5. Türkiye Selçuklularının Yükseliş Devri
Sultan Mes’ûd’un Konya önünde Bizans ordusunu mağlûb ve İslâm dünyasına korku salan Haçlı ordularını imhâ etmesi Sultanın ve Selçuklu devletinin kudretini çok yükseltti. Artık Anadolu Türklerinin buhran devri geçmiş; siyasî birlik ve medenî ilerleme devri açılmıştır. Bu büyük zaferleri dolayısiyle Bağdad halîfesi Selçuklu Sultanına, hil’at ve sancak gibi hâkimiyet alâmetleri göndererek, kendisini tebrik ve tebcîl etmiştir. Sultan Mes’ûd, 1149 ve 1150 seferlerinde Suriye Haçlılarını da mağlûp edip Maraş, Göksün, Ayıntap, Rabân ve Delûk gibi eski Halep eyâletinin pek çok belde, kasaba ve şehirlerini fethetti; Frankları buralardan sürdü.
Bu sırada Dâniş-mendli Yağı-basan da Karadeniz sahillerine kadar ilerliyerek Bafra(Pabra, Bavra)yi aldı. Sivas ve Malatya Dânişmendlilerini tâbiiyeti altında bulunduran Sultan Mes’ûd onlarla birlikte Kilikya’yı yâni Ermeni Kırallığını istilâya başladı. Bu bölgede fetihlerine devam ederken ordusunda ve hayvanlarında çıkan vebâ (Türkçe tabah) hastalığı sebebiyle 1054’de çekilmeye mecbûr kaldı ve 1155’de de öldü. Mes’ûd kırk yıla yakın bir saltanat ve mücâdele devrinde çok sabırlı ve ihtiyatlı bir siyasetle Selçuklu devletini yok olmaktan kurtardı ve tekrar Anadolu’ya hâkim bir duruma yükseltti. Zekâsı ve enerjisi sâye- sinde Bizans İmparatorluğu’nu ve Haçlıları mağlûb ederek Türkler için Ana dolu’yu emniyetli bir vatan haline getirdi. İlk defa, onun zamanında, Garp kaynaklarında Anadolu’nun “Turkia” adiyle kaydedilmesi de çok mânâlıdır.
Bir Hıristiyan kroniğinin ifâde ettiği üzere, adaleti ve iyi idâresi dolayısiyle, Bizans’ın ağır vergilerle ve zulüm ile ezdiği Rumlar bile onun idâresine geçtiler. Selçuklu Türkiyesinde ilk imâr işleri ve medenî faaliyetler de onunla başlar40.Mes’ûd’un yerine, veliahd tâyin ettiği oğlu, Elbistan meliki, II. Kılıç Arslan (1155 – 1192) sultan oldu. Mes’ûd ile başlayan siyasî, askerî, medenî hamleler bu kudretli sultan ile çok ileri bir safhaya erişir ve Türkiye Selçukluları tarihinde yeni bir devir başlar. Fakat Kılıç Arslan ilk yıllarda tehlikeli ittifaklarla karşılaşır. İlk önce küçük kardeşi Şahin-şâh Ankara ve Çankırı taraflarına giderek Yağı-basan ile birleşip kendisiyle mücâdeleye girişirler. İmparator Manuel ile Musul Atabeği Nureddin Zengî de Kılıç Arslan’a karşı 1159’da ittifak yaparlar. Kilikya Ermeni prensi Thoros II. da fırsattan faydalanarak Selçuklu topraklarına tecâvüz eder.
Bütün siyasî tahrik ve faaliyetlerin merkezi İstanbul’a giden Kılıç Arslan imparatorla yaptığı ittifak sâye- sinde Yağı-basan’ı ve kardeşi Şahin-şâh’ı 1063’de bertaraf etti. Yağı-basan’ın ölümünden sonra Dânişmendlileri de tedricen ortadan kaldırdı. Atabeg Nureddin işgal ettiği yerlerden çekildi. Mengücik oğullarını da tâbiiyetine aldı. Böylece uzun bir mücâdele sonunda Sakarya’dan Fırat boylarına kadar Anadolu Kılıç Arslan idâresinde birleşti. Sultanın bu kadar kuvvetlenmesinden endişelenen ve Türkmenlerin Garbî Anadolu’yu istilâ eylediğini gören imparator Manuel Türkleri tamamiyle ezmek ve Bizans’ı tekrar Anadolu’ya hâkim kılmak karariyle, büyük bir ordu hazırlayarak, 1176’da, bizzat Konya üzerine yürüdü.
Bu hareket üzerine Kılıç Arslan Bizans ordusunu Eğridir gölü şimalinde dar ve sarp bir geçitte (Myriokefalon – Kundanlı) yakalayarak, bu yılın Eylülünde müthiş bir mağlûbiyete uğratmakla Bizans’ın Malazgirt’ten beri Anadolu’yu kurtarma ümitleri ve bu ülkeyi hâlâ kendi memleketleri sayan düşünceleri de artık tarihe karıştı. Bu sebeple bu zafer Türkiye ve Bizans tarihinde, Malazgirt’ten sonra, ikinci büyük bir dönüm noktası teşkil eder ve artık yıkılıncaya kadar Bizanslılar tedrici ve devamlı bir şekilde ric’at ederler. II. Kılıç Arslan 1177 ve 1182’de de Garbî Anadolu’da Kütahya ve Eskişehir havâlilerini kat’î olarak fetheder ve Türkleştirir41.Zaferlerle dolu uzun bir mücâdele hayatında yorulan ve ihtiyarlayan Kılıç Arslan, eski Türk hâkimiyet telâkkilerine göre, devletini onbir oğlu arasında taksim edip her birini, Melik sıfatiyle, bir eyâletin idâresine gönderirken kendisi de metini sultan olarak Konya’da oturuyordu. Muhtar idarelere sahip bu meliklerden bir kısmı artık zayıflayan Bizans aleyhinde fetihlere giriştiler. Lâkin bunlar arasında erken saltanat mücâdelesi başladı. Selâhaddin Eyyûbî’nin Kudüs’ü fethi üzerine Alman İmparatoru F. Barbe- ros kumandasında teşekkül eden Haçlı ordusu 1190 senesinde Türkiye topraklarına girdiği zaman Kılıç Arslan, Sultan olmakla beraber, fiilî bir iktidara sahip değildi. Alman İmparatoru ile Selçuklu Sultanı arasında dostluk mevcut olduğundan Kudüs’e gitmek isteyen Alman ordusunun Türk topraklarından serbest geçişten başka bir gayesi yoktu.
