Giriş
Şair ve düşünür Sezai Karakoç ile bütünleşen Diriliş Düşüncesi, Türkiye’de İslamcılık dahilinde kendine özgü bir hareket kaynağı olarak kabul edilebilir. Diriliş, Sezai Karakoç’un hikâyesiyle biçimlenmiş bir düşünce sistematiği gibi görünse de kaynakları ve hedefi açısından bir dönemselliği ya da tarihselliği aşma iddiasını en azından özünde taşımaktadır. Diriliş düşüncesi, Türki- ye de ve hatta dünyada İslamcılığın önemli bir kriz döneminde ortaya çıkmış ve gelişmiştir. Türkiye’de İslamcılığın özellikle cumhuriyet dönemiyle birlikte düşünce sahasının önemli bir aktörü olmaktan çıkması, siyasal ve kültürel şartlar dolayısıyla İslamcılık etrafında yeni bir birikimin oluşmasının gecikmesi, özellikle üzerinde durulması gereken meselelerdir. Sezai Karakoç, bu kriz ya da fetret hafinden çıkma gayretiyle ve motivasyonuyla 1960’fi yıllardan bugüne Türkiye’de İslamcılık düşüncesinin yeniden inşacılarından birisi olmayı başarmıştır. Üstelik Sezai Karakoç’u pek çok şairden, yazardan, gazeteciden ya da başka kanaat önderinden ayıran önemli bir yönü, kendi içinde tutarlı, ilkeleri olan bir düşünce ve hareket sistematiği peşinde olmasıdır. Yine inandıklarıyla ve söyledikleriyle tutarlı, ilkeli ve mütevazı bir hayatı yaşama konusundaki hassasiyeti, onun farklı kesimlerden saygı görmesini sağlayan önemli özellikleri arasındadır. İki kez parti kurmasına ve resmiyette bu yazı yazıldığı anda bile Yüce Diriliş Partisi’nin genel başkanı olmasına rağmen, aktif siyasetin içinde doğrudan bulunmaması ve gazetelerde günlük köşe yazılan yazdığı dönemlerde bile günceli aşmaya dikkat etmesi, onun bir düşünce sistematiği üretebilmesine katkı sağlayan önemli unsurlardır. Bu yüzden Sezai Karakoç, bağımsız olmasıyla ve bağımsız kalmayı başarmasıyla sadece kendisinden farklı dünya görüşlerine sahip olanlardan değil; aynı zamanda kendisine yakın olanların çoğundan da ayrılmaktadır.
Türkiye’de İslamcılık Açısından Sezai Karakoç’un Konumu
Osmanlı son dönemi düşünce hareketlerinden İslamcılık, Meşrutiyet ve Millî Mücadele döneminde en etkin düşüncelerden birisi olarak varlığını sürdürmüştür. Balkan Savaşlanyla Osmanlıcılığın var olma imkanını kaybetmesinden sonra Türkçülük ile birlikte öne çıkan İslamcılık, özellikle savaşlar döneminde birlik ve beraberliğin sağlanması için ihtiyaç duyulan bir anlayış olmuştur. İslam dünyasıyla bağın kurulması ve çok geniş bir coğrafyada kamuoyu oluşturma imkanının yanında yurt sathındaki inananların desteklerinin alınması konusunda İslamcılara önemli görevler düşmüştür. Özellikle Mehmet Akif, Haşan Basri ve Eşref Edip gibi savaşlar döneminde ve özellikle Millî Mücadele yıllarında aktif olan isimlerin çabası dikkat çekicidir. Aynca geniş bir yazar kadrosuyla yayın hayatına devam eden ve farklı coğrafyalardaki İslami tartışmalardan da okuyucularını haberdar eden Sebilürre- şad dergisi etrafında oluşan birikimin çok önemli olduğu belirtilmelidir. Millî Mücadele’nin galibiyetle bitmesinden sonra yeni oluşan siyasi düzende İslamcılar etkin olamayacaklarını açıkça görmüşlerdir. Özellikle hilafetin kaldırılması meselesi İslamcılar
ile yeni rejimin keskin yol ayrımını net bir şekilde ortaya koyan önemli bir olaydır. 1925 yılından itibaren daha da otoriterleşen ve karşısında herhangi bir muhalefet potansiyelinin oluşmasına tahammül gösteremeyen yeni rejim karşısında İslamcılardan bir fasını hicreti, bir kısmı kenara çekilmeyi, bir kısmı da yeni rejimle anlaşma yolunu tercih etmiştir. Aktay’ın söz konusu travmayı *diaspora” kavramı dolayısıyla açıklamasına manidar bir şekilde İslamcılar, “vatansız kalmanın (Aktay, 2004, ss. 92-93) yanında yeni rejimin kendi laiklik uygulamalarıyla tarihi, fikri ve kültürel bir boşlukla karşı karşıya kalmışlardır. Yaşananlar gerçekten de travmatik bir tarafa sahiptir ve özellikle düşünce anlamında önemli bir kriz üretmiştir.
Bu krizin İslamcılık düşüncesi açısından bir fetret devri ürettiği iddia edilebilir (Bkz. Akın, 2018, s. 112). Osmanlı dönemi İslamcılığı ile Cumhuriyet dönemi İslamcılığı arasında ciddi bir kopukluk oluşmuş, önemli tartışmalarla gelişen bir ilmi birikim geleneği kesintiye uğramıştır. Şeyh Said İsyanından sonra başlayan ve İkinci Dünya Savaşından sonra kaldırılan matbuat yasağı, bu uzun fetret devrine karşılık gelmektedir. 1940’11 yıllar itibariyle daha sonraki süreçte de etkileri devam etmiş birkaç derginin İslamcılık düşüncesini yeniden gündeme getirdiği dikkat çekmektedir. Bu dergiler, Necip Fazıl Kısakürek’in Büyük Doğu, Nurettin Topçunun Hareket, Eşref Edip Fergan’ın yeniden çıkarmaya başladığı Sebilürreşad ve Ömer Rıza Doğrul’un Selamet dergisi’dir. Bu dönemde özellikle Necip Fazıl Kısakürek ve Nurettin Topçu dolayısıyla da takip edilebileceği üzere milliyetçiliğin paravan bir düşünce olarak İslamcılığı kuşattığı, başka bir deyişle İslamcı söylemlerin milliyetçilik altında dile getirildiği görülmektedir. Milliyetçi düşüncenin özellikle iki ana akımından Anadolucular -ki en önemli temsilcilerinden birisi Nurettin Topçudur- Nihal Atsız çizgisindeki milliyetçilikten kendilerini İslam’ın vazgeçilmez bir esas unsur olması vurgusuyla ayırmışlardır. Yine Necip Fazılda da daha yerli ve kendi milli sınırlarına çekilmiş bir İslamcılığın milliyetçilikle birlikte- takip edilebilir. Burada Necip Fazıl’ın da Nihal Atsız çizgisindeki ırkçı milliyetçilikten uzak bir “Türk-lslam” milliyetçiliği yorumuna sahip olduğu ve Türkiye’de milliyetçilik açısından önemli bir isim olduğu belirtilmelidir.
Lise yıllarından itibaren Büyük Doğu dergisini takip eden Sezai Karakoç, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde üniversite lisans öğrencisiyken (1950-1955) Necip Fazıl ile yakınlaşmış ve yine bu yıllarda Büyük Doğuda, ilk yazılan yayınlanmıştır. Üniversite öğrencisiyken felsefeye büyük bir ilgi duyan Sezai Karakoç’un Antik Yunan filozofları üzerine kısa değerlendirmeleri 1954 yılında Büyük Doğuda yayınlanmıştır (Akın, 2018, s. 116). Bu yıllardan itibaren Sezai Karakoç’un farklı dönemlerinde Büyük Doğuya katkıları olmuştur. Necip Fazıl Kısakürek’in mücadelesinin daha önce İslamcılığın fetret devri olarak tanımlanan durumdan çıkılmasında öncü bir rolü olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Büyük Doğu dergisi, sadece Sezai Karakoç için değil, İslam’a düşünceye farklı alanlarda katkı sağlayan pek çok insan için önemli imkanlar sağlamıştır. Ne var ki Necip Fazıl Kısakürek ve Büyük Doğu dergisi, bu etkilerine rağmen milli sınırların dışında bir İslamcılık ufkundan uzak kalmıştır.
