Yakup Kadri Karaosmanoğlu – Erenlerin Bağından -Alıntılar
Gafil! Bil ki, yalnız “şimdi”nin bir değeri var. “Dün” ve “yarın” mevcut değil bile. En güzel ana “Dur” demek ve onu uzatmak; işte saadetin yegâne sırrı.”
Sayfa 7
Söyle gençliğini ne yaptın? Söyle gençliğimi ne yaptım? Bundan sonra hülyâlara dalmak artık kabil olmayacak mı?
Kalbin en aziz mihmanı ne? Safvet değil mi? Vah onu kaybedenlere; onlara artık felâh yok. Sevda ve gençlik beni terk etti; ümitle hulya kâh gelip kâh gidiyor. Lâkin o kaldı. Ey tek vefâlı! Ey mahzun gönlün tek şenliği! Sen bir öksüz hemşirenin ruhu musun?
Sayfa 16
Düşün ki, bana “Sev” dese, tekrar seveceğim. “Bekle! Ara! Çalış” dese tekrar bekleyeceğim, tekrar arıyacağım, tekrar çalışacığım.
Lâkin o hiç emretmiyor. Yalnız gülüyor ve ağlıyor.
Sayfa 16
Nedense hulyamız bize kâfi gelmedi! Bütün güzellik gibi bütün hakikat de onda değil miydi? Bize aşk için kadın, vecd için bâde lâzım mıydı? Biz ki Elest bezminde sevmişler, Elest bezminde mest olmuşlarız. Bu zevâhir âlemindeki her fiilimiz o ulvî sarhoşluğu bozmadan başka bir şeye yaramadı. Şimdi kalbimiz boş, başımız doludur.
Sayfa 14
Sükûn ve uzlette hiçbir şey yok. Aç, haris ve mütecessis ruhların hiçbiri ona uğramasın. Çünkü uzlet ne bir saray, ne bir bahçedir; hattâ ne de bir mâbet. Gerçi, pek çok olgun canlar, onda hem bir saray, hem bir bahçe, hem de bir mâbet buldular. Ben bu esrara erecek miyim? Uzlet bana bir sihirli ülke gibi ne vakit açılacak? Bilmem; şimdilik tevekkülle onun altından kapısı önünde bekliyorum.
Sayfa 25
Varsın, sabaha karşı havuzlar kenarında lâl rengi bardaklar, renk renk çiçekler ve kokulu yemişlerle dolu sofralar kahkaha ve şarkı sesleriyle devrilsin. Açlar defineler bulsun, kibirliler tahtlarda kurulsun; bana bir ağaç gölgesinde bir suyun sesini dinlemek kâfidir.
Sayfa 31
Söyle aziz dost! Bu ruh Rabbin huzuruna çırılçıplak çıkabilecek mi? O hepsinden kurtulsa bile riya ve hileden kurtulamaz. Muhakkak örtülü gidecek ve kıskanmadan sevebilecek mi? Heyhat, hayır, orada da, onu da kıskanarak, ağlayarak, inciterek sevecek.
İnsanda murakabe hassasından daha yüksek ve daha derin ne var?
Bir gece, – vakit geçti – karanlıklara dalmış, tepelerden göklere bakarken, düşündüm ki, vecde eren bir ruh için ne yakınlık, ne uzaklık; ne güçlük, ne kolaylık: ne elem, ne sevinç vardır. Ben kendime yıldızlardan uzakken, yıldızlar bana benden yakındı; bir lâhza içinde bütün mesafeleri dolaştım; yerdeki kan ve göz yaşları deryalarından geçtim. Yetimlerin seşini işittim. Aşıklarla ah ettim. Açlarla beraber inledim. Çıplaklara derimden verdim. Sonra vahşi, acı
bir hızla yıldızlardan yıldızlara atladım. Aradım, sordum, bağırdım.Aziz dost, lakin vardığım mıntıkada her şey sükûttu,her şey rükúttu.
Sayfa 31
Dünyanın bütün yolları bir gurbet diyarına akıyor.Bu gurbet diyari çoraktır; onu biz göz yaşlarımızla sulayacağız.
Sayfa 45
Hasret visal ikliminin hangi merhalesinde nihayet bulur? Susuzluğumuzu teskin edecek kaynak visal ikliminin hangi merhalesindedir? Cânan ki kendini bu kaynakta zanneder, bizim gibi şem’in zahmını görmüş biçare bir pervane olduğu halde “memba benim” diyecek kadar gafildir, bu gafletle o meçhul iklimde bize nasıl yol gösterebilir?
Aziz dost, bülbül şeyda ise gül perişandır. Kim kime rahmedecek?
