Tasavvufun Kaynağı Gerçekten Hind, Yunan veya Zerdüşt lük mü?
Bu bapta biraz da çağdaş sûfîlere bakalım. Görebildiğimiz kadarıyla tasavvufun menşei konusuyla ilgilenmiş ve bu hususta daha tatmin edici şeyler söylemiş bir XX. yüzyıl sûfîsi -üstelik Hind ve diğer Doğu mistisizmlerinin çok iyi tanıyan- Rene Guenon’dur. Bir eserinde yer alan İslâm tasavvufu konulu makalesinde; İslâm’ı içinde sahih geleneği barındıran bir din olarak gördüğünü belirterek önemli şeyler söyler. Bu zemin üzerinde dikkat çekici tespitlerini sıralayarak verelim:
-Tasavvuf hem tarikati, hem hakikati araç ve amaç olarak içerir (s. 30).
-Tasavvuf teriminin Batı dillerine en doğru aktarımı “initiation” (inisiasyon)’dur. “Sufizm” tabiri uydurmadır, (s. 30) Tasavvuf her gerçek inisiasyon gibi “ezoterik”tir (s. 34).
-Tasavvuf yoluna giren herkes için eriştiği şey ne olursa olsun “mutasavvıf’ terimi kullanılabilir, fakat “sûfî” kelimesi bu yolda en üst mertebeye ulaşanlar için kullanılmalıdır (s. 31).
-Sûfîlik İslâm öğretisine sonradan eklenmiş, dışarıdan gelmiş bir şey değildir (s. 32).
-İslâm tasavvufunun mistisizm ile uzaktan yakından ilgisi yoktur (s. 33-34).
Bu tespitler, mühtedî bir batılının konuyla ilgili olarak ulaştığı tefekkür seviyesini göstermesi açısından çok dikkat çekicidir. Guanon öncelikle tasavvuf teriminin Batı dilerindeki doğru karşılığının ne olması gerektiği üzerinde kafa yormuştur ki, bu bizim için de önem taşır. Çünkü neredeyse bütün münevverlerimiz Batılı terminoloji üzerinden düşünmekte ve yazmaktadır.
Batılı kavramlarla düşünen bir kafa için inisiasyon ve ezoterizm ile sufizm arastadaki alâkasızlık, konuyla ilgili bir tefekkür eksikliğine yol açmaktadır. Buna mistizm kavramının Türkçedeki muğlaklığı da eklenince durum daha da vahim bir hal almaktadır. Herkes, mistisizmi tasavvuf kavramıyla müteradif olarak kullanmaktadır. Necip Fazıl’ın Tanrı Kulundan Dinlediklerim adlı eserinin “Mistisizm” başlıklı bölümlerinde dile getirdikleri aslında bu boşluğu doldurma yolunda bir tefekkür cehdidir. Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu adlı eserinde de konuya değinmiştir. Necip Fazıl, Guanon’u okumamıştır ve söyledikleri tam olarak onunla aynı değildir elbette ama konuyla ilgili yerli düşünce dünyamızda neredeyse tek dişe dokunur tefekkür çabasıdır. Tabii Rasim Özdenören’in Kafa Karıştıran Kelimeler”inde yer alan konuyla ilgili bölümler de bu bapta oldukça aydınlatıcıdır ve hemen akla gelmelidir.Guenon’un görüşleri özellikle Necip Fazıl’ın mistisizm hakkındaki görüşleriyle karşılaştırılabilir de.
Guenon’un en ikna edici olarak ortaya koyduğu husus tasavvufun İslâm dışında bir kökünün olup olmadığı meselesidir. Bu husus gerçekten İslâm dünyasında çok sık söz konusu edilen bir husustur ve tasavvuf karşıtları da bir tür kolaycılıkla, zaten sevmedikleri tasavvufun Hint, Yunan, İran menşeli olduğunu iddia ederek düşüncelerine bir tutamak bulmuş olurlar. Oysa Guenon, tasavvuf denen şeyin İslâm’ın özüne ilişkin bir parça olduğunu ve bunsuz İslâm öğretisinin, ana ilkeleri konusunda bile eksik kalacağını vurgulamıştır (s. 32). Ayrıca İslâm tasavvufuna özgü anlatım biçimleri, Arap dilinin yapısıyla sıkı bir biçimde ilişkili olması da bu düşünceyi geçersizleştirmektedir. Eğer diğer öğretilerle benzetişen yönler varsa “varsayımlı ‘alıntılar’a başvurmadan kendiliğinden” açıklanabilir….
Guenon, tasavvuf tarihçilerinin ‘tasavvuf kavramının ortaya çıkışı ve Arapça’da erken veya geç bir dönemde var olmuş olması üzerindeki tartışmalarını da anlamsız bulur: ‘Tasavvuf pekâlâ, tasavvuf kelimesinden çok önce, ister başka bir ad altında ister ona bir ad verme ihtiyacı duyulmadan mevcut olabilir. (…) Gelenek açıkça belirtmektedir ki, hem zahirî yollar hem Bâtınî yollar doğrudan Hz. Peygamber’in eğitim ve öğretiminden çıkmaktadır” (s. 33). Dolayısıyla aslında “(..,) bu kadarı, konuya dışından bakmayan biri için, meseleyi çözmesinde yeterlidir.”
Guenonun açıklamaları son derece yalındır ve kolayca anlaşılabilmektedir. Çünkü bu konularda kafası nettir ve üstelik o, ‘konuya dışarıdan bakmayan’ biridir.. Oysa ‘yerli’ düşünce dünyamızdaki birçok isim konuya maalesef dışarıdan bakmaktadır.Bakarken de tamamen,Guenon’un önemle dikkat çektiği kavram kargaşasına düşmektedir.
Tercüme yoluyla da olsa Türkçede mistisizm-tasavvuf karşıtlığını Guénon kadar net açıklayan bir ikinci düşünüre rastlanmaz. O Hıristiyan mistisizmini de çok iyi tanımaktadır ve alandaki yetkinliğiyle yine son derece yalın bir biçimde konuyu açıklığa kavuşturur: “Her şeyden önce, mistisizm tamamen Hıristiyanlığa özgü bir şeydir” (s. 34). İşte mistisizm kavramını uluorta kullanan intelijansiyamızın öncelikle dikkatinden kaçan nokta budur. Bu husustaki açıklamaları tek kelimeyle harikadır; özetleyecek olursak şunları yazabiliriz:
Mistisizm tamamen dinî (religieux) alana aittir; sadece zahirle bağlantılıdır. Mistik sürekli bir “edilgenlik” içindedir. ‘Mistik tarikat’ diye bir şey olamaz. Mistik sürekli yalnız yaşayan biri olduğundan manevî etkiyi (bereket) kendisine ulaştıracak bir “silsile”den mahrumdur. Oysa bu aktarım, tasavvufu karakterize eden şeydir. Amaçlarının değişikliği bir yana “mistik yol” ile “tasavvufi yol” kökten bağdaşamayacak iki tarzdır. Mistik, çeşitli bilgi dallarıyla da meşgul birisi değildir. Ayrıca mistisizm kavramını Arapçada yaklaşık da olsa karşılayabilecek bir terim yoktur ve dolayısıyla bu kavram İslâm geleneğine büsbütün yabancıdır.
İmdi, burada özetlenen görüşlerin bir de kitaptan ayrıca okunması gerekliliğine dikkat çekerek İslâm tasavvufuna dair sureta bilgi ve yargılarla değerlendirilemeyecek bir derinlik taşıdığını belirtmeliyiz. Bir kere Guénon Doğu ve Batı kaynaklarıyla birlikte klasik İslâm kaynaklarını bütünüyle hazmetmiş bir kişiliktir, böyle bir zeminden konuşmaktadır. Diğer yandan İslâm dünyasında doğup yetişmiş birçok kimse dahi tasavvufu sürekli yalnız yaşamak (bir lokma bir hırka) zannetmekte, inzivanın da bir geçiş evresi olduğundan haberi bulunmamaktadır. Sûfîyâne yolculuğun nihayetine varıldığında orada kalınmaması; tekrar halka dönülmesi gerektiği gibi ayrıntılardan ise hepten bihaberdir. Guénon -başta da vurguladığımız gibi- tasavvufun sadece zahirden ibaret olmadığını, bâtınla zahiri bir arada içerdiğini kabul ederek konuşmaktadır.
Yusuf Turan Günaydın, Hece Dergisi,İslam Medeniyeti Özel Sayı