insanın toplumsal ve siyasi kimliğinin gelişiminde psikolojik süreçlerin herhangi bir rol oynamadığını düşünmek de tefrit olacaktır. Siyasetin psikolojik boyutlarını inceleyen psiko-siyaset yaklaşımı ve psikolojinin siyaset üzerindeki etkisini inceleyen siyasal psikoloji disiplini bu bağ üzerine inşa edilmiştir.
ABD toplumunu esas alarak kaleme aldığı Culture ofNarcis- sism adh eserin yazarı Christopher Lasch’a göre her kültür kendisiyle birlikte baskın bir kişilik tipi ortaya çıkarır ve Julia Kris- teva’ya göre “Batı öznelliğinin reddedilemez motive edici gücü”Narcissus’tur,[373] yani ilk kez İngiliz bilim insanı Havelock El- lis’in (1898) ve Alman psikiyatr Paul Nacke’nin (1899) kullandığı, daha sonra Sigismund Schlomo Freud’un kavramsallaştırdı- ğı, Cari Gustav Jung, Melanie Klein, Karen Horney, Otto Rank, Otto Kernberg, Heinz Kohut, Erik Erikson ve Jacques Lacan’m katkılarıyla psikanalizin temel kategorilerinden biri hâline gelen “narsisizm” kavramının oluşturulmasında kendisinden esinlenilen, eski Yunan mitolojisinde anlatıldığı şekliyle göldeki yansımasına âşık olan genç kast edilmektedir.
Narsisizm daha çok bireysel düzlemde kullanılan bir kavram olsa da mevcut araştırmalar onun kolektif boyuta uygulanabilirliğini[374] ve öteki ile olan ilişkilerdeki belirleyiciliğini[375] savunmaktadır. Aslında narsisizm kavramı onu ilk kez sistematik şekilde ele alan Freud’dan beri kolektif düzlemde de kullanılmaktadır.[376] Gerçekten psikiyatrinin el kitabı olan DSM’nin güncel sürümündeki narsisizm belirtileri[377] incelendiğinde buradaki dokuz madde ile Avrupamerkezcilik (Eurocentrism), Batı istisnacıhğı (excep- tionalism) ve evrenselciliği (universalism), sömürgecilik, kültürel emperyalizm, seçilmiştik inancı ve biyolojik-kültürel ırkçılık türleri arasındaki irtibatı fark etmemek zordur. Yine bazı psikanalistler Batı’nın bilinçaltında yer alan Hıristiyanlık ile narsisizm arasındaki içsel bağlantılara işaret etmektedir.[378] Hıristiyanlıktan kopup sekülerleşme sürecine giren modern Batı’nm narsislik güçsüzlükten narsislik kadîr-i mutlaklığa geçip hangi psikolojik mekanizmalar dâhilinde ötekine karşı şiddet ürettiği de Alman psikanalist Horst-Eberhard Richter tarafından kapsamlı biçimde irdelenmiştir.[379] Batı’nm diğer önemli dinî aktörü olan Yahudilik de yine çeşitli şekillerde narsisizm ile ilişkilendirilmektedir.[380]
Narsisizm aslında ben ve ben-olmayan arasında süregelen bir kafa karışıklığından kaynaklanmaktadır.[381] [382] Burada öznenin kendi kendisiyle ilişkisindeki derin problemler belirleyicidir. Sağlıklı insanlardaki özdeğer ve özgüven duyguları narsistlerde şişirilen bir balona benzeyen sahte benlikle (grandiose self}3*1 ödünlenir, bu da neden bu kadar kolay incitilebilir olduklarını açıklamaktadır. Karen Horney’nin deyişiyle “narsisizm öznenin kendine duyduğu sevginin değil, kendisine yabancılaşmasının ifadesidir, […] özne kendisiyle ilgili illüzyonlara sığınır çünkü kendisini kaybetmiştir.”[383] Bu noktada Kristeva’nın “iğrenç” (abject) kavramı narsisizm ve Batı’nın öteki ile olan ilişkilerinin bağlantısına işaret eder. Kristeva’ya göre “iğrenme (abjectiori)” Batı’nın ötekini alçaltmak yoluyla kendisini yüceltmesi demektir ve bir savunma mekanizmasıdır.[384] Öteki olmazsa özne boşluğa düşecektir.[385] Batı’nın öteki ile arasındaki farklara, bunlar ne kadar küçük farklar olursa olsun, devamlı olarak odaklanması ve bu farklardan kendisine “üstünlükler” çıkarması bu sebepledir ve bu süreç Freud tarafından “küçük farkların narsisizmi” olarak kavramsallaştırılmıştır.[386] Günümüzde dahi zihinlerde egemen olan düalizmlerin (medeni-bar- bar, gelişmiş-gelişmekte olan, rasyonel-fanatik, demokratik-totali- ter gibi) özünde bir nebze de olsa Batı’nın narsisizmi yatmaktadır.
