Yemen, Orta Doğu ve Türkiye-1

husiler Yemen, Orta Doğu ve Türkiye-1

Yemen’deki son gelişmeler, Husîlerin başkent San’a ve Ta’iz’i ele geçirmeleri; Suudi Arabistan öncülüğündeki Körfez ülkelerinin askeri müdahalesi, Türkiye’nin de kapısına dayandı.
2010 yılından beri, gerek Özgün Duruş gazetesinde, gerekse bu sütunlarda Yemen’deki gelişmelerle, Husîlerle  ilgili yazılar kaleme aldım. Bu konuya hariciyenin ve kamuoyunun dikkatini çekmeye çalıştım.  Orta Doğu Ve Türkiye bağlamında ciddi bir krizin içindeyiz. Tarihte cereyan eden kanlı mezhep çatışmalarından biri daha kapımızda. Kırmıtîlerden, Fâtımîlerden bu yana tarihimiz maalesef kanlı mezhep çatışmalarına sahne oldu. İslâm âleminin, Orta Doğu’nun tekrar böyle bir noktaya doğru sürüklenmesi, sonu belirsiz bir kaos ortamını davet etmektedir.Oysaki, uzun zamandır mezhep çatışmaları, büyük ölçüde durmuş, bir denge/muvazaa hali hakim olmuştu. Osmanlı-Safevi  sıcak çatışmalarının 1639 Kasr-ı Şirin Mutabakâtı ile sona ermesinin ardından bir sükunet ve denge ortamı oluşmuş, şu veya bu şekilde bugünlere gelinmişti. Osmanlı Devleti bu anlamda dengeleri korumada özenli davranmış, Ehl-i Beyt’e hürmeti esas alan, vikâye eden Ehl-i Sünnet akide ve anlayışı ile bölgesel bir barış ortamı tesis etmişti. Seyyid-Şerif ailelerine, onların hak/hukukunu gözetmeye yönelik Nakibu’l-Eşraflık müessesesi ve Dergahlar/tekkeler bunun kurumsal zemindeki güvenceleri olmuştu. Eyyubiler, Memlüklüler ve Osmanlılar bu müesseseleri kurup korumuş, ayrıca Camilerde Hulefâ-yı Râşidîn’in yanı sıra Hz. İmam Hasan ve Hz. İmam Hüseyin’in isimleri de levhalar halinde asılmıştı. Yanısıra, Medine-i Münevvere’de, Mescid-i Nebevî’nin ikinci avlusunda, Hulefâ-i Raşidîn ve Aşere-i Mübeşşere’nin adlarının yanı sıra, tüm Ehl-i Beyt imamlarının isimleri de yer almış ve halen bunlar mevcut durumdadır.

Osmanlı Devleti’nin zamanla, inkıraz ve dağılmaya yüz tutması, Birinci Cihan Harbi akabinde tümüyle sahneden çekilmesi, İslâm Dünyası’nda ve bölgede büyük bir boşluğun oluşmasının yolunu açmıştır. 1920’lerde kurulun yeni cumhuriyet, redd-i mirâs ilkesine dayanmış, radikal-laikçi; pozitivist reformlarla, ülkenin ve bölgenin güvencesi olan Dini yapılar/müesseseler bir bir acımasızca tasfiye edilmiştir. Bu anlamda, gelenekten gelen, yüzyıllardır kurulmuş barışı sağlayan sahih Ehl-i Sünnet ve İrfan anlayışı/müesseseleri yeni cumhuriyetin radikal/laikçi kadroları eliyle yasaklanıp ortadan kaldırılmıştır. Mısır, Suriye ve Irak gibi Arap memleketlerinde ise, Osmanlı’dan kopuş sonrasında bile adı geçen gelenekten/damardan gelen müesseseler/yapılar bir süre daha varlığını sürdürebilmiş, ancak, Soğuk Savaş döneminde Mısır’dan başlayarak bu ülkelere askeri darbelerle hakim olan Nasırcı, Sosyalizm soslu seküler Arap milliyetçisi diktatörlükler eliye bu müesseseler ve yapılar nerdeyse tasfiye noktasına geldi.
1920’li yıllardan itibaren, Arap yarımadasına, Hicâz’a, Haremeyn-i Şerifeyn’e egemen olan, katı Selefi/Vahhabi akidenin, çatışmacı/reaksiyoner marjinal bir akidenin, Osmanlı’nın ve müesseselerinin Türkiye’den başlayarak bölgeden çekilmesinin bıraktığı boşluğun da etkisi ile, bölgede, İslâm aleminde; dahası Sünni nüfusun yoğun olduğu bölgelerde etkinlik kazanıp güçlenmesi söz konusu olmuştur.

İnceleyin:  Varoluşsal Sorunları Siyasi Formüllerle Çözme Çabası Ve Yanılgısı

Bir taraftan, hilâfet başta olmak üzere, siyasi, Dini, ictimâî müesseseleri tarumar edilmiş Sünnî dünyanın zaman içerisinde, Hâriciliği çağrıştıran çatışmacı,marjinal bir akide/siyaset tarafından neredeyse rehin alınmış olması; diğer taraftan İran’ın uluslar arası ve bölge siyasetinde, siyasal mezhepçi, gettholar ve çatışma hatları oluşturmaya yönelik çatışmacı/yayılmacı siyaseti bölgeyi felâketin eşiğine getirmiştir. Ayrıca, IŞİD/DAİŞ gibi Hâricî akide ve siyaseti, tahribatı esas alan yıkıcı/silahlı örgütlerin bölge ve İslâm aleminde ön almaları, belli bölgelerde alan hakimiyeti tesis etmeleri siyasal/toplumsal fay hatlarını hareketlendirdiği gibi olası felaketlerin eşiğine getirmiştir. Irak-İran Harbi dahi kapsamı geniş bölgesel bir çatışmayı beraberinde getirmemişti. Bugün gelinen nokta ise korkutucu bir sürece işaret etmektedir.
Yemen, Çok farklı topluluk ve mezhepleri barındıran bir ülkedir. Şialığın Ehl-i Sünnet mezheplerine en yakın bir kolu olan Zeydiyye mezhebi mensupları (Zeydiyye, Hz. Hüseyn’in (Ra.) torunu İmam Zeyd bin Ali’ye nisbet edilen mezhep. İmam Zeyd, İmam Ali Zeynelâbidîn’in oğlu ve İmam Muhammed Bakır’ın kardeşi olup, muhtemelen H. 80’inci yılda dünyaya gelmiş. Kuvvetli bir tahsil görmüş, Emevilere karşı ayaklanarak H. 121 veya 122 Tarihinde şehid edilmiştir. Bkz. Muhammed Ebu Zehre, İmam Zeyd.) , Şafiiler ve Haricî-İbaziye mezhebi mensupları en başta gelenidir. Şafiiler ve Zeydiler nüfus olarak birbirini dengeleyen yapıda olagelmişlerdir. Tarihte bu unsurlar bir hayli mezhep çatışmaları içine girmişlerse de, zaman içinde savaşmamayı bir muvazaa ve barış içinde birlikte yaşamayı öğrenmişlerdir.
Son yıllarda ise ülkede Şii-Sünni çatışmaları baş göstermiş olup, bugünkü tablo ortaya çıkmıştır. Yemen’in Suudi Arabistan’a sınır, kuzey bölgesinde, Sa’ade vilayeti çevresinde yer alan Husîlerin, Husî aşiretler konfederasyonunun son dönemlerde alevlenen ayaklanması çok ciddi mezhep çatışmalarını beraberinde getirmiştir. Zeydî olan Husîlerin son 30-35 yılda, İran’la oluşan bağların etkisi ile Zeydî mezhebini bırakıp, İsna-Aşeriyye-Ca’fer’i mezhebini kabul etmeleri ve bu çerçevede örgütlenmeleri sonucunda bugünkü çatışmalar patlak vermiştir. Asıl mezhepleri olan, Zeydiliği bırakıp, Şiileşme sürecinin ardından Siyasi olarak İran’ı arkasına alan Husîler, Arap Baharı’nın, 1980’den beri ülkeyi yöneten Ali Abdullah Salih’in devrilmesinin oluşturduğu kaostan da faydalanarak, başkent San’a’ya kadar ilerleyip önce başkenti, ardından Ta’iz ve çevresini kontrolleri altına almışlardır.  Sünnî-Şafiiler ise son 30-40 yılda Suûdî Arabistan’ın Selefîlik/Vahhâbilik propagandası etkisiyle, büyük çoğunlukla katı Selefî/Vahhâbî çizgiyi benimsemiş. El-Kâide gibi silahlı örgütler faaliyetleriyle bölgede oldukça etkin hale gelmiştir. Bu şekilde Husî aşiretler konfederasyonu ve hareketi bağlamında oluşan İsna-Aşeri-Ca’ferî topluluğu ve Suudi Arabistan’ın etkisi ile Şafiiler arasında yaygınlaşan katı Selefî/Vahhâbîlik ve bu marjinal akideyi esas alan silahlı örgütler önü alınmaz gerilim ve çatışmaların kaynağını teşkil etmekte ve bu çelişki ve çatışmaları diri tutmaktadır.

İnceleyin:  Dinsizliğin Manevi Tahribatına Karşı, Yalnız Siyasî Müdahalelerin Çare Olmadığı ve Manevi Islahatın Lüzumu

Müfid Yüksel, Yeni Şafak

Kaynak: Tıklayınız.

Yusuf Aslan

Tarih talebesi ve ilme pek meraklı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir