Taşköprülüzade:İlim
3.6.3.İLİM ÖĞRENME ŞARTLARI
İlim anlayışının temel unsurları arasında hoca ve öğrencinin tutum ve nitelikleri önemsenmiştir.
Taşköprülüzade, ilim öğrenmeye kalkışan adayın, sahip olması gereken özellikleri şöyle sıralamıştır:
1- Nefsini, benlik hanesini, kötü huy ve fena ahlâktan temizleyip, güzel ahlâk, iyi huy cevherleriyle doldurup süslemektir. Öğrenci iyi huylu olmazsa, öğrendiklerini bozgunculuk yapmakta kullanır. İlim, ahlâkı iyileştirmek için yapılır izlenimi verilmektedir.
2- Bu tehlikeli, uzun ve uzak, korkulu ve zor yolda nihayete kavuşmak, başarılı olmak için ihlaslı olmak, avam ile havasın kabul ve ricalarını terk etmelidir. İlim, Allah için olmalıdır. Din için faydalı olmayan bir ilim, yanmayan, kullanılmayan bir hazine gibi faydasızdır.
İlim tahsil edeni cehenneme götürecek dört sebep şunlardır:
a– Diğer âlimlere karşı öğünmek ve onlarla atışmak,
b- Sefih ve aklı kıt olanlarla münakaşa etmek,
c- İnsanların kendisine gelmeleri için çaba harcamak,
ç– Mal ve para kazanmak için çalışmak.
3– Nefsi aşağılamak ve gereği olan dünya bağlantılarını azaltmaktır. Hatta memleketindekilere ve çoluk çocuğa bağlılığı az olmalı, onları düşünmekten kaçınmalıdır. Bu türden bağlar kalbi meşgul eder.
4- İlme müştak ve hevesli olup, tahsilinde tembellik ve uyuşukluk gibi manileri terk etmek. Çünkü yükseklere kavuşmak, geceleri ihya etmek, ibadet ve itaat ile geçirmekle olur. İlim öğrenmeyi yavaşlatan unsurlardan biri de ölümü düşünmektir.
5- Herkes ömrünün sonuna kadar ilim öğrenmelidir.
6- Hasebi temiz, nesebi kerim, başka meşguliyeti olmayan, diyaneti, takva ve vera sahibi olduğu açıkça belli, hep faydalı konuşan, insanlar arasında tanınmış bir âlimi kendine üstat edinmektir. Talebe üstadının yanında yumuşak toprak gibi olmalı, üzerine ne kadar yağmur yağarsa, emip içine almalı, başka yere akıtmamalıdır. Üstadının her sözüne uymalıdır. Hatta sözünü doğru bulmasa bile.
7– İlim öğrenmekte olan, her ilimden bir şeyler öğrenmeli, hiçbirini terk etmemeli, her ilmin gaye, maksat ve yolunu bilmelidir. Felsefeyle uğraşma, şer’i ilimleri yeterince öğrendikten sonra olmalıdır. Felsefenin dine saldın kısımlarına bakılmamalıdır.
8- Akranları ile müzakere, mubahase ve münazara yapmalıdır.
9- Her günün vazife ve meşguliyetini bir sonraki güne bırakmamalı, gayret ve ihtimamda kusur etmemelidir.
10– İlmin şerefinin ne demek olduğunu, her ilmin rütbe ve derecesini, müspet ilimlerin delil ve ispatlarının kuvvet derecesini bilmektir (Taşköprülüzade 1966/1, 34- 55).
Bütün bu özellikler ilmin din temelli bir yapıya sahip olduğu ve eğitim alan kişinin de iyi bir dindar âlim olması amaçlanmaktadır. Ahlâk ilkeleri çerçevesinde dinî hükümlerin öğretilmesi, ilmin yapısını ortaya koymaktadır.
Hocanın yerine getirmesi gereken şartlar şunlardır:
1 – İlim öğreten kimsenin bunda maksadı, Allah rızası olmalıdır. Öğretmekten maksadı, gösteriş, riya ve âdet, yahut da yüksek makamlara kavuşmak, herkesten saygı beklemek, herkese emretmek olmamalıdır. Maksadı, Allah’ın rızasını kazanmak, emirlerine uymak, yasaklarından sakınmak, ilmi yaymak, âlimleri çoğaltmak, cahilleri azaltmak
2- Üstat talebesini, kendi çocuğu gibi görmelidir.
3- Şeriatın sahibine uyup, ilim öğretmek için karşılık istememelidir.
4- Talebeye, kötü huylarından kurtulmaları için yapacağı öğüt ve nasihatlerde eksiklik etmemeli ve onları kendinden soğutmamaIıdır.
5- Yasak edilmesi vacip olan işlerden talebeyi men etmek.
6- Öğretmeye, talebe için önemli olan ilim ile başlamalıdır.
7- Küçükleri, çocukları ilim öğrenmeğe, özellikle Kur ‘an ezberlemeğe sevk etmelidir.
8- Üstadın sözü, işine hareketine uygun olup, talebeye yapmasını buyurduğu şeyi önce kendi yapmalıdır (Taşköprülüzade 1966/1, 57-67).
9- Ders ve fetva vermek, kadılık yapmak vaaz ve nasihat hakkındadır (Taşköprülüzade 1966/1, 71).
10-Alimlerin yeme ve giyinmedeki edeplerini bildirir (Taşköprülüzade 1966/1, 80).
Hem hoca hem de öğrencilerin esas itibariyle, dinî değerler çerçevesinde biçimlendirildikleri ve ilmin de bu biçimlendirmede araç olarak kullanıldığı görülmektedir. Sıkça belirttiğim gibi, din temelli bir anlayışla bilgi ve ilim anlayışını temellendirmeleri, evren tasavvurlarındaki değerler açısından oldukça güçlü bir tutarlılık gösterir.,
…..
3.6.5. İLİM ANLAYIŞI
Taşköprülüzade Ahmet Efendi (1495-1561) Osmanlı ilim anlayışını en iyi ortaya koyan kişilerden biridir. Ona göre, Adem’in bu dünyaya gönderilişinde asıl amaç, Tanrı’nın vücudunu anlamak ve onun birliğini kavramaktır (Gökbilgin 1975,128). Taşköprülüzade, ilimle uğraşanları, zahirî ve bâtınî ilimlerle uğraşanlar olmak üzere ikiye ayırmıştır. Zahirî olanlar, gramer, mantık, kelâm, usûl, tefsir, hadis gibi ilimlere ağırlık verirlerken, bâtın ilimleriyle uğraşanlar, tasavvuf ehlidirler (Gökbilgin 1975, 129-132).
Mevzuat’ül Ulum adlı eserinde, dönemin ilimlerinin sınıflandırması yanında, nasıl bir ilim anlayışına sahip olduklarını da göstermiştir. Taşköprülüzade, kitabın tanıtımını, ondan elde edilecek faydalardan hareketle yapmıştır. Kitap, ilim tahsilinin nasıl olduğunu da ele aldığından, bu amaçla her ilmin ismini, nasıl olduğunu, konusunu ve faydası üzerinde düşünülmesi gerektiğini belirtmiş ve bunları bilmeden ilimleri tahsil etmenin ve öğrenmenin mümkün olamayacağının altını çizmiştir. Ayrıca her ilim alanının âlimleri hakkındaki bilgilerin, ilim öğrenmede önemli bir yere sahip olduğunu da kabul ettiğinden (Taşköprülüzade 1966/1, 92-93), her ilim dalında hangi âlimlerin eserlerinin önemli olduğu üzerinde de durmuştur.
Taşköprülüzade, kitabının başında ilimlerden bahsetmeye, cennette, Cebrail’in Peygamber’e ilimler hakkında soru sormasıyla başlamaktadır. Cebrail’in Peygamberden sorduğu ilimler şunlardır: Kelâm, imandan sual edip, dinin usullerini işaret eyler. Şu şartla ki bu konuda heva, heves ve vehmine uymayıp, İslam akidesinin kaidelerine uygun söz etmedir. Cebrail’in ikinci sorusu İslam’la ilgilidir. Bununla fıkıh ilmine işaret eyledi ki, helal ve haram işlerden ve amellerden bahseder. İhsandan sorup, bununla tasavvuf ilmine işaret eyledi ki, imanın semeresi ve İslam’ın neticesi, meyvesidir. Tefsir ve hadis, bu ilimlerin içindedirler (Taşköprülüzade 1966/1, 25).
İslam Medeniyeti’nde ilmin önemi ve temel ilimlerin neler oldukları, cennette geçen bu konuşma çerçevesinde belirlenmiştir. Taşköprülüzade, ilmin önemini âlimlere verilen değerden hareket ederek de açıklamıştır. Alimlerin, meleklerin yanında Allah’ın birliğine tanık gösterilmeleri, ilmi ile amel eden mümin âlimlerin cennetteki derecelerinin çok yüksek olduğunu belirten ayetlerin olması ve âlimlerin peygamberin varisleri oldukları, peygamberlik derecesine en yakın oldukları, kıyametteki konumlarının çok iyi olacağını bildiren hadisler (Taşköprülüzade 1966/1, 25-27), âlimleri insanların en yüksek mertebesine yerleştirmektedir. Alimlerin önemi, yaptıktan işten, yani ilimle uğraşmalarından kaynaklandığından, ilim, ebedî kurtuluşun en önemli yolu olarak tanımlanmıştır.
İslam ilim anlayışı, insanın yapısıyla yakından ilişkilidir. Öncelikle insanının amacı, ebedî hayatı hakk etmek olduğundan ve bu da ilimler aracığıyla gerçekleştiğinden, ilimler çok büyük öneme sahiptirler. İkinci olarak, insanın yapısından kaynaklanan sorunlar da yine insanda içkin olan yeteneklerle aşılmaktadır. Sorun yaratan yetenekle, sorun çözen yetenek arasındaki ilişki, ilimlerin motoru gibi gözükmektedirler. Taşköprülüzade’ye göre insan, bir nüsha-i camiadır yani iki farklı unsurdan meydana gelmiştir. Kaba ve yoğun bedeniyle, madde alemine, ruhuyla melekler alemine mensuptur. Bu iki unsur arasında uygunluk ve düzen gerekli olunca, kozalak şeklindeki kalp (yürek) yaratılmıştır. Kalp, yürekteki yeteneklerdir (Taşköprülüzade 1966/11, 931). İnsanı edebî hayata götürecek ruhun yeri kalptir (Taşköprülüzade 1966/11, 932). Kalp merkez olmakla birlikte insan olma ve bilme sürecinde kalple birlikte başka unsurların da olduğu kabul edilmiştir.
Taşköprülüzade, insanın temel niteliklerini şöyle tasvir etmiştir: Kalp, kozalak şeklindeki et parçası ve siyah kanın bulunduğu yerdir; hayvanî ruhun bulunduğu organdır. Et parçası olarak tecrübelerimize konu olmaktadır. Ancak kalpte rabbanî ya da ruhanî bir kısım daha bulunur. Kalbin ruhanî kısmı, insanın hakikatidir. İdrak eden, bilen, tanıyan, muhatap olan, icab ve ikab olunan ve aranan budur. Bu gayb alemindedir. Esasında onun halini şerh etmekten, açıklamaktan nehy olunmuşuz.
Ruh, iki manalıdır:
1- Latif bir cisim olup, kaynağı yüreğin içidir. Orada atardamarlar vasıtasıyla bedene yayılıp, onun sebebi ile hayat, yani yaşama kuvveti, duygular, görme, işitme, koklama, dokunma, tat ve diğerleri hasıl olur.
2- Ruhun ikinci anlamı kalbin ikinci anlamı olan rabbanî kısımdır.
Nefs, iki manalıdır:
1- insanda şehvet gadap (kızgınlık) kuvvetlerini birarada bulunduran emirdir. Mutasavvıfların istilahının çoğu bunun üzerindedir.
2- Kalp ve ruhun ikinci kısmı olan rabbaniliktir.
Akıl da iki kısma ayrılır:
1- İşlerin hakikatini bilmek.
2– Hakaik-i umum, yani işlerin hakikatlerine müdrik olandır (Taşköprülüzade 1966/11, 1211).
İnsanın temel nitelikleri olan kalp, ruh, nefs ve aklın sahip oldukları karşıtlık yaratan olumsuzlukların etkisizleştirilmesi, ilimlerin hedefidir. İlimler araç olarak kullanılarak, olumlu yanları geliştirerek olumsuz özellikler ortadan kaldırılırlar. Burada önemli görev, akla düşmektedir.