Narsisizmin bir yönü de elbette sahte benliği oluşturmak ve “şişirmek” amacıyla var olan kibre bakmaktadır. Silvio Berlus- coni’nin yukarıda alıntılanan sözlerinden de görülebileceği üzere Batı’nın muhtelif söylemleri genellikle kibri/büyüklenmeyi ve ötekiler hakkında küçültücü ve değersizleştirici ifadeleri birlikte barındırmaktadır. Ahlaki boyut bir kenara bırakılacak olursa kibrin ve ötekini küçümsemenin işlevi, benin yüceltildiği bir imge oluşturmak ve ötekini de bu imgeyi kabul etmeye zorlamaktır. Bu şekilde zihinsel-psikolojik bir tahakküm ilişkisi kurmak mümkün olmaktadır. Aşağılanan Özne aslında çoğu zaman keyfi olan bu dayatmayı kabul ettiği ölçüde bu girişim başarılı olmaktadır. Günümüzde gözlemlenebilecek ilginç bir husus hem Ba- tı’nın hem de yereldeki Batıcıların İslâm ve Müslümanlar söz konusu olduğunda alaycı, mütekebbir ve aşağılayıcı eylem ve söylemlere sıklıkla başvurabilmeleridir. Tevazu Batı kültüründe bir fazilet değil, bir zayıflık alameti olarak değerlendirilmektedir. Bu tavır o kadar yaygın ve yoğundur ki artık sorgulanmaz hâle gelmiştir. Bu da aslında sembolik bir şiddet türü olarak Batı’nın üstün zannedilmesine ve Müslümanların aşağılık kompleksine kapılmasına sebep olmaktadır. Kibir İslâm’da insanın hidayete, felaha ve cennet hayatına kavuşmasını engelleyen asli günahlardan birisi olarak telakki edilmekle birlikte kanaatimizce Hz. Peygamberim (s.a.v.) “Kibirliye karşı kibir, sadakadır.”387 hikmeti bu işlevi engelleme amacını gütmektedir.
Batı’nın öte&yle olan ilişkisinde belirleyici olan bir diğer psikolojik mekanizma ise projeksiyondur. Projeksiyonda ego açısından kabul edilemez düşünceler, arzular ve hisler gibi içsel süreçler dışsallaştırılarak yani ötekine (alter ego) yansıtılarak ego savunulmaktadır ve fobilerin (örneğin İslamofobi) oluşumu da bununla ilişkili olarak değerlendirilmektedir.388 İbrahim Kaim bu mekanizmayı şu sözlerle ele almaktadır:
“Batı’nın İslâm algısı, aslında kendisinin aynadaki yansımasıdır. Ötekinin dışlanması üzerine kurulu ben tasavvurları, ötekiyle ilişkilerin çatışma ve savaş üzerinden yürütülmesi sonucunu doğuruyor. Kendini hâlâ tarih ve medeniyetin merkezindeki yegâne aktör olarak görmek isteyen bir Avrupa yahut Amerika’nın başkalarına yönelik barışçıl ve kuşatıcı bir tasavvur geliştirmesi kolay değildir. Bu zorluğun son dönemdeki örneklerinden biri, Papa XVI. Benediktus’un 12 Eylül 2016 günü Regensburg Üniversitesi’nde yaptığı konuşmadır. Papa’nın konuşması ve yol açtığı tepkiler, İslâm dünyasıyla Batı arasındaki ilişkilerin ne kadar kırılgan olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Şiddet ve terörizmin İslâm’la neredeyse özdeşleştirildiği günümüzde, böyle bir konuşmanın Katolik kilisesinin ruhanî liderinden gelmesi hem şaşırtıcı hem de üzüntü vericidir. Şaşırtıcı, çünkü din temelli saldırı ve karalamaların ne mânâya geldiğini Papa gibi birinin bilmesi gerekir. Üzüntü verici, çünkü Papa’nın sözleri Batı’da yükselişe geçen Islâm korkusu ve karşıtlığını kışkırtıyor. […] Dinin şiddetle bağdaşmayacağını, zira şiddetin akıl karşıtı bir eylem olduğunu ispat etmek için Papa’nın ‘öteki’ne örnek olarak Islâm’ı göstermesi talihsiz bir durumdur.”[389]
Bireysel hayatında narsistlerle ilişkide olanlar bilir ki bir nar- sisti değiştirmek çok zordur, bu yüzden narsistlerin terapiye yanıt verme oranları çok düşüktür. Bunun yanında, narsistler ilişki kurdukları özneleri kendileriyle eşit birer özne olarak değil, daha çok bir nesne olarak gördükleri için onlar üzerinde tahakküm kurmak, onlara şiddet (fiziksel, psikolojik vb.) uygulamak, onları araçsallaştırmak, onları psikolojik besin (supply) olarak suistimal etmek yani “kolonileştirmek” ve kendi istedikleri doğrultuda dönüştürmek gibi eylemleri doğal ve meşru görürler. Şiddetin psikolojik kökenleriyle ilgili yapılan bazı çalışmalar da şiddet ve narsisizm arasındaki bağlantıları doğrulamaktadır.[390] Bu nokta Batı’mn diğerleriyle olan ilişkilerinde oldukça belirleyici olmuştur, zira diğerlerinin etnisite, ırk, dil, din ve diğer eksenler üzerinden farklılaştırılarak aşağılanması bu şekilde gerçekleşmiştir. Bu aynı zamanda Batı’mn öte&yle birlikte yaşama konusundaki isteksizliğinin ve yeteneksizliğinin psikolojik zeminine ışık tutmaktadır. Gerçekten de tarihe bakıldığında görülecektir ki öte- kinin Batı tarafından dönüştürülmeye direnip kendisi olarak kalmak istemesi Batı tarafından genellikle hoş karşılanmamış ve bu tarz girişimler, yapılabildiğinde, muhtelif şiddet yöntemleriyle bastırılmıştır. Eski Batı zamanındaki paganlardan çok kültürlülüğün (multiculturalism) iflasının ilan edildiği günümüz Avrupa toplamlarındaki Müslümanlara değin bu mekanizmanın Batı tarihi boyunca önemli bir değişime uğradığını iddia etmek güçtür. Bu da en azından Batıkların yönettiği bir toplumda Batıklar ile sulh içerisinde birlikte yaşama (coexistence, convivencia) olanaklarını zayıflatıcı bir rol oynamaktadır zira kendisini biricik, tek doğru ve evrensel varlık imkânı olarak gören ve göstermek isteyen, ötekilerin varlık iddialarını kabul etmeyen, özetle “ya benim gibi olursun ya da yok olursun” diyen narsistik bir psikoloji sulhun önündeki en büyük engellerden birisidir.
Narsistler aynı zamanda eleştiriye sağırdırlar391, kendilerine yapılan yapıcı eleştirileri dahi şişirdikleri sahte benlik balonunu patlatma teşebbüsü olarak okudukları için “narsistik yaralanma” yaşayıp genellikle “karşı saldırıyla” karşılık verirler. Diğerleriyle empati kuramazlar ve onların söylediklerine önem atfetmezler. Bunun tarihî bir örneği İspanyolların Valladolid tartışmalarında sömürülenlerin söyledikleriyle ilgilenmemesi, zira bunların onlar için bir önem teşkil etmemesidir.392 Günümüzde de ötekileri eleştirmek söz konusu olunca olabildiğince “cömert” davranan ancak kendisi eleştirilince rahatsız olan bu Batılı tavır büyük ölçüde devam etmektedir. Batı dışı özne Batı’yı eleştirdiğinde “radikal” ve “fundamentalist” gibi olumsuz sıfatlarla etiketlenir. Bu şekilde eleştiri bertaraf edilir.
Şair Alexander Pope narsisizm ve şiddet arasındaki bağlantıya şöyle temas etmektedir: “İnsanın tabiatında iki ilke hüküm sürer / Öz sevgi şiddet ister, akıl dizginlemek.”[391] Bu anlayışa göre akıl narsisizmden kaynaklanan şiddet dürtüsünü dizginleme işlevini görmektedir. Ancak şair aklın araçsal, rasyonel akla dönüşerek öz sevginin hizmetine girme ihtimalini göz ardı etmektedir. Nitekim Batı’ya bakıldığında durumun bu olduğu görülecektir. Bu, Batı’nın gücünün ve yıkıcılığının psikolojik arka planını teşkil etmektedir ve Batı’nın yürüttüğü soykırımlar, dünya savaşları, atom bombaları, öjenik (eugenics), kimyasal-biyolojik şiddet gibi unsurlarda tezahür etmektedir.
Batı’nın psikolojik dönüşümünü bir paragrafta özetleyecek olursak, eski Batı, Batı’nın nispeten en masum görünen çocukluk dönemini teşkil etmekle beraber onun ileride belirginleşecek olan büyüklenmeci narsistik kişiliğinin temelleri bu dönemde atılmıştır. Batı’nın narsisizminin temelinde Hıristiyanlığın ontolojik kararsızlığı ve Hıristiyanların uluhiyet atfettikleri Hz. îsa figürü üzerinden kendilerini narsistçe tanrılaştırmaları[392] yatmaktadır. Özgüvenli ve güçlü benlikler narsisizme meyletmezler. Narsisizme meyledenler sahte benliğe ihtiyaç duyanlardır. Bu bağlamda eski Batı’nın hâli psikoloji literatüründe “kırılgan narsisizm” (vulnerahle narcissism) olarak aktarılan kategoriyle benzeşmektedir. Modern Batı ile birlikte bu hâl “büyüklenmeci narsisizme” (grandiose narcis- sisrn) dönüşmüştür. Artık Tanrı’ya referans vermeye gerek kalmamıştır zira herkes nihai otorite olarak kabul ettiği rasyonel aklıyla “küçük bir tanrı” olmuştur.
