Sultan II. Kılıç Arslan
II.Kılıç Arslan Selçuklu tahtına çıkar çıkmaz gerek aile içi ve gerekse aile dışı muhalefet derhal kendini göstermişti. Bunun başlıca sebebi eski Türk geleneğine uygun olarak devletin hanedan mensuplarının müşterek malı sayılması idi. İlk önce muhalefete geçen ortanca kardeş Dolat (Devlet) ortadan kaldırıldı. Daha sonra Ankara ve Çankırı hâkimi Şahinşâh harekete geçti. Onu Sivas hükümdarı Danişmendli Yağı-basan izledi ve Nûreddîn Mahmûd b. Zengî ile bir ittifak meydana getirdi. Sultan m Kılıç Arslan ile Yağı-basan’ın orduları iki kez karşı karşıya geldiler. Ancak araya giren din adamlarının müslüman kanı dökülmemesi için yaptıkları müracaatlar taraflarca kabul edildi. Nihayet Ekim 1155’teki ikinci karşılaşmadan sonra bir barış anlaşması imzalandı.
Öte taraftan Ermeni prensi II. Thoros’un kardeşi Stefan da 1156’da Maraş’a girerek şehri ateşe veriyor, buna mukabil Sultan II. Kılıç Arslan Göksün (Keysûn) bölgesine giriyordu. Neticede Stefan, Pertus (Berduş) Kalesi’ni19 Selçuklulara teslim etti. Sultan böylece bölgede sükûnu sağladıktan sonra geri döndü (1157). Öte taraftan Yağı-basan ile müttefik olan Nûreddîn Mahmûd da Selçuklu arazisine saldırarak, Dulûk, Ayıntab ve Ra’ban şehirlerini ele geçirmişti.
Sultan II. Kılıç Arslan bu şehirlerin iadesini istemiş, ayrıca Haçlılar ve Ermeniler ile anlaşarak Nûreddîn Mahmûd cephesinde rahat hareket etmek imkânı bulmuştu. Nitekim Ayıntab’ı tekrar geri alarak Ra’ban üzerine yürüdü. Haçlıların da harekete geçmesi, Nûreddîn Mahmûd’un aldığı yerleri Sultan’a geri vermesine sebep oldu (1157). İmparator Manuel ise Antakya hükümdarı Reinauld (Reynald) ile ittifak etmiş olan ve Kilikya’da sağlamca yerleşmiş bulunan II. Thoros’a karşı 1158 yılında bir sefer tertipledi ve bölgeyi itaat altına aldı.
Sultan II. Kılıç Arslan’ın kuvvetli durumu karşısında onun düşmanları birbirleriyle anlaşmaya başladılar. Bu ittifakın başlıca düzenleyicisi İmparator Manuel idi. O önce Zengîlerden Atabeg Nûreddîn Mahmûd ile anlaştı (1159). Ancak İmparator Kilikya seferinden İstanbul’a dönerken, Selçuklu kuvvetleri zaman zaman Bizans ordusuna saldırmış ve ağır kayıplar verdirmişti. İmparator takriben üç ay sonra Anadolu’ya bir sefer daha tertipledi ve bu sırada gönderdiği elçiler vasıtasıyla Sultan II. Kılıç Arslan’a karşı büyük bir ittifak meydana getirdi.
Bu ittifaka Danişmendli hükümdarları Yağı-basan, Zünnûn ve Zulkarneyn’den başka Sultan’nın kardeşi Şahinşâh da Selçuklu sultanı yapılacağı vaadiyle iştirak etmişti. Sultan II. Kılıç Arslan bu ittifakı bozmak için önce İmparator’a bir elçi gönderdi, sonra da 1160 yılında Elbistan ve civarını Yağı-basan’a bırakarak anlaşmak istedi ise de başarılı olamadı. Ayrıca Yağı-basan’ın sultanın evleneceği İzzeddîn Saltuk’un kızını gelin alayından kaçırtıp, zorla yeğeni Zünnûn ile evlendirmesi bardağı taşıran son damla olmuştu. Sultan II. Kılıç Arslan, Yağı-basan üzerine yürüdü, ancak ittifak burada iyi çalışmış Bizans ve öteki müttefiklerden gelen yardımcı kuvvetler Yağı-basan’nın savaşı kazanmasını sağlamıştı.