Taşköprülüzade, aklın özelliklerini şöyle sıralamıştır: Şeref ve üstünlüğü zorunlulukla kabul edilen akıl, ilmin menbaı, esası ve doğuş yeridir. İlim, aklın neticesi ve meyvesidir. O halde ilmin şerefini gösteren her şey aklın da şerefini gösterir. Akıl, dünya ve ahirette saadet vesilesidir.
Akıl kelimesi birkaç manada kullanılır:
a- İnsanları hayvanlardan ayıran vasıf. Onunla nazarî ilimleri kabule ve düşünce denilen gizli sanat tedbirine kesb eder. Nazarî ilimleri anlamak onunla mümkün olur. Akıl, sanki kalbe atılan bir nur, bir ışıktır, onula eşyayı idrake istidat olur.
b- Akıl, caiz ve mümkün olanların cevaz ve imkanına, muhal ve imkânsız olanların, imkânsızlığına bağlı olan zarurî ilimlerin bir kısmıdır. Bunlar da temyiz yaşına gelmiş çocukta bulunan ve görülen ilimlerdir,
c- Akıl bu halleri tecrübeden edinmektedir. Zira bir kimse tecrübeli olursa, örf ve âdette ona çok akıllı derler. Bunun zıddı, tecrübesiz ve cahildir,
ç- Akıl tabiat kuvvetinin sona ulaşmasıdır. Şu derecede ki işlerin sonunu bilir. Çabuk geçen lezzetlere çağırıcı olan şehveti kahreder, kırar. Bu derecede bildirilen, tabiat kuvvetinin en üst derecesidir. İlk iki mana, insanda tabii olarak hasıl olur. Ama son ikisi çalışarak elde edilirler (Taşköprülüzade 1966/11, 946-947).
Aklın sahip olduğu özellikler, akıl ile ilim arasındaki bağların gücüne işaret etmektedir. Kalp, ruh, nefs ve akıl arasındaki ilişkiler, insan olmanın temel değerlerini belirlediklerinden ve bu belirlenimlerden ilimlerin gerekliliği ortaya çıktığından, ilim ile insanın doğası arasındaki ilişkilerin doğrudan olduğu sonucuna varılmıştır. Bu ilişki İslam dininin yapısına da yansımıştır.
Müslümanlar, gündelik hayatlarını yaşarken ve dinî görevlerini yerine getirirken ilimleri rehber olarak kullanmak durumunda olduklarından, ilimlerin özelliklerini bilmeleri gerekmektedir. Taşköprülüzade’ye göre öncelikle bilinmesi gereken özellikler, ilim öğrenmenin faziletleri ve getirdiği üstünlüklerdir. Sözkonusu fazilet ve üstünlüklerden faydalanmak için Müslümanların bilmeleri vacip olan ilimler, kelâm, fıkıh, tefsirdir. Tasavvuf âlimlerinden her biri kendi uğraştıkları ilmin farz olduğunu söylemekle birlikte, bunlar doğru değildir, farz olan ilimler İslam’ın beş şartıdır. Aklı baliğ olan herkes bunlardan sorumludur (Taşköprülüzade 1966/11, 934). İlimlerle ilgili bilinmesi gereken bir diğer husus, beğenilen ve beğenilmeyen ilimlerdir.
Taşköprülüzade bu soruna açıklık getirmek için ilimlerin şer’i ve aklî olmak üzere iki tür olduğunu bildirmiştir. İkinci öbek ilimler, hayatın devamı, insanlık ve sıhhatin nizamını sağlıyorsa beğenilen ilimlerden olur. Tıp, hesap, zanaatlar, çiftçilik, dokumacılık, siyaset ikinci öbekte yer alan ilimlerdir. Bunlar farzı kifayedir, yani insanların bir kısmı bilip uyguluyorsa diğerleri için farz değildir (Taşköprülüzade 1966/11, 935). Dünya hayalı ona bağlı olmayıp, işlenmesi insan için iyi olanlara fazilet, yani üstünlük denir. Hesap ve tıp ilimlerinde derinleşmek gibi. Dünya işlerine yaramayan ve bazı iyi şeyleri bozanlar, beğenilmeyen öbeği oluştururlar. Büyü, tılsım, hokkabazlık, göz boyamak gibi uğraşlar beğenilmeyenlerdendir. Şiir, tarih ve benzerleri gibi bozucu yanlan olmayanlar, mübah ilim sayılırlar (Taşköprülüzade 1966/11, 935).
Bu belirlenimler, ilimlerin esas görevleri arasında, toplumsal ihtiyaçların giderilmesi ve sorunların çözülmesinin olduğunu da göstermektedir. Taşköprülüzade, ilmin genelde iyi olduğunu bildirmekle birlikte, bazı ilimler, kişilerin yetersizlikleri nedeniyle kötüye kullanılmalarından, bazı ilimlerin de doğrudan başka insanları kontrol altına almaya yönelik olduklarından ve onlara zarar verdiklerinden dolayı kötü olarak nitelendirmiştir. Ona göre, felsefî ilimlerle uğraşanların çoğu, doğruyu yanlıştan ayıramadıklarından, felsefeye olumsuz gözle bakılır. Bu felsefenin kusuru değil, felsefeyle uğraşanların kusurudur.
Başkaları üstünde etkili olmak için büyü ve tılsımla uğraşanlar da kötü sonuçlara vardıklarından, uğraşıları da kötü olarak anılmaktadırlar. Yıldızlarla ilgili nücum ilmi faydalı olmakla birlikte, insanların kaderlerini söylemede kullanılmaları yasaklanmıştır (Taşköprülüzade 1966/11, 936). Bu verilerden Taşköprülüzade’nin, ilimlerin insanlar için zararlı oldukları durumlarda, onların sınırlandırılmaları gerektiğini savunduğu sonucu çıkmaktadır. İlimler insanın iyiliği için varsalar, kötülük yapan ilimlerin kontrol altına alınmasında sakınca görülmez.
Taşköprülüzade, ilimlerle bazı kavramların anlam değiştirmelerinin, o ilmi ve kavramı değerden düşürmesinden şikâyetçidir. Fıkıh ilmi anlam değiştiren ilimlerden biri olarak gösterilmiştir. Fıkıh ilmi ilk kurulduğunda, ahiret yolunu bilme ilmi olarak tanımlanmıştır. Sonraları hukuk ilmi haline gelmiştir. Bu gelişme onu değerden düşürmüştür (Taşköprülüzade 1966/11, 936-937).
Taşköprülüzade, fıkıh için söylediklerine paralel olarak, bazı terimlerdeki anlam değişikliklerinden de şikâyet etmiştir. Taşköprülüzade’nin bildirdiğine göre, ilim kelimesi, anlam değişikliği geçirmiştir. Önceleri Allah’ı bilmek anlamında kullanılırken, sonraları fıkıh sorunlarında derinleşme olarak anlamlandırmıştır. İlim terimini, eski anlamında kullananlar, cahil olarak yorumlanmaktadırlar. Tevhit terimi de benzer bir değişiklik geçirmiştir. Önceleri, her şeyin meydana gelişini, iyiliği ve kötülüğü Allah’a bağlamaya tevhit denirken, sonraları kelâmın konusu haline gelmiştir. Mücadele ve münakaşalarda çok soru sormak, ilzam etmek ve galip gelmek için ağzı çatlayıncaya kadar yorulmaya tevhit denmeye başlanmıştır. Bir başka değişiklik de zikir ve tekzirde yaşanmıştır.
Zikir ve Tekzir, Hicri 1 yüzyılda, ahiret ilminde konuşmaya denirdi. Ölümü hatırlamağa, nefsin afet ve ayıplarını, amellerin kusurlu yönlerini, nefse kötülük yaptıran şeytanın aldatmaları ile bunlardan sakınma yollarını içerirdi. Şimdi zamane vaizleri hikâye, şiir ve asılsız. hatta saçma sözler olarak kullanmaktadırlar (Taşköprülüzade 1966/11, 937).
