Türkiye’de Siyasal Sistemin İnşası(1923-1926) -1
……
Cumhuriyetin İlanı
İkinci Meclis, 72 seçim bölgesinden gelen 287 üyeli bir meclistir. 1923 yılının Temmuz ayında gerçekleşen seçimleri takiben, Meclisin açılış töreninin 2 Ağustos 1923‘te yapılacağı duyurulur. Belirlenen tarihte Meclisin açılış toplantısına sadece 70 milletvekilinin katılması üzerine ‘nisab~ı ekseriyet hasıl olmadığı için” açılış programı 11 Ağustos’a ertelenir.
TBMM’nin ikinci devresi, 11 Ağustos 1923 günü, en yaşlı üye (Reisi Sin) Abdurrahman Şeref Bey’in dua niteliğinde olan çok kısa bir konuşmasıyla başlar.(1) Aynı gün Muvakkat Reis (Geçici Başkan) seçimi gerçekleştirilir. Muvakkat Reis seçilen Ali Fuat (Cebesoy) Paşa, Meclisin 13 Ağustos’ta toplanacağını ve milletvekillerinin yemin edeceklerini bildirerek oturumu kapatır. (2)Meclis 13 Ağustos’ta toplanır. Meclis Dahili Nizâmnâmesi uyarınca önce Meclis Reisi seçimi yapılır. Mustafa Kemal Paşa, seçime katılan 197 milletvekilinden 196’smm oyunu alarak Meclis Reisi seçilir.(3) Reis-i Sâniliğe (Meclis İkinci Başkanlığı) ise Ali Fuat Paşa seçilir. 14 Ağustos günü 190 üye ile yapılan dördüncü toplantıda Heyet-i Vekile Reisliğinin ve Heyet-i Vekile üyelerinin seçimine geçilir. Heyet-i Vekile Reisliğine Ali Fethi Bey seçilir.
Meclis Baş kanının ve Hükümet üyelerinin belirlenmesini takiben, ikinci Meclisin 23 Ağustos’ta “ilk ele aldığı mesele’’,(4) Birinci Meclîs’in onaylamaktan şiddetle kaçındığı Lozan Barış Antlaşması olur ve anlaşma onaylanır. Lozan Barış Antlaşması, Mustafa Kemal Paşanın isteğiyle Lozan’daki Türk Heyeti tarafından 24 Temmuz’da imzalanmış ve Meclis tarafından onaylanmayı bekliyordu, İkinci Meclisin ilk aylarda yaptığı diğer önemli işler arasında, Ankara’nın başkent olarak kabulü (13 Ekim) ve daha da önemlisi Cumhuriyetin ilanı vardır (29 Ekim). Hiç kuşku yok ki bunlardan en önemlisi Cumhuriyetin ilanıdır. Cumhuri-yetin ilanını önemi ise sistemin değişmesinden değil, yeni sisteme geçiş sürecinin olaylarından kaynaklanır.
Titiz bir çalışma ile belirlenen ve seç(tir)ilen TBMM’nin ikinci dönem milletvekillerinin bir kısmının katılımıyla, 7-11 Ağustos tarihlerinde, Halk Fırkası’nın tüzüğünün görüşüldüğü bir dizi toplantı tertip edilir. Tüzük kabul edildikten sonra, Fırka’nın kuruluş dilekçesi 23 Ekim’de “Gazi Mustafa Kemal Paşa” imzasıyla Dahiliye Vekaletine sunulur . Esasında, Meclisin yenilenmesi, Halk Fırkası’nın tüzüğünün hazırlanması ve Halk Fırkası’nın kurulması… tüm bunlar yeni siyasal sisteme uzanan sürecin önemli aşamalarını teşkil eder ve bu süreç titizlikle hazırlanır; hiçbir şey şansa bırakılmaz. Bundan dolayıdır ki, yeni bir sisteme gidişin her aşamasında bir başka faktör devreye sokulur. Hedefe emin adımlarla yürünür. Kamuoyunun fikren yeni sisteme alıştırılması da bu aşamalardan birisini teşkil eder, ilk olarak, Anayasa’da gerçekleştirilecek bazı değişikliklere ilişkin haberlerin gazetelerde yer almasıyla süreç başlamış olur.
Ağustos ayının ilk günlerinde, bazı gazetelerde, Halk Fırkası Nizâm-nâmesini düzenleyen komisyonun Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nda değişiklik yapmayı planladığı ve yapılacak değişiklikleri görüştüğüne ilişkin haberler yayınlanır. Birkaç gün sonraki haberlerde ise gerçekleşecek değişiklikler maddeler halinde açıklanır.(5:)) Haberlerden anlaşıldığı kadarıyla, siyasal sistemde önemli değişiklikler öngörülmektedir. Bu haberler Meclis Reis-i Sânisi Ali Fuat Paşa tarafından yalanlanır. Ali Fuat Paşa, Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nda yapılacak değişikliklerin Halk Fırkası’mn resmen faaliyete geçmesinden sonra ele alınacağını, çıkan haberlerin sadece bir “tahmin” olduğunu açıklar.(6) Bunun üzerine, bir süreliğine, konuya ilişkin yeni bir haber yayınlanmaz. Konunun tekrar gündeme gelişi, “Anadolu’da Yeni Gön” gazetesinin 23 Eylül’de Teşkilât-ı Esasiye Kanunu ferindeki tartışmalara on beş güne kadar başlanacağına ilişkin haber yayınlamasıyla gerçekleşir. Aynı gazete 24 Eylül’de Mustafa Kemal Paşa’nın kendilerine verdiği demecin bir kısmını yayınlar. Çıkan habere göre ‘‘neue Freje Presse” muhabirinin Teşkilât-ı Esasiye Kanununda ne tür değişikliklerin yapılacağı sorusuna Mustafa Kemal Paşa,Teşkilatı Esasiye Kanunun ilk maddesini okuyarak şu cevabı verir;
‘’Teşkilât-ı Esasiye Kanununa göre hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir. Yürütme kudreti, yasama yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisinde toplanır. Bu iki hamleyi bir kelime ile anlatabilmek için hangi sözlükte aranırsa aransın sözü geçen kelime Cumhuriyettir. Binaenaleyh dahili inkişafımız henüz tamamlanmamıştır. Bir çok düzeltme ve gelişmeler vuku bulacak ve bütün bu düzeltmeler cumhuriyet esasına göre olacaktır. Türkiye bugün olduğu gibi gelecekte de daha fazla demokratik bir cumhuriyet olacaktır. Hiçbir surette Garp Cumhuriyetlerinin sisteminden farklı olmayacaktır.’’(7)
Mustafa Kemal Paşa’nın bu açıklaması üzerine basındaki haberlerin temel konusunu Cumhuriyet oluşturur. Konu enine-boyuna tartışılmaya başlanır. Merkezi otoritenin uzağında oldukları için kendilerini daha bağımsız hisseden İstanbul gazetelerinden bir kısmı konuyu eleştirel bir yaklaşımla ele alır. Eleştirilerinde alaycı bir tavır sergileyenler de vardır. Ancak şurası önemlidir ki, “resmi söylemin” çoğu zaman ifade ettiği gibi, bu gazeteler hiçbir şekilde “cumhuriyet* fikrine ve rejimine karşı çıkmazlar. Onların eleştirileri, daha çok, cumhuriyetin niteliğinin belirlenmesine ve cumhuriyete giden sürecin yöntemine ilişkindir. Bu konuda şu iki yazı, eleştirilerin niteliğini göstermesi açısından önemli örneklerdir. Vatan Gazetesinde yayınlanan bir yazıda, Mustafa Kemal Paşanın “Neue Freje Presse” muhabirine söyledikleri tekrar edildikten sonra, “Bugüne kadar mevcut idare şeklimiz zaten cumhuriyet kelimesiyle ifade edilebilir Teşkilât-1 Esasiye Kanunu’nda hazırlanan tadilat, tamamıyla yeni bir şeklin kabulü değil, eski şeklin Garp’teki numunelerinden birine daha fazla benzetilmesi demektir. întihabedilen [seçilen] şeklin hangisi olduğu ve temeli mevcut sistemdeki hususiyetlerin bununla nasıl telif edileceği ancak daha fazla malumat geldikten sonra anlaşılacaktır”(8) denilir. Tevhid-i Efkâr gazetesinde yayınlanan “Ankara İstasyon Binası Cumhuriyet Doğurabilecek mi?” başlıklı yazı, konuyu en alaycı üslûpla ele alanlardan birisidir. Yazının temel eleştirisi noktası, Cumhuriyeti inşaya yönelik çalışmaların yöntemiyle ilgilidir: ‘’Durup dururken dertsiz başımıza dert çıkardık, Hakimiyet-i Milliye usûlü ile memleket güzel güzel idare edilirken birdenbire her nedense bir cumhuriyet havası esmeğe başladı ve bir çoğumuzun aklım aldı, götürdü. Bizim muhafazakâr kafamızı beğenemeyenlerin müteceddid ve terakkiperver dimağları haftalardan beri Ankara İstasyon binasında bir cumhuriyet doğurmaya çalışıyorlar. Bizim bildiğimize göre cumhuriyet istasyon binalarında değil, millet meclislerinde doğar..”(9)
Cumhuriyetin ilanına uzanan süreç son derece hızlı gerçekleşir. Halk Fırkası Divanı 4 Ekim’de devletin adının “Türkiye Cumhuriyeti” ol-masını kararlaştırır. Fırka Divanının karan 5 Ekim’de Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığında toplanan özel bir Mütehassıslar Encümeni tarafından tekrar ele alınır ve Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda yapılacak değişiklikler görüşülür. 8 Ekim’de “Anadolu’da Yeni Gün” gazetesi “bir ihti-sas sahibine dayanarak” Cumhuriyetin yakında ilan edileceğinin haberini verir. Bir süredir Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda yapılacak değişiklikleri görüşen Mütehassıslar Encümeni, 14,15 Ekim tarihlerinde toplanarak “Reis-i Cumhur”a verilecek yetkileri görüşür. Bu arada basında “Reis-i Cumhur” un kim olacağına ilişkin tahminler yayınlanmaya başlar. Bazı İstanbul gazeteleri “Reis-i Cumhur”un Fevzi (Çakmak) Paşa olacağını duyururlar. Bu haberler anında yalanlanır ve “Mustafa Kemal Paşa’-nın Millet Meclisi Reisi ve Reis-i Cumhur olması [nın] kat’iyyen mukarrer bulunmakta”(10) olduğu açıklanır. Mütehassıslar Encümeni 21 Ekim’de son kez toplanarak İcra Vekilleri Heyeti’nin yetkilerini ele alır. Böylelikle, Mustafa Kemal Paşa başkanlığında toplanan özel nitelikli Mütehassıslar Encümeni çalışmalarım büyük ölçüde tamamlayarak yeni siyasal sistemin temel ilkelerini belirlemiş olur. Artık sıra, Mütehassıslar Encümeni tarafından kabul edilen ilkelerin Meclis’te kabulüne gelmiştir. Bu ise Heyet-i Vekile (Hükümet) bunalımı ile kolaylıkla aşılır ve amaca ulaşılır.
Cumhuriyetin ilanında son derece önemli bir aşamayı temsil eden Heyet-i Vekile bunalımı ise şu şekilde başlatılır ve devam ettirilir: 14 Ağustos’tan beri Ali Fethi Bey Heyet-i Vekile Reisliği’nin yanı sıra Dahiliye Vekaleti görevini de yürütüyordu. İki görevin üstesinden gelmede zorlanınca, 20 Ekim’de, Halk Fırkası Grubunda, Dahiliye Vekaleti görevini bırakacağım açıklar. 24 Ekim’de istifasını verir. Aynı gün, Meclis Reis-i Sanisi olan Ali Fuat Paşa da Ordu Müfettişliği görevine atandığı için Meclis’teki görevinden istifa eder. Halk Fırkası Grubu, boşalan Meclis Reis-i Saniligi ve Dahiliye Vekaleti için aday belirlemek amacıyla 25 Ekim’de toplanır. Fırka Grubu, Meclis Reis-i Saniligi için İstanbul milletvekili Rauf (Orbay) Beyi, Dahiliye Vekaleti için de Erzincan mil- Sabit (Sagıroglu) Beyi ekseriyet-i azime” ile aday olarak belirler.Halbuki,Ali Fethi Bey Dahiliye Vekaleti’ne Ferit (Tek) Beyi, Meclis Reisi Saniiliğe de Yusuf Kemal (Tengirşek) Beyi önermiş bulunmaktadır ve Fırka grubu bu teklifleri dikkate almaz.