Nihayet sultan tek çare olarak İstanbul’a giderek bu meseleyi çözmek istedi. II. Kılıç Arslan İstanbul’da üç ay kaldı ve kendisine burada büyük itibar ve hürmet gösterildi. Neticede iki taraf arasında bir anlaşma imzalandı. Buna göre, Sultan II. Kılıç Arslan;
Ayrıca İmparator, sultana büyük para yardımı yapmış; bu anlaşmadan sonra II. Kılıç Arslan ülkesine dönmüştü (1162). O bu suretle Anadolu’daki rakiplerine karşı da serbestçe hareket etmek imkânını sağlamış oluyordu. Sultanın İstanbul’da bulunduğu sırada ise Yağı-basan boş durmamış, Harput ve Çemişkezek gibi bölgeleri istila ederek buranın halkını Kemah’a doğru sürmüştü (1163).
Kılıç Arslan’ın ilk işi Yağı-basan’ın üzerine yürüyerek Sivas’ı işgal etmek oldu. Aynca Artuklu hükümdarları Kara Arslan ve Necmeddîn Alpı ile Dilmaçoğulları emîri Fahreddîn Devlet-şâh da Yağı-basan’a karşı harekete geçmişler, ancak Atabeg Nûreddîn Mahmûd b. Zengî’nin Artuklulara elçi göndererek, Haçlılar’ın saldırıları sırasında Müslümanların birbirleri ile savaşmasının doğru olmadığını bildirmesi, Artuklular ile Danişmendlilerin bir anlaşma yapmalarına sebep olmuştu. Yağı-basan, daha sonra belki de yardım istemek için, damadı olan Şahinşâh ile birleşmek üzere Çankırı’ya gitti ve orada öldü (3 Ağustos 1164). Yerine yeğeni İbrahim’in oğlu İsmâil geçti.
Sultan II. Kılıç Arslan için Yağı-basan’ın ölümü, kendisine karşı olanları ortadan kaldırmak hususunda büyük bir fırsat olmuştu, önce kardeşi Şâhinşâh’ın Çankırı ve Ankara bölgesindeki, sonra da Danişmendli Zünnûn’un Kayseri ve Zamantı’daki hâkimiyetine son verdi (1169). Şahinşâh ve Zünnûn için Atabeg Nûreddîn Mahmûd’a sığınmaktan başka yapacak bir iş kalmamıştı. Nûreddîn Mahmûd, Artuklular ve Sivas Danişmendli emîri İsmâil’i de kendi tarafına çekerek sultana karşı bir ittifak meydana getirmiş, gerek Zünnûn ve gerekse Şahinşâh’ın haklarını müdafaa etmek istemişti. Daha sonra Sivas’ta şiddetli bir kıtlık oldu, şehrin hâkimi İsmâil durumu iyi idare edemeyince, halk ayaklanarak onu öldürdü ve yerine Zünnûn’u davet etti. Zünnûn, Atabeg Nureddîn Mahmûd’un desteği ile Sivas’ta tahta oturdu.
Bu durum Sultan II. Kılıç Arslan’ın Nureddîn’in üzerine yürümesine sebep oldu. Yine araya giren büyükler bu iki Türk devletinin barış yapmasında etkili idiler. Anlaşmaya göre; Nureddîn Mahmûd aldığı bütün yerleri Kılıç Arslan’a geri verecek, buna mukabil Zünnûn da Sivas’ta hüküm sürecekti. Atabey Nureddîn Mahmûd’un 1174 yılında ölümü ile Anadolu’daki durum II. Kılıç Arslan’ın lehine değişti. O süratle harekete geçerek başta Sivas ve Niksar olmak üzere bütün Danişmend illerine hâkim oldu (570/1174- 1175). Sultan’ın kardeşi Şahinşâh ve Zünnûn ise kurtuluşu Bizans’a sığınmakta buldular.
Öte taraftan Macaristan ve Avrupa’da meşgul bulunan Bizans İmparatoru Manuel, II. Kılıç Arslan’ın düşmanlarını ortadan kaldırarak kuvvetlenmesini hoş karşılamıyor, ayrıca Batı Anadolu’daki Türkmen alanlarından rahatsız oluyordu. Bu nedenle bir savaş hazırlığı içine girmiş, hududlarda tahkimata ve yıkılan kaleleri yeniden yaptırmaya başlamıştı. Buna mukabil Sultan II. Kılıç Arslan barış antlaşmasının yenilenmesini istemişti. İmparator ise Zünnûn ve Şahinşâh’a ülkelerinin geri verilmesi gibi ağır teklifler ileri sürerek anlaşmayı güçleştiriyordu. Nitekim imparator bu maksatla yeğeni Andronikos Vatatses’i bir ordu ile Paflagonya (Anadolu’nun kuzeyinde, Sinop, Çankırı gibi şehirlerin dahil olduğu bölge)’ya göndererek Zünnûn’a ülkesini geri vermek istedi.
Bizanslıların Eylül 1176’daki bu Paflagonya seferi Niksar surları önünde tam bir hezimetle sonuçlandı. Andronikos Vatatses’in başı bir zafer nişanesi olarak Sultan II. Kılıç Arslan’a gönderildi. İmparator ise Türkleri Anadolu’dan atmak maksadıyla büyük bir ordu ile harekete geçmişti. Sultan II. Kılıç Arslan barış teklifini tekrarladı ise de bunun bir faydası olmadı. Konya’ya doğru ilerleyen Bizans ordusu Denizli’den sonra Eğridir Gölü’nün kuzeyinde Kumdanlı’da Myriokephalon denilen dar ve sarp bir geçite girdi. İşte bu dar geçitte Bizans ordusu Sultan II. Kılıç Arslan’ın kurduğu pusuya düştü. Yapılan savaşta Türk ordusu Bizans ordusunu müthiş bir bozguna uğrattı (17 Eylül 1176).
Gece olduktan sonra da devam eden bu savaşta kurtuluş ümidi kalmayan İmparator Manuel barış teklifinde bulundu. Sultan II. Kılıç Arslan tarafından kabul edilen bu barışa göre, Eskişehir ve Sublaion (Menderes Nehri kaynağında Uluborlu’nun doğusunda) kaleleri yıkılacak ve İmparator bir savaş tazminatı ödeyecekti. Malazgirt’te olduğu gibi Myriokephalon’da da Türklerin lehlerine biten bir savaşın sonucundan tam anlamıyla istifade edemediği ve barış anlaşmasının kabul edildiği görülüyor. Ancak II. Kılıç Arslan’ın kazandığı bu zafer, dâima Türkleri Anadolu’dan atmak isteyen BizanslIların hayallerine son veriyor, artık üstünlüğün tekrar Selçuklulara geçtiğini gösteriyordu.
Sultan II. Kılıç Arslan bu galibiyeti fetih-nâmeler ile komşu hükümdarlara ve Abbâsî Halifesi el-Müstezî (1170-1180)’ye bildiriyor, bu haber Bağdat’ta sevinçle karşılanıyordu. Ayrıca Sultan bu zaferi Alman İmparatoru Friedrich I. Barbarossa’ya da bildiriyor ve ona ittifak teklif ediyordu.
Sultan II. Kılıç Arslan Bizans’ı mağlup ederek batı yönündeki tehlikeden kurtulduktan sonra doğuda istediği gibi hareket edebileceği ortama kavuşmuş oluyordu. Nitekim bu durum önceleri sultanın düşüncesine uygun düştü ve o dört aylık bir kuşatmadan sonra 25 Ekim 1178’de Malatya’ya girerek Danişmendlilerin buradaki koluna son verdi. Ancak bu sırada ortaya yeni bir rakip çıktı, bu da Nureddîn Mahmûd’un yerini alan Salahaddîn Eyyubî idi. Bu çatışmayı ilk başlatan da Sultan Kılıç Arslan oldu. O Ra’ban Kalesi’nin geri verilmesini istiyordu. Salahaddîn Eyyubî bu isteği reddetti ve ayrıca Sultan II. Kılıç Arslan’ın gönderdiği ordu Eyyubî kuvvetleri tarafından mağlup edildi. Kılıç Arslan bu kez Hısn Keyfâ ve Diyarbekir Artuklu hükümdarı Nureddîn Muhammed’e karşı harekete geçti. Sultan bu hareketine ailevi bir mazeret de gösteriyor, kızına kötü davranan damadını cezalandırmak ve çeyiz olarak verdiği birkaç kaleyi geri almak istediğini ileri sürüyordu.
Nureddîn Muhammed’in Salahaddîn Eyyubî’ye sığınması ve onunla müttefik olması iki büyük hükümdarı tekrar karşı karşıya getirdi. Muhtemel bir savaşı Selçuklu veziri İhtiyâreddîn Haşan önlemiş, hatta onları Ermenilere karşı birleştirmiştir. Bu iki hükümdarın birleşmesi ve Salahaddîn Eyyubî’nin hareketi karşısında mukavemet edemeyeceğini anlayan Ermeni Prensi III. Rupen (1175-1187) barış teklif etmiş ve bu uygun görülmüştü (1180).
Bizans cephesinde ise İmparator Manuel’in tam olarak anlaşmayı uygulamadığı, sadece Sublaion Kalesi’ni yıktırdığı görülüyor. Bu sebeple Sultan Kılıç Arslan akıncılarını Batı Anadolu’ya gönderdi. Rivayete göre 1177’de Ege Denizi’ne kadar ulaşan bir akından ve 1180’de İmparator Manuel’in ölümünden sonra Bizans arazisine Türkmen baskısı son derece artmış ve bunlara mukavemet imkânsızlaşmıştı.
Neticede Uluborlu, Kütahya ve Eskişehir civarı Türkler tarafından fethedildi. Bizans’ta ise İmparator III. Aleksios’un ölümü ile tahta Andronikos Komnenos geçmişti. Bu İmparator devrinde (1183-1185) Anadolu’da sık sık isyanlar vuku bulmuş, bu sebeple Selçuklu Sultanından yardım istenmişti. II. Kılıç Arslan bu fırsattan yararlanarak kırk bin kişilik bir ordu göndermiş, bu Selçuklu kuvveti ve Türkmenler Rodos Adası’nın karşısındaki Likya sahillerine kadar birçok yerleri zapt etmişti. Selçuklu Devleti’nin doğusunda ise Azerbaycan’dan Anadolu’ya doğru Türkmen göçleri devam ediyordu. Bu Türkmenlerden Rüstem Bey idaresindeki beş bin kişilik bir grup Maraş yönünden Ermeni topraklarına girdiler ve 1187’de Sis (Kozan)’e kadar ilerlediler, ancak Baron Leon kumandasındaki Ermeniler tarafından bozguna uğratıldılar.
Sultan II. Kılıç Arslan 1155’ten beri aşağı yukarı otuz yıldır hüküm sürdüğü siyaset sahnesinde artık yorulmuş ve görevini gereği gibi yapamaz hâle gelmişti. O da, eski Türklerde devletin haneden azasının müşterek malı sayılması geleneğine uygun olarak, Türkiye Selçuklu Devleti’ni on bir oğlu arasında bölmüştü (1186). Kendisi de Konya’da sultan olarak hüküm sürmeye devam etti. Bu şehzadelerden en küçüğü Uluborlu meliki Gıyâseddîn Keyhusrev, en büyüğü ise muhtemelen Sivas ve Aksaray meliki Kutbeddîn Melikşâh idi. Bu on bir şehzade sahip oldukları topraklarda tam bir melik gibi bağımsız hareket ediyorlar, sadece “Sultan” unvanı kullanmıyorlardı. Bu bölünmeye rağmen özellikle uçlarda bulunan Tokat ve civan hâkimi Melik Rükneddîn Süleyman-şâh Karadeniz sahillerinde faaliyette bulunmuş ve Samsun’u almıştı.
Ankara meliki Muhiddîn Mes’ûd Kastamonu taraflannda, Gıyâseddîn Keyhusrev de Batı Anadolu’da etkili olmuşlardı. Ancak bütün bunlara rağmen kardeşlerin Selçuklu tahtına hâkim olabilmek için birbirleri ile yaptıkları mücadele devletin zayıf düşmesine ve ihtiyar sultanın üzüntülü günler geçirmesine sebep oluyordu.
Öte taraftan Salahaddîn Eyyubî’nin Kudüs’ü zapt etmesi üzerine Avrupa’da üçüncü bir Haçlı seferi tertiplenmişti (1189). Bu seferin başında Alman İmparatoru Friedrich Barbarossa bulunuyor ve Haçlı ordusunun sayısı hakkında verilen bilgiler iki yüz ile altı yüz bin arasında değişiyordu. Bu Haçlı ordusuna karşı Salahaddîn Eyyûbî Bizans imparatoru II. İsakios Angelos (1185-1195) ile anlaşıyordu (1189). Buna göre iki devlet I. Andronikos zamanında aktedilen, Alman ordusunun geçmesine engel olmak hükmünü hâvi ittifak anlaşmasını yenilediler.
F. Barbarossa ile Kılıç Arslan arasında da eski bir dostluk bulunuyordu. Nitekim Kılıç Arslan ve oğlu Kutbeddîn Melikşâh’ın elçileri F. Barbarossa’ya Edirne’de ulaşmış ve iki taraf arasında; Alman ordularının Selçuklu topraklarından serbeştçe geçmesi, erzak ve öteki ihtiyaç maddeleri satın alması hususunda anlaşma yapılmıştı (Şubat 1190). Ancak Bizans, Salahaddîn Eyyûbî ile yaptığı anlaşmaya rağmen, bu büyük Haçlı ordusuna boyun eğmek zorunda kalmıştı. F. Barbarossa ve emrindeki ordu Alaşehir ve Denizli’den geçerek Selçuklu ülkesine girdi. Başlangıçta her şey normal gitmiş, Türkmenler Haçlı ordusuna saldırmamış, hatta onlara yiyecek maddeleri ve hayvan satmıştı. Ancak Haçlılar Uluborlu bölgesinde Türkmenlerin saldırısına uğramış ve ilk Selçuklu ordusu ile de Akşehir’de karşılaşmıştı.
Sultan’ın iki oğlu Melikşâh ve Mes’ûd’un idaresindeki bu Selçuklu ordusu Haçlılara ağır kayıplar verdirmesine rağmen sayıca üstün düşman karşısında Konya’ya çekilmek zorunda kalmıştı. Haçlı ordusu da bu Selçuklu kuvvetlerini takip ederek Konya önüne geldi (17Mayıs 1190). Esasında F. Barbarossa’nm niyeti Kilikya üzerinden Suriye’ye gitmek idi, ancak bu saldırılar karşısında Konya’ya yürümüştü. Neticede Haçlılar şehre girmeye muvaffak oldular, çarşıları yağmaladılar ve birçok insan öldürdüler.
Bu sırada iç kalede oturan Sultan Kılıç Arslan ve oğlu Melikşâh, Alman İmparatoru’na barış teklifinde bulundular. Alman İmparatoru da esas gayesinin Kudüs’ü kurtarmak olduğunu ve iki tarafın boşuna kayıplar verdiğini söyleyerek bu teklifi kabul etti. Ancak Selçuklu topraklarından çıkıncaya kadar güvende bulunabilmek için Selçuklu emirlerinden yirmi beş kişiyi rehine olarak aldı. Haçlı ordusu Mayıs ayı sonunda Konya’dan ayrıldı. Rivayete göre, Melikşâh sevmediği yirmi beş emîri Alınanlara teslim etmiş, Türkmenlerin devam eden saldırıları karşısında bunlar öldürülmüştü. F. Barbarossa daha sonra Silifke çayında boğuldu.
II.Kılıç Arslan’ın son günlerinde oğulları arasındaki taht mücadelesi amansız bir şekilde sürmüş, ona tahakküm edenler, hatta kendini sultan ilan edenler dahi olmuştu (Melikşâh gibi). Nihayet Sultan Kılıç Arslan 1192 Ağustos’unda hastalandı ve muhtemelen seksen yaşında iken Konya’da öldü. Öldüğü sırada veliahtı olan en küçük oğlu Gıyâseddîn Keyhusrev Selçuklu tahtına geçti.
Kaynak:
Erdoğan Merçil- Müslüman Türk Devletleri Tarihi
Necmeddin-i Dâye [*****] çev. Halil Baltacı Necmeddin-i Dâye (ö. 654/1256) tasavvufun bir din yorumu…
Gazzâlî [*] çev. Osman Demir Gazzâlî (ö. 505/111) Allah’ı bilmenin imkânı ve yöntemi konusunda…
Gazzâlî [*] çev. Mahmut Kaya Te’vilin şartlarını tespit etmeyi ve iman ile küfür arasındaki…
Kilise babalarının en ziyade iltifat ettiği, teolojik ağırlıklı bir anlatıma sahip Yuhanna Incil’inin l’inci Bab’ının…
İçinde yaşadığımız dönemin hakim zihniyetini karak- terize eden en önemli hususlardan biri de, hiç şüphesiz,…
İçinde yaşadığımız dünya, bedensel varlığımız ve duygularımız zamanın eliyle şekillenir. Sabretmeyi, şükretme- yi, iyiliğin ve…