Varlığın Dinamik Yapısı
İslam düşüncesinde varlık anlayışı statik değil dinamiktir. Allah, evreni her an yeniden yaratır. “’Halk-ı cedid” kavramı, yaratılış âleminin dinamik yapısına atıfta bulunur. Ontolojik olarak Vâcibü’l-vücüd’a muhtaç ve bağımlı olan varlıklar, sadece yaratılışın ilk anında degil, bütün varlık serüvenleri boyunca Mutlak Yaratıcı’ya bağlıdırlar. Aristocu ve Newtoncu geleneğin ima ettiğinin tersine evren bir saat, Yaratıcı da bir saat yapıcısı değildir. Saati yapan ve kuran saatçinin saat ile olan ontolojik ilişkisi zayıf, zamansal ve mekaniktir. Zira saatçi, saati yapar ve onu kendi haline bırakır. Saat artık kendi başına işleyen bir mekanizmadır. Oysa Yaratan ile yaratılan arasındaki bağ çok daha yakın, dinamik ve süreklidir. Bu ontolojik zorunluluk çerçevesinde Allah, evreni her an yaratmaktadır.
Sürekli yaratılış eylemi, varlığın bütünlüğüne ve sürekliliğine halel getirmez; tersine onu muhafaza eder. Zira türlerin korunması ilkesine göre tekil varlıklar sürekli değişime tâbidir ama tür olma Özellikleri mahfuz kalır. Tekil olarak ağaçlar büyür, değişir, ölür fakat ağaç türü ortadan kalkmaz. Değişim, süreklilik ilkesini içinde taşır. Bunun tersi de doğrudur: Süreklilik, değişimle beraber mümkündür. Zira süreklilik, statiklik ve mutlak bir değişmezlik hali değildir. Tersine, ancak süreklilik içinde değişen ve değişirken sürekliliğini muhafaza eden varlıklar gerçek manada var olabilirler. Evreni her an (yeniden yaratan) Yaratıcı, onun varlık ve süreklilik ilkelerini de yarattığı için yaratılışta boşluk yoktur.
Molla Sadra evrenin dinamik yapısını anlatmak için “hareket-i cevheri” kavramını kullanır. Buna göre hareket yahut değişim, evrensel bir varoluş ilkesidir ve varlıkların sadece arazlarında değil cevherlerinde yani özlerinde de meydana gelir. Zahirde ve arazlarda gördüğümüz değişim, bâtında ve cevherde meydana gelen değişimin bir neticesi ve yansımasıdır. Araz, ontolojik olarak cevhere bağlıdır ve arazın cevherden bağımsız bir değişim sürecine sahip olması düşünülemez. Varlık âlemindeki dinamik değişim süreci, bu ontolojik kaideye göre vücut bulur. Madde değişir, mana bakî kalır. Zira aslolan suret değil, manadır; araz değil, cevherdir; maddi şekiil değil, öz kimliktir. Suret gider, mana kalır ve mana, insanı özgürleştirir. Dahası mana, insanı ve toplumu zenginleştirir.
Medeniyet değerlerini, şehirleri, sanatı ve estetiği var eden, insanın taşıdığı ve emek verdiği manadır. İdrak kabiliyeti olanlar için varlık ve yaratılış her an tazedir. Arif olan kişi, “varlığın kokusu”nu duyabilen kişidir. Nasıl varlık halk-ı cedid ile her an yeni ve tazeise, arif ve hakim olan kişinin de varlık ve idrak olarak her an taze ve “hâzır” olması gerekir. Varlığın dinamik ve çok boyutlu yapısı, idrakimizin de aynı düzeyde dinamik, çok boyutlu ve taze olması gerektirir. Aksi halde insan, varlığın hakikatinin gerisine düşer.Bu, insanın kemali değil zevali anlamına gelir.
Varlıkların cevherlerindeki hareket ile arazlardaki değişim arasında temel bir fark vardır. Arazlardaki değişim, arızî ve ikincil bir durumu ifade eder. Bir ağacın rengi sarı ya da yeşil olabilir. Ağaç her mevsimde farklı bir renge bürünebilir. Bir kitabın kâğıdı, kapağı, sayfa sayısı ve diğer özellikleri değişebilir. Fakat ağacı ağaç, kitabı kitap yapan cevher, bu arızî değişikliklerin ötesinde sabit kalır. Aksi halde ağaç ve kitap diye bir şeyden bahsedemeyiz. Peki bu, cevherlerin sabit, statik ve değişmez olduğu anlamına mı geliyor? Böyle bir varlık anlayışı bizi monizme ve atalete götürmez mi? Hayır. Çünkü cevherler de değişir. Onlar da sürekli “hareket halindedir, fakat onların hareketi arazlarınkinden farklıdır. Cevherdeki hareket, bir varlığın nihaî gayesine ve varlık sebebine doğru uzanan bir kemal yürüyüşüdür. Tomurcuğun nihaî amacı ağaç olmaktır.
Tomurcuğun cevherinde meydana gelen hareket ve değişim, onu ağaç olmaya ulaytırırsa işte bu bir kemal hareketidir.Tomurcuk ağaç olamadan ölür ya da başka bir şeye dönüşürse, o zaman bu bir zeval hali olur. Cevher yani öz değiştiğinde artık arazlarda meydana gelen değişimin bir anlamı kalmaz, özünü koruyamayan bir varlık, arazlarını koruyarak artık var olamaz. Özünü yitiren bir varlık, birey, toplum, kültür ve medeniyet, bu kaybı arızî tedbirlerle telafi edemez. Bu yüzden cevherin doğru anlaşılması, korunması ve tekemmül ettirilmesi sadece madde Alemindeki varlıkların değil aynı zamanda bireylerin ve toplumlarırı da yaşamında hayati öneme sahiptir.Bir cevher, zevale değil kemale ulaşacaksa bunu ancak varlık sebebini gerçekleşürerek başarabilir.
Varlıkları kemallerine ulaştıran değişim, ancak onların cevherinden, özünden geldiği zaman mümkün olur. Değişim ile süreklilik arasında sahih ve sağlıklı bir ilişki ancak böyle kurulabilir. Kendi kemalini arayan varlıklar değişirken özlerini muhafaza ederler. Zaman içinde yeni nitelikler kazanırlarken aslî kimliklerini de korurlar. Nasıl varlık her an yaratılıyor ve tarih nihaî bir sona doğru hızla akıyorsa, insanların kurduğu kültür ve medeniyetler de dinamik ve taze bir yapıya sahiptir
Bu zaviyeden baktığımızda İslam medeniyetinin arazları, maddesi ve şekli değişebilir ama manası ve cevheri süreklilik arz eder. Farklı şartlarda ortaya çıkan kültür ve medeniyet formları, İslam medeniyetinin içsel bütünlüğünü ve insicamını ortadan kaldırmaz. Nitekim İslam toplumlarmın tarihi, bu gerçeği teyit ediyor: Arap Yarımadası’ndan Orta Asya’nın içlerine, Mezopotamya’dan Afrika ve Balkanlara uzanan İslam coğrafyasında ortaya çıkan farklı kültür ve sanat formları, İslam medeniyetinin temel ilkelerini temsil ederken aynı zamanda farklı biçim ve renklerin ortaya çıkmasına da imkân sağlamış; mana derinlik kazandıkça, farklı biçim ve suretler arasındaki bağ da giderek güçlenmiştir.
Endülüs’ten Semerkant’a farklı zaman ve mekân şartlarında ortaya konan mimari eserlerin İslam mimarisi haline gelmesini sağlayan, bu mana derinliği ve bütünlüğüdür. Mana da zaman içinde azalıp çoğalabilir. Medeniyet kimliğini kuran ve koruyan mana azaldıkça suretler arasındaki bağ da zayıflar. Mana güçlendikçe kurumlar, semboller ve estetik formlar daha üst bir seviyede insicama kavuşur Tunus Zeytune Camii ile Selimiye’yi, Gırnata’daki Elhamra Sarayı ile Tac Mahal’i aynı çatı altında birleştiren, suretlerdeki farklar değil manadaki birliktir. Mimari formlar arasındaki çeşitilik, onların mana bütünlüğünü ortadan kaldırmaz.
İbrahim Kalın – Barbar Modern Medeni,syf.174,176