Teknolojik imkânlarının artmasıyla, dine artık kayıtsız olmasıyla ve dengelenemeyen dünyevi gücünün küreselleşerek gitgide perçinlenmesiyle yeni Batı ise psikopatiyle karakterize edilen “kötücül narsis- te” (malignant narcissist) benzemektedir. Narsisizm hakkında muhtelif yayınlar yapan İsrailli yazar Shmuel (Sam) Vak- nin’e göre narsisizm, neoliberalizmin de başlangıç yılları olarak kabul edilen 1970’lerden bu yana ciddi bir büyümeye ve derinleşmeye geçmiştir ve insanları doyumsuz makineler olarak diğer insanlara karşı kayıtsız hâle getiren “psikopatik narsisizm” (psychopathic narcissism) geleceğin insanlığının psikolojik hâlini belirleyecektir.[393] Bazı ampirik çalışmalar da psikopatinin toplumsal tahakküm, narsisizm ve Makyavelizm ile olumlu korelasyonda olduğunu[394] ve yine sadistik kişilik bozukluğunun narsistik kişilik bozukluğuyla %61 oranında birlikte görüldüğünü[395] ortaya koymaktadır. Narsisizmin bu doruk noktalarında artık Kur’an-ı Kerim’deki firavun karakterinden söz edilebilir. Yeni Batı’nın dine kayıtsızlığı da aslında buradan kaynaklanmaktadır zira, kontrol ettiği dünyevi zenginliğin ve gücün büyüsüyle kendisini “tanrısal” bir büyüklükte gördüğü için başka bir tanrı ve din ihtimali imkân dışı, saçma, en fazla gülünç olmaktadır. Günümüzde de küresel ölçekte yeni Batı tarafından nefsleri ele alman bireylerde, özellikle yeni nesillerde, narsisizmin çeşitli türleri rahatlıkla gözlemlenmektedir. Yeni doğmuş bebeğini evde yalnız başına bırakıp bir haftalığına “tatile giden” genç kadın, sokaktan getirdiği kediye sadistik zevk için kaynar suyla işkence eden genç ve sosyal medyada insanların kutsallarına galiz küfürler eden insan tipi, başkalarının varlık iddialarını kabul etmeyen birer kötücül-psikopatik narsist örneğidir.
Batı’nın narsisizmle bu kadar iç içe olması tesadüf değildir. ‘Yukarıda aktarılan, Rönesans ile birlikte ortaya çıkan dengesiz iç- kinlikle narsisizm arasındaki bağlantı aşikârdır. Fantezi boyutunda kendisini tanrı olarak görmek isteyen, aşkın ve Kadir-i Mutlak Yaratıcı’ya kulluk etmekten yüz çeviren, ama gerçek dünyada oldukça zayıf ve bağımlı olan ve yaşadığı çok çeşitli travma- tik hadiselerle bu tutarsızlığın farkına varan öznenin narsisizm dışında başka bir psikolojik hâle meyletmesini beklemek isabetsiz olacaktır. Özellikle düşündürücü olan, yeni Batı döneminde ortaya çıkan psikopatik narsistlerin diğer insanların çektiği acılarla empati kuramaması ve bunun sonucunda onlara şiddet uygulamayı sıradan ve gerekli bir araçsal mekanizma olarak görmeleridir. Örneğin neoliberalizm, uyguladığı acımasız politikalarla bu psikolojik hâlin ekonomideki tezahürü olarak görülebilir.
İslâmi bir açıdan narsisizm kavramının muhtevasına bakılacak olunursa akıllara ilk gelecek kavram muhtemelen “nefs-i em- mare” olacaktır. “Emmare” Arapçada “çokça emreden” anlamına gelmekte olup Kur’an-ı Kerim’in ilgili ayetinde nefsin “kötülüğü çokça emrettiği” (Kur’an, 12:53) bildirilmektedir. Süleyman Uludağ “nefs” kavramının mutasavvıflar tarafından ele alınışını şöyle özetlemektedir.
“Mutasavvıflara göre nefis insanın putudur; ‘Hevâsını (nef- sânî arzularını) tanrı edinen kimseyi görmedin mi?’ âyetinde [Kur’an, 45:23] bu husus ifade edilmiştir. Hakk’a ermek için nefis putunu kırmak gerekir. Nefsi hevâsmdan, aşağı arzularından menedenlerin cennete gideceğini haber veren âyette [Kur’an, 79:40] buna işaret edilmiştir. Nefis kendini beğenir, kendine tapar, kendine hayrandır, bencildir, şımarıktır, kibirlidir. Topraktan yaratılmış olduğundan zayıf, çamurdan olması sebebiyle cimri, balçıktan olduğu için şehvetli, pişmiş topraktan olduğu için de cahildir. Zaaf, cimrilik, şehvet ve cehalet onun esas Özellikleridir […].
[Gazâlî’ye göre] [n]efsin tabiatında yırtıcılık/vahşilik, hayvanlık, şeytanlık ve tanrılık vardır. Nefisteki düşmanlığın, saldırganlığın kaynağı yırtıcılık, oburluğun ve hırsın kaynağı hayvanlık, hilekârlığın ve kurnazlığın kaynağı şeytanlık, büyüklenme ve her şeye tek başına hükmetme arzusunun kaynağı tanrılıktır. Bu dört nitelik sırasıyla köpeğe, domuza, şeytana ve bilge kişiye tekabül eder. Nefis, içinde bunların tamamını barındırır [,..].”[398]
Bu düşüncelerden anlaşılacağı üzere bütün insanlarda bulunan nefs bazı kötülüklere yol açabilmektedir. Aynı zamanda Şems suresinde (Kur’an, 91:7-10) Allah Teâlâ’nın nefsi “şekillendirip düzenlediği”, ona “kötü ve iyi olma kabiliyetlerini verdiği”, “nefsini arındıranın kurtuluşa ereceği” ve “onu arzularıyla baş başa bırakanın ziyan ettiği” bildirilmektedir. Nefse aynı zamanda kendi yaptığı kötülükleri kınama yetisi (nefs-i levvame), yani insandaki vicdan azabının kaynağı ilham edilmiştir. Doğru yaşayan ve iyiliği bulan insanın nefsi huzura erecektir, buna da “nefs-i mutmaine” (tatmin olmuş, huzura kavuşmuş nefs) adı verilmiştir (Kur’an, 89:27). Yani nefs muhakkak kötü olmak ve kötü kalmak zorunda değildir. Islâm dini insanın iyiliğe ulaşması için nefsiyle bir mücadele hâlinde olmasını buyurmuş, bu mücadele Peygamberimiz (s.a.v.) tarafından “büyük/hakiki cihad” olarak adlandırılmıştır.[399] Tasavvuf geleneği bu mücadelenin nasıl yapılabileceği konusunda tarih içerisinde çeşitli sistemler geliştirmiştir. Bunlardan îran- h mütefekkir Allâme Tabatabai tarafından aktarılan birisine göre;
“Salik bu merhaleyi katettikten sonra, kendi zatına karşı aşırı bir alâkasının olduğunun ve kendi nefsini aşk derecesinde sevdiğinin farkına daha yeni varacaktır. Yaptığı her şey, uğraştığı her çaba kendine olan aşırı sevgisinden kaynaklandığını anlayacaktır. Zira insanın özelliklerinden biri, fıtrî olarak kendini
sevmesi, kendini istemesi, her şeyi kendi zatına feda etmesi, kendi varlığının bekası için herhangi bir şeyin yok edilmesinden çekinmemesidir. Bu içgüdünün ortadan kaldırılması oldukça zordur. Bu bencillik duygusuyla savaşmak en müşkül işlerden biridir. Fakat bu his ortadan kaldırılmadıkça, bu içgüdü öldürülmedikçe Allah’ın nuru kalpte tecelli etmez. Başka bir ifadeyle salik kendinden geçmedikçe Allah’a bağlanamaz.”400
O hâlde insanın nefsin kötücül etkilerini gidermek için atması gereken bazı adımlar vardır. Bu da manevi bir eğitimle mümkün olacaktır. İşte Batı’nın uzun bir süredir mahrum kaldığı unsur hassas bir denge dâhilinde yürütülmesi gereken bu manevi eğitimdir. Hıristiyan asketik akımlar dünyeviliği topyekün reddederek insana dünya hayatında ulaşmasının çok güç olduğu bir hedef koymuş, böylelikle istemeden de olsa manevi hayatın sonunu kendi elleriyle getirmişlerdir. Bunun bir sonucu olarak günümüzde Hıristiyan dünyasının büyük kısmı dünya hayatına sarılmış ve ahiret hayatını unutmuş bir görünüm arz etmektedir. Yahudilikte ise “seçilmişlik” doktrini, buna dayanan üstünlük hisleri ve Tanrı’ya teslimiyetten ziyade “Tanr’ya eşit olma”, hatta “Tanrı’dan da üstün olma” gibi inançlar mevcuttur.
Ömer Kemal Buhari – Varoluşsal Tehcir,syf:203-229
Dipnotlar:
[339] Sadece son yirmi yılda ve sadece Irak ve Afganistan’da doğrudan Öldürülen veya yaptırımlar yoluyla ölümlerine yol açılan Müslüman sayısı dört milyondur. Bkz. https://www.mintpressnews.com/4-million-muse lims-killed-in-western-wars-should-we-call-it-genocide/208711/ Erişim: 6 Aralık 2019. Alman gazeteci Jürgen Todenhöfer Batı’nın hem geçmişte hem de şimdi Müslümanlardan çok daha fazla şiddete başvurduğunu belirttikten sonra sömürgeciliğin başlamasından bu yana Batıklar ve Müslümanların birbirlerini öldürme oranlarını 10’a 1 olarak açıklamaktadır. Jürgen Todenhöfer. Feindbild İslam: Zehn The- sen Gegen den Hass. München: Bertelsmann, 2011,4-13.
[340] “İslâm’ın evrensel barış çağrısını duyumsayamayan ve tarih boyunca Batı’mn menfaatlerini tehdit eden bir güç olarak görülen ve gösterilen İslâm’a dayalı korkunun günümüzde de bu denli yaygın ve güçlü olmasının en önemli nedenlerinden birisi de medyaya egemen olan güçlerin bu yönde yaptıkları yayınlardır. […] [B]ir ‘dördüncü kuvvet’ olarak medya, Dünya Ekonomik Forumu çerçevesinde her yıl Da- vos’ta toplanan ve küreselleştirici büyük Üçlü’nün Uluslararası Para Fonu, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Orgütü’nün politikalarına zemin hazırlayan ‘dünyanın yeni efendileri’nin ellerindedir.” Mustafa Sami Mencet, Tarihsel Arka Planıyla Türkiye’de İslamofobi”, Muhafazakâr Düşünce 14/53 (2018): 196.
[341] Bkz. Ayhan Kaya. “Islamophobia as a Form of Governmentality: Un- bearable Weightiness of the Politics of Fear”, Malmö: Malmö Uni- versity, 2011, 31.
[342] Tahsin Görgün. “İslâm Dünyası ve Gelecek Dünya Düzeni: Ontolo- jik bir Tahlil”, XXI. Yüzyılda İslâm Dünyası ve Türkiye: Milletlerarası Tartışmalı İlmi Toplantı. İstanbul: Ensar Neşriyat, 2003,105.
