Topyekûn Batılılaştırma
“Türkleştirme yoluyla Batılılaştırma,” Kemalist devlet seçkinlerinin yeni “Türk” toplumunu, Batının seküler evrenine sürekli bir sosyokültürel ve politik reformasyon yoluyla özümsemesine dayanır. Batıdan siyasî bağımsızlığa paralel olarak pozitivist Aydınlanma geleneğinin seküler kültürüne bağımlılık Kemalist modernleşmenin ana çerçevesini teşkil eder. Kohn,Kemalizmin topyekûn Batılılaşmaya olan “kendinden gönüllülüğünü”, Kemalist muhakemenin ana motiflerinden biri olan, “Türklere has eski, büyük bir medeniyet geleneği”nin yokluğuna atfeder. Bu, Kemalistlerin klasik oryantalizmin vazettiği pozisyona uygun şekilde, değişimin aktörü olarak Batılı sömürgecilerin yokluğunda, halk karşısında self-kolonizatör rolünü benimsediklerini göstermektedir.Sömürgeleştirme tecrübesi yaramasa da, Kemalist siyasî seçkinlerin “geri kalmışlık” problemine yaklaşımı, Frantz Fanon’un işaret ettiği sömürgeleştirilen aydının Avrupa kültürünü kendi kültürü haline getirmesi çabasına paralellik göstermiştir. Bu paralellik, şarkiyatçıların Şark hakkında ürettikleri klişelerden hareketle, Şarkı Batıyla uyumlu hale getirme görevini modernleşme söylemiyle yerine getiren “yerli şarkiyatçı” yaklaşımın yansımasıdır. Son tahlilde, Kemalist modernleşme tecrübesi, Edward Said’in deyimiyle, “modern Şarkın kendi şarklılaştırılmasına katılmasının” bir örneğidir.
Ulusal kurtuluş hareketlerinin ilk örneği olarak Kemalist ulusçuluk, klasik modernleşme teorisine uygun olarak önce ulusal topluluğa dayalı bir siyasî çerçeve oluşturup siyasî sınırlan tanımlamış, sonra siyasî liderliğini kurumsal olarak pekiştirmiş ve nihayet sosyokültürel ve ekonomik reformlara girişmiştir. Takip edilen sıra, en etkili modernizasyon safhalaması olarak kabul edilen birlik, otorite ve eşitlik sıralamasıdır.Berkesçi anlamda, toplumu tepeden tırnağa dünyevîleştirmeyi, yani hayatın bütün alanların “dinî emir ve yasaklardan” arındırmayı hedefleyen Kemalist Batılılaştırıcı reformlar, Mardin’e göre şu sosyal bulgulara dayanmaktadır:
1) Bahşetme ve şahsî otoriteye değil kural ve yasalara dayalı yeni ulusal onur anlayışına geçiş: Weberci hukukî-rasyonel devlete geçiş, söylem düzeyinde bir övünç vesilesi olarak benimsenmiş görünmekle birlikte, uygulamada eski alışkanlıklar “sembolik alan” değişimine uğrayarak varlığını devam ettirmiştir.
2) Beşerî varoluşu ve evrensel düzeni anlamada İslâmî aşkınlıktan pozitif bilimlerin maddeciliğine geçiş: Bu konuda oldukça keskin bir tavır benimsenmiş ve bilim idolleştirilip her türlü problemin çaresi ve İnsanî mutluluğun kaynağı olarak gösterilirken, din ya protestanlaştırılarak yeniden tanımlanmış ya da tüm geriliklerin anası olarak görülmüştür. Sadece siyasî değil sosyal alan da dinî görünürlüğe kapatılmış, ferdî planda da dindışılık tercih edilmiştir.
3) Havas-avam ayırımına dayalı cemaatçi bir sosyal yapıdan mütecanis (türdeş) bir topluma geçiş: Her türlü farklılığı çatışma kaynağı olarak gören “dayanışmacı” anlayışla “halk birliği”nin kurulması amaçlanmıştı.
4) Dinî topluluktan ulusal toplum ve devlete geçiş. Kemalist ulusçuluğun ana dinamiğini, “yeni onur” anlayışı üzerine kurulan yeni kolektiflik anlayışı oluşturmuştur. Pozitif bilimlerin Kemalist kavrayışı bütünüyle materyalistti ve kainatın dinî tasvirinin reddine dayanmaktaydı. Kemalist tarih tezinin ana motiflerinden biri 19. yüzyıl naif pozitivizmini telkin yoluyla hayat ve kainatınına-materyalist kavrayışını aşılamaktı.
Osmanlı İmparatorluğunun dağılması, bütünüyle Müslüman halklarla meskûn ulusal bir devletin kurulmasını sağladı.
Bu devletin Millî Misak’la belirlenmiş mülkî sınırlarının tanımlanmasında tam bir mutabakat vardı. Ancak ulusal kimliğin sınırlarının belirlenmesi problemli bir alandı. Ulusal kimliğin Fransız tanımında mülkî tanım belirleyici görünürken, Alman ulusal kimliğinin sınırları etnik çizgiler taşıyan kültürel tanımla belirlenmişti. Anglosakson geleneği ise ulusal kimliği vatandaşlık bağı etrafında tanımlamaktaydı.