Bu aşamada,gelişmeleri doğru anlayabilmek için, İkinci Meclisin buraya kadar ifade edilmeyen bir özelliğini dikkate atmak gerekiyor. İkinci Meclis, daha önce ifade edildiği üzere, Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığındaki seçim komitesinin belirlediği adayların seçilmesiyle teşkil etmişti; “itaatkâr” bir Meclis oluşturmak amaçlanmıştı. Ancak ne var ki planlanan büyük oranda gerçekleşmez ve “ikinci dönemin başlarında da (ilk bir buçuk yıl boyunca) bütünüyle uysal bir meclis yaratılamaz”.(11) Meclisin çalışmalarının ilk aylarındaki bazı gelişmeler bunu açıkça gözler önüne serer. Meclis, genel olarak, kendisini seçtiren iradeden bağımsız hareket etme eğilimi taşır. Veya, işlerini kendi iradesine göre yürütmeyi yapılması gereken şey olarak düşünür. Halbuki onları seçtiren irade, kendi iradesine bağlı bir Meclis istemektedir.(12) Bu nedenledir ki, Fırka Grubunun boşalan Meclis Reis-i Saniiiği ve Dahiliye Vekaleti için isim belirleme gayreti, Meclis’i seçtiren iradenin hoşuna gitmez.
Sadece Meclis Reis-i Saniiiği ve Dahiliye Vekaleti için aday belirlemede değil, diğer bazı konularda da Meclis kendi iradesini ortaya koyar. Bu ise, Meclisin ilk günlerinden itibaren bir temayüle dönüşür. Meclisin iradesini ortaya koyma girişimleri nedeniyle, Fethi Bey Hükümeti ilk günden itibaren, bazı önemli konularda gerek Meclis’te ve gerekse Parti Grubunda istediğini yapamaz. Bunlardan birisi, Batı Anadolu’da hâlâ yaygın olan eşkiyalığı önlemek amacıyla düşünülen sıkıyönetim ilanının Meclis’e onaylatılamamasıdır. TBMM İçişleri Komisyonu eşkıya nedeniyle sıkıyönetim ilanı isteğine karşı çıkmakla kalmaz, aynca bu isteği Anayasa’ya aykırı bulur.
Ali Fethi Bey’in, Dahiliye Vekaletine Ferit (Tek) Beyi, Meclis Reis-i Saniligine de Yusuf Kemal (Tengirşek) Beyi önermiş olmasına rağmen, Fırka Grubunun başka isimler üzerinde karar kılması yaşananların son halkasını teşkil eder. îstenen, önerilen isimlerin onaylanmasıdır. Fırka Grubu bu isteğe uygun davranmaz ve kendi adaylarını belirleyerek “uysal” olmadığım bir kez daha gösterir. Halbuki, Fırka Grubunun önerdiği isimlerden Rauf Bey, Mustafa Kemal Paşa’nın Lozan’la ilgili tutumlarından dolayı hoşnut olmadığı kimsedir. Meclisin bu tavrı “Lozan anlaşmasını imzalayan ve hükümette Hariciye vekili olarak bulunan İsmet Paşa’ya karşı olunduğu” izlenimini verir. Daha da Önemlisi, İsmet Paşa’nın şahsında, İsmet Paşa ya devamlı destek veren Mustafa Kemal Paşaya yönelik- tepkinin varlığını düşündürür. Gelişmeler üzeri M.Kemal,istediği siyasal sisteme doğru gidişin adımlarından birisini daha atar ve o zamanlar Meclis tarafından seçilen Genel Kurmay Başkanı Fevzi (Çakmak) Paşa dışında, tüm bakanların ve başbakanın görevlerini bırakmalarını ister. Zaten hükümetin tüm üyeleri kendisine sadakatle bağlıdırlar. Bu nedenle isteği yerine getirilir ve hükümet istifa eder (26 Ekim gecesi). Ülke hükümetsiz kalır. Bu planlanmış bir süreçtir; hükümetin istifası ile “bir siyasal bunalım doğmasını sağlamak” (13)amaçlanmaktadır. Sorunun çözümü planlanan sürecin aşamalarım gerçekleştirme biçiminde oluşur.
Ankara, 28 Ekim Cumartesi gününe bir hükümet bunalımıyla girer; ülke hükümetsizdir. Sabahın erken saatlerinden itibaren Ankara’daki bütün milletvekilleri Meclis’te toplanarak hükümetin istifasının neden olacağı sorunları ve yeni hükümetin nasıl teşkil edeceğini görüşüp konuşmaya başlarlar. Aynı saatlerde, Çankaya’da, istifa eden hükümet üyeleri ile Fırka İdare Heyeti üyeleri, Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığında “hususi” bir toplantıya katılırlar. Mustafa Kemal, toplantıya katılanlardan Meclis’in verdiği herhangi bir görevi kabul etmemelerini ister.
Böylelikle Meclis’teki muhaliflerin bir hükümet çıkarma girişimini engellemeyi arzulamaktadır. Zira, bilinmektedir ki istifa eden hükümetin üyeleri olmadan yeni bir hükümet teşkil edemeyecektir. Bu durumda çaresiz kendisine başvurulacak ve yardımı istenecektir. Paşa ise bu fırsatı değerlendirerek istediği rejim değişikliğini yapma imkânına kavuşacaktır.(14) Planlar buna göre yapılır ve planın ilk bölümü aynı günün akşamı uygulamaya konur.
Mustafa Kemal Paşa, 28 Ekim akşamı, Kazım (Özalp) Paşa, Kemalettin Sami Paşa, İsmet (İnönü) Paşa, Fethi (Okyar) Bey, Fuat (Bulca) Bey, Ruşen (Onaydın) Bey ve Halit Paşa’yı Çankaya’ya akşam yemeğine davet eder. Yemeğin ilerleyen saatlerinde “yarın cumhuriyeti ilan edeceğiz” der. Ertesi gün yapılacak işlerle ilgili bir hareket programı hazırlanır(15) ve Paşa, yapılacak işlerle ilgili olarak “gerekli direktifleri verir”.(16) Davetliler ertesi gün hangi aşamada ne yapacaklarını biliyor halde köşkten ayrılırlar.Sadece İsmet Paşa köşkte kalır. Mustafa Kemal, İsmet Paşa ile baş başa, ertesi gün yapılacaklar hakkında görüşür, rejim değişikliğini sağlayacak kanun tasarısı üzerinde çalışırlar.
29 Ekim sabahı saat 10’da Meclis toplanır. Fethi Bey’den hükümetin niçin istifa ettiği ve eski hükümet üyelerinin yeni hükümette görev almak istemelerinin nedeni sorulur. Değişik hükümet alternatifleri bir karara varılmaya çalışılır. Her listede birkaç kişi- yakın kimselerden seçilin Fakat bu kimseler hükümette görev almayacaklarını bildirirler. Liste hazırlama çabaları yoğunlaşır ancak bir sonuca ulaşılamaz. Herhangi bir çözüme ulaşılamadan, çaresiz bir halde ne yapılacağı düşünüldüğü bir zamanda, akşam köşkte kararlaştırıldığı üzere, sorunun çözmek için Kemaleddin Sami Paşa tarafından, Mustafa Kemal Paşa’ya başvurmanın ve onun kararma uymanın tek çıkış yolu olduğu dile getirilir. Bu görüş kabul edilir. Oturuma ara verilir ve Mustafa Kemal Paşa Meclise davet edilir. Davet üzerine “içine düştüğü çıkmazda kımıldanamaz haldeki” (17)meclise gelen Paşa kürsüye çıkar ve sorunu çözmek için biraz düşünmeye ihtiyacı olduğunu, bu nedenle kendisine bir saat müsaade edilmesini ister. Bir saat içinde Meclis’te bazı kişilerle gece İsmet Paşa ile hazırladıkları Teşkila-tı Esasiye Kanunu’nda değişiklikler öngören taslağı görüşür. Sonra kürsüye çıkıp, içinde cumhuriyet sözcüğünün hiç geçmediği bir konuşma yapar. Konuşmasında yaşanılan krizin nedeninin sistemle ilgili olduğunu belirtir. Krizden çıkış yolunu içeren metni okumak üzere Meclis katibine vereceğini söyleyip kürsüden iner. Katip Ruşen Eşref Bey kendisine verilen metni okur. Bir çok milletvekili duydukları karşısında şaşırırlar. Milletvekillerinin 101’inin Mecliste olmadığı bir sırada Cumhu-riyetin ilanı öngörülmektedir. Görüşmelere geçilir. Vasıf Bey (Saruhan), Cumhuriyet idaresini kabul etmenin, aslında Meclis’in açıldığı günden beri zaten var olan bir durumu yasallaştırmak olacağını dile getirir. Eyüp Sabri Bey (Konya) ve Rasih Bey (Antalya) Vasıf Beyi destekleyen birer konuşma yaparlar.
Cumhuriyetin ilanı kararı o anda Meclis’te bulunan 158 milletvekilinin oylarıyla 29 Ekim Pazartesi günü saat 20.30’da verilir. Bu karardan 15 dakika sonra ise Cumhurbaşkanı seçimine geçilir ve o anda Mecliste bulunan milletvekilinin oybirliği ile Mustafa Kemal Paşa Cumhurbaşkanı seçilir.
Cumhuriyetin ilanı farklı tepkilerle karşılanır. Olumsuz tepkiler, dahi çok, Cumhuriyet ilan edildiği zaman İstanbul’da bulunan ve cumhuriyetin ilan edileceğinden haberleri olmayan Hüseyin Rauf, Ali Fuat (Cebesoy), Adnan (Adıvar), Refet (Bele) ye Trabzon’da bulunan Kazım (Karabekir) gibi Milli Mücadele’nin sivil ve asker önderlerinden gelir.
