Tartışmalarımız Niye Sonuçsuz Kalıyor?
Bir konuda tartışma yapabilmek için tartışma yapacak olanların ortak bir zeminde, ortak kavramlarda buluşması gerekir. Mesela sizinle havanın sıcak mı soğuk mu olduğunu tartışabilmem için her ikimizin “sıcak”, “soğuk” ve “hava” kavramlarından aynı şeyi anlamamız gerekir. Ben hava deyince bir şeyi kastediyor, siz başka şeyi anlıyorsanız, ben sıcak dediğimde siz soğuğu anlıyorsanız kıyamete kadar tartışsak bir sonuç alamayız.
İmam Gazalî, Bâtınîlerle tartışmanın mümkün olmadığını, onların her yazılı metni ve sözü, metin ve sözden dil yoluyla anlaşılan zeminin dışında keyfi yorumlara tabi tuttuğunu görünce tartışmanın ortak zemini olarak “mantık” ilmini zorunlu görmüş ve “mantık bilmeyenin ilmine güven olmaz” demişti.
İmdi,
Sünneti hüccet kabul eden, geleneğe değer veren bir kimsenin, “yalnız Kur’an” diyen bir kimseyle tartışma yapabilmesi için ortak bir zemine ihtiyaçları vardır. İlk bakışta, her iki tarafın da delil olarak gördüğü Kur’an, ortak bir zemin olarak hazır gibi görünmektedir. Ama bu yanıltıcıdır. Çünkü “yalnız Kur’an” diyen bir kimsenin Kur’an tasavvuru, Kur’an’ı anlama yöntemi, oradaki âyetleri delil olarak getirmesi ile Kur’an’ı deliller hiyerarşisinin en üstünde görmekle birlikte onu ancak tarihsel bir alt yapı ile birlikte anlayabileceğimizi söyleyen bir kimsenin tartışmaları asla bir sonuca ulaşamayacaktır.
Bir örnekle açıklayalım. Yüce Allah Kur’an’da şöyle buyuruyor:
“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Resûl’e itaat edin ve sizden olan ülülemre (idarecilere) de. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz Allah’a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız onu Allah’a ve Resûl’e götürün; bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.” (Nisâ, 59)
Bir Kur’an İslamcısı bu âyeti okuduğunda Allah’a itaat ile Resûl’e itaatin aynı şey olduğunu, Allah’a döndürme ile Resul’e döndürmenin de aynı şey olduğunu, aslında burada “Allah’a itaat” dışında başka bir emrin yer almadığını iddia edecektir. (Nitekim tam da böyle iddia ediyorlar).
Bu yorum (!) Arap dilini, bütün İslamî ilimler geleneğini ve mantık kurallarını hiçe sayan bir yorumdur.
Ben, Arap dilinde atfın muğayereti gerektirdiğini (yani birbirine -ve bağlacı ile bağlanan iki şeyin birbirinin aynısı olamayacağını), bütün bir ilim geleneğinde Resûl’e itaatin Allah Resûlü hayattayken kendisine, vefatından sonra sünnetine müracaat anlamına geldiğini söylesem ve buna dair dilden ve tarihten yüzlerce örnek zikretsem de bir “Kur’an İslamcısı”nı asla ikna edemeyeceğim.
Bir Kur’an İslamcısı, rivayetlerin ne kadar uyduruk olduğunu ispat etmek üzere hadislerin yazılmasının yasaklandığına dair rivayetleri delil gösterirken nasıl bir çelişki içine düştüğünü göremeyecek ya da görmek istemeyecektir.
Bir Kur’an İslamcısı “çok rivayette bulunuyor diye Hz. Ömer, Ebu Hureyre’ye kızmış, rivayeti yasaklamış” diye ballandıra ballandıra anlatırken, “bunu nereden biliyorsun, Kur’an’da mı yazıyor?” diye sorulduğunda nasıl bir çelişki ile yüzleşmek durumunda olduğunu düşünmek istemez.
Bir Kur’an İslamcısı “Buharî, Peygamber’den 256 yıl sonra vefat etmiş, onun kitabındaki hadisler orijinal olamaz” diye bir yargıda bulunurken, “Buharî’nin Peygamber’den 256 yıl sonra vefat ettiğini nereden biliyorsun, Kur’an’da mı yazıyor?” sorusuna cevap istendiğinde, nasıl bir çelişki içine düştüğünü göremez.
Hâsılı: Tartışma için ortak zemin gerekir. Ortak zemin olmadan tartışma yapılamaz. Bunun için mütekellimîn tarzı yazılan usul kitaplarında usul konularına başlamadan önce ilim, zan, delil vb. kavramlar tanımlanır. Bu, tartışma için ortak zemin oluşturma amacıyla yapılan bir faaliyettir. Geçmişte ve günümüzde usul bilmeyen hiç kimseyle bir meseleyi ortak zeminde tartışmak mümkün değildir.
Son olarak İmam Şâfiî’nin şu sözü ile sözümüzü bitirelim: “Câhillerle tartışma! Çünkü ben, onlarla yaptığım hiçbir tartışmayı kazanamadım.”
Soner Duman – Usul Yazıları,syf:367-369