Bununla beraber önce Türk- menler, sonra da Sultanın bir kısım oğulları Almanların karşısına çıktılar. Lâkin siyasî bölünme dolayısiyle Selçuklular için büyük Alman ordusunu durdurmak mümkün değildi. Bu sebeple Almanlar Konya’ya girdiler ve Selçuklu Sultaniyle bir anlaşma yaptıktan sonra Kilikya’ya varmak üzere Türk arâzisinden ayrıldılar. Kılıç Arslan’ın ölümünden (1192) sonra oğulları arasında saltanat mücâdelesi yine de devam etti. Nihâyet Tokat meliki II. Sü- leyman-şâh, 1196’da, mücâdeleye karışarak bunlardan bir kısmını itaate mecbur etti;’ bir kısmını da bertaraf ederek Keyhüsrev elinde bulunan saltanatı alıp Konya’da yerleşti42. Süratle Bizans İmparatorunu vergiye bağladı.
Dahilî mücâdelelerden faydalanan Ermeni Kıralı II. Leon’u tenkil etti. Men- gücikleri ve bazı Artukluları tâbiiyetine aldıktan sonra Erzurum’a geçerek 1201’de eski hânedan olan Saltukluları ortadan kaldırmak sûretiyle Gürcistan’la komşu oldu. İslâm memleketlerine istilâlarda bulunan ve bir defasında da Erzurum’u muhâsara eden Gürcüleri ezmek maksadiyle Gürcistan üzerine yürüdü. Lâkin Sarıkamış yakınlarında kendisinden çok emin bulunan Süleyman-şâh ordugâhında bulunur iken Gürcü-Kıpçak ordusunun anî bir baskınına uğradı ve hayatında mağlûbiyet görmemiş Sultan mühim esirler vermek sûretiyle ric’at etti. Kardeşler arasında memleketlerini ve payitahtı Ankara’yı kardeşi Muhyiddin Mes’ûd’dan kurtarıp, intikam almak üzere, Gürcistan’a giderken, 1204’de, yolda ölümü ile bu kudretli sultanın genişleme hareketi de durdu.
Bununla beraber az zaman içinde Selçuk birliğini kurduktan sonra devletin hududlarını babasından daha ilerilere götürdü.Konya’da tahtını ve saltanatını terk edip gurbetini geçirdiği İstanbul’dan dönen I. Keyhüsrev, 1205’de, saltanatı kardeşinin oğlu III. Kılıç Ars- lan’dan tekrar elde edince askerî hareketlerini İktisadî ve ticarî gayelere göre ayarladı. Gerçekten II. Kılıç Arslan zamanında emniyet ve âsâyişin tesisi, bu devirde artan milletlerarası ticâret yollarının Türkiye üzerinde toplanmasına yardım etmişti. 1204’de Lâtinlerin İstanbul’u işgali dolayısiyle Karadeniz ve Akdeniz limanlarına çıkan büyük kervan yolları emniyeti kaybetmiş ve tıkanmıştı.
Keyhusrev Karadeniz sahillerine yerleşmekte olan Komnenos’ları İznik’te yeni bir devlet kuran Laskaris ile dost olarak, tenkil etti ve 1206’da, Karadeniz yolunu açtı. 1207’de de Antalya’yı fethederek Türkiye için bir ihraç ve idhâl limanı vücûda getirdi. Milletlerarası ticâreti teşvik ve himâye maksadiyle de Venediklilerle ilk defa olarak, bir ticâret muâhedesi yaptı. Antalya’ya çıkmakla da Selçuklular ilk defa denizciliğe başladılar; burada bir donanma kurdular. I. Keyhusrev Denizli ve Alaşehir taraflarını da fethederek İznik İmparatoru ile mücâdeleye girişti. Fakat 1211’de zaferi müteakip, bir düşman fedâisinin kılıcı ile şehit oldu43. Yerine geçen oğlu I. Keykâvus (1211-1220)’de babasının siyasetine devam ile 1214’de Sinob’u fethetti. Birçok şehirlerden tüccar ve sermâyedar götürerek şehri bir ticâret, ithalat ve ihracat limanı haline getirdi.
Büyük surların inşasiyle şehrin emniyetini sağlamlaştırdı. Burada da yeni bir donanma kuruldu. Esir aldığı Trabzon İmparatoru Alexis’i, vergi ve tâbiiyeti kabul eden bir muahedeyi imzaladıktan sonra, serbest bıraktı. Kardeşi Keykûbad ile saltanat mücâdelesinde bulunurken bazı Selçuklu kalelerini işgal eden Ermeni kiralına karşı karadan ve Antalya sahillerinden ordular sevk ederek 1216’da Ermenileri de mağlûb etti. Keyhusrev ağır bir haraca bağlamak ve babası zamanında olduğu gibi, payitahtları Sis(Kozan)de Sultanın adına hutbe okutmak ve para bastırmak süreriyle kirala yeni bir tâbiiyet muahedesi imzalattı; hududlarda bazı değişiklikler yaptı.