Milli Mücadele’nin önde gelen liderleri olarak konunun kendilerinden olmasını kabullenemezler.(18) İstanbul’da yayınlanan bazı gazetelerinde destekledigi değerlendirmelerin temelini Cumhuriyet ilanının ‘oldu bittiye getirilmesi’oluşturur.’’Resmi söylemin’’ çoğu zaman dile getirdiği gibi, eleştirilerin temelinde Cumhuriyetin kendisi yer almaz.(19) Üzerinde durulan ve eleştirilen konu Cumhuriyetin ilanında izlenen yöntemdir. Yanlış yöntemin yanlış sonuçlara neden olacağı kaygısını dile getirilir.(20) Rauf Bey, 1 Kasım tarihinde bazı gazetelerde çıkan eleştirilerinde, ısrarla iki noktanın altını çizer: ‘’Cumhuriyetin ilanı aceleye getirildi, Cumhuriyetin ilanından önce doğru-dürüst bir anayasa yapılmalı idi”. Bunlar çerçevesinde olmak üzere bir kaygısını dile getirir. Esasen demokratik ve despotik olmak üzere iki hükümet şekli bulunduğunu, kendisinin daima demokratik ilkelere bağlı olduğunu ve demokratik girişimleri destekleyeceğini, sistemin isminin önemli olmadığını ifade eder. Cumhuriyetin ilanını diğer bir çok kimse gibi sonradan duyan Kazım Karabekir de, Cumhuriyetken yana olduğunu belirtir ve üstü kapalı bir göndermede bulunarak kişisel otoritenin her türlüsüne karşı olduğunu açıklar.(21) Konu çerçevesinde daha başka eleştiriler de ifade edilir.(22) Basının bazı önemli kalemleri de eleştirilere katılırlar. Bunların içerisinde “Ebuzziyazade” nin 31 Ekim günü Tevhid-i Efkârı da yayınlanan yazısının başlığı eleştirilerin niteliğini göstermesi açısından önemlidir: “Efendiler! Devletin adını taktınız, işleri de düzeltecek misiniz?.” Hüseyin Cahit (Yalçın) ise “Yaşasın Cumhuriyet” başlığım taşıyan makalesinde konuya yönelik eleştirilerini dile getirir:
“Meclis-i Mebusan’dan alkışlarla kabul, hariçte toplarla tes’id ederek ilân ettiğimiz Cumhuriyetin yaşamasını sâhiden istiyor muyuz? İstiyorsak her şeyden evvel şunu bilmeliyiz ki, Cumhuriyet alkış ile, dua ile, şenlik ve şehrâyin ile yaşamaz. Onu yaşatmak ister. Cumhuriyet, ancak hüsn-ü idâre ile, Cumhuriyete lâyık olmakla yaşar. Cumhuriyet bir tılsım değildir. Millet Meclisi’nde bir efsun yapıldı; bundan sonra her iş kendiliğinden düzelecek, her derdin çâresi kendiliğinden bulunacak değildir. İşler biz düzeltirsek düzelecek, dertler biz çâresini bulursak ortadan kalkacaktır… Ben Cumhuriyetçiyim. Bütün Hey’et-i İçtimaiyyeler için en yüksek şekl-i idâre mefkûresinin Cumhuriyetten başka bir şey olamayacağına kaniim . Fakat Cumhuriyetçi olmakla beraber bu kelimeye bir put gibi tapmam. Bir Cumhuriyetin kıymeti onu idâre edecek ellerdedir. Eğer zihinlerimizde kurûn-u vüsta telakkiyatı hükümrân Oluyor ise, bu asırdaki bir Devlet adamı düşünüşü, görüşü yoksa Cumhuriyet elimizde gülünç bir lâfz-ı bî mâ-na hâlinde kalır. Resmen ilan edilen Cumhuriyetin fiilen ve hakikaten canlı bir hale gelmesi, bütün memleketi ihya etmesi için uzun bir mücadeleye ihtiyaç vardır. Fakat bu mücadele birbirimizle bir kardeş kavgası olacak değildir…”»(23)
Ahmet Emin Yalman, “Vatan”da ”Gazi Paşa Hazretlerine Maruzat” başlıklı yazısıyla Mustafa Kemal’e seslenerek,(24) Cumhurbaşkanı olduğuna göre fırka ve Meclis başkanlığını bırakması gerektiğini, bunun Cumhuriyetin ruhuna uygun olacağını yazar. Ahmet Emin, bazı çıkar çevrelerinin Mustafa Kemal’in çevresini sardıklarını ve Paşa ile milletin arasını açtıklarını da yazar. Ahmet Emin’in şikayet ettiği ve Mustafa Kemal’in etrafım sararak milletle arasını açmakla suladığı kesimin mensuplarından Celâl Nuri’nin kardeşi Suphi Nuri’nin “ileri” isimli gazetesindeki yazısıyla cevap verip, Mustafa Kemal’in, Mussolini veya Lenin gibi bir diktatör olması gerektiğini savunması üzerine Hüseyin Cahit, bu görüşe şiddetle karşı çıkarak, böyle bir şeyin mümkün olamayacağını yazar.(25) Hüseyin Cahit, bir başka yazısında ise, “diktatörlükten korkuyoruz diktatörlüğe doğru yürümekte olunmasından korkuyoruz”(26) der.
Bu eleştiriler, Mustafa Kemal Paşa’ya yakın gazeteler tarafından farklı biçimlerde karşılanır. Bunların içerisinde II. Meşrutiyet yıllarından beri sıklıkla gündeme gelen ve zamanla Türk siyasi yaşamında geleneksel-leşecek bir eleştiri biçimi dikkat çeker; bu irtica suçlamasıdır. Hakimiyetti Milliye gazetesi, Cumhuriyetin ilanıyla Derviş Vahdetilerin ve 31 Martçıların hortladığını söyleyerek sonraları sıklıkla gündeme gelecek biçimiyle bir Cumhuriyet savunması yapar: “Haricî düşmanlara karşı ihraz olunan zafer ve galebe ne kadar takviye ve teyide muhtaç ise, dahilde de istibdat ve irtica taraftarlarına karşı elde edilmiş olan muvaffakiyetler o nisbette ve belki de daha ziyade azim ve katiyetle müdafaa ve muhafazaya muhtaçtır”(27).
Eleştirilerin ve suçlamaların hedefinde Rauf Bey (Orbay) vardır. Cumhuriyetin ilanım takiben Tevhid-i Efkâr başyazarı Velid Ebuzziya Bey ile Vatan başyazarı Ahmet Emin Beylere söylediği Cumhuriyet ilanının aceleye getirildiği eleştirisi, Halk Fırkası’nın bazı üyeleri ve bazı gazeteciler tarafından farklı alanlara çekilerek(28) en sert biçimde eleştirilir. Eleştiriler, Rauf Bey’in en yakın arkadaşlarında dahi kuşkular oluşturur. Bunlardan birisi Ali Fuat (Cebesoy) Paşa’dır. Ali Fuat, bir özel görüşmesinde “Siz de, hepimiz gibi Cumhuriyetin bir Fırka içtimaından sonra âlelacele hazırlanan bir-iki maddelik bir kanun lâyihasıyla Meclise bir İki saaat içerisinde kabul ettirilmesi şekline muârız bulunuyorsunuz değil mi? diye sorar. Rauf Bey bu soruya “Ben mutlakiyet aleyhinde, fakat milli hakimiyetince temsil eden bir cumhuriyet idaresinin tamamen taraftarıyım” cevabını verir.(29) Halk Fırkası Grubu, Rauf Beyi Ankara’ya davet ederek hakkında gazetelerde çıkan suçlamaları cevaplamasını ister. O sıralar, muhtemelen geçirdiği bir kalp krizi nedeniyle Mustafa Kemal’i gören olmaz; Çankaya’ya kapanır ve tartışmaların uzağında kalır. Rauf Bey daveti kabul eder. Haydarpaşa’dan Ankara’ya gitmek üzere trene binerken arasında esnaf birlikleri temsilcilerinin, subayların ve halifenin resmi temsilcisinin de bulunduğu büyük bir kalabalık tarafından uğurlanır. Trene binerken en yakınında Ali Fuat (Cebesoy) Paşa, Refet (Bele) Paşa vardır. Ali Fuat Paşa, Ankara’da monarşi taraftan olmakla suçlandığını, bu konuda dikkatli olmasını ister. Çünkü, böylesi bir suçlamanın ispatlanması durumunda, Nisan 1923’teki değişiklikle aldığı son biçimiyle, Vatan-ı Hıyaniye Kanunu’na göre kendisini vatana ihanetten suçlu bulmak zor olmayacaktır.
Rauf Bey, 22 Kasım akşamı Halk Fırkası meclis grubunun toplantısına katılır. Cumhuriyetin ilanını takiben verdiği beyanatlara açıklık getirip, Cumhuriyetle ilgili düşüncelerini ifade eder. Toplantıda bulunan İsmet (İnönü) Paşa, Yunus Nadi (Abalıoğlu) Bey, Recep (Peker) Bey, Kılıç Ali Bey sekiz saat süren toplantı boyunca Rauf Beyi en sert ifadelerle eleştirirler. Rauf Beyden kayıtsız şartsız mevcut cumhuriyeti desteklemesini isterler. Rauf Bey, kendisinin de bir cumhuriyetçi olduğunu, aksinin iddia edilemeyeceğini; ancak, cumhuriyeti bir araç olarak desteklediğini, gerçek hedefinin halk egemenliği olduğunu ve bunun ise ancak kuralına göre işleyen bir cumhuriyetle mümkün olabileceğini söyler: “Her cumhuriyet bilâkaydüşart hâkimiyet-i milliye değildir, fakat bilâkaydü şart hâkimiyet-i milliye her zaman cumhuriyettir” der.(30) Bu arada halifenin kişiliğine ve makamına duyduğu saygının bu düşünceleriyle çelişmediğini de söyler. Rauf Bey açıklamalarının toplantıdakileri ne oranda ikna ettiğini bilemediğini, karan Meclis’in vereceğini söyleyip toplantıdan ayrılır.
Rauf Bey, “Karar sîzindir. Ben buradan çıkıp gidiyorum. Kararınızı serbest olarak veriniz. Cenab-ı Hak, milletimize refah ve saadet versin. Şahıslar payidâr değildir, fikirler her zaman payidardır”(31) diyerek Fırka Grubu toplantısını terk ederken arkasından desteklendiğinin ifadesi olan alkışları duyar. Fırka Grubu, Rauf Bey’in açıklamalarını ikna edici bularak ayrıca bir Meclis toplantısına gerek olmadığına karar verir ve kabul eder. Daha sonraları Mustafa Kemal’in Nutuk’unda dile getirdiği yaklaşan ise, Halk Fırkası’nın, Cumhuriyetin ilanıyla gündeme gelen eleştirilerin sahiplerini Rauf Bey’in şahsında değerlendirme biçimlerinden birisini teşkil eder;
‘’Rauf Beyin,cumhuriyete aleyhtar olduğunu itiraf etmemekle beraber, cumhuriyet ilan edilmiş olduğu bir günde onun makbul ve payidar olabilmesi için bir takım tahakkukunu ispat eylemek lüzumundan bahsetmesi, cumhuriyetin,milletin saadetini müemmin olacağına itimadı olmadığını sarahaten göstermiyor mu”?(32)
Cumhuriyetin İlk Siyasi Partisi: Halkçılık
Cumhuriyet dönemi siyasî hayatının ilk partisi, ülkenin oldukça problemli bir aşamadan geçtiği ve Meclis’te istilâcı güçlerin defedilmedim takiben yapılması gerekenlerin yoğun bir şekilde düşünülüp, tartışıldığı günlerde doğar. Mustafa Kemal- 6 Aralık 1922’de bazı gazetelere verdiği bir demecinde, “halkçılık esası üzerine müstenit ve Halk Fırkası namiyla siyasi bir fırka teşkil etmek niyetinde” (33)olduğunu açıklayarak Cumhuriyet döneminin ilk siyasi partisinin doğuş haberini verir. Bu arada “düşünen kafaları” yardıma çağırır. Onun bu çağrısına Suphi Nuri (İleri)(34) gibi bazı yazarlar olumlu cevap verirler.
Mustafa Kemal’in girişimleriyle Cumhuriyet döneminin ilk partisinin doğuşuna yönelik adım atılmış olur. Ancak, bu aşamada cevap bekleyen bazı sorular vardır. Cevaplanması gereken öncelikli soru “Halk Fırkası’nın kimlerden oluşacağıyla” ilgilidir. Basına verilen demeçte, Halk Fırkası’nın Meclis’teki Birinci Grub’a dayanacağına ilişkin bir işaret yoktur.(35) Dolayısıyla o an için söz konusu sorunun cevabı belirsizdir. Cumhuriyet döneminin bu ilk partisiyle ilgili olarak gündeme gelen bir diğer soru ise, partinin dayanacağı toplumsal kesimin ne olduğuyla ilgilidir. Mustafa Kemal, kuracağı partinin “Halkçı” olacağını belirtir; “Halkçı” parti, halkın bir bölümünü, toplumsal bir sınıfı değil, bütününü temsil edecektir. 7 Şubat 1923 tarihindeki Balıkesir konuşmasında; ‘’Halk Fırkası dediğimiz zaman bunun içinde bir kısım değil, bütün millet dahildir”(36) diyerek partinin muhatap aldığı kesimi açıklar. Halk” görünüşte toplumun tamamıdır. Ancak, esasta, eski düzene karşı çıkan çeşitli toplumsal güçlerin bir araya gelmesiyle oluşmuş bütünlüğün ismi olarak kullanılır.(37) Her şey “Halk” adına yapılacak ve aynı zamanda “Halk'”Halkın temsilcileri’, tarafından bu temsilciler”in arzuladıkları yönde değiştirilecektir. Bu yeni anlayış, sınıf çatışmasını reddeden, meslek Zümreleri arasında dayanışmayı esas alan solidarist korporatizmi ifade eder. Mustafa Kemal Pasa, Halk Fırkasının solidarist korporatist bir anlayışla kurulacağını 16-17 Ocak 1923’de İzmit’te İstanbul basınının temsilcileriyle yaptığı görüşme sırasında açıkça ifade eder: “Ben Halk Fırkası namı altında bit fırka teşkil edeceğim dediğim zaman zannolunmasın ki milletin sunuf-ı muhtelifesinden bir veya iki sınıfın menafiini veyahut refahını temin etmeye matuf bir gaye takip edeceğim ve sunuf-ı sairenin menafimi düşünmeyeceğim ve onlarla mücadele edeceğim. Böyle bir şey yoktur. Fırkanın programı bıılun milletin refah ve saadetini temine matuf olacak tır”.(38)
Halkçılık ilkesi, 9 Eylül 1923 de kabul edilen ve aynı zamanda partinin programını oluşturan Halk Fırkası Nizâmnâmesi ne de aynen yansır.
Mustafa Kemal, Birinci Meclis’teki muhalifleri nedeniyle düşündüklerini istediği tarzda gerçekleştiremeyeceğini anlayınca(39) Meclisin yenilenmesine karar verir. Bu karan, Aydın Mebusu Esat Efendi ve 120 arkadaşının verdikleri ortak önerge ile uygulamaya konur. Önergede “Müdafaa-i memleket gayesiyle toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisimin” bu gayeye ulaştığı belirtildikten sonra, “ülkenin şimdi mesaili sulhiye ve teraki-i iktisadiye gibi iki mühim, mukaddes gayeyi istihdaf lüzumu kati olduğu’’ belirtilir. Bunun için de Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nda değişiklik yapılması istenir. Meclis’te oy birliğiyle kabul edilen öneriyi takiben seçim çalışmalarına başlanır (1 Nisan 1923).
Mustafa Kemal, 8 Nisan 1339 (1923)’da Anadolu ve Rumeli Müdafa- i Hukuk Cemiyeti Reisi olarak bir beyanname yayınlar. 9 “Umdeden” oluşan bu beyannamenin birinci “umdesi” “Hakimiyet bilâ kaydı şart milletindir” biçiminde başlar ve şöyle devam eder: “İdare usûlü halkın mukadderatım bizzat ve bilfiil kullanması esasına müstenittir. Milletin hakiki ve yegâne temsilcisi Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. Türkiye Büyük Millet Meclisimin haricinde hiç bir fert, hiç bir kuvvet ve hiç bir makam, mukadderat-ı milliyeye hakim olamaz.’’İkinci Umde de ise saltanat ve hi-lafetten söz edilir: “Saltanatın ilgasına ve hukuk-ı hakimiyet ve hükümranlığının ayrılmaz ve devredilmez olmak üzere Türkiye halkının mümessil-i hakikisi olan Büyük Millet Meclisi’nin şahsiyet-i maneviyesinde mündemiç bulunduğuna dair Teşrinsanî 1338 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin müttefikan verdiği karar değişmez prensibimizdir. Dayanağımın, Türkiye Büyük Millet Meclisi olan makam-ı hilâfet, Islamlar arasında bir makam-ı muallâdır”. Diğer umdelerde ise Halk Fırkası aracılığıyla maddi ve manevî yenileşme esasına dayanan geniş ve olgun bir program yapılacağı, bu programın Halk Fırkası’nın üyelerinin onayına sunulacağı açıklanır.(40) Secim çalışmalarını başlatmaya çağrı niteliğinde yayınlanan 8 Nisan 1923 tarihli bir belgede “Eger ümidimiz veçhile Müdafaa- i Hukuk Teşkilatımızın müntehap ve mutemetleri milletin arasına nail olurlarsa atiyen Büyük Millet Meclisinde Halk Fırkası namı altında memleketin idaresi mesuliyetim deruhte edeceklerdir” denilir ve Halk Fırkasının gayesinin, tecrübelerden, ülkenin ihtiyaçlarından doğan ve açıklanan “umdeler” olduğu vurgulanır.(41)
Seçimler sonunda İkinci Grup başarılı bir stratejiyle saf dışı edilerek, Birinci Meclis’teki Birinci Grub’a mensup milletvekillerinin bir kısmından ve Birinci Grub’un düşüncelerini paylaşanlardan oluşan yeni bir Meclis teşkil eder. Artık, Meclis’te geleceğin Halk Fırkası’nı teşkil edecek kadro tek başına söz sahibidirler. Ankara da toplanan milletvekilleri Halk Fırkası’nın “nizamname”sini hazırlamaya başlarlar. Bu konuda iki rapor hazırlanarak komiteye sunulur, ancak bunlar kabul görmez.(42) 7 Agustos’ta Halk Fırkası’na mensup milletvekilleriyle bir toplantı yapılarak Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nden Halk Fırkası’na dönüşümün kesin kararı verilir. Bu arada hazırlanan Halk Fırkası Nizamnamesi tartışılmak üzere milletvekillerine dağıtılır. 106 madde ile bir ekten oluşan ve bir taslak olarak hazırlanıp milletvekillerinin görüşüne sunulan “nizamnamemdeki “umumî esaslar”a ait 6 maddelik bölümde dile getirilen görüşlerin bazıları şunlardır: Halk Fırkası, Cemiyetler kanunu mucibince teşekkül etmiş siyasî bir cemiyettir. Gayesi milli hakimiyetin “halk tarafından ve halk adına” icrasında rehberlik etmek ve Türkiye’yi tam manasıyla bir “asri devler haline yükseltmektir. Halk Fırkası bir ihtilâl değil, inkılâp fırkasıdır. Bütün siyasî mücadelelerini kanun dairesinde yapacak ve Türkiye’de bütün kanunların fevkinde kanunun velâyetini hakim kılmaya çalışacaktır. Halk Fırkası’na mensup olanların gerçekten “Halkçı” olmaları şarttır. Halkçılara göre halk mensubu herhangi bir sınıfa münhasır değildir. Hiçbir imtiyaz iddiasında bulunmayan ve umumiyetle kanun nazarında mutlak bir müsavatı kabul eden bütün fertler halktandır. Bir ferdin Halk Fırkası’na mensup olabilmesi için Türkiyeli olması ve aslen millî yurt haricinde bulunan Müslüman milletlerden birine mensup ise Türk milliyetini kabul etmesi şarttır.(43)
Bunlar, Türkiye’nin batılılaşma sürecinin teorik düzeyde önemli aşamalarını teşkil eden ve pratiğe ne oranda ve nasıl yansıyacağı ileride belli olacak düşüncelerdir.O aşamada teorik düzeyde önemli görüşler dile getiren bu nizanname,9 Eylül’de kabul edilir.11 Eylül’de Fırka Başkanlığına TBMM Reisi M.Kemal,Genel Sekreterliğe ise Recep Peker seçilir.(44)Böylelikle Cumhuriyet döneminin ilk siyasi partisi fiilen siyasi yapıdaki yerini almış olur.Parti resmi kimliğine ise Ekim’de kavuşur.Partinin kuruluşuna ilişkin resmi başvuru Dahiliye Vekaletine Ekim ayı içinde yapılır.Cumhuriyetin ilan edilmesinden sonra Cumhurbaşkanı seçilen M.Kemal, Başbakan İsmet İnönü’yü Parti başkanlığına atar. 20 Kasım 1923’te yayınladığı genelge ile Anadolulu-Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin bütün örgütleri Halk Fırkası’na dahil edilirler.
Halk ve Halkçılık
Birinci Meclisin feshinden sonra inisiyatifi ele geçiren siyasi kadro için “Halk” önemli idi. Çünkü, düşündükleri tarzda bir geleceğin inşası için toplumun çoğunluğunu ve hatta tamamını temsil eden bir kavrama sığınma ihtiyaçları vardı. Bu ise ancak “Halk” olabilirdi. “Halk” onların ilk defa gündeme getirdikleri bir kavram da değildi. Zira Halkçılık ilkesi ve halkla ifade olunan kesimin kimler olduğu Teşkilatı Esasiye Kanunu’nda açıkça yer almış bir konu idi. Esasen, Mustafa Kemal, partisinin halkçı olacağını belirtmekle Teşkilatı Esasiye Kanunu’ndaki hükmü tekrarlamış olur.
Daha da önemlisi, halkçılığın Jön Türklere uzanan bir mazisi vardır. Siyasal ve toplumsal örgütlenme konusunda, Jön Türklerin düşüncelerine egemen olan öğeler, pozitivist bir akılcılık, anayasal bir rejim (meşrutiyet) isteği ve halkçılık olarak görünüyordu. Bu ise, toplumu ilerletmek ve “devleti kurtarmak” için, Batı bilim ve teknolojisini örnek alan, bu bilim ve teknolojide ifade edilen akılcı esaslara göre belirlenmiş yeni bir düzenlemenin gerekliliği demekti. Bu düzenleme içinde anayasal ve parlamenter bir siyasal örgütlenmenin yerleştirilmesi ve “iyi”nin ne olduğunu bilen eğitimli “aydınların “halka doğru” giderek halkı aydınlatması, ideolojik bir esas olarak benimsenmiş bulunuyordu. Bu itibarla, Jön Türklerin “halkçılık” ideolojisi, demokratik ve özgürlükçü, bir boyut taşımaktan çok, eğitilmiş seçkinlerin halkı aydınlatmaları, daha doğrusu seçkinlerin kendi “iyi”lerini halka benimsetmeye çalışmaları gibi bir görünüm ortaya koymakta idi. Mustafa Kemal’in düşündüğü ve kurulduğu zaman Halk Fırkası’nın takip ettiği çizgi de Jön Türklerin ideolojik yaklaşımın uygulamaya geçirilmesinden başka birşey olmaz.
Şurası önemlidir ki,Halkçı Fırka’nın kuruluş günlerinde konuşmalara yansıyan,”halkçılık”ile toplumsal otoritenin ele geçirildiği dönemlerde ki ”halkçılık”arasında hem anlam itibariyle hem de uygulama olarak önemli farklılıklar açığa çıkar.Esasında sonraki dönemin özelliği ilk zamanda da vardı, ancak, henüz açıkça söylenen ve uygulamaya konan bir durum delildir. önceleri kısmen gizli olan anlayış fazla gecik, gecikmeden açığa çıkmaya başlar ve böylelikle ‘halkçılık’ düşüncesinde asıl anlaşılan şeyler uygulamalarla görünür hale gelir. Söz konusu değişime bağlı olarak 1920lerden 1930’lara kadar usanan dönem içinde halkçılık ilkesinin geçirdiği evrimi iki aşamada değerlendirmek gerekmektedir: Kurtuluş Savaşı’ ve Cumhuriyet in ilk yıllarını kapsayan birinci aşamada halkçılık» “Hakimiyet bîla kayd-ü şart milletindir ” ve “halkın kendi mukadderatına bizzat ve bilfiil sahip olması gibi formüllerle ifade edilir. Bu çerçeve içinde halkçılık tartışmaları, doğrudan demokrasi ile temsili demokrasi kavramlarınca belirlenen bir platformda yerlerini alırlar. 1930’lardaki ikinci aşamada anlam kazanan halkçılık ise “halk için halka rağmen” formülüyle ifade edilir; halkın siyasal hayata katılması açısından Türkiye Büyük Millet Meclisinin varlığı yeterli görülür; biçimsel olarak varlığı sürdürülen Mecliste halkın dilek ve önlemlerinin özgürce yansımasına izin verilmez.
Esasen *halkçılık* anlayışındaki değişimi Halk Fırkası’nın programında da görmek mümkündür. 9 Eylül 1923’de kabul edilen “Halk Fırkası Nizâmnâmesi” aynı zamanda partinin programım da oluşturuyordu. Bu tüzüğün program maddeleri niteliğinde olan “Umumi Esaslar”» göre. Halk Fırkası’nın gayesi, “milli hakimiyetin halk tarafından ve halk için uygulanmasına rehberlik etmek ve Türkiyeyi uygar bir devlet haline yükseltmek ve Türkiye’de bütün kuvvetlerin üstünde kanunun koruyuculuğunu Hakim kılmaya çalışmaktır”. Partinin 15 Ekim 1927 günü ikinci Kurultayında ise bu Umumi Esaslar”da bazı değişiklikler yapılır Buna göre» Halk Fırkası “Cumhuriyetçi, Halkçı, Milliyetçi siyasî bir cemiyettir… Devlet ve millet islerinde din ile dünyayı birbirinden ayırmayı en önemli esaslardan sayar”.(45) Bazı parti “ideologları “nın ifadeleri ise “halkçılık’’ta ulaşılan noktayı ve gerçekleşen değişimi göstermesi açısından dikkat çekicidir. Bunlardan Nusret Kemal (Köymen)’e göre: ‘’*Halkçı bir devletin vazifesi* halkı mümkün olduğu kadar süratle kendi kendini idare edecek kültûr ve şuur seviyesine vardıracak tedbirler almak ve halk arasında bu seviyeye varanları otomatik bir surette memleket idaresine ortak edecek şekilde koymaktır.Şüphe yok ki,bir yarım akıllı veya şuuru aykırı tesirler altında aksayan bir adımla şuuru mükemmel ve hür bir adama memleket idaresinde aynı hakkı vermek doğru olmaz.Milleti idare hakkı bu ehliyete malik olanlara ve tam olarak,verilmek lazımdır.’’(46)
İkinci Mecliste Muhalefet
İkinci Meclis,İkinci yasama yılına 1 Mart 1925’te başlar. 3 Mart yeni yasama yılının en önemli günlerinden birisini oluşturur. O gün Hilafet kaldırılır, Osmanlı hanedanının tüm mensupları ülkeden kovulur ve “Tevhidi Tedrisat Kanununu ile dinin eğitimdeki etkisi silinerek, bütûniyle laik bir eğitim sistemine geçilir. Meclis böylesi son derece radikal ve önemli illetin altına imza atarken, gazetelerde, Halk Fırkası’ndaki bazı sorunları ve bu sorunlara bağlı olarak da Halk Fırkasının bölüneceğine ilişkin haberler yayınlanır. Daha çok Rauf (Orbay) Bey’in ismi etrafında gündeme gelen haberlerde, Halk Fırkası’nda yaşanmakta olan sorunlar bir kaç yıl Öncesindeki ihtilaflara dayandırılır. Lozan ve Cumhuriyetin ilanı, sorunların hep başlangıcı olarak ifade edilir.
Basında yer alan haberler bir yana, her ne kadar açıkça ifade edilmese bile, başta Halk Fırkası yöneticileri olmak üzere tüm siyasiler, Fırka içinde homojen bir yapının söz konusu olmadığını, ikinci Meclis’in ilk gönlerinden beri bilmektedirler. Bütün gayretlere rağmen istenilen ‘itaatkar’ meclisi oluşturamamıştır. Meclisteki sorunların son derece radikal uygulamaların devreye sokulduğu zamanda gündeme getirilmesi, birilerinin o sıradaki uygulamalara muhalif olduğu izlenimini veriyor idiyse de, gerçek hiçte böyle değildi. Fırka içinde ayrılıklar ve Fırka yöneliminin iradesine muhalefetler önceden başlamıştı ve gittikçe de güçleniyordu. Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun yerine yeni ve Cumhuriyet döneminin ilk Anayasası’nın maddelerinin görüşülmesi sırasında yaşananlar ise Meclis’teki muhalefeti iyiden iyiye açığa çıkarır. Cumhurbaşkanına Meclisi dağıtma ve seçime gitme yetkisi veren madde çerçevesinde açığa çıkan tartışmalar, Meclis’in kayıtsız şartsız itaatkâr olmadığını alenen gözler önüne serer.
Meclisle her maddesi ayrı ayrı görüşülen yeni Anayasa taslağının ‘’tecdid-i intihabatı” (seçimin yenilenmesini! düzenleyen ve Reis-i Cumhurda tecdid-i intihabat hakkı veren”25.maddesinin görüşülmesine Gelindiğinde,. Meclis’teki ayrışma kendini açığa vurur. 25. maddeye kadarki her maddeyi bazı küçük eleştirilere rağmen kabul eden Meclis, 25.maddeye gelince tavır değiştirir ve iktidar bizzat kendi bünyesinden çıkan oldukça sert bir muhalefetle karşılaşır. 25. maddeyle ilgili görüşmelerde yaşananları hem sonraki siyasal gelişmelerin en önemli dönüm noktalarından birisi iması ve hem de Meclis’teki kıskançlıkla savunulan “hakimiyet ı milliye” idealinin seyrini takip etmek açısından biraz ayrıntılı incelemek yararlı olacaktır.
25.madde görüşülmek üzere ilk kez okununca, diğer maddelerde söz konusu olmayan bir gelişme yaşanır. Karesi milletvekili Vehbi Bey, maddenin lehinde veya aleyhinde konuşacakların öncelikle belirlenmesini önerir. Anlaşılan, maddeye muhalefet edecek birileri vardır. Bunun üzerine hiç vakit kaybetmeden, 25. maddeyi düşünen ve metnini hazırlayan komisyon, yeniden düzenlemek üzere geri çektiğini bildirir. Anlaşıldığı kadarıyla hava iyi koklanmış ve böylelikle madde çerçevesinde tartışma çıkması önlenmek istenmiştir. Ayrıca, söz konusu madde çerçevesinde açığa çıkacak tepkilerin diğer maddelerin kabulünü de sıkıntıya sokacağı veya Meclis’in çalışmalarında daha başka sorunlara neden olacağı düşünülmüş olmalıdır. Ancak ne var ki, Kanun-u Esasi Encümeni (Anayasa komisyonu) Reisi Yunus (Nadi) Bey’in, Encümen’in maddeyi tekrar görüşülmek üzere geri çektiğini bildirmesi, planlanmayan ve beklenmeyen bir süreci başlatır. (47)Yunus Bey’in bu girişimi bir çok milletvekili tarafından son derece “abes bir iş “ olarak değerlendirilir. Maddenin henüz bir eleştiriye uğramadığı ve muhtemel eleştirilerin hangi yönde gerçekleşeceğinin bilinmediği bir sırada gerçekleşen bu girişim, ilgilerin madde üzerinde daha da yoğunlaşmasına neden olur. Maddeyi geri çekme girişimine yöneltilen eleştiriler üzerine, Anayasa komisyonunun maddeyi geri çekme isteğinin oylanması teklifi gündeme getirilir, ancak bu teklif de eleştirilir ve maddenin görüşülmesine geçilir.
İlk söz alanlardan birisi Reşat (Saruhan) Bey olur. Reşat Bey, bizzat Mustafa Kemal’in geçmişte özellikle de Saruhan’da yaptığı konuşmadan verdiği örneklerle “hakimiyet-i milliye” ilkesinin önemine dikkat çeker. Bu ilkeyi Mustafa Kemal’in hep gündeme getirdiğini ve savunduğunu belirttikten sonra, 25. madenin bu ilkeye aykırı olduğunu belirtir.Reşat Bey’in konuşmasına İsmet (İnönü) Paşa çok sert tepki verir. Reşat Bey, İsmet Paşa’nın sert üslûbuna ve sıkıştırmalarına rağmen kararını en küçük şüpheye yer bırakmayacak şekilde ifade eder: “kanaat-i katiyem şu dur ki,farzu muhal olarak Allah Reis-i Cumhur olsa, kati arz ediyorum, kestiriyorum. (Haşa sesleri) Haşa… Melaike-i Kiram Heyet-i Vekile olsa fesih selahiyetini verecek yoktur.’’(48)Reşat Bey’in bu sözleri milletvekillerinin alkışlarıyla karşılanır ve böylelikle Meclis’in önemli bir kısmının Reşat Bey’le aynı kanaatte olduğu anlaşılmış olur.
25.maddeye ilişkin eleştiriler devam eder. Tartışmalar büyür. Bunun üzerine Recep (Peker) Bey, muhalif milletvekillerini yumuşatmak amacıyla, maddenin değiştirilmesini ve Cumhurbaşkanın meclisi feshetme yetkisinin milletvekillerinin üçte bir desteğini alması şartına bağlanmasını teklif eder. Ancak bu teklif de şiddetle reddedilir. Maddenin, Recep Bey’in teklif ettiği biçimi oylamaya sunulur. Madde, Recep Bey’in teklif ettiği biçimiyle 71 “kabul” ve 1 çekimser oya karşılık, 122 oyla reddedilir. Hükümet üyeleri ve Anayasa komisyonu üyeleri, maddenin asıl biçiminin oylanması durumunda kesinlikle kabul edilmeyeceğini anladıkları için, toplantı yeter sayısının olmaması ve böylelikle yapılacak oylamanın geçersizliğini sağlamak amacıyla Meclis’i terk ederler. 25. maddenin asıl biçiminin oylamasına geçilir. Yapılan oylama da 2 kabul ve 1 çekimser oya karşılık 127 milletvekili “red” oyu verir. Ancak oylamaya katılanların toplantı yeter sayısından az olmaları nedeniyle, dahili nizâmnâme uyarınca oylama geçersiz sayılır ve maddenin tekrar oylamasının Meclis’in bir sonraki toplantısında yapılacağı duyurularak oturuma son verilir.
Ertesi gün (24 Mart) 25. madde ile ilgili tartışmalara Hükümete yakın gazeteler de katılırlar. “Hakimiyet-i Milliye”de yayınlanan başyazıda meclisi fesih ve seçimin yenilenmesi hakkının Cumhurbaşkanı’na verilmesinin bir sakıncasının olmayacağı, bundan çekinmeyi gerektirecek bir durumun bulunmadığı yumuşak bir üslûpla ifade edilir. Ancak ne var ki “Anadolu’da Yeni Gün” gazetesinde Kanun-ı Esasi Encümeni Reisi olan başyazar Yunus Nadi’nin yazısı çok daha farklı bir üslûba sahiptir. Yunus Nadi, 25. maddeyle ve bu madde çerçevesinde gerçekleşen tartışmalarla ilgili kaleme aldığı yazısında, daha önce Birinci Mecliste “Yeni Bir Cidal Devri” yazısının neden olduğu tartışmaların benzeri son derece tartışmalı bir ortamın oluşmasına neden olur. Yunus Nadi, söz konusu yazısında,(49) 25. maddenin reddedilmesini ilginç bir yaklaşımla Hakimiyetti Milliye’ye vurulan bir “darbe” olarak niteler. Yazının başlığı da fikri ifade edecek niteliktedir: “Hakimiyet ı Milliye ye vurulan ilk darbe’’ Yunus Nadi, Cumhurbaşkanı na verilecek Meclisi feshetme ve seçimi yenileme hakkının milletin iradesine başvurmayı gerektirdiğini ve bunun reddedilmesinin milletin iradesini kabul etmemek anlamına geldigi savunur. 25. maddeye karşı çıkanları son derece ağır bir üslupla eleştirir; hakarete varan ifadeler kullanır; onların ”kör hissiyat ve ihtirasatın şevkiyle” hareket ettiklerini ifade eder.
