Terimsiz ve Yöntemsiz Düşünme
İster hoşlanılsın ister hoşlanılmasın, bilgi, herkese açık, ancak belirli bir eğitim sürecini başarmış insanların elde edebileceği bir şeydir. İnsanlar içerisinde doğdukları toplumun eşyayla temas kurma tarzını eğitim/terbiye yoluyla, eşyanın bilgisini ise talim/öğretim yoluyla kazanır; davranışta ehlîleşme yanında bilgide de bir ehlîleşme süreci yaşarlar. Elbette herkes günlük tecrübe içerisinde bakkal hesabı yapacak kadar aritmetik bilir; ama matematik bilmek farklı bir eğitimi gerektirir. Benzer biçimde bir kişinin mensubu olduğu dinin ilmihal bilgisi ile fıkıh ve kelâm bilgisi arasında büyük fark vardır. Kısaca yüksek bilginin toplumsallaşması, belirli oranlarda aşağıya doğru süzülmesi, bu toplumsallaşmayı ve süzülmeyi denetleyen kurumlar var olduğu müddetçe faydalıdır da…
Şimdiye değin dile getirilen düşüncelere nazarî seviyede kimsenin itiraz etmeyeceği söylenebilir. Özellikle günümüzde matematik gibi formel veya fizik gibi temel bilimler alanlarında ciddi bir uzmanlık gerektiği sıkça vurgulanır. Örnek olarak, hiçbir gazetede köşe yazarı, uzmanı değilse, ne Kuvantum Fiziği’nin ne de felsefesinin derin sorunlarına girmez; ya da topolojinin problemleriyle, lineer cebrin sorularıyla uğraşmaz, astrofiziğin karmaşık teoremlerini tartışmaz. Böyle bir işe kalkışan kişinin denetlenmesi de nispeten kolaydır; çünkü sahanın uzmanı, daha baştan köşe yazarının kullandığı terimlerden başlayarak ne kadar anlamsız konuştuğunu kolayca ortaya koyar.
İlginçtir ki, en basit konuda bile uzmanlık isteyen insanlar, dinî, tarihî kısaca beşerî/sosyal bilimlerde aynı hassasiyeti göstermezler. Basit bir işlemi çözen bir bilgisayar programı için kursa gidenler, manevi dünyalarını belirleyen dinî metnin bir cümlesini anlamak için gayret sarf etmez; bilenlere sormaz, hatta konuşma hakkını sürekli saklı tutarlar. Benzer biçimde ne lâfız ne mefhum ne de mâ-sadak düzeyinde anlamadıkları tarihî bir metin üzerinde ahkâm keserler; geçmişi yargılarlar. Hafif bir deyişle, dinî, tarihî, kısaca sosyal/beşerî bilimler “ağzı olan herkesin konuştuğu”, kendisinde bu hakkı gördüğü bir sahaya dönüşür.
Türklerin tababet, diyanet ve siyaset alanlarında doğuştan bilgili olduğu, şaka yollu söylenir. Halk düzeyinde bu şakanın kaldırılabilir bir tarafı vardır; çünkü halk bu davranışında, en nihayetinde, bir art niyet sahibi değildir. Ancak, şöyle ya da böyle bir eğitim almış, kendisini aydın kabul eden, çeşitli gazete ve dergi köşelerini hasbelkader tutan kişilerin hemen her konuda ahkâm kesmesi, safsata yani anlamsız konuşması, sanırım Türkiye’de dinî, tarihî, kısaca sosyal/beşerî bilimlerin bir terim dağarcığına ve yöndeme sahip olmamasıyla yakından ilgilidir. Düşünce, terimsiz ve yöndemsiz yapıldığında ise kaçınılmaz olarak, ehil olmayanların, -Tolstoy’un deyişiyle- “fikir fahişelerinin” eline düşer.
İhsan Fazlıoğlu,Kendini Aramak