Kategoriler: Tarih

Tesamüh:İslam Medeniyetinin Ruhu

Müslümanlar fetihlerin sona ermesinden Moğol istilasına kadar geçen dönem süresince içtimai, ahlaki, yaşam kalitesi, hoşgörü, taassuptan kaçınma, bilim ve kültürün korunması ve geliştirilmesi bakımından yüzyıllar boyunca medeni dünyanın öncüsü olmayı sürdürdüler.5

İslam medeniyetinin bu yüzyılları,bilim ve kültüre verdiği değer ve geliştirilmesindeki katkısıyla şüphesiz medeniyetler tarihinin en parlak dönemlerinden birini temsil eder. Bugünkü modern dünyanın İslam medeniyetine olan borcu, kadim Yunan medeniyetine olandan daha fazla değilse de kesinlikle daha az da değildir. Şu farkla ki kadim Yunan medeniyeti artık yaşamamasına rağmen İslam medeniyet ve kültürü hala canlılığını korumakta ve dünyayı manevi olarak etkilemeye devam etmektedir.

Bu açıdan İslam medeniyeti cazibe ve çekiciliğinden hiçbir şey kaybetmemiştir. Müslüman topluluğu farklı ırk, kavim, millet ve kültürlerden meydana geliyordu. Bu çeşitlilik bir medeniyet tarihçisine o kadar tuhaf gelir ki kendisine şu soruyu sor madan edemez: “Dini ve İslami bağları ne kadar güçlü olmalı ki, birbirinden bu kadar farklı unsuru bir arada tutabilmeyi başarmış olsun?6” İslam medeniyetinin bu parlak geçmişi tıpta, felsefede ve matematikte Avrupa’yı Ortaçağdan 16.yy. ‘a kadar kendisine borçlu bırakmaya devam etmiştir.

Acaba bu benzersiz başarının temel sebebi nedir? İslam dininin bünyesinde taşıdığı hoşgörü ve ilme verdiği değer mi bu başarıyı beraberinde getirdi yoksa Müslüman toplumunu meydana getiren farklı unsurların şuurlu aktif katılımıyla mı bu başarı elde edildi ? Şüphesiz farklı ırk,kavim, millet ve kültürlerin bu medeniyetin meyd ana gelmesindeki katkı ve payları asla inkar edilemez. Ancak kesin olan şudur ki bu, ilmi, manevi ve maddi ilerlemeyi Müslümanlar için mümkün kılan bizzat İslam’ın kendi- sidir. İslam, Müslümanları hem ilim tahsil etmeye teşvik ediyor, hem de onları dünya işlerinde çaba gösterme ye davet ediyordu. Yine Eski Dünya’nın kör taassubunun yerine hoşgörüyü geçi ren de İslam idi. Kilise’nin dünyayı terk etmeye ve inzivaya çağıran ruhbanlığına karşılık İslam, insanlara orta yolu tavsiye ediyor ve insanlardan hem dünya, hem de ahiret mutluluğu için çalışmalarını istiyordu. Bilimsel çalışmayı yücelten ve bu yönde insanları gayretkeş olmaya çağıran da yine İslam idi.

İslam’ın girdiği yerlerde bilim ve kültürün gelişmesini sağlayan hoşgörü ortamı yok olmak üzereydi. O zamanların iki süper gücünden biri olan Bizans günbegün Hristiyanlık taassubuna teslim oluyordu. Bunun kaçınılmaz sonucu olarak her gün artan bir şekilde bilim ve hikmetten uzaklaşıyordu. Bütün felsefi ve bilimsel çalışmaların Jüstinyen tarafından yasaklanmasıyla Roma dünyası medeniyet, bilim ve kültürle arasındaki ilişkileri resmen koparmış oluyordu. O zamanların diğer sü-per gücü o lan İran’da da durum farklı değildi. Hüsrev Nüşirevan’ın felsefe ve bilime gösterdiği ilgi geçici bir durumdu.

Tabib Berzevife’nin Kefile ve Dimne’nin7 önsözünde belirttiği gibi taassup bu topraklarda hakim olmuş ve her çeşit ilerleme ve bilgi üretimini imkansız hale getirmişti. Dini ve kavmi taassubun elinde can çekişmekte olan bu dünyaya İslam taze bir ruh üflemişti. Merkezi ne Şam ne de Irak olan Dar-ul İslam’ın kurulmasıyla -çünkü Dar-ul İslam’ ın merkezi Kur’an’dı- bu eski dünyaya hakim olan kavmi ve dini taassup yeni bir dünya görüşü getirilerek tedavi edilmişti. Hristiyan ve Mecusilerin dini taassubuna karşılık İslam, Ehl-i Kitap’la olan ilişkilerinde hoşgörüyü esas almış, ruhbanlık ve inzivayı dini yaşamdan dışlayarak ilim le uğraşmayı teşvik etmişti. Bu heybetli ağacın meyvesi -ki bu ağaç ne doğuya ne de batıya aittir- fütuhatların yayılması sonucu hasıl oldu.

Her bakımdan maddi ve manevi ilerleme ise siyasi ve toplumsal sorunların temelde hoşgörünün hakim olduğu bir ortam da halledilmesiyle sağlanıyordu. Bizans ve İran’ın aksi ne İslam, farklı düşünce ve kültürlerin kendisini ifa- de etmesine izin veriyor ve bunların tekamül etmesi için gerekli siyasi ve içtimai koşulları hazırlıyordu. Avrupa’ da Rönesans ve ilerleme, Kilise’nin gücünün kavmiyetçilik ve uluslaşma karşısında zayıflamasıyla başladı. Oysa İslam dünyasında tam tersi olmuş, İslam medeni yetinin duraklama ve sonra da gerilemesi kavmi ve milliyetçilik taassubu ortaya çıkınca başlamıştır. Bu istenmeyen durum ne yazık ki İslam dünyasındaki vahdet ve hoşgörü ortamını ortadan kaldırmıştır. Müslümanların nezdinde zımmi yani muhafaza edilenler olarak kabul edilen Ehl-i Kitap’a gösterilen hoşgörü sayesinde çok güçlü bir barış ve güven ortamı doğmuştu. Böyle bir hoşgörü anlayışından Ortaçağ Avrupas ı’ nın haberi bile yoktu.8

İslam dünyasında Ehl-i Kitap’a bazen bir takım sınırlamalar getiriliyorsa da bu daha çok onların özgürlük ve güvenliklerini sağlamak içindi. Çok sık olmamakla birlikte bazen onlarla yapılan akit ihlal edilmeden takibe uğrayabiliyorlardı. Çünkü Peygamber onlara iyilikte bulunmayı ve şeriati tavsiye ediyordu. Hz.Peygamber, bir hadisi şerifinde şöyle buyuruyordu: “Kim bir zımmiye zulüm eder ya da gücünden fazla teklif yüklerse kıyamet günü ben ondan hesap soracağım. “9 Kendilerine gösterilen bu hoşgörü sayesinde Ehl-i Kitap, Müslümanlar arasında huzur ve barış içinde yaşamıştır. Bu yüzden Bizans’ta Kilise’nin takibine uğrayan bazı Hristiyanlar İslam dünyasına göç ederek Müslümanlara sığınıyordu.

Hülefa-i Raşidin’in son dönemlerinde bir Nasturi keşişi Hristiyan dünyasındaki kötü şartlar ve baskılardan dolayı Müslümanlar arasında yaşamayı tercih edebiliyordu. 10 Nasturilerin İslam’ın zuhurunu Kilise’nin baskılarından kurtulmak için bir kurtarıcı olarak gördüklerini gösteren pek çok delil vardır. İslam’ da aslolanın hoşgörü olduğunu gösteren kanıtlardan biri de çoğunluğun karşı çıkmasına rağmen zımmilerin idari ve siyasi görevler üstlenebilmeleridir. Tarihi bütün kanıtlar şunu gösteriyor ki İslam’ın 1.yy. ‘ında daha güçlü ve etkili olan bu hoşgörülü ortam, Moğol saldırılarına kadar devam etmiştir. 11