Yunus Nadi’nin, 25. maddeyi reddetmeleri nedeniyle, milletvekillerinin büyük çoğunluğunu eleştiren, aşağılayan makalesinin yayınlandıgı gün (24 Mart) toplanan Meclis 25. maddeyi tekrar oylar. Bu oylamada da ilgili madde 2 kabul ve 2 çekimser oya karşılık 126 oyla tekrar reddedilir. Ancak, toplantı yeter sayısı olmadığından bu oylama da geçersiz sayılır. Oylamayı takiben tartışmalar Yunus Nadi’nin yazısı çerçevesinde gelişir. Bir çok milletvekili söz alıp, kendilerine yöneltilen eleştiri ve hakaretleri kabul etmediklerini, reddettiklerini dile getirirler. Yunus Nadi’nin “birilerinin” sözcülüğünü yaptığını, bunu ise rüşvet karşılığı gerçekleştirdiğini savunurlar. Bunun delili olarak da İstanbul’daki Manuk Matyosyan Matbaasının Yunus Nadi’ye kiralandığını ve kiralamanın “usûl ve nizam ve kanun hilafına” yapıldığını ve Yunus Nadi’ye “mükafatı peşin verildiği” dile getirilir.(50)
“Anadolu’da Yeni Gün”ün başyazısı Meclisin sonraki toplantılarında da tartışmaların konusunu teşkil eder. Milletvekilleri, Yunus Nadi’nin Meclis’e hakaret ettiğini ve özür dilemesi gerektiğini savunurlar. Yunus Nadi ve taraftarları, yazıda hakaret kastının olmadığını ifade edip özür dilemeye yanaşmazlar. Ancak, milletvekillerinin yatışmayacağı anlaşılınca, Yunus Nadi “tarziye”de bulunarak sözlerinin yanlış anlaşıldığını ifade eder ve böylelikle konu kapanır.
25.madde, kabul edilmeyeceğinin anlaşılması üzerine, Anayasa taslağından çıkarılır ve diğer maddelerin görüşülmesine geçilir. 25. maddenin reddedilmesi Meclis’teki muhalefeti ve muhalefetin genel eğilimini açığa vurması açısından son derece önemli bir gelişmedir. “Meclis çoğunluğu, Mustafa Kemal’in iradesini, gerekirse zor kullanarak ülkede yerleştirmeye tamamen hazır” olduğunu “ancak, yetkisinin elinden alınmasına gelince, işlini tamamen değiştiğini’’(51) göstermiş olur.
Yeni Anayasa 20 Nisan 1924’de kabul edilir Ancak, 25. madde dahilinde yaşananlarla, Gümüşhane milletvekili Zeki Bey hariç tamamı Halk Fırkası üyesi olan milletvekillerinin her konuda emre amade olmadıkları anlaşılmıştır. Bu nedenle o günlerden itibaren bazı milletvekillerine
Karşı çeşitli vesilelerle ve farklı şekillerde baskılar başlar.İktidar yanlısı basının yıpratma ve yıldırma amaçlı haberleri ve yorumları ise baskıların en önemli kısmını teşkil eder. Milli Mücadelenin ûnlû paşalarından Refet (Bele) Paşa, Hakimiyet-i Milliye ve Cumhuriyet gazetelerinin şiddetli saldırıları karşısında milletvekilliğinden istifa eder. Takip edilmeleri, özel eşyalarının karıştırılması, mektuplarının açılması, milletvekillerine yönelik yıldırma politikalarının en yaygın biçimlerini oluşturur. Milli Mücadelenin önderleri arasında yer alan bir çok paşa ve aydının rahatsızlıkları gün geçtikçe artar. Bütün “muhalifleri” dozajı gittikçe artan bir hoşnutsuzluk kuşatır. Bir çok kimse Halk Fırkası içerisinde oynanan ve hiçte gizli olmayan siyasi oyunlardan son derece rahatsız olur. Halbuki kendileri, Milli Mücadelenin liderleri olmalarının yanı sıra, hâlen hem milletvekili ve hem de ordunun önemli kademelerinde yer alan kimselerdir. Bunlardan Ali Fuat (Cebesoy) Paşa İkinci Ordu’nun, Kazım (Karabekir) Paşa Birinci Ordunun müfettişi olarak görev yapmaktadır. Ali Fuat Paşa, yaşanan durumu dönemin Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi (Genel Kurmay Başkanı) Fevzi (Çakmak) Paşa ile görüşür. Fevzi Paşa’nın tepkisi “Çok esef edilecek şeyler anlatıyorsunuz. Fakat ben ne ya-pabilirim?” biçimindeki sözlerine yansıyan ve bir şey yapmak kudretinde olmadığını açıklamaktan” (52)ibaret olan bir çaresizliğin itirafı olur.
Halk Fırkası içerisinde gerçekleşen hile ve oyunlardan rahatsız olan Kazım (Karabekir) Paşa, Ali Fuat (Cebesoy) Paşa kentin kurtuluşunun ikinci yıl törenleri için geldikleri İzmir’de Rauf (Orbay) Bey’in evinde bir araya gelir ve “bir hayli dertleşirler”.(53) Bu sohbet toplantısında yeni bir siyasi harekete girişmenin gerekli olduğuna ilişkin ileri sürülen görüşleri tartışmak üzere on beş gün sonra İstanbul’da tekrar bir araya gelirler. İstanbul’daki toplantıda resmi kimlikleri ve siyasi gelecekleriyle ilgili bazı kararlar alırlar. Ordu müfettişliği ile siyasi faaliyetlerin bir arada yürütemeyeceklerini düşünürler. O zamana kadar gerçekleştirilmiş devrimlere taraftar olmakla beraber, herhangi bir şahsa veya zümreye imtiyaz vermeye karşı olduklarını, devrimlerin halka mal edilmesi ge-rektiğini ve cumhuriyet idaresinin bir şahıs veya zümrenin oyuncağı ha-line gelmesine muhakkak mani olunması gerektiğini dile getirip, bu yönde çalışmalara başlamayı kararlaştırırlar.(54)
Gelişmelerden haberdar olan ve muhalefetin her geçen gün daha da belirginleşip güçlendiğini gören Mustafa Kemal Paşa ilk tepkisini Eylül ve Ekim aylarında Doğu Karadeniz’e yaptığı gezi sırasında verir. 16 Eylül günü Halk Fırkası’nın Trabzon şubesinin açılış töreninde yaptığı konuşmasında Cumhurbaşkanı olmakla tarafsız olmadığını, Cumhurbaşkanlığı ile Fırka başkanlığını birlikte yürütmeye devam edeceğini, taraf-lılığının “fikrî ve İçtimaî inkılâplara” taraftarlık biçimde olduğunu ifade eder.(55)
Bu konuşması ile, henüz muhalif bir siyasi kesim olarak ortaya çıkmamış eski silah arkadaşlarının kendisinden cumhurbaşkanı sıfatıyla partiler üstü bir konumda kalmasını, günlük siyasetin içerisinde yer almaması isteklerine cevap vermiş olur. (56)Konuşmanın bir diğer önemi ise, yapıldığı yerden kaynaklanır. Trabzon Anadolu- Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ilk günlerden itibaren bağımsız bir çizgide kalmayı tercih etmiş, Anadolu- Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyedleri Halk Fırkasına dönüşürken bu dönüşe direnen tek şube olmuştu. Üstelik 1921 yılında Enver Paşa’yı desteklemişti. Mustafa Kemal muhalefete tepkisini dile getirdiği konuşması için Trabzon’u seçmesiyle, buradaki siyasilere de tepkisini dolaylı bir şekilde de olsa bildirmiş olur.(57) Dört gün sonra Samsun’da yaptığı konuşmada ise Halk Fırkası’nın Cumhuriyet Fırkası olduğunu ifade edip, muhalefete sıcak bakmadığının mesajını verir.(58)
Olayların gelişiminden anlaşıldığı kadarıyla, Mustafa Kemal’i Milli Mücadeleyi birlikte yürüttüğü Paşalara karşı düşmanca bir tavır alması için etkilemeye ve bu etkiyi oluşturmak için olayları yönlendirmeye ça-lışanlar vardır. Bunların kimler olduğu kesin olarak bilinmiyor. Ancak, Zürcher’e göre bu kimse veya kimselerin “partideki köktenci yada îsmet yanlısı kanat” (59)olması muhtemeldir. Mustafa Kemal’in, o sıralar Ankara’da olan Ali Fuat (Cebesoy)’u eski silah arkadaşlarıyla arasında gerçekleşen sorunların mahiyetini öğrenmek ve soğukluğu gidermek arzusuyla Çankaya’ya davetini takiben yaşanan gelişmeler, birileri tarafından oynanan oyunların niteliğini göstermesi açısından önemlidir. Daveti bil-dirmekle görevli kimseler, Fuat Paşa’yı bütün aramalarına rağmen bula-madıklarını bildirirler. Mustafa Kemal, o günün son derece küçük An-kara’sında, Fuat Paşa’nın bulunamamasını. Paşanın bulunmak istemeyi-şine yorumlar. Bulunmak istemeyişi ise, kendisine karşı düşmanca bir girişimin işareti olarak değerlendirir.(60)
Bu nedenle de, hemen ertesi gün, milletvekili olan Paşaların gücünü azaltmak gayesiyle, milletvekilliğinden istifa etmelerini isteı. İsteğim önce Fevzı (Çakmak) Paşa’ya iletir. Fevzi Paşa itirazsız kabul eder ve milletvekilliğinden ayrılır. Birinci Kolordu (İzmir) Kumandanı izzettin Paşa, ikinci Kolordu (Balıkesir) Kumandanı Ali Hikmet Paşa, Üçüncü Kolordu Şükrü Paşa, Beşinci Kolordu (Adana) Kumandanı Fahreddin Paşa itirazsız kendilerinden isteneni kabul eder ve milletvekilliğinden ayrılırlar. Ancak, Üçüncü Ordu (Diyarbakır) Kumandanı Ccvat Paşa ile Yedinci Kolordu (Diyarbakır) Kumandanı Cafer Tayyar Paşa bu isteğin nedenini öğrenmeyi arzularlar. Kendilerine söz konusu isteğin gerekçesi 31 Ekim 1924 tarihli telgrafla şöyle bildirilir: “Komutanların mebus bulunmaları orduda ve komuta işlerinde istenen inzibat ile uyuşmadığı kanısı doğmııştur. Birinci ve İkinci Ordu komutanlarının, görevlerinden istifa ederek Meclise dönmeleriyle orduları elverişli görülmeyen bir zamanda başsız bırakmış olmaları bu kanıyı pekiştirir. Seçim çevreniz halkı, ordunun inzibatının selameti için vereceğiniz karardan elbette memnun olur”.(61) Bunun üzerine Cevat Paşa aynı gün Ankara’ya gönderdiği telgrafında komutanlıktan ayrılmayı tercih etmek zorunda kalacağım, Cafer Tayyar Paşa ise milletvekilliğini tercih ettiğini bildirir. İkisi de komutanlıktan azledilirler.