Ulusal kimlik sınırlarının iki ucu seçme ve doğum kriterlerinden oluşur; Fransız geleneği bu iki kriterin ortasında bir noktada durmaktadır. Bu bakımdan, cumhuriyetçi ulusçuluk döneminde, Mustafa Kemal’in ulusal kimlik sınırlan tanımlaması Gökalp’in ortak kültür tanımına yaklaşmaktaydı. Ancak Kemalist tanımdan ortak kültürün bir kaynağı olarak İslâm çıkarılmış, yerine Islâm dışı geçmiş ikame edilmiştir. İslâmî olan her şey Kemalistler için eski rejimin ortadan kaldırılması gereken bir hatırasıydı; bu yüzden yeni “ulusal kimlik geliştiricisi’’ daha sonra geliştirilecek Kemalist Türk Tarih Tezi olacaktı.
Kemalist ulusçuluk seküler bir “şimdi” oluşturmak için “geçmişi” sekülerleştirdi. İslâmî tesirlerden arındırılmış ve Islâm öncesi Türk geçmişinin ayıklanıp yeniden inşa edilmiş unsurlarıyla “zenginleştirilmiş” Kemalist ulusçuluk, bütün sosyopolitik faaliyetleri belirleyen yüksek kuvvet olarak Cumhuriyetin üzerine oturduğu temel çerçevedir. Ulusal kimliğin Kemalist sınırları muayyen hale geldikçe, Cumhuriyet kendi hayatiyetini tazeledi. Osmanlı-lslâm geçmişinin bakiyelerini tasfiye edip, Batılıların “Türk” karşıtı önyargılarıyla yaralanmış Türk ulusal gururunu onarmak amacıyla, bütünüyle Türkî unsurlarla ikame etmede motor güç tarih olmuştur. Ancak, ulusal kimliğin sınırlarının belirlenmesinde nihaî çerçeveyi Kemalist ütopya oluştursa da, mevcut siyasî-kültürel şartlar da belirleyici bir rol oynamıştır.
Osmanlı Devletinin küllerinden doğan Kemalist Cumhuriyetin resmî akidesi, referans ideolojisi ulusçuluktu. Bu ulusçuluk, Anderson’un kullandığı anlamda bütüncül bir kültürel sistem mahiyetini haizdi. Kemalist bir akademisyen-politikacı olan T. Feyzioğlu’na göre bu “kültürel sistem”, ulusal birlik ve ülke bütünlüğüne büyük önem atfeder. Irkçılığı reddeder; hayalî üstün ırk fikriyle hiçbir ilişkisi yoktur. Medenileştirici ve çağdaşlaştırıcıdır. Sekûlerdir ve bu yüzden mezheplere dayalı ayırımcılıkları onaylamaz. Sosyal adalet ve toplumsal dayanışmayı vazettiği için sınıf çatışmasını reddeder. Yurtseverlik fikriyle bağlantılı olarak sınırları belli bir mülkilik anlayışına sahiptir. Dış Türklerle ilgisi yalnızca kültüreldir; politik bir ima taşımaz. Hanedani ve teokratik yönetimi kabul etmez; ulusal egemenlik fikrine yaslanır. İnsancıl ve barışçıdır; topraklarını genişletme gibi bir hedefi yoktur.Bu ulusal hümanizm, 1937’de CHP’nin altıok’unun anayasaya konulması sırasında Meclis’te yaptığı konuşmada, İçişleri Bakam Şükrü Kaya tarafından şöyle anlatılır:
‘’… millî olmak bizim zarurî şiarımızdır. Fakat bizim millici şiarımız dar ve inhisarcı değildir. Bizim milliciliğimiz medenî beşeriyet içinde onun esaslı bir unsuru olarak insanlığın ilâ ve tealisine ve bütün dünyayı mesut ve müreffeh yaşatmaya matuf bir millîciliktir.’’
Feyzioglu’na göre, Kemalist ulusçuluk rasyonel, modern, medeni, ilerici, demokratik, birleştirici, onurlandırıcı, insancıl ve barışçıldır. Bu yüzden de ırkçılık, faşizm, komünizm ve teokrasiyle ilişkilendirilemez.Kemalist yazarlar arasındaki hâkim görüş, Kemalist ulusçuluğun bütünüyle medenî-politik bir ulusçuluk olduğu ve etnik-soya dayalı unsurlar ihtiva etmediği önermesine dayanır. Bu “zatî iyilik durumu,” Kemalist zihniyetin pozitivist totalliğiyle yakından ilişkilidir. Bu bakımdan, Kemalist zihniyet açık uçlu değildir. Modernité, sürekli üretilebilen, değişken bir insanlık durumu değil, üretilmiş ve bitmiş tarihsel bir durumun ifadesidir. “İyi olan” ne varsa Kemalist düşünce onu kapsamıştır. Bu yüzden Kemalist ulusçuluk, Kohn’un tasnifinden hareketle söylersek, ancak “iyi/Batılı ulusçuluklar” kümesinde yer alabilir. Bu tutumun aktüel/reel belirlenimi, iç politik şartlar ve Kemalizmin etnik bir veçheye sahip olmasının onun kamusal imajına ciddî düzeyde zarar vereceği inancından da beslenmektedir.
Bu çalışmada ortaya koymaya çalışacağım ana tez, Kemalizmin bu “saf görüntüsünün olguları tam olarak yansıtmadığı, Kemalist ulus inşa pratiğinin etnisist-soya dayalı bir veçheye de sahip olduğu, ancak bu yüzün hep gölgede kaldığıdır. Daha sonra ortaya konacağı üzere, Kemalist dönemde vatandaşlık haklarının kullanılması, uygulamada, Türk olmanın şartlarını karşılayabilmekle ilişkili olmuştur. Türk olabilmek ise hem söylem hem de eylem düzeyinde etnik-soya dayalı unsurlar ihtiva etmektedir. Türk ulusal kimliğinin sınırlan da buna gö- re şekillenmiştir.