Bu hoşgörü ortamı sadece dini ve kelami münazaraların önünü açmakla kalmadı aynı zamanda Müslümanlar ile Ehl-i Kitap’ın pek çok konuda işbirliği ve dayanışma içine girebilmesine de imkan tanıdı. Doğal olarak Ehl-i Kitap’ın İslam karşıtı olarak algılanan düşünce ve davranışlarına engel olunuyordu. Bazen de tahriklerin sebep olduğu istenmeyen olaylar yaşanabiliyordu, ancak bunlar istisnai durumlardı ve asla uzun süre devam etmiyordu. Bu vüzden mesela Yahudiler, Müslümanlar arasında Hristiyan dünyasında olduklarından çok daha rahat koşullarda yaşıyorlardı. Aynı şekilde daha önce de zikrettiğimiz gibi doğulu Hristiyanlar da İslam dünyasında gördükleri hoş- görülü muameleyi Hristiyan dünyasında göremiyorlardı. İslam’ın ve Müslümanların farklı din mensuplarına karşı takındığı bu hoşgörülü tavır, karşılıklı güven esasına dayalı bir toplumsal yaşamı mümkün hale getirdi ki dünya-
nın buna gerçekten çok ihtiyacı vardı.

İslam sadece Ehl-i Kitap’a karşı değil diğer din mensuplarına da Hristiyan dünyanın aksine hoşgörüyle yaklaşıyordu. İmanın mahiyetinin ne olduğuna dair yaşanan teorik tartışmalara rağmen pratikte dil ile kelime-i şehadet getiren herkes Müslüman kabul ediliyordu. Böylece Müslümanların sahip olduğu bütün haklardan yararla- nabiliyordu. Hatta Hz. Peygamber, münafıkların kim olduğunu bildiği halde isimlerini ifşa etmiyor ve genelde onlara karşı hoşgörülü davranıyor, görmezlikten gelmeyi esas alıyordu. Peygamberlerinin bu güzel sünnetini takip eden Müslümanlar ne Ortaçağ Avrupası’ndaki gibi Engizisyon’u kurdular, ne de farklı inanç ve düşünce- lerinden dolayı insanları işkenceye tabi tuttular. İslam,ümmetin ihtilafını dinin temel esaslarına zarar vermemek kaydıyla bir çeşit rahmet olarak kabul ediyordu. Bu sayede farklı fıkhi mezhepler yan yana birbirlerine taaruz etmeden ve herhangi bir taassup göstermeden yaşayabiliyorlardı.

Bu durumun istisnası ise Hariciler ve Şia’ da olduğu gibi ihtilafın siyasi konularla ilgili olduğu durumlardı. Siyasi rakip olarak görüldüleri için bu fırkalar takibe uğrayabiliyorlardı. Kelami mezhepler de Hristiyan dünyada olduğunun aksine birbirleriyle çatışmadan yan yana bulunuyordu. Hz. Peygamber’in ümmetim fırkalara ayrılacak mealindeki hadisi bu çeşitliliğin temelini oluşturu yordu. Ca’d bin Dirhem ve arkadaşı Gaylan Dımeşki’nin Emevi halifesi Haşim tarafından öldürülmesi ve Abbasi halifesi El Mehdi zamanında zındıkların takibe uğraması daha çok siyasi yönü olan olaylardı. Yine Memun döneminde Mutezile’nin sebep olduğu Mihne olayı ve daha sonraları Abbasi halifesi Mütevekkil döneminde yaşanan karşı ihtilalden sonra Mutezile’nin, Gulat’ın ve bazı sufilerin sorgulanması da İslam tarihinde istisnai durumlar olarak kalmıştır. Zaman zaman yaşanan bu olaylar zati olarak İslam’ın ruhunda var olan hoşgörü ve tesamüh ruhuna bir zarar verememiştir. İslam makuliyetinin doğurduğu tesamüh ortamı çok uzun yüzyıllar varlığını devam ettirmiştir.

Kont de Gobineau’nun İslam ve Müslümanlarda var olan bu yüksek hoşgörü anlayışını tasdik ve takdir etmesi bu parlak geçmişin güzel bir göstergesidir. O şöyle der:”Eğer dini inancı siyasi zaruretlerden ayırırsak, başka hiçbir din İslam kadar hoşgörülü değildir. “12 İslam medeniyetinin en parlak dönemlerinde gözlemlenen bu maddi ve mane-vi ilerleme, aslında İslam’ın sağladığı hoşgörü ortamında farklı millet ve kültürlerin işbirliği ve dayanışması sonucu elde edilmişti. Ama gerçekte pek çok farklı unsurun böyle verimli ve kalıcı bir işbirliği ve dayanışma içine girebilmesine olanak sağlayan, gene bu makul hoşgörü ortamından başka bir şey değildi. Ancak bu uygun zeminden istifade ederek bilim, hikmet ve kültürün gelişmesini mümkün kılan, Müslümanların İslam’ın ruhuna uygun olarak bu alanlara gösterdikleri ilgi ve alakaydı.

İslam’ın ilim elde etmeye yönelik teşvik ve ısrarı böyle bir başarının meydana gelmesine yol açmıştır.

Prof. Dr. Abdülhüseyin Zerrinkub,İslam Medeniyeti Mucizesi,syf.39,44

Dipnotlar:

5.Durant, W., The Age of Foith. Part iV. chap. XIV.10
6 Sarton,G., lntroduction, Vol 1/524

7.Biruni’nin söylediğinin a ksine, ki O; bu mu kaddimeyi Müslüman zındıkların uy-
durduğuna inanıyordu, ama veriler bunun orijinal olduğunu gösteriyor. Daha fazla bilgi için Christiansen’in Sasani/er Döneminde İran adlı eserine başvurabilir.
(Christiansen, Sasaniler Döneminde İran, 3. Cilt/45)

8 Metz, A., el-Hadaratü’I İslamiye 1/57

9.(Hadis) Fütuhu’/ Buldan, 162

10 Assemani, Bib., Orient, Roma, 1917-23 Vol.111/131

’11.Arnold., “Tolerotion” in Hasting’s, E.R.E. 12/369

12.Gobineau., Religions et Phi/osophies 24 ff.

 

Muhammed Ali

Son Yazılar

Tecelli Türleri

  Necmeddin-i Dâye [*****] çev. Halil Baltacı Necmeddin-i Dâye (ö. 654/1256) tasavvufun bir din yorumu…

2 ay önce

Allah’ı Bilmenin İmkânı ve Bunun Yöntemi

  Gazzâlî [*] çev. Osman Demir Gazzâlî (ö. 505/111) Allah’ı bilmenin imkânı ve yöntemi konusunda…

2 ay önce

Varlık Mertebeleri ve Te’vil

  Gazzâlî [*] çev. Mahmut Kaya Te’vilin şartlarını tespit etmeyi ve iman ile küfür arasındaki…

2 ay önce

Dilin Kabuğu

Kilise babalarının en ziyade iltifat ettiği, teolojik ağır­lıklı bir anlatıma sahip Yuhanna Incil’inin l’inci Bab’ının…

2 ay önce

Çözüm Aldatmacası

İçinde yaşadığımız dönemin hakim zihniyetini karak- terize eden en önemli hususlardan biri de, hiç şüphesiz,…

2 ay önce

Anda Olmak -Geçmiş ve Gelecek Arasında Bir Yer

İçinde yaşadığımız dünya, bedensel varlığımız ve duygu­larımız zamanın eliyle şekillenir. Sabretmeyi, şükretme- yi, iyiliğin ve…

2 ay önce