Keykâvus Eyyûbîler arasındaki ihtilâflardan da faydalanıp 1218’de Şimalî Suriye taraflarında fetihlerde bulundu. Artuklu hükümdarı Mahmud ile Erbil hükümdarı Muzaffereddin Gök-böri’ye de metbûluğunu tanıttı44.I. Keykâvus’un ölümü üzerine tahta çıkan I. Alâaddin Keykûbad (1220 – 1237) Selçuklu sultanları arasında çok mümtaz bir mevkie sahip olup devrinde Türkiye çok mâmur ve müreffeh olmuş ve ileri bir medeniyet seviyesine erişmiştir. Zamanında Moğollar dünyayı alt-üst etmeye başladıkları için bu ileri görüşlü Sultan önce Konya, Kayseri ve Sivas olmak üzere birçok şehirleri muhteşem surlarla, kalelerle teçhiz ederek müdafaaya hazırlandı.
Cenup sahilinde küçük Kalonoros kalesini fethettikten sonra, kalesiyle, birlikte, yeniden inşa ederek nâmına nisbetle Alâiyye şehrini kurdu ve kendisine kışlık merkez yaptı. Orada bir de tersâne vücuda getirdi. Beyşehir gölü üzerinde Kubâd-âbâd, yazları oturduğu Kayseri yakınında da Keykubâdiye mâmûrelerini inşâ etti. Câmi, medrese, kervansaray ve hastahane gibi pekçok büyük binâ ve müesseseler yaparak unutulmaz eserler bıraktı. Deniz aşırı giriştiği Suğdak (Kırını sahilinde) seferi Selçuklu devletinin karalarda ve denizlerdeki kudretine güzel bir misal teşkil eder. Kilikya Ermeni kıral- lığını üç taraftan gönderdiği ordularla sıkıştırdı ve küçülttü. Fethettiği İçel bölgesine yerleştirdiği Türkmenler bilâhare Karamanlı Beyliğinin teşekkülüne sebep oldu.
Mogollar karşısında Celâleddin Hârizm-şâh’ın şark hududlarında görünmesi ve bu havâli hükümdarlarını itaate alması siyasî faaliyetlerin merkezini şarka kaydırdı. Eyyûbî ve Artuklu ittifakına karşı hareket ederek onları mağlûp, Hısn Mansûr (Adıyaman), Kâhta ve Çemişkezek kalelerini fethetti. 1128’de Erzincan’ı da ilhak ederek Mengücikler devletine son verdi. Bu sırada Selçuklu tâbiiyetini bırakıp Celâleddin Hârizm-şâh’a itaat eden Trabzon Komnenos’ları, bununla da kalmayarak, Sinop ve Samsun limanlarına baskın yaptılar. Selçuk ordusu ve donanması Samsun’dan ilerleyerek Ünye’ye kadar sahilleri fethettikten sonra Trabzon’a vardı. Erzincan’dan Maçka yolu ile gelen başka bir Türk ordusu da karadan harekete geçip Rumların payitahtını kuşattılar. Şiddetli hücûmların cereyan ettiği bir sırada tufan gibi yağmur ve sellerin başlaması Selçuklu kuvvetlerinin çekilmesine ve hattâ ormanlar içinde bir şehzâde ile birlikte bir miktar da esir vermelerine sebep oldu.
Bununla beraber Trabzon imparatoru bu esirleri teslim ettikten başka yıllık vergi ve askerî yardım da gönderme şartlarını ihtiva eden tâbiiyet muahedesini kabûle mecbûr kaldı.Sultan Alâaddin Keykubâd Mogollara karşı, din ve ırk bağlarını hatırlatarak ve İslâmın kaderi bakımından iki sultanın tarihî mes’uliyetlerini beyan ederek, Celâleddin Hârizm-şâh’a dostluk ve ittifak tekliflerinde bulundu. Lâkin iyi bir asker ve kötü bir siyaset adamı olan Hârizm sultanının ölçüsüz hareketleri iki hükümdar arasında çarpışmayı mukadder kıldı ve 1230’da Yassı-Çimen’de Hârizm-şâh’ın ordusu perişan edildi. Sultan Alâaddin, Hârizm-şâh’ın müttefiki olan amcazâdesi Erzurum meliki Cihân-şâh’ı da bertaraf ederek memleketini tekrar Selçuklu ülkesine kattı.
Gürcistan’a gönderdiği bir ordu ile kıraliçeyi tâbiiyetine sokarak amcası Süleyman-şâh’ın intikamını aldı. Van gölü havzasını da Eyyubîlerin elinden kurtardı. Büyük kireç fırınları yakdırıp şehir ve kaleleri tahkim ettirmek sûretiyle Mogollara karşı müdafaa tedbirleri alırken öte yandan da Moğol imparatoru Oktay Kaan’a da elçi gönderdi ve sulh yaptı; devrin hiçbir hükümdarına nasip olmayan bir itibarla karşılanarak Moğol tehlikesini uzaklaştırdı. Türkiye, böy- lece Keykubâd devrinde siyasî, İktisadî ve medenî bakımlardan en yüksek seviyeye erişti. Bu sebeple de Sultan halk arasında “Uluğ Keykubâd” adiyle anıldı45.
