Yalnızlık İnsana Mahsustur
1.
”Yalnızlık Allah’a mahsustur” diye bir söz dolanıp durur dillerde. Bu kadar çok dolanmasına rağmen bu sözün üzerine pek düşünülmez. Her söyleyenin ifade etmek istediği, yalnızlığı Allah’a has kılmaktır aslında. Bu sözden maksat kendi yalnızlığının ya geçici olmasını istemek ya da artık yalnız kalmaktan sıkıldığını dile getirmektir. Burada durup düşünmeliyiz. Hakikaten yalnızlık sıfatını Allah’a atfedebilir miyiz? Yaratılmışlara has bir özelliği Allah’a atfetmek ne kadar doğru? Bu söz aslında idrakimizdeki ilâh anlayışının yanlışlığını göstermez mi? Buradaki yalnızlığı Allah’ın ”tek”liği olarak anlamalıyız. Öyle bir teklik ki sayıya gelmeyen ve başka birine ihtiyaç duymayan bir ”tek”lik. Yani tevhid.
2.
“Allah, kuluna yetmez mi?” (Zümer 39/36).
3.
İnsan doğuştan medenîdir, yani sosyal bir varlıktır. Bu durumu İbn Haldun: “İnsan için toplum içerisinde yaşamak zorunludur. İnsan tabii olarak medenîdir” diye açıklar. İnsan doğumundan itibaren birilerine ihtiyaç duyar. Hatta bu ihtiyaç hali zaruridir. Kendini bilmeye başladığında ise manevi sancıları yüz bulur. Burada din devreye girer. Dinin kelime manası “yol”dur. Yani din denen yol, kişiye yalnızlık algısının geçici olduğunu, insana kendisinden bile yakın olan mutlak bir varlık olduğunu, tüm hayatın eğer bu mutlak kudretle irtibata geçilirse anlam bulacağını açıklar. Yalnızlığın sadece bir algı sorunu olduğunu, algı seviyesi arttıkça kişinin bu yalnızlık hâlinden kurtulacağını salık verir.
4.
Modern zamanların etkisinden olsa gerek insanlar sürekli yalnızlıklarından dem vurur. Hatta bu yalnızlıklarını, toplum içindeyken bile hissederler. Modern hayatın ise çaresi basittir: İnsanı ayrıntıya boğmak. Evet, modern hayat kalabalıktır ve kalabalıklaştırır. Her ne kadar sahte bir kalabalıklaştırma söz konusu olsa da insanlar bu kalabalık içinde yok olmakta ve yalnız kalamamaktadırlar. Yani modern dünyada yaşayan bir insanın yalnızlık algısı, can sıkıntısından mütevellit yapay bir yalnızlıktır. İnsanların kendileriyle baş başa kalma korkusunun meyvesidir. İşte modern hayat böyle bir yalnızlığa karşı ayrıntıyı icat etmiştir.
5.
Burada bir hikâyeden yardım almamız gerekiyor: Bir Vaiz, kürsüde ahiret hayatını anlatmaktadır. Ahiretteki sorgu sual bölümünü anlatmaya başladığında ise şöyle devam eder: ”İlmini nerede kullandın, sorulacak! Malını mülkünü nereden kazanıp nereye harcadın, sorulacak! Ömrünü nasıl geçirdin, sorulacak! İbadetlerin ne durumda, sorulacak! Harama, helâle dikkat ettin mi, sorulacak! Bunların ardından, şunlar şunlar da sorulacak!” diye uzunca Allah tarafından kula sorulacak soruları anlatır. Cemaatin içinde sohbeti dinleyen İmam Şiblî hazretleri en son dayanamaz ve vaize şöyle seslenir: “Muhterem hoca efendi, suallerin en mühimlerinden birini unuttun! Allah Teâlâ kısaca şunu soracak: Ey kulum, ben seninleydim. Sana şah damarından daha yakındım. Sen kiminle beraberdin?”
6.
İşte yukarıda anlatmak istediğim de tam böyle bir durum. İnsanların, Allah olmadan yalnızlıklarının giderilebileceği, mutlu olabilecekleri ve umursamazca yaşayabilecekleri bir toplum oluşturuluyor. Bu toplumda dayanak noktası sadece kişilerin arzusu ve şehvetidir. Yani insanın ölçüsü insandır. Bu minvalde Batı’da hümanizm adıyla bilinen anlayış ne yazık ki dünya geneline yayılmış ve insanlar tarafından hayat tarzı olarak kabul görmüştür. İtalya’da 14. yüzyılda ortaya çıkan hümanizm, felsefî bir düşünce olarak kendini duyurup Avrupa’nın diğer şehirlerine de yayılmıştır. Hümanizme göre insan her şeyin ölçüsüdür. Bu anlayışa göre insandan daha üstün, daha kıymetli bir varlık yoktur. İnsanın eylemlerinin biricik hedefi hazdır, hazza ulaşmasıdır. Hazza ulaşmaya mani olan kiliseye, feodal siyasî yapıya ve her türlü hiyerarşiye karşı durmak hümanizmi kabul etmenin sonuçlarındandır. Bu düşünceler insanın tabiatta her türlü tasarrufu yapabilen, temel dayanağı akıl olan ve nefsanî arzuları yüce kabul edilen ve dünyaya fırlatılmış bir varlık olduğu fikrini doğurmuştur.
7.
Peki, insanın yalnızlığa ihtiyacı yok mudur? Tabii ki vardır, hatta elzemdir. Zira yalnızlık, insanın Özünden gelen bir durum olup kişinin kendini tanımasında, yetilerinin farkına varmasında uğramadan geçemeyeceği bir duraktır. Bugünün modern insanının yalnızlığı ise sahte bir yalnızlıktır. Karşılığı yoktur. ”Ben”inin, özne olamamasının getirdiği sancıların süreğidir. Bu yalnızlığın asıl sebebi gönlündeki boşluktur. Kişinin sadece maddi ihtiyaçlara ve tutkularına önem vermesi, kalbini ihmal etmesinin sonucudur. Bu hal kişinin rabbini unutmasına sebebiyet verir ki işte bu durum felaket olan yalnızlıktır: Kişinin yaratıcısından yalıtılmış, kopuk yaşayabileceğini sanması. Halbuki bu sadece bir yanılsamadır ve kişinin kendini gerçekleştirememesidir. Böyle bir insan, yalnızım derken arzularının esiridir.
Sulhi Ceylan – Özgür ama Tutsak,syf.93,96