Mustafa Kemal kendisine bağlı komutanları milletvekilliğinden istifa ettirip, onlar aracılığıyla ordu üzerindeki otoritesini daha da pekiştirir. Bu, ‘’rejim ordusu”nu inşa yönünde atılan ilk ve önemli adımlardan birisini oluşturur. Kazım (Karabekir) Paşa ile Ali Fuat (Cebesoy) Paşa’nın askeri görevden ayrılıp milletvekilliğini tercih etmeleri, iktidar çevrelerinde siyasi muhalefeti tercih ettikleri biçiminde değerlendirilir. Bu nedenle takip eden günlerdeki Meclis oturumlarından birisinde “sadık” paşaların milletvekilliğinden ayrılmaları alkışlarla karşılanırken, bu iki paşanın milletvekilliğini tercihleri sessiz bir protesto ile karşılık bulur.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası
1924 yılı İstanbul basınının sıklıkla üzerinde durduğu ve yakındığı konulardan birisi hükümetin muhalifsizliğidir. Ahmet Emin (Yalman), “Vatan”daki köşesinden, Meclis içerisinde muhalif bir fırkanın bulunması gerektiğini, hükümeti eleştirmenin olumlu olduğunu ve siyaseti olumlu yönde geliştireceğini, fakat Türkiye’nin halihazırdaki durumuyla bundan mahrum olduğunu yakınarak dile getirir. Dışarıdan basının içeriden ise bazı milletvekillerinin hükümete yönelik eleştirileri gittikçe yoğunlaşıp artarken, 8 Kasım günü gelişmelerin seyri açısından önemli bir gün olur. O gün Hükümetin güven oylaması yapılır. Oylama öncesindeki görüşmeler sırasında eleştirinin dozu hakarete varan aşamaya gelir. Ali (Çetinkaya), Hamidiye kahramanı Rauf (Orbay) Beyi Kafkas Kökenli olduğu için eleştirip aşağılar; ‘’Sen bu topraklarda oturamazsın,Ecdadının, babanın ve dedenin geldiği yere git’’(62) diye bağırır. duyulan güvenle ilgili olan Ali Çetinkaya’nın önergesini oylamaya geçilir.Hükümet 19 karşı oya karşılık 148 oyla güvenoyu alır. Oylamaya 48 milletvekili katılmaz. Oylamadan hemen sonra Rauf (Orbay) Bey ve arkadaşı Halk Fırkası’ndan istifa ettiklerini bildirirler. Ertesi, gün Halk Fırkasından diğer bazı milletvekilleri de istifa ederler. Bu durum, ikitidar çevrelerince biraz tepkiyle, biraz da tedirgin bir yaklaşımla değerlendirilir. ‘
Rauf (Orbay) Bey ve on arkadaşının Halk Fırkası’ndan istifa etmeleri, Meclis’teki muhalefetin sayıca çok fazla olduğunu düşündürür. “Bizzat cumhurbaşkanı, bir an Halk Fırkası’nın mecliste azınlıkta kalabilme olasılığı karşısından ciddi bir tehlikeyle yüz yüze kaldığını düşünür”(63) Takip eden günlerde gerçekleşen istifalar ise bu düşünceyi daha da pekiştirir. Kasım sonuna kadar sayıları 45’i(64) bulan milletvekili topluluğu Halk Fırkası’ndan istifa eder. Bu arada basındaki Halk Fırkasına yönelik eleştiriler de gittikçe artar ve sertleşir. Hüseyin Cahit (Yalçın), 13 Kasım’da “Tanin”de yayınlanan “Korkunç Bir Manzara” isimli makalesinde, Halk Fırkası’na son derece ağır eleştiriler yöneltir; Fırka’nın “her devre göre dönen fırıldaklardan siyasi dizdizcilere, siyasi tavizcilere, siyasi karmonyolculara, hatta vatan hainlerine kadar” herkesin yer aldığı bir yapıya dönüştüğünü iddia eder. Bu arada, Kazım (Karabekir) Paşa, Ali Fuat (Cebesoy) Paşa, Refet (Bele) Paşa ve Rauf (Orbay) Bey’in birer kahraman olduğundan, çocuklara bu kimselerin birer kahraman olarak öğretildiğinden ancak buna rağmen bu şahısların çeşitli hakaret ve suçlamalara maruz kaldığından yakınarak bahseder. Hüseyin Cahit, makalesini, gelecek günlerde ismet Paşa’yı da bu zümrenin fırıldak, haris, kötülüklere sebep olan kişi olarak gösterebileceği ikazında bulunarak sürdürür.(65)
Mehmet Emin (Yalman) “Haftalık Tarihçe” isimli makalesinde basın özgürlüğü konusuna değinir ve hükümetin basın üzerindeki baskısından şikayetçi olur. Ahmet Emin, İtalya basınından örnek verir. Bu ülkedeki basının, Mussolini hakkında yazdıkları yazıların ve çizdikleri karikatürlerin benzerlerinin Türkiye’deki hükümet için yapılacak olsa hemen İstiklâl Mahkemesine sevk edileceklerini bilinerek, bu baskılara bir son verilmesi isteğinde bulunur.(66) Ahmet Emin 17 Kasım tarihli ‘Demokrasi ve İnhisar” isimli bir başka yazısında ise, demokrasi konusunu ele alır.Bazı kimselerin Fransa’da olduğu gibi cumhurbaşkanının fırkasından ayrılması gerektiği ilkesine, Türkiye’nin henüz Fransa düzeyinde demokrasiye sahip olmadığı iddiasıyla karşı çıkıp Şark tipi demokrasi icat etmeye çalışmalarını kabul etmediği yazar. Mehmet Emin, demokrasinin şark ve garp tipinin olamayacağını, bir yönetim tarzının ya demokrasi ya da demokrasi dışı bir şey olduğunu savunur.(67)
Meclis içinde İstanbul basını şahsında Meclis dışında Hükümete yönelik eleştiriler gittikçe sertleşerek devam ederken, bazı gazetelerde kurulacağı söylenen yeni parti ile ilgili haberler çıkmaya başlar. Yeni partinin ismi ile ilgili spekülatif haberler yayınlanır. Bu partinin “Cumhuriyet Fırkası’ ismini taşıyacağına ilişkin haberler üzerine, Halk Fırkası ani bir girişimle, Cumhuriyetçiliği” yeni partiye “kaptırmamak için”(68) elini çabuk tutarak, isminin önüne “Cumhuriyet” ismini ekler.(69) Ancak ilginçtir bu ismi, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın resmen kurulduğu 17 Kasım’a kadar hiç kullanmaz.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, 17 Kasım 1924 günü resmen kurularak siyasi yapıda yerini alır. Fırkanın kurucuları Rauf (Orbay) Bey, İsmail (Canbolat) Bey, Dr. Adnan (Adıvar) Bey, Refet (Bele) Paşa, Kâzım (Karabekir) Paşa, Ali Fuat (Cebesoy) Paşa ve Bekir Sami Bey gibi Milli Mücadelenin ünlü sivil ve asker önderleridir. Fırkanın kuruluş amacını, Batı standartlarına göre kurulmuş olan Türkiye’nin bu ilk fırkasının(70) programından ve kurucularının beyanlarından ayrıntılı olarak tespit etmek mümkündür. Kurucuları, fırkalarının siyasal konumunu ve projelerini yayınladıkları bir bildiriyle kamuoyuna ilan ederler.(71) Bildiride “halkın, mukadderatını bizzat tayin ve idare etmek rüşd ve kaabiliyetini izhar” ettiği vurgulanırken, üstü kapalı olarak, Halk Fırkasının genel eğilimi olan halkın yol göstermeye muhtaçlığı, kendi yolunu seçecek yetenek ve olgunluğa sahip olmadığı anlayışı reddedilir. Böylelikle Halk Fırkasının “halk için halka rağmen” formülüyle ifade olunan özelliği kabul edilmediği, hiçte dolaylı olmayan bir şekilde ifade edilmiş olur.(72) Bu, fırkanın kuruluş amacıyla bağlantılı esas özelliktir. Doğal olarak halk otoritesi (Hakimiyet-i Milliye) birinci derecede öneme sahip bir ilke olarak dile getirilir.(73) Egemenliği o güne kadar ki uygulamalarıyla teorik olarak halka veren ve muhalifi olmadan iktidar olan bir parti karşısında, halk egemenliği ilkesinin pratiğe de yansıması istenir. Buna bağlı olarak da batılılaşmaya yönelik uygulamaların halkın onayı alınarak yapılması gerektiği savunulur.(74)
Bildiriye göre;Parti,o zamana kadar asrileşme” adına gerçekleştirilen tüm devrimleri onaylamaktadır.(75) Gerçekleştirilen devrimlere karşı bir karşıtlık veya eleştiri Söz Konusu değildir. Ancak, devrimlerin yöntemine ilişkin farklı düşünceleri vardır. Halk Fırkası’nın yaptıkları “tepeden inmeci” olarak değerlendilir ve bu yöntem uygun bulunmaz. Toplumsal değişimin aniden değil sarsıcılığnı azaltmak amacıyla biraz uzun zaman diliminde gerçekleştirilmesi daha doğru bulunur. Bununla da “devrimci” yaklaşım reddedilir; “evrimci” bir yaklaşım kabul edilir. Fırkanın, Mustafa Kemal’in şahsiyi hiçbir sorunu yoktur. Onu ve onun desteklediği hükümeti devirip yerine kendi hükümetlerini kurmak gibi bir düşünce söz konusu değildir. Bu açıkça ifade edilir. Sadece, iktidarı sürekli kontrol eden bir muhalefet partisi olmak arzulanmaktadır.(76) Basının hiçbir keyfi kontrol mekanizması söz konusu olmadan görevini serbestçe yapması gerektiği, otoriter rejime gidişi önlemek için Cumhurbaşkanının partiler üstü kalması ve parti içi muhalefetin “normal” bir durum olarak algılanması gerektiği, savundukları diğer bazı ilkeleri teşkil eder. Ekonomik sistemle ilgili olarak da serbest girişime ağırlık verilmesi ve yabancı sermayenin ekonomiye fayda sağlayacağı da savundukları ilkeler arasında yer alır.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın, Halk Fırkası’nın dışında siyasal bir örgüt olarak açığa çıkışının, dönemin şartlarıyla doğrudan ilgili olmasına karşılık, geri planda yer alan ve ayrılığı doğuran esas neden Mustafa Kemal’dir. Mustafa Kemal’in şahsında olmak üzere ülkede diktatörlüğe doğru bir gidiş olduğu inancına sahip olanlar bu gidişata muhalefet yapmak için Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ile siyasal bir kimliğe kavuşurlar. Muhalifler, esas olarak, yakın zaman kadar Halk Fırkası’na mensup olan kimselerdi, fakat, başta Mustafa Kemal olmak üzere bazı Fırka ileri gelenlerinin ülke yönetiminde artan nüfusları tedirginliğe neden olur. Bunlar gittikçe daha açık şekilde kendini inşa eden otoriter sisteme bir dur demenin zamanı geldiğine inanarak, otoriter yönetime gidişin engeli olarak siyaset sahnesindeki “yasal” yerlerini alırlar. Bütün bunlar, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının kurucuları tarafından, kamuoyuna duyurdukları kuruluş bildirisinde açıkça ifade edilir.(77) Halk Fırkası’nın “İkinci Adam”ı olarak İnönü’nün tespiti de bu görüşü destekler mahiyettedir: ” Terakkiperver Fırkanın kuruluşu, Atatürk’ün sürati icraatla nereye kadar gideceğinden ve ne şekilde bir otorite tesis edeceğinden korkulması üzerine, onunla beraber çalışma imkânından ümitleri kesildikten sonra girişilmiş bir teşebbüstür.’’(78)
Geleneksel Bir Siyasal Söylemin Doğuşu
Mecliste muhalif bir kitlenin varlığı çoktandır bilinmesine karşılık, bunların parti kurarak örgütlenecekleri pek düşünülmediği için, Terakkiperver- Cumhuriyet Fırkasının kuruluşu Hükümet çevresi için bir sürpriz hatta sarsıcı bir gelişme olur, özellikle Kazım Karabekir, Ali Paşa gibi Milli Mücadelenin ünlü paşalarının bu partide yer almaları, sarsıcı bir muhalefetin oluşacağına yönelik işaretler olarak algılanır. Mustafa Kemal, eski silah ve dava arkadaşlarının karşısına siyasi muhalif olarak çıkmalarını kendi otoritesine karşı “büyük bir komplo” olarak değerlendirir. Halk Fırkasının diğer ileri gelenleri de, zamanla gelenekleşen bir yaklaşımın ilk örneklerini vererek, bu meşru muhalefeti “irtica’’ yanlısı olmakla suçlarlar. Yeni partinin “İttihat ve Terakki” adına faaliyet yürüteceği de dillendirilen iddialardan bir diğerini oluşturur, özellikle bir kısım basının yürüttüğü yıpratıcı eleştiri ve propagandalara cevap çabuk gelir. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın mensuplarından ‘’birisi”nin açıklamaları konuyu açıklığa kavuşturur; “Böyle iddiaları tabiî bulmalısınız. Elbette bize dünyanın en iyi adamları diyecek değiller ya! Mamafih, irtica isnadı kadar İttihatçılık isnadı da gülünçtür. Eğer nokta-i nazarımızı muvafık bulan ittihatçılar olur ve bize iltihak ederlerse tabii onları da içimize kabul ederiz. Siyasi bir fırkaya girmek için o fırkanın nizamnamesini kabul etmek, prensiplerini benimsemek lâzımdır. Bu şekilde ifa eden herkesin kabulü tabiidir. Halk Fırkası’na mensup arkadaşların tarizlerine gelince mesele sarihtir. Rakibe rahmet okumak âdet değil’’.(81) Bu sefer yıpratıcı propagandanın yönü değiştirilir ve yeni partici sosyalist olduğunu iddia edilir.(82) Fakat bu iddiayı gündeme getiren gazetenin yazarları çok geçmeden Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ile Halk Fırkasının programlan arasında farklı bir nokta-i nazarının bulunmadığını-kabul etmek zorunda kalırlar.’’(83)
Elbette iki partinin programı arasında farklar vardı,ancak bunlar aynı olan idealin ayrıntılarını teşkil ediyordu.(84)Buna rağmen,Cumhuriyet gazetesi kelime oyunları üzerine kurulu eleştirilerini uzun süre devam ettirir.(85)Partinin saltanatçı olduğunu iddia eder.Terakkiperver Fırkasının mensupları ise bütün güçleriyle iddiaları cevaplaya çalışırlar.:
‘’Aramızda saltanatçılıkla itham edilecebilecek tek bir fert yoktur.Yalnız size şunu izah edeyim ki,saltanat yalnız hanedanlar tarafından değil,şahsıların tehakküm ve istibdatları ile de teessüs edebilir.İşte biz bu şekilde bir saltanatın, bir tahakkümün vücud bulmasından korkuyoruz. Biz saltanatın aleyhinde bulunduğumuz gibi, Meksika’daki Cumhuriyet gibi bir cumhuriyeti de istemiyoruz. Bizim istediğimiz milletin irade ve arzusunu hâkim kılan, onun emeli dairesinde hareket eden bir cumhuriyettir. Bu şekilde hâkim olan meclis, fert değil, yalnız millettir”(86)
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, iktidardaki Halk Fırkası’nı sadece fikren sarsmakla kalmaz, aynı zamanda sayısal olarak da yıpratır. Par-tinin kuruluşunu takip eden ilk beş gün içerisinde Halk Fırkası’nda önemli bir erime görülür. 32 milletvekili istifa eder ve bunların 28’i Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’na geçer. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kuruluşundan sadece üç gün sonra, Hükümetin sıkıyönetim teklifi Halk Fırkası’nın grup toplantısında reddedilince, İsmet Paşa başvekillikten, sağlığının bozukluğunu gerekçe gösterip, istifa eder. Yeni kabinenin teşkili görevi Fethi Bey’e verilir. 27 Kasım’da yapılan oylamda yeni kabine muhalefetin de desteğiyle güven oyu alarak görevine başlar.