İslamcılığın cumhuriyet öncesindeki ümmetçi ve milli sınırların ötesinde bir İslami bilince dönmesi konusunda öncü isimlerden birisi Sezai Karakoç olmuştur. Onun Diriliş dergisi dolayısıyla çıkışı, yıllarca milliyetçilikle birlikte var olabilmiş, söylemini milliyetçilik sınırları içinde üretmiş İslamcılığı bağımsız hale getirmek çabası olarak yorumlanabilir. Sezai Karakoç u kendisinden önceki nesilden ayıran en önemli özelliklerden birisi budur. Bu yüzden cumhuriyet dönemi İslamcılığı için asıl kurucu ismin Sezai Karakoç olduğu da iddia edilebilir. Diriliş Düşüncesi, en başından itibaren kendisini milli sınırlar içinde sınırlandırmış bir öğreti değildir. Dirilişin muhatabı bütün Müslümanlardır. Diriliş Düşüncesinde millet, sadece Türkiye Cumhuriyeti sınırlan içindeki insanları kapsamaz (Bkz. Karakoç, 2000, ss. 102409; Mengüşoğlu, 2017, s. 43). Sezai Karakoç, ulus-devlet anlayışıyla çizilmiş sınırları kabul etmemiş, İslam Milleti ve İslam Medeniyeti kavramlarına atıfla yeniden İslam birliği idealini düşüncesinde merkezi bir konuma yerleştirmiştir. Böylece İslam birliği ve medeniyeti perspektifiyle Sezai Karakoç’un İslamcılık düşüncesindeki yeri, kendisinden hemen önceki milliyetçilikle yakın temas içindeki ve hatta milliyetçilik düşüncesi dâhilinde yer alan düşünürleri aşmakta; onlardan önceki nesle uzanmaktadır. Bu yüzden onu, Necip Fazıl’ın bir takipçisi ve talebesi olmaktan önce Mehmet Akif’in bir takipçisi ve talebesi olarak kabul etmek daha doğru olacaktır. Çünkü o, Mehmet Akif ve arkadaşlarının II. Meşrutiyet ve milli mücadele yıllarındaki İslamcılık anlayışına bağlanmış ve o çizgiyi devam ettirmiştir. Elbette Necip Fazıl’ın emeğinin ve mücadelesinin Sezai Karakoç üzerinde hakkı vardır ve Sezai Karakoç bunu hiçbir zaman inkâr etmemiştir (Bkz. Diclehan, 2015, s. 252). Diriliş Düşüncesi, İslamcılık için Cumhuriyet sonrasında oluşan krizi aşma ve onu özgün bir şekilde asıl olması gerektiği yerde tanımlama iddiasında olmuştur. Hatta Diriliş Düşünces’inin en temel tezlerinden birisi olan medeniyet vurgusu, Tanzimat’tan itibaren batılılaşma adına dahil olunmak istenen “medeniyet ”in karşısında bir iddiadır; bir antitezdir.
Sezai Karakoç un önemli bir yönü de zamanla İslamcılık içinde gelişen sufilik-selefilik gibi tartışmaların ötesinde kalmayı başarmış olmasıdır. 1960’11 yıllarda Türkiye’de İslamcı düşüncenin evrilmesinde ve çeşitlenmesinde önemli bir yere sahip olan tercümelere bu tercümelerin Türk-İslam yorumuna uygun olmadığı ya da tasavvuf karşıtı unsurlar içerdiği gibi gerekçelerle karşı çıkanlar olmuştur. Bu dönemde Necip Fazıl’ın Doğru Yolun Sapik Kolları ve Sahte Kahramanlar gibi kitaplarında Muhammed Hamidullah, Seyyid Kutub ve Mevdudi gibi eserleri o dönemde dikkat çeken isimler müstehzi bir üslupla eleştirilmiştir. Sezai Karakoç, İslam’ın yenilenme gibi bir ihtiyacı olduğunu düşünmemiş; dinin eskimez, aşınmaz ve yıpranmaz bir özü olduğuna inanmıştır (Baş, 2015, s. 202). Ancak farklı yorumları dışlayıcı, sürekli kendisi gibi düşünmeyenleri merkeze alarak düşünen ve yazan birisi olmamıştır. Onun düşüncesinde Mevlana’nın, Muh- yiddin İbn Arabi’nin, Yunus Emre’nin yeri olduğu gibi Seyyid Kutub’un da yeri bulunmaktadır (Kanık, 2003, ss. 52-53). Sezai Karakoç, Seyyid Kutub’un 1966 yılında Mısır’da Nasır rejimi tarafından şehit edilmesi üzerine “Şehidin mirası zaferdir” başlıklı bir yazı kaleme almıştır (Karakoç, 2000, ss. 110-114). Farklı görüşleri İslam düşüncesini besleyen damarlar olarak kabul etmiş ve bölünmeden taraf olmamıştır. Bu şekilde hareket etmesi de kendisini çağdaşlarından ve haleflerinden ayırmaktadır.
Diriliş: Bir Düşünce Sistemi ve Medeniyet İddiası
Sezai Karakoç’un Diriliş düşüncesi, insan ile Allah arasındaki kulluk ilişkisini temel almakta ve bu düşünceye özgünlüğünü veren sistematik, bu temel üzerinde yükselmektedir. İnsan, ruhi ve maddi olmak üzere iki yöne sahiptir. Ruh ile madde arasındaki denge, sadece insanla ilgili değil, medeniyetlerle de ilgili bir meseledir. Buna göre ruh ile madde arasındaki dengeyi kaybetmiş insanlar olabileceği gibi, toplumlar ya da toplumları da kapsayan daha üst bir gerçeklik olarak medeniyetler de olabilir. Sezai Karakoç, ölüm ile diriliş arasındaki ilişkiyi ruh ile madde arasındaki ilişkiden ilham alarak kurmuştur. Diriliş, ancak ölüm ile anlam kazanmaktadır. Başka bir deyişle, dirilmek için ölümün yaşanması gerekmektedir. Halbuki İslam dini de dahil olmak üzere, dirilişin gerçekleşeceği başka bir dünyaya iman esasına sahip olan dinlerde ölüm, tamamen yok olmak anlamına gelmemektedir. Ölüm, sonsuzluğa uzanan geçici bir süreci tanımlamaktadır, ölüm ile diriliş arasındaki ilişki temelinde gerçekleştiği zaman diriliş, daima ölüme galip gelmektedir. Bu yüzden, diriliş metaforu Kur’an-ı Kerim’de de sıkça ve rahmete muhatap olmanın sonucu ve karşılığı olarak kullanılmaktadır. Kıştan sonra baharın gelmesi, bütün doğada yaşanan canlılık ve hareketlilik, ölümden sonra diriliş olarak tasvir edilmiştir. Dirilişin kaynağı Allah’tır.
Sezai Karakoç (2015b, ss. 11-12), ruh ile madde arasındaki ilişkide Batı medeniyetinin maddeyi hâkim kılarak ruhun ölümüne sebep olduğunu; bu sürecin insanlık için iyilik ve adalet lehine işlemediğine işaret etmektedir. Nietzsche’de “Tanrının ölümü” iddiası ile Marx’ta tarihin materyalist açıklanması, Sezai Karakoç için Batı medeniyetinin ruh ile madde arasındaki dengeyi yitirmesini yansıtan iki örnektir. O, “ruhun ölümü” şeklinde bir deyim kullansa bile “ruhun kökten yok oluşunu değil, varoluş hikmetinden habersiz oluşu ve uzak kalışı’nı iddia etmektedir (Karakoç, 2015b, s. 13). Buna göre, kendi varoluş hikmetinden habersiz olan ruhun bir diriliş hamlesi gerçekleştirebilmesi mümkün değildir. Ruhun dirilişi, daima diriltmeye kadir olan ve dirilişin kaynağı olan Allah’ın varlığının ve diriliğinin inanç esası olarak benimsenmesini gerektirmektedir. Allah inancının kaybedilmesi, ruhun ölümüne sebep olmaktadır ki ruhun dirilişi de ancak Allah inancının sağlam bir şekilde benimsenmesiyle mümkün olacaktır. Karakoç’a göre (2015b, s. 46), “insan yükseldikçe Allah’a ulaşacak, Allah’tan mahrum oldukça ruhu kuruyacak; Allaha inandıkça, O’nun var olduğunu kavradıkça, bahara ermiş ağaçlar gibi yeniden uyanacak, ölüyken dirilecektin”
Sezai Karakoç açısından metafizik temel. Diriliş düşüncesinin sabitelerinin başında gelmektedir (Bkz. Baş, 2015, ss. 57-59). Allah ile kurulan ilişki, zaman ve mekân sınırlarının ötesine bağlı bir şuur ve bu temeller üzerine inşa edilecek bir medeniyet için metafizik temel zorunlu şarttır. Bu yüzden Sezai Karakoç düşüncesinde her diriliş Allaha bağlanmayla ilgilidir. Bir kurtuluş iddiası olarak Diriliş, Allah’ın sözüyle “ölmüş insanların diriltilmesi” anlamına gelmektedir ve Müslüman, “Allah’ın ismi ve sözüyle ölmüş insanları dirilten insan” demektir (Karakoç, 2013, s. 106). Ona göre manevi açıdan ölmüş bulunan ya da diriymiş gibi görünenleri diriltmeye çalışmak, mezarlardaki ölüleri kaldırmaktan farksızdır. Sezai Karakoç a göre, Batı Medeniyetinde ruh ile madde arasındaki dengenin kaybedilmesinde metafiziğin olumsuzlanmasının ve reddedilmesinin önemli bir payı vardır. Bu yüzden Diriliş düşüncesinde “metafizik cephe, ruhun dirilişiyle ilgili cephedir” (Karakoç, 2012, s. 26). Başka bir deyişle, dirilişin başlangıcı ruhun dirilişidir. Sezai Karakoç düşüncesinde ruhun dirilişi ilk aşamayı ve bütünüyle dirilişin özünü oluşturmaktadır.
İslam medeniyeti, nasıl ki kendi özünü kaybettiği ya da Sezai Karakoç’un terminolojisiyle ifade edildiğinde “dirilişini yaşayamadığı için” gerilemişse, Batı Medeniyeti de metafiziğin reddiyle yanlış çözüm yollarına saparak kendi medeniyetinin krizini hazırlamıştır. Aslında Batı Medeniyetinin çıkış hamlesinde, özellikle de Rönesans döneminde ciddi bir İslam etkisi bulunmaktadır (Bkz. Karakoç, 1999, s. 83; 2008a, ss. 108-109) Üstelik Karakoç a göre (2008a, s. 135), kendi medeniyet krizinin çözümünü batılılaşmada arayan Osmanlı aydınlan ve siyaset adamları, Batılı eğitim yoluyla inançtan ve İslam’dan uzaklaşmışlardır. Medeniyet krizinden kaynaklanan meselelerin taklit yoluyla çözülmeye çalışılması “ters bir alıntı mantığının yerleşmesine ve bir uyurgezerlik hali’ne (Karakoç, 2008a, ss. 156-157) sebep olmuştur. Böylece Türkiye’de ve diğer İslam ülkelerinde Batı medeniyetinin kendi krizlerine gönüllü bir dahil oluş süreci yaşana gelmiştir.
İslam medeniyetinin içinde bulunduğu krizden çıkabilmesi için Sezai Karakoç, “metafizik gerilim”i temel şartlardan birisi olarak kabul etmektedir. Metafizik gerilim, onun düşüncesinde bireysel, sosyal ve tarihsel bir bütünlüğün içinden kendi içinde bulunulan olumsuz durumun fark edilmesi ve bu olumsuz durumu aşmak için harekete geçmek anlamına gelmektedir (Bkz. Karakoç, 1999, ss. 93-95). İslam dünyasında insanlar, hazır cevaplar, önyargılar ve yenilgiyi kabullenmek gibi sebepler dolayısıyla metafizik gerilimden kaçmakta ve iki arada bir derede kalmaktadırlar. Coğrafyanın sömürülmesi, ruhun sömürülmesiyle devam etmiş ve Müslüman toplumlar esaret altına alınmışlardır (Karakoç, 2008b, ss. 128-129). Ayrıca Müslümanlar ırk temelli milliyetçilikler dolayısıyla aslında bir millet oldukları bilincini kaybetmişler ve düşmanlarının işini daha da kolaylaştırmışlardır. Batıda yaşanan teknik gelişmeler ve Müslümanların teknikteki geri kalmışlıklarım esas bir mesele olarak kabul etmeleri, hakikatte farkında olmaları gereken meselelerden kendilerini uzaklaştırmıştır (Karakoç, 2008b, s. 19). Elbette bu gelişmeler Batıkların işine yaramış, Müslümanları yönelmeleri, çilesini çekmeleri ve umutlarını bağlamaları gereken hakikatten uzaklaştırmıştır. Diriliş düşüncesinde metafizik gerilim, kendisinin ne olduğunu ve olması gerektiğini sorma ve böylece ruhun dirilişine yol açacak hamledir.
Diriliş düşüncesinde ruhun dirilişinden sonra İslam’ın ve insanlığın dirilişi aşamaları gelmektedir. Sezai Karakoç için en önemli kavramlardan birisi medeniyettir. O, medeniyet ile kültür arasında net bir ayrım yapmamakta; medeniyeti kültürü de belirleyen ve kuşatan bir üst yapı ya da bütünsellik olarak kabul etmektedir (Lekesiz, 2003, s. 22). İslam’ın dirilişi, üç boyuta sahiptir (Karakoç, 2015a, s. 31): “kendi içinde derinleşme, topluma dal budak sararak toplumun bütün faaliyetlerine katılma ve tarih içinde boylamasına uzama.” Dolayısıyla İslam’ın dirilişi, ruhun dirilişine bağlı olduğu gibi psikolojik, sosyolojik ve tarihi yönlere sahiptir. Diriliş düşüncesinde İslam’ın dirilişinin en önemli hedefleri arasında Allah dışında bir varlığa (insan, madde, servet, kuvvet) tapınmanın ortadan kaldırılması, dinin bir alışkanlık tekrarı olmaktan çıkması ve insan olmaktan uzaklaşmış insanın yeniden kendisi olması hedeflenmektedir (Karakoç, 2008b, ss. 48-49; Diclehan, 2015, s. 197). İslam’ın dirilişi, insana hak ettiği değeri vereceği için insanlığın dirilişini de beraberinde getirmektedir. Böylece ruhun dirilişiyle başlayan süreç, İslam’ın dirilişiyle insana aylan olarak devam eden yozlaşmışlığı ve bozulmuşluğu ortadan kaldırma iddiasına ulaşmaktadır. “İslam, insanlığa bir müjdedir” (Karakoç, 2015b, s. 106). İslam’ın dirilişinin hedefi ve sonucu, insanlığın dirilişidir. “Sezai Karakoç (2015a, s. 66), diriliş insanından diriliş nesline, diriliş neslinden de diriliş toplumuna ve medeniyetine uzanan bir süreklilik öngörmektedir. Böyle bir medeniyetin kurulması, insanlığın da yararınadır. Çünkü tarihte İslam’ın dirilişinin sadece Müslümanlar için değil, diğer bütün insanlar için de iyilikler getirdiği görülmüştür. Sezai Karakoç, sağlam bir diriliş temelinde inşa edilecek medeniyetin siyaset, kent, bilim, felsefe, sanat, edebiyat ve diğer insan etkinlikleriyle topyekûn bir insani yükselişe kaynaklık edeceğini düşünmüştür (Bkz. Karakoç, 2018). Böylece Diriliş düşüncesi, Batı medeniyetinin krizinden kaynaklı insan yabancılaşmasının karşısında insani olanı yeniden inşa etme amacındadır.
Dayandığı temeller ve hedefleri açısından Diriliş düşüncesinin romantik ve ütopik olup olmadığıyla ilgili bir soru akla gelebilir. Bu soruya Sezai Karakoç, bir tarih felsefesi yorumuyla cevap vermektedir. Tarih boyunca medeniyetler, kuruluş, yükseliş aşamalarından sonra belli krizler ve gerilimler yaşamışlardır. İnsanlık tarihinde bu kriz dönemlerinin aşılmasında ve insanlık için diriliş hamlesinin gerçekleşmesinde peygamberler en önemli aktörler olarak öne çıkmaktadırlar (Baş, 2015, ss. 172-173). Peygamberlerin Allah adına gerçekleştirdikleri mücadele, insanlığın kurtuluşu ve yükselişi içindir (Karakoç, 2008b 106-107): “Peygamberler hakikate dönüşü temsil etmektedir. Peygamberler, halklarını kurtaran önderler, ordular yöneten kumandanlar olsalar da asıl görevleri insanın Tanrı’ya götürülmesi, inançlardan başlayarak iki dünya hayatının da gözetildiği bir “gerçek hayat”a kavuşturulmasıdır. Peygamberler, sadece halkları için değil, insan için ve insanlık için gelmişlerdir.” Bütün peygamberlerin vaat ettikleri din esasında İslam’dır. İslam ise ne Batı’dır ne Doğudur; ne sadece metafiziktir, ne de fizik gerçeklikten ibarettir (Karakoç, 2008c, ss. 94-95; Lekesiz, 2003, ss. 35-37). O, hakikati temsil ettiği için bu tür kavramsallaştırmaların daima ötesindedir. Sezai Karakoç, peygamberlerin varlığını ve mücadelesini İslam Medeniyetinin yemden inşası için temel kabul etmiş ve onların görevlerinin sadece manevi ya da metafizik bir dönüşü sağlamakla kalmadığına; aynı zamanda peygamberlerin ve müminlerin dünyada sorumluluktan olduğuna da işaret etmiştir. Medeniyet kurucuları olarak Peygamberlerin hakikat mücadelesi ne evrim ne de devrim kavramlarıyla karşılanabilir. Hatta bu kavramlar peygamberlerin mücadelelerini ve medeniyet hamlelerini açıklamaya yetmemektedir. Her peygamber bir diriliş hamlesini başlatmış, ölü halden insanlarını kurtarmak gayretinde olmuştur (Karakoç, 2000, s. 72). Peygamberlerin örnekliğindeki metafizik-fizik arasındaki dengeyi kuran tarihsel tecrübe, Diriliş düşüncesinin ütopyacı bir düşünce olmadığını göstermektedir.
Diriliş düşüncesinin sistematiği bir bütünselliğe dayanmaktadır. O, bir yönüyle geri dönüştür. Ancak tamamen gelenekçi değildir. Çağdaştır; ancak çağdaşlığı da geleneğin reddine dayanmaz. Metafizik ile dünyevilik arasındaki dengeyi gözetmesi dolayısıyla bu unsurlar arasında da bir denge gözetmektedir. Bu yüzden Diriliş düşüncesi bir yönüyle de gelecekçidir. Tarihi yorumlarken aynı zamanda içinde bulunduğu zamanı da kurmakta, geleceğin temellerini de atmaktadır (Su, 2003, s. 15). Mermutlu’ya öre (1998; ss. 48-49), diriliş tezi, metafizik bir cephesi, teorik atılımı, düşünce ve estetik planı bütünleşmesini sonuna kadar sürdürecek; pratik plan bu bütünlenişten kendiliğinden doğacaktır. Böylece Sezai Karakoç’un düşüncesi sistematik olmanın ötesine geçmekte ve kendi düşünce sistemini kurmaktadır.
Sonuç
Türkiye’de bir düşünce ve hareket olarak İslamcılığın seyri takip edildiğinde en önemli ve belirleyici isimlerden birisi şüphesiz Sezai Karakoç’tur. O, Cumhuriyet döneminde doğmuş, kendisinden önceki İslamcı nesille kıyaslandığında farklı bir tarihsel ve sosyolojik gerçekliğin içinde yetişmiştir. Bir yandan İslam temelli bir düşünce inşa ederken, diğer taraftan Batıyı özellikle felsefe tarihi üzerinden takip etmeyi bırakmamıştır. Şair olması dolayısıyla şiir ve felsefeye ilgisi dolayısıyla deneme, onun en özgün ve güçlü bir şekilde kullandığı iki türdür. Batıcıların, Türkçülerin ve İslamcıların on dokuzuncu asırdan itibaren geri kalmışlığımızla ilgili tartışmayı medeniyet üzerinden tartıştıkları gibi Sezai Karakoç’un düşüncesinin merkezinde de medeniyet tezi vardır. O, Batı medeniyetinin içinde bulunduğu durumu insani yabancılaşmayı arttıran ve bütün insanlığa zarar veren bir dengesizlik ve kriz durumu olarak yorumlamış ve İslam’m yeniden insanlık için bir karşı medeniyet hamlesini başarmasının bütün Müslümanlar için bir ödev olduğunu iddia etmiştir. “Diriliş” metaforuna başvurmasının sebebi, dirilişin yeniden doğuşa karşılık gelmesi ve geçici bir durum olan ölümü ortadan kaldırmasıyla ilgilidir. Diriliş düşüncesinin temeli metafiziğe dayanmaktadır.
Metafizik temel, kim olduğumuzu, misyonumuzu, içinde bulunduğumuz krizi ve onu aşma yollarını tanımlamak için zorunludur. Nitekim, İslam Medeniyeti, tarih boyunca Hz. Adem’den Hz. Muhammed’e kadar peygamberlerin önderliğinde ve örnekliğinde devam ede gelen bir medeniyet olduğu için inanç esasında metafizik bir temele zorunlu olarak ihtiyaç duymaktadır. Ne var ki İslam’ın medeniyet iddiası, metafizikle sınırlı kalmamakta, metafizik kaynaktan dünyevi pratiğe geçmekte; düşüncede, siyasette, sanatta, edebiyatta, şehirde, mimaride ve diğer bütün kültürel unsurlarda varlığını sürdürmeye devam etmektedir. Bu süreç, ruhun, İslam’ın ve insanlığın dirilişini bir arada ortaya çıkarmaktadır. Batı medeniyeti, Rönesans ile başlattığı medeniyet hamlesini, metafiziğin reddinin yanında materyalizm ve nihilizm gibi öğretilerin güçlenmesiyle kaybetmiştir. Bu yüzden Sezai Karakoç’a göre bugün insanlık bir medeniyet kriziyle karşı karşıyadır. Türkiye de dahil olmak üzere İslam ülkelerinin çoğu yakın tarihlerindeki batılılaşma siyaseti yüzünden bu krizi aşmak şöyle dursun, kendi içlerinde daha da derinleştirmiştir. Diriliş düşüncesi, yeniden İslami öze dönme ve bu özden bir medeniyet hamlesini üretme iddiasıyla sadece Müslümanların iyiliğini değil, bütün insanlığın yaşamaya devam ettiği yabancılaşma krizini aşmayı hedeflemektedir. Kendi içinde tutarlı bir sistematiğe sahip olan Diriliş düşüncesi, cumhuriyet dönemi İslamcılığı açısmdan oldukça özgün ve başat bir düşünce konumundadır. Ayrıca Sezai Karakoç, şahsi özellikleri ve pratikleriyle kazandığı saygınlık dolayısıyla zamanla çeşitlenen İslamcılık düşüncesinde pek çok farklı kesimin dikkate aldığı bir isim olmayı başarmıştır. Bu yüzden onun güçlü bir düşünce ortaya koyduğu ve bu düşünce sistematiğinin gelecekte de etkinliğini sürdüreceği öngörülebilir.
Mahmut Hakkı Akın – Yeni Modern Farklı:Çağdaş Türk Düşüncesi Üzerine Yazıları,syf:159-171
Necmeddin-i Dâye [*****] çev. Halil Baltacı Necmeddin-i Dâye (ö. 654/1256) tasavvufun bir din yorumu…
Gazzâlî [*] çev. Osman Demir Gazzâlî (ö. 505/111) Allah’ı bilmenin imkânı ve yöntemi konusunda…
Gazzâlî [*] çev. Mahmut Kaya Te’vilin şartlarını tespit etmeyi ve iman ile küfür arasındaki…
Kilise babalarının en ziyade iltifat ettiği, teolojik ağırlıklı bir anlatıma sahip Yuhanna Incil’inin l’inci Bab’ının…
İçinde yaşadığımız dönemin hakim zihniyetini karak- terize eden en önemli hususlardan biri de, hiç şüphesiz,…
İçinde yaşadığımız dünya, bedensel varlığımız ve duygularımız zamanın eliyle şekillenir. Sabretmeyi, şükretme- yi, iyiliğin ve…