6.İnhitatın Başlaması ve Moğol İstilâsı
Keykubâd’ın henüz genç yaşta 1237’de, ölümü ve yerine iktidarsız ve anormal vasıflara sahip oğlu II. Keyhusrev’in geçişi bu kudretli devletin sarsılmasına bir başlangıç oldu. Bu hükümdarı tahta çıkarıp avucuna alan Sâdeddin Köpek46 isminde bir kimsenin, büyük hayâlleri için rakib saydığı mühim devlet adamlarını birer birer bertaraf etmesi bu inhitatta maddî bir rol oynar. Bununla beraber devletin kazanmış olduğu kudret yine de devam etmiş; Diyarbekir ve Tarsus fetihleri yapılmış, Trabzon Rum, Kilikya Ermeni kıralları, Eyyûbîlerin bir kısmı yine de Selçuklu devletinin tâbiîleri olarak kalmışlardır. Lâkin Moğol istilâsı önünde Anadolu’ya dolan Türkmenler bir buhran âmili olmuş ve müslüman şeyhinden ziyâde eski bir Türk şamanı 45 Bu hususta tafsilât için bak. O. Turan, “I. Keykubâd”, İA. 46 M.’deki “II. Keyhusrev” makalemize bakınız. (kam) hüviyetiyle ortaya çıkan Baba İshak Keyhusrev idâresine karşı hareket emrini vermiş ve İktisadî zarûretler içinde bulunan Türkmenleri kendi ke rametine, hattâ peygamberliğine inandırarak ayaklandırmıştır.
Bu sebepledir, ki Baba İshak’a Baba Resûl (Fransız kaynaklarında Paperissole) de niliyordu. Gittikçe büyüyen Babaî hareketi, 1240’da, zorlukla bastırıldıktan sonra bu devletin zaafı anlaşılmış bulunuyordu. Nitekim Moğollar, 1241’de, Erzurum’u işgal ve tahrip ile bir yoklama yaptıktan sonra, 1243’de, Baycu Noyan kumandasında hareket eden 30.000 kişilik Moğol ordusu 80.000 kişi civarında bulunan Selçuklu ordusunu Köse-dağ’da, ciddi bir mukavemetle karşılaşmadan, mağlûb etti. Eski kuvvetli devlet adamları ve kumandan larından mahrûm bulunan bu ordu, başta korkak hükümdarın Antalya’ya kadar kaçmasiyle dağıldı. Kayseri’nin gösterdiği ciddi mukavemet de netice vermedi.
Moğollar bu şehri tahrip, yağma, mühim mikdarda da ahâlisini kat lettiler ve oradan döndüler. Amasya kadısı ile yola çıkan vezir Mühez- zibüddin Ali Anadolu’nun pek çok kale ve askerle dolu olduğunu mahâretle telkin ederek Moğol kumandanını yıllık bir vergi teklifiyle sulha râzı ettiler. Kösedağ mağlûbiyeti siyasî inhitatın başlangıcıdır. II. Keyhusrev’in ö- lümünden sonra (1246) üç küçük oğlu yanında devlet adamlarının toplanıp mevki ve ihtiras mücâdelelerine girişmeleri Moğolların müdahalelerin askerî işgallerine ve ağır vergilerle devleti ezmelerine fırsat verdi47. Saltanat mücâdeleleri Mu’ineddin Süleyman’ın zaferiyle 1261’de sona erer. Mo- ğolları iyi idâre eden ve onlara dayanan bu devlet adamı, bir sükûn ve istikrar devri tesis eder. Hattâ bu devir, bazı kaynaklarda, “Mu’ineddin Pervane devri” adiyle anılarak 1277 yılına kadar sürer. Bununla beraber Anadolu Türkleri putperest Moğol tahakkümünü daima ağır bulmuş ve kurtulma yollarını aramıştır. Filhakika Mogollan ilk defa mağlûbiyete uğratan Türk Memlûkleri sultanı Baybars Anadolu’ya dâvet olunmuş; o da 1277’de Kayseri’ye kadar gelip Selçuklu usûllerine göre ve merâsimle Türkiye tahtına o- turmuştur48.
Lâkin Anadolu’da kalamayacağı düşüncesi ve Moğol korkusu Selçukluların Baybars ile sağlam bir işbirliği yapmalarına imkân vermedi.Baybars’m sür’atle dönüşünü müteakip Anadolu’ya giren İlhan Abaga, bu hâdise ile ilgili olarak, bu memlekette çok insan öldürdü ve Mu’ineddin Pervâne’yi de idam etti. Bu devlet adamından sonra, Selçuklu hânedanı 1308’e kadar mevcût oldu ise de Moğollar Selçuklu devletini fiilen yıktılar; Anadolu’yu umûmî vâlileri ile idâre ettiler ve askerî işgal altına aldılar. Bay- bars’ın gelişi ve onu tâkip eden buhrandan faydalanan Karaman oğulları da Konya’yı işgal ve yağma ettikten sonra oradan atıldılar. Moğolların Selçuk ordusunu ve onunla birlikte iktâ idâresini yıkmaları yâni mîrî sistemin bozulması ve askerî sınıfın işsiz kalması da memlekette yeni bir huzursuzluk ve âsâyişsizlik âmili oldu.
Moğol mâliyecilerinin halkı vergilerle ezmeleri ve ara-sıra da Moğol vâlilerinin isyanları Anadolu’da İçtimaî sarsıntılara, ticarî faaliyetlerin ve kervanların duraklamasına, bu sebeple de bir İktisadî ve medenî sükûta âmil oldu. Halbuki Köse-dağ’dan Pervâne’nin ölümüne kadar (1243-1277) siyasî buhranlara ve Moğolların müdahalelerine rağmen, Selçuklu devleti ordusiyle, idâresiyle mevcût olduğu gibi İktisadî ve medenî yükselişte de mühim bir sarsıntı olmamış idi. Bu husus kaynaklardan anlaşılabileceği gibi bu devirde yapılmış büyük inşaat ve âbideler de buna delâlet eder. Gerçekten bu devirde milletlerarası ticâret yolları faaliyetlerine devam etmiş; ziraî ve sınaî istihsalde, ithalât ve ihracatta esaslı bir değişiklik olmamıştır. Anadolu Türklerinin Keykubâd devrini bir saadet devri olarak hatırlamaları ve bütün felâketlerin menşeini “Baycu yılı” adiyle Kösedağ mağlûbiyetine bağlamaları doğru olmakla beraber umûmî vasıfları ile Selçuklu devri 1277’ye kadar sürmüş, bu tarihte başlayan fiilî Moğol işgal ve idâresi siyasî olduğu kadar İktisadî ve İçtimaî buhranlara ve medenî sükûta da sebep olmuştur.
Bu devrin sultanları olan 111. Keyhusrev, II. Mes’ûd veIII. Keykubâd iktidarsız ve Moğolların âleti durumunda idiler. Bu devirde saltanat iddiasında bulunan II. Keykâvus’un bir oğlu Siyâvuş (Selçuk- nâme’lerde tezyif olarak Cimri) Karamanlılara ve diğeri Kılıç Arslan da Kastamonu Türkmenlerine dayanarak tahtı elde etmeye veyahut bizzat Türkmen beyleri şehzâdeler sâyesinde nüfûz ve kudretlerini halk arasında artırmaya çalışmışlar; fakat Selçuklu-İlhanlı kuvvetlerine mağlûb olmuşlardı49. Moğol umûmî vâlileri arasında Timür-taş noyan (1316 -1327) zamanı, iyi idâresi ve adaletiyle, nisbî bir huzûr ve sükûnu temsil etmekte ve bu sebeple de o halk arasında “Mehdi” sıfatını kazanmış bulunmaktadır. Onun da isyan ederek 1327’de Mısır’a ilticası bu devre nihâyet vermiştir.
Moğol hâkimiyeti altında Selçuklu devleti yıkılır ve Orta Anadolu İlhânîler idâresinde ezilirken uçlar ve dağlar tamamiyle Türkmenlerin eline geçmiş bulunuyordu50. Böylece Selçuklu devleti ve daha sonra, 1336’da, İlhanî hâkimiyeti, Orta Anadolu’da çökerken uçlarda yeni bir hayatiyet doğuyor, bir takım Türkmen beylikleri kuruluyordu. Hukûkan Selçuklu sultanlarına ve Moğol hanlarına tâbi bulunan bu beylikler onları resmen metbû tanıyor, hil’at, menşûr ve sancak gibi hâkimiyet sembolleri ve gâzilik unvanları alıyorlardı. Fakat büyükleri aslında tamamiyle müstakil olan bu beylikler çok defa metbûlariyle mücâdele halinde bulunur ve daha ziyâde İlhanlılara düşman olan Mısır Memlûk sultanlarından hâkimiyet fermanı ve yardım almaya teşebbüs ederlerdi. Bunların en eski ve kuvvetlisi Lârende havâlisinde ve Ermenilere karşı Kilikya taraflarında fetihler yapan Karaman oğulları beyliği idi.
1283’de teşekküle başlayan Germiyan oğulları beyliği de tarihî rolü itibariyle pek mühim olup Garbî Anadolu’da kurulan Aydın ve Saruhan beyliklerinin de atası idi. Aydın oğullan vücûda getirdikleri donanma ile adaları işgal etmişler; Balkanlara ve Yunanistan’a istilâlar yapıp Türk denizciliği tarihinde müstesna bir mevkî kazanmışlar; İtalyan Cumhuriyetleri ile de ticarî muahedeler akdeylemişlerdir. Göçebe Türk ve Selçuklu siyasî an’anelerine göre kurulan bu beylikler de, bütün Ortaçağ Türk devletlerinde olduğu gibi, memleket hânedan âzasının müşterek malı sayıldığından kardeşler arasında taksime uğrayarak parçalanıyordu. Bu beylikler Anadolu’nun fethini ve Türkleşmesini tamamlarken telif ve tercüme sûretiyle Türk yazı ve edebiyat dili ile birlikte Türk kültürüne de çok hizmet etmişlerdir. Kastamonu havâlisinde kurulan Çandar oğulları beyliğinin de bu hususta mühim bir mevkii vardır.
Bu devir Anadolusu al-‘Omarî ve İbn Hatûta tarafından çok güzel tasvir edilmiş; beyliklerin siyasî askerî, İktisadî ve İçtimaî durumları meydana konmuştur. Bunların merkezlerinde vücûda getirdiklerin câmi, medrese, imâret, hastahâne ve sair eserler, onların medenî faaliyetlerinin maddî delili olarak, bugüne kadar kalmıştır.
7. Anadolu’nun Türkleşmesi ve Moğol İstilâsı
Tarihin en kudretli ve şiddetli istilâlarından birini teşkil eden Moğol istilâsı, Orta Asya Türklüğü ve medeniyeti için ağır neticeler ve Anadolu’da da bilhassa 1277’den sonra büyük sarsıntılar vücûda getirmesine mukabil bu ülkenin nihaî Türkleşmesinde mühim bir âmil olmuştur.
Gerçekten Malazgirt zaferini müteakip Anadolu’ya nasıl sel halinde insan akını olmuş ise Moğol istilâsı önünde de aynı şekilde Türkmen kitleleri bu ülkeye kaçıyor ve Moğol kıtalinden kurtulmaya çalışıyorlardı. Çağdaş bir müellif göçebelerin kalabalıktan Aras köprüsünü geçememiş olduğunu, “Türkmenlerin Errân (Karabağ)’da karınca ve çekirgeler gibi kitleler teşkil” ettiğini kaydeder51. “Geniş ovaları ve otlakları ile Mugan, Türkmenlerin yurdu idi. Bugün Tatarlar burasını kışlak yaptığından Türkmenler oradan hicret etmiştir”52. Bu Türkmen- lerden 60.000 hânelik bir grup Karahan idâresinde Valaşcert (Eleşkird), Sürmeli ve Aras havâlisinden Ahlat’a doğru çekildi.
Orhan idâresinde başka bir Türkmen grubu da Gürcistan’a girdikten sonra Anadolu’ya doğru ilerledi. Azad-Mûsa idâresinde bulunan 60.000 hânelik bir Türkmen halkı da bir müddet kışları İspir, Bayburt ve Pasinler’de, yazları da Şimalî Karadeniz (jParhar) dağlarında geçiriyor; Gürcistan’a, sık-sık, akın ve taarruzlarda bulunuyor; esir ve ganimetler ile dönüyor; bazan da çok kayıplara uğruyorlardı53. Bu Türkmenler daha sonraları Bayburt, Erzincan’dan Sinop’a ve Ayıntab’a kadar her tarafı istilâ ettiler. Trabzon dağları yine çoğunun yazlık yurtları (yaylası) idi. Bir müddet sonra Mehmed beg’in idâresinde bulunan bu Türkmenlerin, ihtiyaç halinde yerli halkı yağma etmeleri dolayısiyle, Mu’ineddin Pervâne onları Moğollara şikâyet etmiş, bunlar da Denizli taraflarına göçmüşlerdi54.
Bu havâlide büyük Uc beyi Mehmed beg, kardeşi İlyas beg, Dâ- mâdı Ali beg ve akrabası Sevinç beg idâresinde bulunan Türkmen Hülâgü’ye elçi gönderip vergi ödemek, nezdlerinde şahna bulundurmasına râzı olmak ve buna mukabil kendilerine ferman ve sancak verilmek sûretiyle tâbiiyetlerini arzettikleri ve 659’da bu hususta bir anlaşma yapıldığı halde ertesi yıl, 1162(660)’de, Moğol ve Selçuk ordusu bu Türkmenleri Talaman ovasında vukûbulan muhârebede bozguna uğratıp Mehmed beg esir edilmiş; Ali beg Türkmenlerin reisliğine getirilmiştir55. Babaî hareketinde 1243’de Malatya civarında bulunan Germiyanlı Türkmenlerinin Cimri isyanında artık Garbî Anadolu hududlarına varmış olması da Türkmen göçlerinin Şarktan Garba doğru ilerleyişi bakımından kayda şâyândır56.
Moğol istilâsından kaçıp Anadolu’ya sığınan bu Türkmenler burada da Selçuklu-İlhanlı devletinin tazyikiyle uçlarda yığılıyor ve buralardaki göçebe kesâfetini arttırarak Bizans topraklarını fethe başlıyorlardı. Nitekim henüz İznik Rum devletinin İstanbul’a naklinden (1261) önce Denizli bölgesinde 200.000, Kastamonu havâlisinde 100.000 ve Kütahya-Karahisar arasında da30.000 çadır, yâni takriben üç milyon göçebe Türkmen bulunduğuna dair haberler57 yalnız Garbî Anadolu uçlarında ne kadar bir nüfûsun yığıldığını gösterir. Bir Bizans müellifi: “Moğollar tarafından püskürtülen Türkmenler vilâyetleri istilâ ediyor ve Rumları sıkıştırıyorlardı. Onlar Moğollar önünde nasıl kadın gibi kaçıyorlarsa Kumlara karşı da kendilerini öyle erkekçe gösteriyorlardı.
Bu sebeple Moğol istilâsı onların felâketine değil saadetine sebep oluyor; kitleler halinde Paphlagonia (Çankırı ve Kastamonu havâlisi) ’dan ve Pamphylia (Antalya vilâ- yeti)dan akıp geliyor ve Bizans arazisini yağma ediyorlardı58 ifâdesiyle bu göçleri güzelce tasvir eder. Başka bir kronik de Bizans’ın nasıl bir çöküntü halinde bulunduğunu ve bu akmların ne şekilde ilerlediğini belirtir: “Menderes havzası yalnız halkları değil hücrelerine yerleşmiş rahipleri tarafından da terk edilerek ıssızlaştırıldı… Türkler zaferlerinin yemişlerini toplayarak müdafaasız yerleri istilâ ediyordu. O zaman bütün köylülerin, acınacak bir durumda, İzmir’e kaçtığı görülüyordu. Bu izdiham içinde anasını, babasını, karısını-kocasını ve çocuklarım kaybedip ağlamayan kimse yoktu… İstild İznik ve Bursa kapılarına kadar ilerledi”59.
XIIPüncü asrın sonlarına doğru Garbî Anadolu’nun Türkleşmesine ait bu tasvirler yanında Türklerin Ortodoks râhipleriyle de anlaşarak Rum beldelerine muhâcirler yerleştirdiklerine dair haberler Bizans’ın, maddî olduğu kadar, manevî bakımdan da ne derecede bir sükût içinde olduğunu göstermektedir60.Bu büyük Türkmen akınları sâyesinde XIII ve XIV’üncü asırlarda Garbî Anadolu Selçuklu Orta Anadolusuna nazaran daha kuvvetli ve kesif bir şekilde Türkleşmiştir, ki bu husus Osmanlı tahrir defterleriyle tafsilâtlı olarak teyid edilmiş ve Hıristiyan halkın çok az kaldığı meydana çıkmıştır61. Türkmenler buralarda, BizanslIların Balkanlardan naklettikleri, Peçenek ve Kumanlara da rastlamışlardı. Kilikya Ermeni kırallığı Selçuklular, Karamanlılar ve husûsiyle Memlûkler tarafından eritildikçe Türkmenler de bu bölgeyi iskâna devam ediyorlardı. Daha XII’inci asırda göçebe Türkmenlerin ve bizzat Ermenilerin idâresinde iken bu havâlide yurt edindikleri, sık-sık bu bölgeye girip çıktıkları hakkında pek çok kayıt vardır. XV’inci asırda Çukurova’yı ziyâret eden B. de la Broquiere her tarafın Ramazanoğullarına tâbi Türkmenler tarafından iskân edildiğini görmüştür62.
Şarkî Karadeniz bölgesine yaylalardan, geçitlerden ve Harşıt vâdisinden inen Türkmenler mevcut olmakla beraber bu havâli daha ziyâde Samsun’dan itibaren sahili tâkip eden Oğuz Çepni boyu tarafından Türkleştirilmiş; Canik bölgesine adını veren yerli Hıristiyan Çan kavmi tedricen kaybolmuştur. Türkmenler 1302’de Giresun’a kadar ilerlemiş ve bir takım küçük beylikler kurmuşlardı63. Anadolu’da Türk nüfûsu o kadar kesâfet peydâ eylemiştir, ki OsmanlIların Rumeli’ye geçişleri o tarafa doğru devamlı bir nüfûs akınına sebep olmuş ve herhalde Balkanlarda kalan henüz Şamanî Türkler de müslüman olarak karışmış ve kaynaşmışlardır. Anadolu’nun Türkleşmesi hakkında daha fazla tafsilâta girmeden böylece Selçuklu Türkiye’sinin etnik vaziyetine dair umûmî bir tablo çizmiş oluyoruz.
Prof.Dr.Osman Turan – Selçuklular Tarihi ve Türk-İslam Medeniyeti,syf:291-301
Kaynaklar:
1 Bak. Osman Turan, “Islamisation dans la Turquie du Moyen-Âge”, Studia islamica, X (1959) s. 137-152.
2 Nçr. Sathas, Bibliotheca Graeca, VII (1894), s. 169; A. Vasilief, Histoire de l’Empire byzantin, Paris 1932,1, s. 468.
3-J. Skylitzes, Historia (Bonn), s. 708.
4 Chronique, III, s. 160, 172.
5 Brosset, I, s. 346-349.
6 Brosset, Histoire de la Géorgie, traduit du géorgien. Petersburg, 1849,1, s. 359.
7 Urfalı Mathieu, Chronique, Paris 1858, s. 181-132.
8-J. Laurent, Byzance et les Turcs Seldjoucides, Nancy, 1813, s. 97.
9 Vasilief, Histoire de l’Empire byzantin, I, 470.
10 Bryennios. fr trc. Cousin (Hist. Const.), Paris, 1672, II. s. 724, 727-738; I, Bu hususta bak. Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul 1071. s. 50-52. Zonaras. fr. trc. İ.M. de St. Amour, Paris 1560, I08b; Anne Comnène, Alexiade, fr. trc. B. Leib, Paris 1937, ı, 5. 12-15; Attaliates, s. 189, 109; F. Chalandon, Alexis Comnène, Paris 1900, s. 29- 31; M. H. Yınanç, s. 82-86; Cl. Cahen, “Première pénétration Turque en Asie Mineur”, Byzantion, XVIII, s. 33.
11 Anonim Selçuk-nâme, s. 15. Kaynağın bu mühim kaydını tarih vak’aları te’yid eder.
12 Bak. M. H. Yınanç, s. 89.
13 Bak. UL, I.
14 Sibt, Mir’at uz-zamân, 26a-26b, 32a-32b; İbn ül-’Adîm, Ziibde, II, s. 42.
15 Anonim Selçuk-nâme, s. 36-37; Azîmî, s. 361; İbn Şeddâd, 34b; Süryânî Mihael, III, s. 172. Bu kaynaklar İznik’in fethi hakkında umûmî malûmat verirken yalnız ‘Azimî bu mühim hâdiseyi 467 (1075) yılı vak’aları arasında “ve fetehe Süleyman bin Kutalmış Nikıye” kaydı ile tesbit etmiştir.
16 Bryennios, s. 760-761; Zonaras, 109a.
17′ Bak. J. Laurent, Byzance et les origines du Sultanat de Roum, Mélangés Ch. Diehl, I, s. 180- 181; Mükrimin Halil Y inanç, Anadolu’nun fethi, s. 109.
18 Bugüne kadar karanlıklar içinde kalan İznik’in fethi ve Türkiye Selçukluları devletinin kuruluşu “1. Süleyman-şâh”, (M, XI, 201-219) ve Selçuklular Zamanında Türkiye (s. 53- 54) adlı tedkiklerimizle aydınlanmıştır.
19 Migne, Patrologie Latine, CXLVIII, s. 239; S. Runciman, History of Crusades, I, s. 998.
20 Sibt, XIII, 17a; Sadreddin el-Huseynî, s. 63-64.
21 Abul-Farac, s. 227; Cennâbî, El-‘Aylem üz-zâhir, Ayasofya, No. 3033, s. 470a.
22-‘İmâdeddîn, 70; Sadreddîn, 71-72.
23-Bryennios, s. 770-774; 794-796; Zonaras, s. 109a; Anne Comnène, I, s. 18, 21, 69, 71,131, 137, 138; Attaliates, s. 226, 207, 270; Chalandon, s. 66-72.
24 Sibt, 62b, 71a; ‘Azimî, s. 364; Süryânî Mihael, s. 179; Abu’l-Farac, s. 229.
25 ‘Azimî, s. 365; İbn Kalânisî, s. 117; İbn ül-Adîm, Zühde, II, Neşr. Sami Dahan, Şam1954, s. 88-89; İbn ül-Esîr, X, s. 47.
26 Anne Comnène, I, s. 18; Guillaume de Tyr, nşr. M. Paulin, Paris, 1879,1, s. 13, 19.
27 Attaliates, s. 306; C. Finlay, History of Greece, London 1851, s. 51; J. Laurent, Byzance et les Turcs, s. 51, 67, 76, 78-83.
28 Süryânî Mihael, 172; Zonaras, 109a; Anne Comnène, II, s. 64; Hayton RHCr, Documents arméniens, II, s. 143.
29 Süleyman-şâh’ın saltanatını ilân ve Halîfe’nin tasdik ettiğine dair bak. Selçuklular Zamanında Türkiye,s.64
30-Sibt,62a
31 Bu hususta, tafsilat Selçuklular Zamanında Türkiye (s. 62-63) adlı eserimizde verilmiştir.
32 Süleyman-şâh’ın Büyük Selçuklular ve Bizans’lılar karşısındaki siyasî mevkii hakkında mevcûd yanlış veya tersine anlayışlar için sâdece bir kaç misâl verelim: Mükrimin Halil Yınanç, Anadolunun fethi, s. 85-87; İ. Kafesoğlu, “Melik-şâh”, İA, VIII, s. 668; Laurent, Sultanat de Roum, s. 174, 181.
33 M. H. Yınanç, “Dânişmendliler” makalesinde bu devletin kurucusunu ve kuruluşunu anlayamamış ve hattâ Gümüş-tekin Ahmed gazi’yi iki isim ve oğul-baba sanmıştır, bak, İA, III, s. 468.
34 Anne Comnene, III, s. 154, 157, 158-, Zonaras, s. 111b, 114a; Chalandon, s. 264-265; Lebeau, XV, s. 443; Finlay, s. 152. Süleyman-şâh’m ölümünden sonra çıkan ilk buhran dolayısı ile Selçuklular Zamanında Türkiye adını alan kitabımızda tafsilat vardır (s. 83-95).
35 Türkiye Selçuklularının ilk payitahtını Konya zannedenler sâdece bir tahmine dayanıyor; başlıca düşman olduğu için Bizans’a yakın İznik’i seçmeleri sebebini düşünemiyor ve bu devrin tarihî vak’alarım da bilmiyorlardı. Nitekim Osmanlılar da Bursa ve Edirne’yi merkez yaparlarken karşılarında Bizans ve Avrupa olduğunu hesap ediyorlardı.
36 Tafsilât için bak. “Kılıç Arslan I.” İA, VII, s. 681-688; Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 95-111.
37 Anna Comnene, III, s. 142-146, 154. 159, 164-166, 168-171; Zonaras, s. 114a; Chalon- don, s. 254-255.
38-I. Kılıç Arslan’ın şehâdetinden sonra Anadolu’da hüküm süren ikinci buhran için Selçuklular Zamanında Türkiye’ye bak. (s. 148-167).
39 Bak. Osman Turan, “L’islamisation dans la Turquie du Moyen -Âge”, Studia Islamica, X. (1959), s. 139-140.
40 Mes’ûd hakkında Chalandon’un II. cildindeki kayıtlar dışında husûsî bir tetkik henüz yoktur. Bugün Selçuklular Zamanında Türkiye (s, 158-196) adlı eserimiz bu boşluğu doldurmuştur.41 Tafsilat için yukarıda zikredilen eserimize (s. 107-236) bakınız.
42-II. Süleyman-şâh hakkında IA.deki tedkîkimizde tafsilât vardır.
43 İA. “I. Keyhusrev” makalemize bakınız.
44 İA. “I. Keykâvus” makalemize ve adı geçen kitabımıza bakınız.
45 Bu hususta tafsilât için bak. O. Turan, “I. Keykubâd”, İA. 46 M.’deki “II. Keyhusrev” makalemize bakınız.
47 M.’de. II. Keykâvus, “IV. Kılıç Arslan” makalemize bak.48 Bak. F. Köprülü, “Baybars”, İA.
49 Osman Turan, Türkiye Selçukluları hakkında resmî vesikalar, Ankara 1958, s. 9-12.50 Al-Omarî, Mesâlik ül-ebsâr, neşr. F. Taeschner, Leipzig, 1929, s. 30, 48.
51 Nesevî, Celâleddin Mengüberti, neşr. O. Houdas, s. 159, 223, 225, 226, 229.
52 Zekeriya Kazvinî, Asar ül-bilâd, neşr. Wüstenfeld, Leipzig 1848, s. 378.
53 Brosset, I, s. 532-3, 826-8.
54 Reşîdeddîn, Mükâtebât, neşr. Muhammed Safı’, Lahor 1948, s.273-278.
55 Aksarayî, s. 66, 71; Baybars Mansûrî, 53b, 55b; Eflâkî, Manâkıb al-ârifın, neşr. T. Yazıcı, Ankara 1959. I, s. 485-486; Cl. Cahen, “Notes pour l’his-toire des Turcomans”, JA (1951) s. 337.
56 İbn Bîbî, s. 501, 506. 698, 699.
57 İbn Said, Coğrafya, Bibi. Nationale, Ar. 2234, 98a, 98b. 106a.
58 N. Gregoras, I, s. 137; P. Wittek, Menteşe Beyliği, tr. trc. O. Ş. Gökyay, Ankara 1944, s. 16.
59 Pachymeres, tere. Cousin, Histoire du Constantinople, VI, s. 262, 725.
60 Bak. P. Wittek, Menteşe Beyliği, s. 15, 18, 25, 26.
61 Umûmî bir fikir için bak. Ömer Lütfı Barkan, “Tarihî demografi araştırmaları”, TM, X, s. 11.
62 Voyage d’Qutremere, neşr. Ch. Schefer, Paris 1892, s. 83-86, 94.
63 Resmî vesikalar, s. 164-167.
Necmeddin-i Dâye [*****] çev. Halil Baltacı Necmeddin-i Dâye (ö. 654/1256) tasavvufun bir din yorumu…
Gazzâlî [*] çev. Osman Demir Gazzâlî (ö. 505/111) Allah’ı bilmenin imkânı ve yöntemi konusunda…
Gazzâlî [*] çev. Mahmut Kaya Te’vilin şartlarını tespit etmeyi ve iman ile küfür arasındaki…
Kilise babalarının en ziyade iltifat ettiği, teolojik ağırlıklı bir anlatıma sahip Yuhanna Incil’inin l’inci Bab’ının…
İçinde yaşadığımız dönemin hakim zihniyetini karak- terize eden en önemli hususlardan biri de, hiç şüphesiz,…
İçinde yaşadığımız dünya, bedensel varlığımız ve duygularımız zamanın eliyle şekillenir. Sabretmeyi, şükretme- yi, iyiliğin ve…