Sayfa 49
Hani, ilk sevgililer? Hepsi kül oldu.Hani ilk şarkılarımız? İlk göz yaşlarımız, ilk âh û vahımız? Hepsi havalara savruldu. Gençliğimizin bütün hatıraları bu beyaz, bu solgun kış gecesinin içinde donmuş birer hayalettir. Bu hayaletlerden hangi birini tanıyoruz? Kimdir bu uzun boylusu? Kimdir bu küçücük? Bu ağlayan kimdir? Bu gülen kimdir? Şu göz kapakları örtülü mahzun yüz neyi hatırlatiyor? Şu dua eder gibi diz çökmüş olan hangi ânımızın yâdıdır? Tâ orada, tâ dipte, göğsünün üstünde “bir yasemin dalı” tutan mütereddit, korkak ve sıkılgan el kaybettiğimiz güzel ve tatlı şeylerden hangisidir? Hiçbirini bilmiyoruz. Hiçbirini tanımıyoruz. aziz dost!
Sayfa 50
“Dünya bahçelerinin güllerini mermer sinelere attım; hepsi de birer birer solsun diye. Bu mermer o sineleri muhteris dudaklara bıraktım; tâ ki ateşleri, buse bümuse ardınca sönsün diye… Sen, bana sönmeyen ateşlerden ve solmayan güllerden bahset! Fâni olan hiçbir şey güzel değildir ve ıstırap nihâyetsiz bir an olduğu içindir ki, onu tatlı sandığın bütün lâhzalara tercih ettim. Gamın buruşturmadığı hangi alın güzeldir? Azap elinin dokunmadığı hangi vücutta hayat vardır? Binbir serapla dolu bu uçsuz ve ıssız çölde yoksul kalbler kafilesini raksettiren musiki bir feryadın ifadesinden başka bir şey midir?
Sayfa 55
Evet, ne sevgilinin eti, ne güzelliğin şekli vardır. Sevgili bir remiz ve güzellik bir sırdır. O güzelliğin visaline ve bu güzelliğin sırrına erenler oradan hayran döndüler ve ne söylediklerini bilmediler, henüz dili açılmamış çocuklar gibi maverai bir lisanla konuştular.
Sayfa 44
Dedin ki: “Ben ilâca muhtaç değilim!” Ey gönül, o halde feryadın neyedir? Zira demler gelir ki; “İmdat!” diye haykırdığını işitirim; yaram sızlar, yarandan kanlar damlar… Gerçi vurulduğun gün bir çocuk gibi gülüyordun, bir kuş gibi ötüyordun ve okun değdiği yere bakıp: “İşte, göğsümde bir kızıl gül açtı” diyordun. O günler geçti, o büyüler bozuldu. Şimdi, göğsündeki bir kızıl gül değil, bir kanlı yaradır. Ağlıyorsun, imdat, imdat diyorsun, lâkin imdada gelenleri kovuyorsun. Söyle, bu gurur, bu kibir ve azamet sana nereden geliyor, ey hasta gönül!
Sayfa 59
İnsanın iyi ve tatlı bildiği şeylere mutlaka bir parça zehir katan zamanın hakimleri diyorlar ki: “Sevdalının bağrı sevgili için bir endam aynasıdır. Kadın, orada, yalnız kendini seyreder ve yalnız kendine meftun olur.” O halde neden ekseriya, bağrımız kendileriyle o kadar dolu iken bırakıp gidiyorlar? Alevden aleve uçan pervane biz değiliz, onlardır. Ey çılgın pervâne, biraz biraz benim alevimde ârâm et!
-Hayır, sen yandığın andan beri, hükmün kalmadım
Sayfa 66
Ve uzaktan sahraya nâzır olan bir ev methüsena edilir. Sizler, tabiatı kazma, kürek civarınızdan söküp atmak istersiniz. Fakat, tabiat daima tekrar gelir ve hedef olduğu o haksız hakaretten gizlice öc almasını bilir…
Sayfa 82
Uhrevi sükünetin ve uhrevi rahatın ne olduğu» nu bilmek isteyenler Bursa’da Muradiye türbesine gitsinler! Ölüm, yalnız burada korkunç değildir. Mukaddes kitapların vâdettiği cennet bize yalnız burada mümkün görünüyor; burada her dakika bir meleğin kanadı gibidir, başımız üstünden hayatın bütün hummalarını, gussalarını, şüphe ve endişelerini silen yumuşak ve nemli bir tüy temasiyle geçer. Ey kararsız gönül; dakikalara “Dur!” diyebileceğimiz yer burasıdır.
Zira, buranın eşiğini aştıktan sonra bize saatlerin, bize günlerin, bize yarının, bize öbür günün lüzumu kalmıyor. Bu dakikaların her birinde ebediyyetin derin ve değişmez çeşnisini tadıyoruz; artık hiçbir zevkin daha fazlasını istemiyoruz, burada zevklerin en câvidanisine eriyoruz.
Sayfa 88