Fethi Bey yeni kabineyi teşkil eder, ancak gündemde üstü kapalı olmakla birlikte şiddeti kolaylıkla hissedilen ciddi sorunlar vardır. Bu nedenle Fethi Bey yeni kabineyi teşkil etmeden önce Mustafa Kemal’le görüşür ve hükümet kurulursa bunu kabul edip etmeyeceğini sorar. Mustafa Kemal’in cevabı “çok tabiî” olur. Fethi Bey aldığı bu onay üzerine, yeni hükümetten Halk Fırkası’ndaki sertlik yanlılarının memnun olmayacağını, eğer engellenirse istifa edeceğini bildirir. Kendisinin liberal çizgide bir siyasi eğilime sahip olduğunu, özgürlüklere önem veren cumhuriyet ilkelerine uyan bir hükümet modelini desteklediğini ifade eder. Bu özelliğiyle Meclis’teki muhaliflerin de desteğini alacağına inandığını söyler. Fethi Bey’in bu açıklamaları, Halk Fırkası mensubu olma-sına ve Mustafa Kemal in desteğini almasına rağmen,fırkasındaki sertlik yanlılarından çekindiğini göstermesi açısından önemlidir.Çekincesinde haksız olmadığı ise kısa sürede anlaşılır.
Fethi Bey hükümeti,Halk Fırkasının ılımlılarından teşkil eder.Bu nedenle- Terakkipervercilerin yeni hükümete bakışları olumlu olur.Çok açık bir şekilde kendini Paşadan ve kabinesinden kurtuluşun sevincini yaşarlar.İsmet Paşa’nın otoriter sisteme doğru gidışini engelledikleri için sevinçleri bir kat daha artar. Bu durum, mululdıilı bir iktidar olmayı arzulamayan Halk ırkasının sertlik yanlılarını daha da sertleştirir.
Halk Fırkası’nın sertlik politikalarını savunan milletvekilleri, daha önceden Meclis içinde karşı karşıya kaldıkları bireysel muhaliflerin yanı sıra, özellikle İstanbul’da yayınlanan bazı gazetelerin muhalefeti nedeniyle sert önlemler almayı düşünürlerken, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın örgütlü muhalefeti karşısında muhalefete ilişkin düşüncelerini uygulamaya koymaya karar verirler, öncelikle, basını sıkı bir şekilde kontrol altında tutmayı ve hiçbir şekilde muhalefet yapmalarına fırsat vermemeyi isterler. Bu doğrultuda olmak üzere hükümeti etkilemeye ve amaçları doğrultusunda bazı yasal düzenlemeleri gerçekleştirmek için harekete geçmeye karar verirler. 3 Aralık 1924’te Kozan Milletvekili Ali Salip, Abdülhamit döneminden beri yürürlükte olan Matbuat Kanunu’nun daha da ağırlaştırılmasını öngören bir değişiklik önergesi verir. Matbuat Kanunu’ndaki değişiklikle ilgili önerge görüşmeye geçilmeden, önergeyle amaçlananın ne olduğunu gösteren bazı gelişmeler de yaşanmaya başlar. Aralığın son günü Adana’da yayınlanan “Tok Söz” ve İstanbul’da İngilizce olarak yayınlanan “Orient News” gazeteleri kapatılır. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasına mensup Halis Turgut ve Kâzım Vehbi, bu kapatmaların gerekçesini sorduklarında, hükümet temsilcileri tarafından, her iki gazetenin de kapatılma gerekçesi olarak ülkenin güvenliğini tehdit edecek yayın yaptıkları ifade edilir. “TokSöz’ün hükümete muhalif tüm güçlerin birleşmesi çağrısı yapmış olması, “Orient News”ın ise hükümeti İstanbul’un ihtişamına darbe indirmekle suçlamış olması, ülkenin güvenliğini tehdit suçlarını teşkil etmektedir.
Halk Fırkası’nın basına yönelik baskısı artarak devam eder. “Tok Söz” ve “Orient News” gazetelerinin kapatılmasının tartışmaları bitmeden Keskin” (Keskin) ve “Örnek” (Çanakkale) gazeteleri kapatılır. Kapatılan gazeteler mahalli gazetelerdir; henüz büyük gazetelere yönelik bir girişimde bulunulmamıştır. Ancak, sürecin mahalli gazetelerden başlatılması, fazla tepki çekmeden amaca gidişi hazırlama gayretinden kaynaklandığını gösterir gibidir. 26 Ocak 1925 günü Meclisin gündemini “Keskin” ve “örnek” gazetelerinin kapatılması oluşturur. Hükümet kendisine yöneltilen eleştirilere ikna edici bir cevap veremez, fakat kararından da vazgeçmez.
Gerçekleşen ara seçimler de o günlerin politikalarını şekillendiren önemli faktörlerden birisi olur. Bazı paşaların milletvekilliğinden ayrılmaları nedeniyle seçim kanunları gereğı boşalan milletvekillikleri için ara seçim yapılması gerekmektedir .O zamanlar her yerleşim biriminde ki seçim farklı tarihlerde yapılmaktadır. Bu nedenle söz konusu seçim 1924 yılının Aralık ve 1925 yılının Şubat ayı arasında geçen sûreye damgasını vurur Bu dönemin en ayrıcalıklı özelliğini, Halk Fırkası’nın, karşısında ve açık bir muhalefet bulması oluşturur. Halk Fırkasının otoriter bir siyasetten yana üyeleri, ya muhalefete alışacak ve ülkenin Batı standartlarına uygun çok partili bir siyasal sisteme gidişine katkıda bulunacaklar veya muhalefeti hazmedemeyip tek partili bir siyasal sisteme gidişi inşa edeceklerdir. Gerçekleşen İkincisi olur.
Ara seçimin yapılacağı merkezlerden birisi İstanbul’dur. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası henüz örgütlenmesini tamamlamadığı ve iktidarla doğrudan karşı karşıya gelmek istemediği için İstanbul’da gerçekleşecek ara seçimde aday göstermez. Kendi adayıyla seçime katılmak yerine bir bağımsız adayı desteklemeyi tercih eder. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının İstanbul’da desteklediği aday Mustafa Kemal ve özellikle de İsmet İnönü ile arası açık olan ünlü komutanlardan Ali Ihsan (Sabis) Paşa’dır. Seçim 11 Aralıkta gerçekleşir. Seçimi iktidarı adayı kazanır.AncakAli İhsan Paşa da göz ardı edilemeyecek miktarda oy alır. Seçimin hileli olduğu ve Halk Fırkası’nın sonucu seçim hileleriyle elde ettiği yoğun bir şekilde gündemi teşkil eder. Bir çok kimse, Ali İhsan Paşa’ya verilen bir çok oyun iptal edildiğini, sayılmadığını belirtir. Bu du-rum aynı zamanda Halk Fırkası için geçerli olacak bir geleneğin de başlangıcını oluşturur. Halk Fırkası’nın 11 Aralık 1924 İstanbul ara seçimlerinde ilk kez olmak üzere, çok partili sisteme geçiş döneminde daha sık gündeme gelecek şekilde, seçim hileleriyle birlikte anılmaya başlanır.
İktidarın İstanbul seçimlerinde amacına ulaşmasının sevincini yarıda kesen haber Bursa’dan gelir. Bursa’daki ara seçimi iktidarın adayı kaybeder. Bu gerek iktidar ve gerekse muhalefet için bir milletvekili kazanma veya kaybetmenin ötesinde, sembolik değeri son derece önemli bir sonuçtur. Üstelik seçimi kazanan herhangi birisi değil, Milli Mücadelenin ünlü paşalarından birisi olan ve muhafazakârlığı ile tanınan Nurettin Paşa’dır. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının, Bursa’daki seçime kendi adayıyla katılmadığı, fakat Nurettin Paşa’yı desteklediği bilinmektedir. Hükümet bu sonuca razı olmaz. Seçimi iptal ettirmenin yolunu arar. Nurettin Paşa’nın seçim öncesinde resmi görevinden istifii etmemiş olması, seçimi yeniletmenin gerekçesi olarak ileri sürülür ve seçim geçersiz sayılır. Seçim yenilenir; fakat sonuç yine değişmez; 5 Şubat’ta yapılan iki seçimi de Nurettin Paşa kazanır. Halk Fırkası kabullenemediği bu sonuca istese-de istemese-de razı olmak zorunda kalır. ; Böylelikle,Halk Fırkası,yine ilk kez olmak üzere, seçime müdahalesine rağmen,seçimi kaybetmesinin acısını yaşar.
1924 yılının ilk iki ayım kapsayan dört aylık süre Halk Fırkası’nın muhalefete, muhalefetin ise Halk Fırkası’na muhalefet yapma zorluğuna alışma çabalarıyla geçer. Her iki taraf için de buna alışmak hiç kolay olmaz;(87) özellikle de muhalefet için. Çünkü hükümet olan Halk Fırkası, her seferinde bir başka girişimiyle muhalefeti hep suçlar ve savunmada kalmasını sağlar; siyasal sistemin işlemesine katkıda bulunacak bir muhalefet anlayışı tesis etmesine fırsat tanımaz.(88) Takrir-i Sükûn Kanunu’nun kabul edilip uygulamaya konması ve İstiklâl Mahkemelerinin tekrar açılması ise, Halk Fırkası’nın siyasetin gerektirdiği rolünü yapmaktansa, oyunu istediği gibi sonuçlandırma ve sahneyi kimseyle paylaşmama amacının bir gereği olarak açığa çıkar.(89)
2.Yazı için bkn: