Teessüf olunur ki, âlimlerimizin bir takımı mutasavvıfların kabul ettikleri vahdet i vücudu «vücûdiyye» mezheb-i batılı ile ayni şey addederek mutasavvıflara karşı ta’n ve teşnide bulunuyorlar.(1) Biz şer’î delillere müstenid olan vahdet-i vücudun hakikatini, delillerini, bir felsefi mezheb olan vücudiyye (Panthéisme) den farklarını ve aleyhinde irad edilen, itirazları «Vahdet-i Vücut ve Muhyiddîni Ârabî» adiyle yazdığımız eserde beyan ve izah ederek bu babdaki sûitefehhümün izâlesine çalıştık. Zannımıza göre, bunda münderiç olan izahat ve tafsilât her türlü şek ve tereddütlerin define kâfidir. Şimdi bu eser-i âcizânemezi mütalea etmeyen zevata şunu ihtar edelim ki; mütusavvıfenin vahdet-i vücûdiyle asıl merdud olan vücûdiye mezhebi arasında pek büyük bir fark vardır.
Vücudiye mezhebine kail olanlar, Cenab-ı Allah bu âlemin hey’et-i mecmuasından ibarettir, diyerek hâlik ile mahlûku, müessir ile eseri bişleştirirlcr. Panteistlerin ileri gelenlerinden Spinoza’ya göre, lizatihi mevcud ve gayr-i mahlûk cevherin yani Allahın bir çok sıfatları varsa da, biz bunların birisi fikir (pensée) ve ötekisi imtidad (espace) olmak üzere, yalnız ikisini bilebiliriz diyor. Halbuki bunlar mahlûk sıfatıdır. Cenab-ı Allah bunlardan münezzehtir. Sıfat-ı ilahiyi bize Kur’an-ı Kerim bildirmiştir.
Panteistler mükevvenatta zuhur-u zarurî addederek, Ce-nab-ı Allahın irade sıfatını inkâr ediyorlar; ilel-i gâiye yoktur diyorlar.Dini merasime de hiç hacet görmüyorlar. Halbuki mutasavıflar âlem, alâmetten me’huz olup, lûgatta kendisiyle bi-linen şeyden ve ıstılahta rnâsivâullahın cümlesinden ibarettir diyorlar. Onlara göre âlem, her an tebeddül ve tegayyür ederek, fena bulmakta olan bir takım sûret ve şekillerden müteşekkildir Vücud, birdir ve o da Cenab-ı Allahın vücudu, zatıdır. Eşyanın başkaca vücûdu yoktur. Vücud, Cenab-ı Hakka nısbetle, kadim ve eşyada onda zahir olan suret ve şekillerden ibarettir. Bu bunlarda ne kadar kemal varsa Cenab-ı Allaha ve ne kadar uyub ve nevakıs var ise kendilerine atfolu nur. Böyle Kur an ayetlerine ve peygamberin hadislerine müstenid olan bir mezhebi büsbütün aklî olan bir felsefe mezheb ile aynı şey addetmenin pek büyük bir hata olduğu meydandadır.
Alimlerin bazıları da Muhyiddîni Arabi’yi, «Eşyayı icad eden ve onların gaybı olana teşbih ederim» dediği için, tekfir ediyorlar. Lâkin burada «aynıdır» demek -hoca efendilerin tabiri veçhile- amen haysû hu, hu…» aynıdır; yani Allah eşyanın kendisidir, bunlar bir şeydir demek olmayıp, eşyanın büsbütün gayrı değil, vücud itibariyle aynıdır demektir. Çünkü müşârün-ileyh İdris faslında: «O, vücud haysiyetiyle mevcudatın aynıdır» dediği gibi «Fütuhatı Mekkiyyenin 205’inci babında dahi “O, zuhurda her şeyin aynıdır. Eşyanın zevatında onların aynı değildir. Cenab-ı Allah bundan münezzeh ve âlidir. Belki Allah, Allahtır ve eşya, eşyadır» demiştir.
Şunu da ihtar edelim ki; vahdet-i vücud itikadını havsalalarına sığdıramayanlar onu kabul etmiyebilirler. Lâkin kabul edenler hakkında ta’n ve teşnide bulunmak evliyaullahtan olan tarikat pirlerini, bütün meşâyih-i kiramı, hüccetülislâm unvanını hâiz olan İmam Gazâlî’yi, İmam Şa’rani’yi, Celâleddini Süyûti’yi ve Muhyiddi’ni Arabi’nin bir mücehhidi kâmil ve mürşidi nâhil olduğu hakkında fetva vermiş ve allâme-i rum ve ins ve cinnin müftüsü ünvanını ihraz etmiş olan İbni Kemal Paşa gibi bir takım ecille-i ülema-yi arifini fesad itikad ile itham demek olduğundan pek tehlikeli bir cürettir. Çünkü Hadis-i Kudside: «Benim bir velime ezâ eden kimseye şüphesiz ben ilân-ı harb etmişimdir» buyurulduğu malûmdur.
Zamanımızda, ruhî hâdiseler hakkında, yapılmış olan tecrübelerden alınan neticeler de ruh-u âzâmın her yerde icra etmekte olduğu esrarlı ve hayret verici faaliyeti göstermektedir. Tahteşşuur (şubconscience) hâdisesinden «Küçük Kitapta Büyük Mevzular» adındaki eserimizde biraz bahsetmiştik. Burada da ona dair izahat vermeğe lüzum görüyoruz.
Dipnot:
–(1)-Biz, avam-ı nas, vücud dediğimiz vakitte bundan, muhtelif unsurlardan mürekkep olan cismi, şekil ve heyetini murad ederiz. Bunun hadis, fâni ve Allahın gayrı olduğunda şüphe yoktur. Lâkin mutasavvıfların vücuttan muradı, kendi lizatihî kaim ve bilcümle eşyanın medar-ı kıyam ve devamı olan zat-ı İlâhî ve nur-u mahazdır. Bu vücud birdir, vâcib ve kadimdir, bunda taaddüd yoktur.
Vahdet-i vücudu kabul etmiyen âlimler iki kısımdır: Bir takımının bundan imtinaları hüsnüniyete, yani nâsın bunu yanlış anlıyarak dalâlete düşmelerine mahal bırakmamak maksadına mebnidir; diğer takımının reddetmeleri ise mücerredi taannüd ve taassuba ve ilmin sofiye-i kirama bir derecesine mâlik olduklarını göstererek temeyyüz ve kesb-i şöhret etmek dâiyesine müstenittir. İşte makruh yani makbul olmıyan meslek budur.
İsmail Fenni Ertuğrul – Hakikat Nurları
Necmeddin-i Dâye [*****] çev. Halil Baltacı Necmeddin-i Dâye (ö. 654/1256) tasavvufun bir din yorumu…
Gazzâlî [*] çev. Osman Demir Gazzâlî (ö. 505/111) Allah’ı bilmenin imkânı ve yöntemi konusunda…
Gazzâlî [*] çev. Mahmut Kaya Te’vilin şartlarını tespit etmeyi ve iman ile küfür arasındaki…
Kilise babalarının en ziyade iltifat ettiği, teolojik ağırlıklı bir anlatıma sahip Yuhanna Incil’inin l’inci Bab’ının…
İçinde yaşadığımız dönemin hakim zihniyetini karak- terize eden en önemli hususlardan biri de, hiç şüphesiz,…
İçinde yaşadığımız dünya, bedensel varlığımız ve duygularımız zamanın eliyle şekillenir. Sabretmeyi, şükretme- yi, iyiliğin ve…