[343] Netflix üzerinden gösterime giren Atiye dizisi buna güncel bir örnektir.
[344] Gianfranco Morra. “Secolarizzazione e Risveglio Religioso in Italia Oggi”, Studi di Sociologia 26/ 3-4 (1988):355.
[345] William Cavanaugh. The Myth ofReligious Violence: Secular Ideology and the Roots of Modern Conflict. Oxford: Oxford University Press, 2009, 85-101.
[346] Erol Güngör. İslâmın Bugünkü Meseleleri. İstanbul: Ötüken Neşriyat, [1981] 1997, 11. Baskı, 17-28.
[347] Edward Said. Covering İslam: How the Media and the Experts Deter- mine How We See the Rest of the World. New York: Vintage, 1997, Gözden Geçirilmiş Yeni Baskı; aktaran Sahar El Zahed. “Internali- zed Islamophobia; The Making of İslam in the Egyptian Media”, /$- lamophobia in Müslim Majority Countries. Enes Bayraklı ve Farid Hafez (Ed.). London/New York: Routledge, 2019,141.
[348] Tony Evans. “The Limits of Tolerance: İslam as Counter-Hegemony?” Revieıu of International Studies 37/4 (2011): 1751-1773; Peter Man- daville. Transnational Müslim Politics: Reimagining the Umma. Lon- don: Routledge, 2001, 153; aktaran Ayhan Kaya. “Islamophobia as a Form of Governmentality: Unbearable Weightiness of the Politics of Fear”, Malmö: Malmö University, 2011, 6, 34.
I 349. Ahmet Davutoğlu. Civilizational Transformation and the Müslim World. Kuala Lumpur: Mahir Publications, 1994,101-104.
[350] İsmet Özel. Toparlanın Gitmiyoruz I. Ankara: Ebabil, 2008, 176.
[351] Tony Evans. “The Limits of Tolerance: İslam as Counter-Hegemony?” Revieıv of International Studies 37/4 (2011): 1751-1773.
[352] Tahsin Görgün. “İslâm Dünyası ve Gelecek Dünya Düzeni: Ontolo- jik bir Tahlil”, XXL Yüzyılda İslâm Dünyası ve Türkiye: Milletlerarası Tartışmalı İlmi Toplantı. İstanbul: Ensar Neşriyat, 2003,104.
[353] Maria Vivod. “The Story About Old Hag Europe and Healthy Mai- den Serbia”, Traditiones 38/2 (2009): 118.
[354] Adrian Güelke. Terroristn and Global Disorder. New ‘York: LB. Tau- ris, 2006, 257-258.
[355] “İnsanların üzerine öyle bir zaman gelecek ki, dininin gereklerini yerine getirme konusunda dirençli davranıp Müslümanca yaşayan kimse, avucunda ateş tutan kimse gibi olacaktır.” Tirmizî, Fiten, 73. Hadislerle İslâm. 7. Cilt, 596. https://hadislerleîslâm.diyanet.gov.tr/say- fa.php?CILT=7&SAYFA=596 Erişim: 26 Mart 2020.
[356] Yümni Sezen. Dinlerarası Diyalog İhaneti: Dinî-Psikolojik-Sosyolojik Tahlil. İstanbul: Kelam Yayınları, 2006, İkinci Baskı.
357.Bkz. Fetullahçı terör örgütünün yayın organı olan Zaman gazetesinde 15 Nisan 2000 tarihinde yayınlanan “Diyalogdan Düğüne” başlıklı ve “Hem Hristiyan hem de Müslüman” alt başlıklı haber. Bkz. htt- ps://www.milligazete.com.tr/haber/l074141/diyalogun-meyvesi Erişim: 26 Mart 2020.
[358] Alev Alatlı. “Hatırla (1)”, 2007. http://www.islamdunyasi.com /in- dex.pl ?author_id—1601 Erişim: 5 Nisan 2020.
[359] https://tr.sputniknews.com/ortadogu/201704241028210432-eski-israil-sa- vunma-bakani-yaalon-isid-israilden-ozur-diledi/ Erişim: 22 Şubat 2020.
[360] Jochen Hippler ve Andrea Lueg. Feindbild İslam. Hamburg: Konk- ret Literatür Verlag, 1993, 23-24.
[361] Hâlihazırda “Batı” coğrafi veya kültürel bir kategorizasyon olmaktan öte güçle ilgili bir kavramdır. Bkz. Enes Bayraklı ve Farid Ha- fez (Ed.). Islamophobia in Müslim Majority Countries, London/New York: Routledge, 2019, S. Bu anlamda Japonya ve Güney Kore de Batı’dır. Batı dışı, yani gücün dışındaki toplumların birçoğunda ise İran’daki garbzedeha ve Rusya’daki zapodniki gibi “Batıcılar’* vardır.
[362] Geleneksel Doğu-Batı modelinin ihtiyaçları karşılamadığı düşüncesiyle yapıya güncel kaynaklarda “Küresel Kuzey (Global North)” de denmektedir.
[363] Bkz. İbrahim Kalın. Ben, Öteki ve Ötesi: İslâm-Batı İlişkileri Tarihine Giriş. İstanbul: İnsan Yayınlan, 2016, 7. Baskı.
[364] Bkz. Prem Shankar Jha. The Tuilight ofthe Nation State: Globalisation, Chaos and War. London/Ann Arbor: Pluto Press, 2006. Bu durumun bize bakan yönüne değinilecek olursa, Müslümanların çoğunluğu teşkil ettiği toplumlarm da birer ulus devlet olarak yeni Batı’nın küresel gücüyle mücadele etmesi pek mümkün görünmemektedir. Mevcut şartlar sonucu belli olan bir satranç oyununa benzemektedir. Yeni Batı ile mücadele edebilmek için, bu yol ne kadar büyük taşlarla kapatılmış olursa olsun, Müslüman toplumlarm güç birliğine gitmesi mecburi ve hayatidir.
[365] Zygmunt Bauman. Globalization: The Human Consequences. Camb- ridge: Polity, 1998, 56.
[366] Yine de Müslümanlar fethettikleri yerlerde barışı tesis etmek adına deyim yerindeyse fazla kurcalamadan tüm Hıristiyanları, hatta Hindistan’daki Hinduları dahi “Ehl-i Kitab” olarak kabul ederek haklarıyla birlikte tanımış, devlette önemli konumlarda görevlendirmiş, asimile etmeksizin ve İslâm’a girmeye zorlamaksızın onlarla birlikte yaşamanın yollarını aramış ve onlara tarih boyunca adaletle ve iyilikle davranmıştır. Bunu yaparken Batı toplumları gibi tek boyutlu bir toplum anlayışıyla yaklaşmamış, farklı dini grupların kendi kanunlarıyla yönetileceği ve kendi adetlerine göre yaşayabileceği mahallelere dayanan bir kentleşme politikası takip etmiştir. Osmanlı Devleti’nde millet sistemi olarak bilinen bu modelin azınlık haklan adına önemli bir emsal ve model olduğu Batılı literatürde de ifade edilmektedir. Bkz. Will Kym- licka. Multicultural Citizenship, Oxford: Clarendon Press, 1995,156.
- Rasim Özdenören. Yeni Dünya Düzeninin Sefaleti, İstanbul: İz Yayıncılık, 1998, 2. Baskı, 64-65.
- Merhum Aliya İzzetbegoviç’in mezar taşında yer alan söz.
- Silvio Berlusconi. “Berlusconi: ‘Attacco Mirato Senza Vittime fra i Çivili’”, La Repubblica 26 Eylül 2001, https://www.repubblica.it/ online/ mondo/italiadue/berlusconi/berlusconi.html Erişim: 19 Aralık 2019.
- Paul Nesbitt-Larking, Catarina Kinnvall, Tereza Capelos ve Henk Dekken “Introduction: Origins, Developments and Current Tren- ds”, The Palgrave Handbook of Global Political Psychology. Paul Nesbitt-Larking, Catarina Kinnvall, Tereza Capelos ve Henk Dekker (Ed.). Hampshire: Palgrave Macmillan, 2014: 6.
[371] Sırasıyla Melanie Klein. Envy and Gratitude and Other Workss 1946- 1963, London: Virago, 1988,247; W.R.D. Fairbairn. “The Sociologi- cal Significance of Communism Considered in the Light of Psycho-A- nalysis”, British Journal ofMedical Psychology 15/3 (1935): 226; Do- nald W Winnicott. The Family and Individual Development. London: Tavistock, 1965,146; üç kaynağı da aktaran Farhad Dalat “Racism: Processes of Detachment, Dehumanization, and Hatred”, Psychoa- nalyic Quarterly 75/1 (2006): 133.
[372] Jacqueline Rose. The Last Resistance. London/New York: Verso, 2007, 62; aktaran Stephen Frosh. “Psychoanalysis as Political Psychology”, The Palgrave Handbook of Global Political Psychology. Paul Nesbitt-Larking, Catarina Kinnvall, Tereza Capelos ve Henk Dekker (Ed.). Hampshire: Palgrave Macmillan, 2014, 57.
[373] Julia Kristeva. Histoires d’Amoun Paris: Folio, 1985, 112; aktaran Martin L. Davies. “History as Narcissism”, Journal ofEuropean Stu- dies 19/4 (1989): 265.
[374] Andrew D. Brown. “Narcissism, Identity and Legitimacy”, Academy of Management Revieu 22/3 (1987): 643; Agnieszka Golec de Za- vala, Aleksandra Cichocka, Roy Eidelson ve Nuwan Jayawickreme. “Collective Narcissism and Its Social Consequences”, Journal ofPer- sonality and Social Psychology 97/6 (2009): 1074-1075.
[375] Bela Grunberger. “On Narcissism, Aggressivity and Anti-Semitism”, International Forum of Psychoanalysis 2/4 (2007): 237-241; Agnieszka Golec de Zavala ve Aleksandra Cichocka. “Collective Narcissism and anti-Semitism in Poland”, Group Processes & Intergroup Relati- ons, 15/2 (2011): 213.
[376] Sigmund Freud. Das Unbehagen in der Kültün Wien: Internationa- ler Psychoanaltyscher Verlag, 1930, 85. Freud »küçük farkların narsisizmi [Narziftmus der kleinen Unterschiede]“ adını verdiği kavramla çeşitli grupların kendilerini diğerlerinden üstün görmek için başvurduğu küçük öğelere vurgu yapmaktadır.
[377] American Psychiatrics Association. Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders Fifth Edition: Dsm~5. Washington DC/London: American Psychiatrics Publishing, 2013, 669-670.
[378] Julia Kristeva. Histoires d’Amour. Paris: Folio, 1985; Bela Grunber- ger ve Pierre Dessuant. Narcissisme, Christianisme, Antisemitisme. Paris; Actes Sud, 1999.
[379] Horst-Eberhard Richter. Der Gotteskomplex: Die Geburt und die Kri- se des Glaubens an die Allmacht des Mense ben. Giessen: Psychosozi- al-Verlag, 2012.
[380] Bkz. Ş. Teoman Duralı. Çağdaş Küresel Medeniyet: Anlamı/Gelişi- mi/Konumu. İstanbul: Dergâh Yayınları, [1999] 2006,3. Baskı, 135, 137; Edward Said. “A Truly Fragile Identity” Al-Ahram Weekfy> 23- 29 Mart 2000, 474 https://web.archive.org/web/20020206051916/ http://www.ahram.org.eg/weekly/2000/474/op2.htm Erişim: 2 Şubat 2020. John Lachkar. “The Psychopathology of Terrorism: A Cultural V-Spot”, The Journal of Psychohistory 34/2 (2007): 113.
[381] Richard Kilminster. “Narcissism or Informalization: Christopher Las- ch, Norbert Elias and Social Dıagnosis”, Theory, Culture and Society 25/3 (2008): 137.
[382] Martin L. Davies. “History as Narcissism”, Journal ofEuropean Stu- dies 19/4 (1989): 266.
[383] Karen Horney. New Ways in Psychoanalysis. Abingdon: Routledge, 1999, 100.
[384] Andrew D. Brown. “Narcissism, Identity, and Legitimacy”, The Aca- denry of Management Revietv, 22/3 (1997): 645.
[385] Hans-Ludwig Kröber. “Narzissmus”, Forens Psychiatr Psychol Krimi- nol 2/4 (2008): 272.
[386] Dmitry Chernobrov. “The Spring of Western Narcissism: A Psychoa- nalytic Approach to Western Reactions to the ‘Arab Spring*”, Psychoanalysis, Culture & Society 19 (2014): 85-86.
- Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, IV, 366/5299.
- Joseph Sandler ve Meir Perlow. “Internalization and Externalizati- on” Projection, Identification, Projective Identification. Joseph Sandler (Ed.). London/New York: Routledge, 2018, 2.
[389] İbrahim Kalın. İslâm ve Batı. İstanbul: İsam, [2007] 2008, 3. Baskı, 149-151.
[390] Bkz. Stefano Ferracuti, Gabriele Mandarelli ve Antonio Del Casa- le. “Psychopathy, Personality Disorders, and Violence”, Violence and Mental Disorders. Bernardo Carpiniello, Antoniö Vita ve Claudio Mencacci (Ed.). Cham: Springer, 2020, (81-94). 89-90. Bandy X Lee. K Violence: An Interdisciplinary Approach. Oxford: Wiley BlackwelL 2019, 49-51.
- David M. Goodman, Alvin Dueck ve Julia P. Langdaİ. “The “Hero- ic I”: A Levinasian Critique of Western Narcissism”, Theory Psycho- logy 20 (2010): 677.
- Sandew Hira. “Scientific Colonialism: The Eurocentric Approach to Colonialism”, Eurocentrism, Racisın and Knoudedge: Debates on His- tory and Power in Europe and the Americas. Marta Araûjo ve Silvia Maeso (Ed.). New York: Palgrave Macmillan, 2015, 141-143.
[393] “Two principlcs in human nature reign / Self-love, to urge, and rea- son, to restrain.” Alexander Pope. “An Essay on Man” Epistle II.
[394] Judit Szlasi. “Analysis is the Key” Conversation by Judit Szilasi with B61a Grünberger”, JEP 8-9 (1999). http://www.psychomedia.it/jep/ number8-9/grunberg.htm Erişim: 4 Mart 2020.
[395] https://www.youtube.com/watchpv=OgsqP8FXUnU Erişim: 8 Şubat 2020; https://www.youtube.com/watch?v=ix-trtzii_8 Erişim: 8 Şubat 2020; https://biomedres.us/pdfs/BJSTR.MS.ID.003686.pdf Erişim: 8 Şubat 2020.
[396] Christopher J. Patrick. “Emotional Processes in Psychopathy”, Vto- lence and Psychopathy. Adrian Raine ve Jos6 Sanmartin (Ed.). New York: Springer Science+Business Media, 2001, 64.
[397] David J. Cooke. “Psychopathy, Sadism and Serial Killing”, Vıolence and Psychopathy, Adrian Raine ve Jos6 Sanmartin (Ed.). New York: Springer Science+Business Media, 2001, 130.
[398] Süleyman Uludağ. “Nefis”, TDV DİA. İstanbul: TDV İslâm Ansiklopedisi, 2008,32. Cilt, 526-529.
[399] Tırmizî, Cihad, 2.
400. Allâme Tabatabai. Özün Özü. İstanbul: İnsan Yayınları, 2006, 2. Baskı, 53. 401. 1798 yılında Charles Grant (East India Company Yönetim Kurulu Üyesi ve Milletvekili) tarafından söylenmiş bir söz. Syed Mahmo