Taşköprülüzade ye göre kıssa ve hikâyeler anlatmak bidattir. Selci âlimleri, bu tür meclislerde bulunmayı yasaklamışlardır. Böyle kimseler, Kurandaki kıssa ve haberleri anlatmakla yetinirlerse isabet ederler. Lâkin çokları onları değiştirirler, ilaveler yaparlar, kısaltırlar. Bazıları iyiliğe teşvik için hikâyeler uydururlar. Bunlar yanlış tavırlardır. Çünkü, doğruyu bildirirken araya yalan karıştırmak doğru değildir. Halka vaaz ederken, çok şiir okunmamalıdır. Halk duyduğu şiirleri, şehvetlerini azdırmak için kullanır. Hikmet terimi de anlam değişikliğine uğramıştır. Faziletli kimseler için kullanılırken, şair, tabip ve müneccim için kullanılmaya başlanmıştır. Terimlere verilen yeni anlamların sıkıntılarından kurtulmak için selef âlimlerine bakarak, yeniden doğru anlamlarını kullanmak gerekir (Taşköprülüzade 1966/11, 937-939).
Taşköprülüzade’nin bu değişikliklerden hoşlanmamasının nedeni, dönemin bilgi anlayışıdır. Dönemin bilgi anlayışına göre, hakikat kökendedir. Dolayısıyla kökende bildirilen her şey hakikat olarak kabul edilir. Hakikat olarak bildirilen unsurlarda değişiklik olması, gelişme olarak değil, bozulma olarak yorumlandığından değişiklikler rahatsızlık yaratmıştır.
Taşköprülüzade’ye göre, iyi ilimler olarak bilinen şer’i ilimlerin hepsi beğenilen ve kıymetli ilimlerdir (Taşköprülüzade 1966/11, 935). Allah’ın zatına, sıfatlarına, fiillerine ve mahlukatında varit olan âdeti ilahisini bildiren ilimler şer’i ilimler öbeğine girerler. Zira bu ilim, sahili olmayan engin bir denizdir. O denize dalanlar, ancak peygamberler, veliler ve bu ilimlerin âlimleridirler. Bunun birinci anahtarı, öğrenmek, çalışmak, çok gayret sarf etmek ve büyük âlimlerin hallerini müşahede etmektir. Sonra mücahede, riyazet, kalbi tasfiye ve dünya bağlarından kesilmek ve Allah’ın enbiya ve evliyasına benzemek, onların ahlâkı ile ahlâklanmaktır (Taşköprülüzade 1966/11, 939).
Bu çabalardan sonra sözkonusu ilimlerden yeterince pay alınır. İlimle uğraşan kişiler uğraştıkları ilim alanlarında kendilerini aşamalı olarak geliştirirler. Aday kendini dinî konularda ıslah etmişse, ilimlerde ilerlemede ve belli konularda derinleşmede zarar yoktur. Derinleşmede amaçlardan biri başkalarını ıslah için olmalıdır. İlerleme mertebelerinin ortalarında kalmak yeterlidir; orta mertebeler, hayırlı ve evla olduklarından tercih edilmelidir. Bütün ilimlerde en yüksek derecede âlim olmaya, insanın ömrü yetmez. Bazı ilimlerde son noktaya varmak ve bazı ilimlerde zayıf kalmak da uygun değildir. Tümünde orta seviyede olmak en güzelidir. Yeterli olgunluğa ulaşmadan, kendini bırakıp, başkasını ıslah etmeye kalkışırsan, çok büyük hüsran ve ziyan ortaya çıkar (Taşköprülüzade 1966/11, 939). Taşköprülüzade, ilim anlayışında esas sorunun kurtuluş olduğunun altını bir kez daha çizmektedir. Kendini ıslah etmeyi temel kaygı olarak kabul etmiş ve bunun için de bütün ilimleri orta derecede bilmeyi yeterli görmüştür.
Taşköprülüzade’ye göre, ebedî saadet ve sonsuz kurtuluşun ilim ve amelsiz tamam olamayacağı üzerinde söz birliği vardır. İlimle amel her zaman birbirlerine yardımcı olup, ikiz kardeşlere benzerler (Taşköprülüzade 1966/1. 89). Bu anlayış ilmin ne anlamda kullanıldığı ve hangi amaca hizmet ettiğini göstermektedir. Ona göre dini bilmek en önemli ilimdir (Taşköprülüzade 1966/1, 50) ve işin özü marifetullahtır, yani Allah’ı tanımaktır. En yüksek gaye, kurtuluş ve saadet yolu, sonsuz iyiliğin başı budur. Bu öyle müstakil bir ilimdir ki, asla başkalarına hizmet etmez. Fakat bütün ilimler onun hizmetçisi ve yardımcısıdırlar (Taşköprülüzade 1966/1, 51).
En üstün ilim olarak tanımlanan Allah’ı tanımak, ilmin görevinin ne olduğunu göstermesi yanında, diğer ilim dallarının da bu amaca yönelik olmaları ve en üstün ilme hizmet etmeleri ilim anlayışının nasıl bir temele sahip olduğunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır. İslam’ın özünü kavramak ve ona göre yaşamak en büyük amaç olduğundan, ilimlerden de beklenen, bu amacın gerçekleşmesine sağlamalarıdır. İlim yoluna giren kişi, evren tasavvurunda içkin olan değerleri gerçekleştirmeye başlamış ve kendini istenilen biçime dönüştürme sürecini yaşamaya başlamıştır.
Kâtip Çelebi’ye göre, Tanrı’nın Adem’e bütün isimleri öğretmesi nedeniyle, Adem, hem bütün ilimleri bilmektedir, hem de ilmin kaynağıdır (Kâtip Çelebi 2007/1, 30). İlk kitap yazan kişi de Adem’dir (Kâtip Çelebi 2007/1, 36-37). İlk insanın doğal bir niteliği olan ilim, insanlığın sürekli ihtiyaç duyduğu bir alan olarak tanımlanmış ve ilim ile yazı, medeniyetin gerekliliklerinden sayılmıştır (Kâtip Çelebi 2007/1, 30). Ona göre, insanın mutluluğunun, eşyanın gerçeklerini ve hallerini insani gücü nispetinde bilmeye bağlı olması, gerçekler ve hallerin çok çeşitli olması, önceki nesilleri, eldeki malzemeyi kavramak ve öğrenimini kolaylaştırmak için çalışmaya itmiştir. Çalışmalar sonucu, tek olanlar ayırmış, birbirlerine benzeyen şeylerin ortak özelliklerine ilim denmesi sonucuna varılmıştır. İncelenen şeyler de ilmin konusu olarak kabul edilmişlerdir (Kâtip Çelebi 2007/1, 18).
İlmin tarifinde genellikle benimsenen özellikler şunlardır: Bir şeyi olduğu şekilde tasdik etmek, bilineni olduğu şekilde tanımak, bilineni olduğu şekilde anlamak, işini sağlam yapan kimselerden gerçekleştirdiği şey, bilineni olduğu gibi açıklamak, bilineni olduğu gibi gerçekleştirmek, bilinenin o şekilde olduğuna güvenmek, ister zorunluluk ister delil olması icap edene uygun kesin bir inanç, bir şeyin şeklinin akılda ortaya çıkması, anlaşılanın niteliğinin anlayanın kendisinde bir şekle bürünmesi, sahibine zıddı mümkün olmayan anlamlar arasında ayırım yapmayı gerekli kılan, kendinde bir anlamı zıddına ihtimal olmayacak şekilde seçmek, kendinde ortaya çıktığı şeklin dışında olması ihtimalini akla bile getirmeyecek şekilde bir anlamın kişide ortaya çıkması ile onun kişide diğerlerinden ayrılması (Kâtip Çelebi 2007/1, 16-17).
Bu özelliklerin her biri hakikati kavramaya yönelik tanımlardır. Hakikati bilmedeki amaç, başka bir deyişle ilimden, öğrenme ve öğretmeden amaç, Allah’ı tanımaktır. Bu, amaçların amacı ve mutluluk çeşitlerinin başıdır (Kâtip Çelebi 2007/1, 49). Mutluluk iki şeyle sınırlıdır. Yararlan elde etmek ve zararları gidermek.
Her iki durum da dünya ile ve dinle ilgilidirler ve dört kısma ayrılır.
1– İlimle elde edilen dinî faydalar.
2- İlimle elde edilen dünyevî faydalar.
3– a) Kötülüğü yok eden zararı gideren bir üstün geliştir,
b) İlmin getirdiği itibarlar.
4- İlimle ortadan kalkan dünyevî zararlar (Kâtip Çelebi 2007/1, 27-28).
İlmin öncelikli görevi ahiret olduğundan, ne türden ağırlık vereceği de belirginleşmektedir.
Ayhan Bıçak-Türk Düşüncesi1,syf:485-486,489-495